“Unutulmuş isimlerde Bilinmez ki nasıl nerde Şimdi yalnız resimlerde Eski dostlar eski dostlar” diyor şair.
Dostlar birer birer ebedi âleme göçüyor. Ülküm’de aynı yönetimi paylaştığımız dostlardan önce Mehmet Makam akabinde İsmet Ayturan geçen sene Yemliha Uçar ve dün Saadettin Baysal göç etti ebedi diyara. Rahmet diliyorum Rabbimizden.
Cenabı Allah her şeyin haliki ve sahibidir. Mutlak tasarruf sahibidir. Bize hüzün veren şey hicret eden için şuur kaynağı olabilir. Bunun için kalanlara ve dostlara sabrı cemil dilenir Allah’tan.
Kenan tufanı belki her birimizi bir tarafa savurmuştur bedenen, ama ruhen aynı yerde durduk. Aynı emele sahip olduk geçen günlere inat. İlayı kelimetullah doğrultusunda
âleme nizam vermek hepimizin gayesi oldu son nefese kadar. Şairin dediği gibi “hak yol İslam yazacağız” havaya suya, uçan kuşun kanadına.
Gönüldaşım Saadettin ölümden korkmadı hiç. Kendisiyle irtibatımız hiç kopmadı. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili hazırladığım çalışmayı kendisine takdim etmek için bürosuna gittiğimde Kenan tufanı öncesini yâd ettik saatlerce.
Kitap için çok sevinmişti. Çocukları, torunları ve tanıdıkları için kitap imzalattı. Bu arada radyoda çalışan oğluyla canlı telefon bağlantısı gerçekleştirdi ve ben “Er Kişi Muhsin Yazıcıoğlu” isimli çalışmam hakkında bilgi verdim. Bu arada Muhsin başkanla ilgili bir hatırasını anlattı.
Saadettin dostum BÜT Ankara şubesi başkanı iken Yıldırım Beyazıt bölgesine birinin gönderilmesi icap eder. Birisinin gelmesini ister. Gelen Muhsin Başkan. Saadettin ona emirler yağdırır. Muhsin başkan denileni yapar. Yaklaşık bir hafta sonra Muhsin başkan Ülkü Ocakları genel başkanlığına seçilir. Saadettin yaptığından pişmanlık duyar. Ama unutulmaması gereken husus Muhsin başkan da Saadettin dostum gibi mütevazıdır. Bu hatıra ara sıra yâd edilirmiş karşılaşmalarında. Şimdi ikisi de rahmet-i rahman’a kavuşmuş. Hz. Peygamberin ravzasında mulaki olmuşlardır inşallah.
Dün kısmet oldu radyoda çalışan oğluyla tanıştık. Başka bir şekilde tanışmak isterdim.
Vesile dostumun vefatı olacakmış.
Dün dostum Saadettin’i teşyi ettik musalla taşından. Binlerce insan şehadet etti iyi insan olduğuna.
Tekbirlerle teşyi ettik dostumun gemisini.
“Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli, Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.” Tıpkı şairin dediği gibi. Hiçbir kol ve mendil sallanmadı peşinde. Duyulan sadece tekbirlerdi.
Ömür dediğin nedir be gönüldaşım.
Masallardaki gibi bir varmış bir yokmuş. Ama biz “ömür”ün ölümle nihayetlendiğine inanmıyoruz. Ölüm bir başlangıçtır. Ölüm sevgililer sevgilisi Hz. Peygambere (s.a.v.) komşu olmaktır.
Biz buna inanıyoruz. Kendimiz için dileğimiz cenabı Allah’ın rızasına uygun amellerde bulunmak ve amel defterimizin kabul edilir amellerle dolu olmasıdır.
Mekânın cennet olsun aziz gönüldaşım.
Hani beraber “çağrımız İslam’da dirilişedir” diye haykırırdık ya.
Topyekûn öğrenim özgürlüğünü ve öğrenim kademeleri arasındaki geçişi kolaylaştırmak, uygun zemini hazırlamak ve bu düzenlemeleri savunmak eğitim tarihimizin gereğidir. Zira eğitim tarihimiz incelendiğinde “bilenin bilmeyenden üstün” kabul edildiği bir ilke ile öğrenim sürecine bakıldığı görülür. Bu, mantık silsilesi doğruydu ve son asra kadar geçerliydi.
