28 Ağustos 2011 Pazar

Koşaner’in Konuşması

Koşaner’in Konuşması

Ramazan Bayramının İslam coğrafyasına birlik, dirlik, huzur, refah, ve mutluluk getirmesini cenabı Allah’tan niyaz ederek tüm dostların bayramını tebrik ediyorum.

Veysi ERKEN

Genel Kurmay Başkanlığını bırakarak emekli olan Işık Koşaner’in konuşmasının ses kayıtları yayınlandı. Gazetelerde, televizyonlarda ve radyolarda konuşma ve sızdırılması ile ilgili yüzlerce yazı ve yorum yapıldı.

Kanaatime göre konuşmayı yorumlamanın veya muhtevası ile ilgili yazı yazmanın hiçbir anlamı yok. Zira konuşmanın içeriği gayet açık ve nettir. Mesajı herkes anlamıştır.

Önemli olan bu konuşmanın akabinde hükümetin yapacağı icraattır. Zira sorumlu olan siyasi kurum yani hükümettir.

Konuşma yapılması gerekenlerin delili ve belgesidir.

Hükümet bir dakika bile gecikmeden harekete geçmeli ve TSK ile ilgili düzenlemeleri yapmalıdır.

TSK ile ilgili düzenleme yapmayan, bekleyen veya bekletenin vebali çoktur. Zira hükümetin elinde KHK çıkarma yetkisi vardır.

Ve bu yetkiyle bir günde TSK ile ilgili her türlü düzenlemeyi yaparak meşhur 35. Maddeyi kaldırabilir, Bedelliyi çıkarabilir, Jandarmayı iç güvenlik birimi haline dönüştürerek iç güvenlik konusunda birliği sağlayabilir.

Bu işi ihmal edenin vebali ordudaki ihmalden daha az değildir.

Artık cenazeler gelmesin, ölümler olmasın ve israf bitsin denilecek olursa bu düzenlemeleri bir dakika önce yapmak kaçınılmazdır.

İktidar partisi bu sorumluluktan kaçınamaz.

Koşaner’in konuşması iktidar partisi için bir turnusol kâğıdı gibidir.

Muhalefet partileri de iktidarı bu konuda sıkıştırmalıdır.

Aksi takdirde bu fırsat heba edilmiş olur.

Esasen oligarşik çetenin istediği konuşmanın ve içeriğinin unutturulmasıdır. Medya dünyasındaki borazanlar bunun için gayret sarf etmektedir. Siyasi partiler bu tuzağa düşmemelidir.

Bizim yapmak istediğimiz unutmayı ve unutturmayı engellemektir.

Bilinmelidir gereken dünyaya yön veren Türkiye’nin güçlendirilmesi zamanının geldiği hatta geçtiğidir.

Selam ve Sabırla.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

İnsanlığın İmtihanı

İnsanlığın İmtihanı

Veysi ERKEN

Hani ortak “İnsani değerler” vardı.

Somali’de, Kenya’da, Etopya’da, Çeçenistan’da, Irak’ta, Afganistan’da ve yeryüzünün bilmem hangi yerinde insanlık can çekişirken “ortak değerler”den bahsedenler hani nerede?

Birleşmiş Milletler denilen zilletli kuruluşu işletenlerden bahsetmiyorum. Zaten onların değerleri, vicdanı ve merhameti yok.

Yeryüzünün maddi ve manevi değerlerini, varlıklarını ve zenginliklerini sömüren, yok eden ve bu uğurda milyonların kanını akıtan haçlı ruhlulardan da bahsetmiyorum.

Onların zaten bir tek gayeleri var.

O da varlıkların kanını emmek.

Ya Türkiye’dekiler.

Merak ediyorum.

Kendini solcu, sosyalist, Komünist, ülkücü, milliyetçi olarak nitelendirenler bu zulümler, haksızlıklar ve yoksulluklar karşısında ne yapıyorlar.

Soruyorum sizin hiç mi “insani değer”iniz kalmadı. Siz de mi batının kan emici nefsine sahip oldunuz.

Bu yazıyı yazmamın temel sebebi yetmişli yıllara dayanan hukukumuzun olduğu bir arkadaşımızın ifadeleri oldu.

Kanımı dondurdu söyledikleriyle.

İnanamadım doğrusu. Karşımda oturan o muydu? Yoksa onun bedenine benzeyen bir başkası mı?

Bugün kendini “ulusalcı” görmekte imiş.

Solcusu ile komünisti ile ve her tiple hemhal olma durumunda.

Efendi Türkiye’de açlar varmış diyor?