Doğruydu çünkü ülkelerin kalkınmasında ve söz sahibi olmalarında “yetişmiş insan gücü” birinci derecede etkili ve en önemli faktördür. İnsan yetiştirme; ferdin niteliklerinde farklılaşma meydana getirme süreci biçiminde tanımlanabildiğine göre, toplumun kalkınmasını sağlayacak ve onu milletler camiasının en önemli unsuru haline getirecek olan eğitilmiş ve eğitimiyle bir güç haline gelmiş insanlardır.
Bilindiği üzere insan yetiştirmenin iki boyutu bulunmaktadır. Bunlardan biri “değer”lerin kazandırılması, diğeri ise pratiğe dönüştürülebilen bilgi ve becerilerin, yani “teknoloji”nin kazandırılmasıyla ilgilidir. Başka bir deyişle değerleri kazandıran “terbiye”, hüner ve maharetleri kazandıran “talim” boyutları insan yetiştirmenin mihenk taşlarıdır.
İnsan yetiştirmenin iki boyutunun da arzu edilen biçimde işlemesi örgün veya yaygın bir tarzda “okul” denen eğitim teşkilatlarına bağlıdır. Zira aileler kendi evlerinde ve yalnız kendi imkânlarıyla hızla artan ve değişen “bilgi ve beceri” birikimini çocuklarına aktarmaları imkânını kaybetmiş durumdadır. O halde eğitim sürecini düzenli işletecek kurumlara ve kurumlar arası geçişi mümkün kılan düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır.Eğer, eğitim sürecini gerçekleştirecek teşkilat iyi düzenlenmez, geçişler kolaylaştırılmaz ve toplumun bütün fertlerinin istifadesine sunulmazsa kalkınma ve gelişme istenilen biçimde sağlanamaz. Hatta insan gücü yetiştirmek üzere kurulan eğitim teşkilatları dar bir zümreye hitap eden ve toplum fertlerinin çoğunluğu önünde birer engel haline gelebilir.
Dolayısıyla bilgi ve hünerlerin kazandırıldığı eğitim kurumlarında değişime paralel olarak değişiklikler bireyin önünü açacak şekilde gerçekleştirilmelidir ki, ferde, topluma ve bütün insanlığa hizmet sunabilsin. Değişiklikler hem yatay geçişlerde hem de dikey geçişlerde bilgi ve becerilerin gerekliklerine uygun olmalıdır ki işe yarasın. Aksi takdirde “katsayı” uygulamasında olduğu gibi geçişler zulme dönüşür ve uygulanan katsayısı değil “katlsayısı” olur.
Gerçekte ülkemizde eğitim sistemi ile ilgili değişiklikler sıkça gerçekleştirilmekle birlikte, değişiklikler bilginin ve becerilerin daha nitelikli kazandırılmasına yönelik olmaktan çok ideolojik bir bakışla bir kaç kişinin hatırı için gerçekleştirilmekte ve sistemi daha da felç etmektedir. Değişiklikler merkezden ve merkezin istekleri doğrultusunda gerçekleştirilmektedir.
Sıkça merkezden ve merkezin isteği doğrultusunda yapılan değişikliklerden birisi de öğretim kademeleri ve öğretim kademeleri arasındaki geçişlerle ilgilidir.
İlköğretimden ortaöğretime ve ortaöğretimden yükseköğretimdeki geçişlerle ilgili değişiklikler yapılmıştır ve yapılmaya devam edilmektedir. Ancak gerçekleştirilen değişikliklerde fertlerin ve toplumun istek ve ihtiyaçları dikkate alınmamıştır. Teorik olarak ilköğretimden ortaöğretime geçişte kısıtlama olmayıp ilköğretimi bitiren her fert ortaöğretimden faydalanabilmektedir.
Bu makalenin esas konusunu teşkil eden ortaöğretimden yükseköğretime geçişle ilgili yapılan değişiklikler ise tam bir faciadır.Ortaöğretimden yükseköğretime geçişle ilgili yapılan değişiklikler başta meslek liseleri öğrencileri olmak üzere öğrencilerin çoğunu dışlayıcı ve yok edici biçimde yapılmıştır. Doksanlı yıllara kadar hangi alandan veya meslek lisesinden mezun olursa olsun öğrenci dilediği bir alana sınavı kazandığı takdirde devam edebiliyorken, özellikle 28 Şubat post modern darbesiyle yapılan değişiklikler geçişleri altüst etmiş ve öğrenim hakkının gaspına vesile olmuştur.
Yapılan değişiklikler birkaç kişinin arzu ve istekleri doğrultusunda gerçekleştirilmiş olup imtiyazlı zümrenin imtiyazını devam ettirmesini sağlayacak niteliktedir. Bu durum insan yetiştirme sistemimizin genel ilkelerine ve altına imza atılan uluslararası sözleşmelere, insan hak ve özgürlüklerine aykırı olup, ferdin eğitilme hak ve özgürlüğünü ortadan kaldırmaktadır.
Eğitim kurumlarının tamamına yakınının Devlete ait olduğu ve merkeziyetçi bir şekilde yönetildiği ülkelerde –ülkemiz bunlardan biridir- eğitimle ilgili düzenlemeler yapılırken toplumun arzu ve ihtiyaçları ile teknolojik gelişmeler göz ardı edilirse kurumlar bir avuç insandan oluşan zümreye hizmet eder hale gelir. Geniş halk kitlesi eğitilme hakkından mahrum kalır. Bu durum demokratik taleplere engel teşkil eder.
Maalesef eğitim sistemimizde, uluslararası sözleşmelerde tanzim edilen genellik ve eşitlik, eğitim hakkı, fırsat ve imkân eşitliği ilkeleri uygulanmamakta ve kademeler arasındaki geçişlerde büyük oranda haksızlıklar ortaya çıkmaktadır. Hak ve özgürlük gaspı en çok ortaöğretimden yükseköğretime geçişte uygulanan katsayı sistemi ile gerçekleştirilmektedir.
Esasında eğitim sistemimizde belirtilen ilkelerin gerçekleştirilememesinin kaynağı keyfiliklerdir. Yönetimin gücünü elinde bulunduranların bir kısmı Türkiye’nin altına imza attığı ve iç hukukun bir parçası haline getirerek kabul ettiği uluslararası sözleşmelere aykırı olarak tutum sergilemekte ve fertlerin eğitim hakkını gasp etmektedir. Bu tutum ferdin kendi şahsiyetini geliştirme ve beceri kazanarak hayatını idame ettirme hürriyetinin önünde duran bir engel ve eğitim sorunudur. Eğitim hakkını gasp eden uygulamaların başında “katsayı” uygulamalarına kaynaklık eden “genel ortaöğretim” kurumlarındaki “alanlar” ve “okul türleri” arasında geçişi engelleyen katı kurallardır.
Bilindiği üzere ortaöğretim kurumlarında yapılan değişikliklerle öğrenciler bir alana mahkûm edilmişlerdir. Bu uygulama ile genel eğitim liselerinde okuyan öğrencilerin de seçme hakları ellerinden alınmış bulunmaktadır.
Ayrıca meslek liseleri ve genel eğitim veren liseler arasında fırsat ve imkân eşitliği ortadan kaldırıldırılmış, bu okullarda okuyan öğrencilere adeta “işçisin sen işçi kal” mantığı ile yaklaşılmış ve bu okulların içi boşaltılmıştır
Hak ihlalleri erken dönemde başlamakla birlikte ilköğretim sonrasında kademeler arasındaki geçişlerde daha da fazlalaşır.
Ortaöğretim kurumlarının genel yapısı hakkında yeterli bilgiye veya programlar arasında alan seçme imkânı bulamayan öğrenci mağdur olmakta ve büyük oranda isteği ve tercihi dışında bir alana zorlanmış olmaktadır. Böylece “eğitimde fırsat ve imkân eşitliği ilkesi”nin zedelendiği ilk geçiş kademesi başlamış olur.
Örgün eğitimin ortaöğretim kademesinin işleyişinde görülen aksaklıkların başında programlar arasında geçiş esnekliğinin bulunmayışıdır. Kendine göre veya değişik sebeplerle yanlış tercihte bulunmuş olan bir öğrenci sürekli yanlış tercihi ile baş başa bırakılmaktadır.
YÖK tarafından yapılan yeni düzenlemelerle gerek mesleki ve teknik eğitin veren okullarımızda, gerekse genel eğitim veren okullarımızda öğrenciler tek programa mahkûm edilmiş olup, adeta o alanın kölesi olarak kal mantığı hâkim kılınmış bulunmaktadır. Bu durum ülke ve teknolojik gerçeklere uymadığı gibi, duygusal gerilimlere ve yetişkin yaşlarda mutsuzluğa yol açacak niteliktedir.