Somali’ye neden yardım ediliyormuş?

Geçmişte kendini Turancı ifade edenle enternasyonalist görenler kol kola.

İcraatta her ikisi içe kapanık.

Ne turan ne de enternasyonal kaldı.

Varsa yoksa fesat ve iyilikleri engelleme.

Yapmayın baylar.

Sizde birazcık “Allah sevgisi, korkusu, insani özellik ve değer” kaldıysa utanın.

Günlerce bir damla su ve bir lokma yiyecek bulamayanlara elinizi uzatınız. Gönüllerinizi açınız. Lokmalarınızı paylaşınız.

Bunu başaramıyorsanız bari sununuz.

Sizi adam sansınlar.

Selam ve Sabırla.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Sığınacak Yer

Sığınacak Yer

Veysi ERKEN

Bazen sığınacak, dertleşecek ve görüş soracak yer ararız. İşte böyle bir durumdayım dostlar.

Tabii ki, Müslüman’ın mümininin sığınacağı tek melcesi vardır, o da cenabı Allah’tır. Tam bu halde iken bir kıssayı ihtiva eden mail aldım. Gönderen dostum Mustafa’ya teşekkür ediyorum.

Doğrusu kıssayı kimin hazırladığını bilmiyorum. Kim hazırlamış ve topluma mal etmişse ona da teşekkür ediyorum. Cümlemizden cenabı Allah razı olsun.

Bu kıssayı sizlerle paylaşmak istedim. İşte o yazı:

“Zaman olur olayların üstesinden gelemezsiniz. Boyunuzu, boynunuzu ve gücünüzü aşar, imkânınızı zorlar, eliniz ayağınız tutulur. Bir yerde çaresiz kalırsınız. Yüzde yüz haklısınız, sonuna kadar doğrusunuz. Bir şeyler yapmak istersiniz, bir karşılık vermeniz gerekir. Melül mahzun bakakalmak içten içe sizi bitirir.

Iraklı Fuzûlî'nin yakındığı gibi, "Dert çok, hemdert yok; düşman kavi, tâlih zebûn." Derdinizi kime açacaksınız, şikâyetinizi kime ileteceksiniz, hakkınızı kim savunacak, kim alacak?

Ümitsiz, sönük, el avuç ovuşturup bekleyecek misiniz? Yoksa sizden daha güçlü, herkesten daha kuvvetli, herkesin hakkından gelen birisine mi havale etmek gerekiyor?

Bazen çaresiz kaldığınızda, yüzde yüz haklı da olsanız elinizden hiç bir şey gelmez. Haksızlığın karşısında mahzun mahzun bakakalmak içinizi acıtır. Böyle bir durumda yapılacak tek şey var: Derdinizi herkesin hakkından gelen birisine anlatmak. 9 yaşındaki İbrahim Hakkı'nın yaptığı gibi.

İbrahim Hakkı Hazretleri yedi yaşında annesini kaybeder. Dokuz yaşına geldiğinde iyi bir eğitim alması için Tillo'ya götürürler, ilim ve mâna büyüğü İsmail Fakîrullah Hazretlerine teslim ederler. Hocası genç İbrahim Hakkı'nın eline bir testi vererek çeşmeye gönderir. Testiye suyu doldururken bir atlı yanaşır:

- "Çekil bakayım önümden be çocuk!" diye İbrahim Hakkı'yı azarlayarak bir tarafa iter ve atını çeşmeye sürer.

İbrahim Hakkı testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. İbrahim Hakkı testisini yere bırakır, canını kurtarmak zorunda kalır. Bu esnada, at da üzerine basıp, testiyi kırıverir.

Ağlayarak hocasının huzuruna gelir. Hocası:

- "Ne oldu evladım, neden ağlıyorsun?" diye sorar.
- "Efendim, çeşmede su alırken bir atlı geldi, atını üzerime sürdü. Can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de, atına tepeletip kırdı."
- "Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?
- "Hayır" der, "hiçbir şey söylemedim."

Hocası, "Çabuk git ve o adama bir-iki laf söyle" der.

İbrahim Hakkı gider, çeşmenin başında atını tımar etmeye çalışan adamın yanına varır bekler. Fakat bir türlü ağzını açıp da, "Testimi niye kırdın be zâlim adam?" diyemez. Az sonra döner, hocasının huzuruna gelir.

Fakîrullah Hazretleri sorar:

- "Atlıya bir şey söyleyebildin mi?"

İbrahim Hakkı boynunu büker ve yere bakarak, "Söyleyemedim efendim. Bir şeyler demeye niyet ettim, ama bir türlü ağzımı açıp da ağır bir söz sarf edemedim."