Örgün eğitim kademeleri arasındaki geçişlerde en büyük problem ortaöğretimden yükseköğretime geçişte yaşanmaktadır. 2547 Sayılı YÖK kanunundaki hükümler bile YÖK ve ÖSYM tarafından uygulanmamakta ve pek çok mağduriyetler yaşatılmaktadır. Kanunun ilgili maddesi: YükseköğretimeGirişMadde 45a-Öğrenciler Devlet Yükseköğretim Kurumlarına, esasları Yükseköğretim Kurulu tarafından tespit edilen sınavla girerler-Sonuçların değerlendirilmesinde adayların ortaöğretimdeki başarıları dikkate alınır-Ortaöğretim kurumlarını birincilikle bitiren adaylar kendileri için yükseköğretim kurumlarında ayrılacak kontenjanlara, tercih ve puanları gözönünde tutularak yerleştirilir-
Yükseköğretim kurumlarına öğrenci seçiminde, adayların ortaöğretim süresindeki başarıları Yükseköğretim Kurulunun uygun göreceği şekilde Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından geliştirilecek bir yöntemle ek bir puan olarak tespit edilir ve yükseköğretim kurumlarına giriş sınav puanlarına eklenir-
Bir mesleğe yönelik programlar uygulayan liselerin mezunları, Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenecek aynı alanda bir yükseköğretim kurumuna girerken, başarı notları ayrıca tespit edilecek bir katsayı ile çarpılmak suretiyle değerlendirilerek giriş sınavı puanlarına eklenir-
b-Yükseköğretim Kurulunca düzenlenen esaslara göre belli sanat dallarında üstün kabiliyetli olduğu tespit edilen öğrenciler, ilgili dalda eğitim yapmak kaydıyla yine bu esaslar içerisinde belirlenecek özel yöntemlerle yükseköğretim kurumlarına alınabilirler” denilmektedir.
Maddeyi tahlil ettiğimizde;
a-Öğrenciler Devlet Yükseköğretim kurumlarına sınavla girerler. Sanki vakıf okullarına sınavsız giriyorlarmış.
b-Adayların ortaöğretim başarıları dikkate alınır.
c-Ortaöğretim kurumlarını birincilikle bitirenler kendilerine ayrılacak kontenjanlara yerleştirilir.
d-Ortaöğretim başarısı ek bir puan olarak tespit edilir ve giriş puanlarına eklenir.
e-Meslek liseleri mezunları mezun oldukları alanda yükseköğretim kurumlarını tercih ederlerse başarı notları ayrıca tespit edilecek bir katsayı ile çarpılarak giriş puanlarına eklenir.
f-Belli sanat dallarında üstün kabiliyetli olanlara özel yöntemlerle yükseköğretime alınabilir.
Geçişi düzenleyen madde bu kadar açık iken YÖK ve ÖSYM Katsayı uygulamasını Katl sayısına dönüştürülmüş ve Anadolu insanı perişan edilmiştir. Kendisi olmasa bile duyguları katledilmiş ve siyasetçiler buna sessiz kalmıştır.
45. madde yorumlanamayacak kadar açıktır. Öğrenciler eşit şartlarda sınava girer. Eşit şartlarda sınava girmek demek aynı soruların aynı değerlendirilmesini zorunlu kılar. Hangi alan veya okul türünden mezun olursa olsun bütün adayların cevapları aynı tarzda değerlendirilmesi zorunludur. Aksi uygulama, bir başka deyişle mevcut uygulama hak gaspıdır.
Meslek lisesi mezunları mezun oldukları alanların üst öğrenimini tercih ettiklerinde başarılarına göre ayrıca ek puan alır. Lise birincileri tercih ve puanları dikkate alınarak yerleştirilir.
Kanun maddesi daha açık hale nasıl getirilebilir ey uygulamanın başında olanlar.
Yeter artık bu zulmü bitirelim.
Çok gecikilmiş ve çok insan mağdur edilmiş olmakla birlikte gelin ortaöğretimden yükseköğretime geçişteki zulmü ortadan kaldıralım ve geçişlerde uygulanması öngörülen katsayı uygulamasını doğru anlayalım, uygulayalım ve “katl” sayısı olmaktan çıkaralım.
Ortaöğretimi bitiren her öğrenci alan ve okul türü ne olursa olsun “eşit” ve “adil” şartlarla sınava girebilsin. Aynı sorunun cevabı farklı katsayılarla çarpılarak katliam yapılmasın. Bu garabet ve zulüm son bulsun.
Hiç olmazsa mevcut şartlarda kanunu uygulayalım, hukuku gözetelim ve adaleti sağlayalım. Meslek liselilerin, lise birincilerinin ve alan tercihi yüzünden mağdur olanların mağduriyetini giderelim.
Esasında gerçek çözüm, yükseköğretim kademesinde arz-talep dengesinin kurulabilmesinin önündeki engellerin kaldırılmasıdır ki, kademeler arasındaki geçiş kolayca gerçekleşsin. Gerçekte talebin arzdan fazla olduğu yerde yapılacak düzenlemeler kalıcı çözüm getirmeyecek ve problemin varlığı devam edecektir.
Sonuç olarak eğitim kademeleri arasında, özellikle ortaöğretimden yükseköğretime geçişleri düzenleyen yeni yapı ve kullanılan katsayı yöntemi bütün alanlarda sorunları arttırmış, öğrenci, veli ve yetişecek fertleri istihdam edecek insanların dengesini bozmuştur. Katsayı uygulaması “katlsayı” uygulamasına dönüşmüştür.
Mevcut geçiş sistemi ortaöğretimde mesleki ve teknik alanlardan genel öğretim liselerine kaçışı hızlandırmış ve ülkemiz bundan büyük zarar görmüştür.
Artık zulme ve haksızlığa yol açan ve “katlsayı”ya dönüşen uygulamadan derhal vazgeçilmeli ve mağduriyetler giderilmelidir.
Vatandaşı “kafes”lemek için “balyoz” darbelerinden vazgeçecekleri yok çetecilerin. İster ikiz, üçüz, dördüz deyin, ister başka bir şey fark etmez.
Hepsi birer insan şeytanıdır.
Kimi peygamber efendimizi (s.a.v.)istihzaz ve istihfaf ile örtü ile alay etme terbiyesizliğini gösterir. Kimi ayakkabı ile camiye girilmesinden bahseder.
Topu bir. Genleri aynı. “Gen-etik”leri bozuk.
Balyozlarının gücü yetmemişse hukukun katilleri devreye girer.
Hayatı bu kadar telvis edenler varken güzel şeylerden bahsetmek mümkün mü?
Her şeye rağmen evet.
Çünkü biz Allah’ın rahmetinden umudunu ve ümidini kesmeyenleriz.
Dün bunun misalini yaşadım.
Yurtder yöneticileriyle tanıştım.
Anlattıkları ibretlik.
Her birisinin yaşanmış binlerce hatıraları var. Toplumun “Yetiştirme yurtlarında kalan çocuk ve gençlerle” ilgilenmelerini ve sahip çıkmasını bekliyor. Ailenin parçalanmasının engellenebilmesi için çabaların harcanmasını istiyor.
Güzel projeleri var. Büyük Birlik Hareketinin mensuplarına hararetle anlattılar. Destek beklediler.
Acı dolu hatıraların yanında güzel anılarından da bahsettiler.
İşte YURTDER Genel Başkan Yardımcısı Oruç Ümran’ın Merhum Şehit Muhsin Yazıcıoğlu ile aralarında geçen bir anısını:
“Yetiştirme Yurtlarında kaldığım sıralarda Muhsin Yazıcıoğlu bizi ziyarete geldi. Onunla orada tanıştık.
Bir kâğıda ‘Dünyada en değerli şey nedir?’ sorusunu yazarak, benden o kâğıda cevabını yazmamı istedi.
Ben de aile ve sevdiklerim cevabını yazdım.
O kâğıdı aldı ve ‘Zaman’ yazdı.
Altına da not düştü.
Notta; ‘Bu kelimeyi tersinden okumayı da ihmal etme’ yazıyordu.
Muhsin Yazıcıoğlu, o cevabı ile bana yol gösterdi.
Bütün kanaat önderlerine sesleniyorum.
Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumlarını ziyaret edin.
Bir sözünüzle bir çocuğa ve insanlığa faydanız dokunur ve yol gösterirseniz ne mutlu size…”
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu bir kelime ile “zaman”ın ve “Namaz”ın kıymetini öğretti. Bu kelime Oruç beyin hayatına şekil kazandırdı, yaşayışına rehber oldu. Hayatın tanzimine yol açtı.
Her birimiz yol gösterici olabiliriz o masum yavrulara, öksüz, yetim, kimsesiz ve taş atan çocuklara.
Evet
Bu güzel şeyleri duyduk dün.
Ama sadece bunlar olmuyordu Türkiye’mizde.
Bu güzel hatıraların yanında darbeci baronun işgüzarlığı da gündeme girdi ve adalet bir kere daha katledildi.
Selam adaleti savunanlara ve dünyamızı aydınlatanlara.
Aksine onlar diridirler ancak siz fark edemiyorsunuz."
(Bakara, 2/154)
Tam bir yıl olmasına az kaldı. Bütün kurum ve kuruluşlar çöktü. Enkazın altında Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları değil, bütün kurum ve kuruluşlarıyla devlet kaldı. Adaleti sağlayamayan devlet enkazlaştı, enkazın altında kaldı.
“Gönülleri birleşenler ölse de bir gün Gök kubbede kalacaktır seslerinden ün.
Selam sana hücrelerde benzi solan genç! Selam sana ey yılları heba olan genç!
İstikbalim gitti diye yaslanma sakın! İstikbalin değil, ruhun Tanrı'ya yakın!
Şairin dediği gibi gönülleri birleşenlerin ruhu Cenabı Allah’ın dergâhında, Hz. Peygamberin ravzasındadır inşallah. Şairin:
Birleşin ey! Yolları Kuran da birleşenler. Birleşin, itikatta, imanda birleşenler. Ayrılık yakışmıyor, bölünmek günah size. Birleşin ey! Secde-i Rahman ‘da birleşenler” dediği gibi iyi insanlar birleştiler. Muhsin Yazıcıoğlu’nun dostları bütün iyi insanlarla bir olmaya, birlik olmaya ve dahi büyük birlik olmaya azmettiler.
İyi insanlar kötü insanlara da yardım etmeye çalıştılar. Onlar kötü insanların kötülüklerine engel olarak yardım etmeye çalıştılar.
Muhsin Yazıcıoğluna kötü insanlar tahammül edemedi. Muhsin Yazıcıoğlunu yol arkadaşlarıyla birlikte şehit ettiler. Yetkili zannedilenler kötülerin kötülüklerine engel olamadı ve enkaz altında kaldı. Kötüler halkı “kafes”lemeye, milletin tepesine “balyoz” indirmeye devam ettiler. Şehadedi unutturmaya çalıştılar. Ama adaletten yana olanlar biliyorlar ki, “unutmak pusudur”. İyi insanlar unutmayacak ve unutturmayacak. Ta ki, adalet tecelli edinceye kadar. Kurum ve kuruluşlar darbecilere sessiz kaldıkları gibi, Muhsin Yazıcıoğlunun şehadetinde de sessizliğe gömülseler bile, adaleti isteyenler haykıracak ve gündüzleri el feneri ile adaleti arayacak.
Yetkililer kafalarını ve gönüllerini kuma gömseler bile, adaleti talep edenler “kafes”leri parçalayacak ve “balyoz” darbelerini boşa çıkaracak.
Evet.
Tam bir yıl olmaya ramak kaldı.
Ve
Adalet yerini bulmadı.
Vuslat gününde bir araya gelen milyonlar soruyor. Muhsin’imize ve arkadaşlarına ne oldu?
Muhsin’imize ve beraberindekilere kim-kimler kıydı.
Vicdanlar yaralı.
Vicdanlılar cevap arıyor Sünni’siyle, Şii'siyle, Alevi'siyle, Türk’üyle, Kürd'üyle, Türkmen’iyle, Boşnağıyla,
İyi insanlar adaletin tecellisini bekliyor. Doğusuyla, Batılısıyla, Türkiyelisiyle Kosovacıyla, Afrikalısıyla.
İyi insanlar enkazın altlında kalan devleti bekliyor. Adaleti tecelli ettirecek cesur yüreklileri bekliyor.
Bizler dik durmaya ve fırıldaklara karşı olmaya devam edeceğiz. Ta ki adalet yerini bulsun.