Hocası sinirlenir:

- "Sana diyorum, çabuk git ve o adama bir şeyler söyle, karşılık ver, yoksa sonu felâket olur."

İbrahim Hakkı kesin emir almıştır, bu sefer kararlıdır. Çar çabuk çeşmenin başına varır. Bir de ne görsün, testisini kıran adamı, kendi atı attığı çiftelerle çeşmenin havuzuna yuvarlamış. Oracıkta cansız yatmaktadır. Büyük bir korku ve heyecan içinde koşarak gelir, vahim durumu hocasına haber verir. Hocası bu duruma çok üzülür ve şöyle der:

- "Vah vah! Bir testiye bir adam ha! Üzüldüm buna doğrusu!"

Huzurda olanlar söylenenlerden bir şey anlamadıklarını söyleyince, Fakîrullah Hazretleri durumu şöyle açıklar:

- "O atlı adam, İbrahim Hakkı'ya zulmetti. Zulme uğrayan kişi de tek kelimeyle olsun karşılık vermedi ve zâlimi Allah'a havale etti. Yapılan bu zulüm de Allah'ın gayretine dokundu ve zalimi cezalandırdı. Şayet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip, ona bir şeyler söyleyecek olsaydı, ödeşeceklerdi. Fakat İbrahim, büsbütün mazlum durumuna düştü. Ben ise ödeştirmek için uğraştım, maalesef muvaffak olamadım."

Firavun'un zulmüne maruz kalan Kur'ân'ın "mü'min" olarak anlattığı kimse de, Kur'ân lisanıyla kendine zulmedenlere şöyle sesleniyordu:

"Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz ki Allah kullarını hakkıyla görür. Allah o mü'mini onların tuzaklarından korudu. Firavun ehlini ise azabın en kötüsü kuşatıverdi." (Mü'min Sûresi, 44-45.)

Sözün özü; Hasbünallahü Ve Nimel Vekil ( Allah Teâlâ, bize yeter, O ne güzel vekildir. Ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır.)”

Gerçekten de sözün özü budur.

Selam ve Sabırla…

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Necdet Sevinç

Necdet Sevinç

Veysi ERKEN

Vefat haberini okuyunca “inna lillah ve inna ilayhi raciun” ve “küllü nefsin zaikat’ul-mevt” ayetlerini okuduktan sonra Fatiha ve Yasin sürelerini ruhuna hediye babında okudum.

Necdet kahramanlık yiğitlik, efelik ve korkusuz olmak anlamlarına gelir.

Merhum Necdet Sevinç tanıyabildiğim kadarıyla gerçekten yiğit ve kahraman bir insandı.

Onunla bir teşehhüd miktarı tanışıklığımız ve iki sefer yazışmamız oldu. Gaziantep Lisesinin ikinci sınıfından bir “İlayı Kelimetullah” ülküsü için beş arkadaşımla okuldan tasdiknane ile uzaklaştırılınca yaptığım ilk iş merhum Necdet Sevinç’e mektup yazmak oldu.

Yazılarını sürekli beğenerek ve severek okuduğum bir yazardı. Bizim feyz kaynaklarımızdan birisiydi. O bana yol gösterebilir ve yardımcı olabilirdi.

Nitekim hem yazdığı gazete vasıtasıyla hem de özel bir mektupla yol gösterdi.

İstanbul’a gitmem halinde hem kayıt hem de yer temini için yardım edebileceğini ifade etti. Bu tutumuyla gerçekten beni hem çok sevindirmiş hem de çok cesaretlendirmişti.

Merhum mektubunda benzer şeyleri ilkokul üçüncü sınıfından itibaren kendisinin de yaşadığını lisede okuldan atıldığını buna rağmen yılmamak gerektiğini ifade ediyordu.

Bizler de yılmadık.

Kısmet İstanbul’a değil Ankara’ya imiş.

Ankara Atatürk Lisesine kayıt yaptırdım.

İşte o sene (1974) merhum Necdet Sevinç beyle bir teşehhüd miktarı sohbet etme imkânı nasip oldu. YIBA çarşısında bir konferansından sonra kendimi tanıtarak kendisine soru yönelttim.

Soru vesilesiyle Konferans bitiminde kendisiyle üç beş dakika sohbet ettik.

Merhum gerçekten yiğit ve mert bir insandı. Sözünü esirgemeyen biriydi.. Beş dakikalık bir sohbetten bile anlaşılıyordu.

Mertliğini ve hakkaniyetini birkaç yıl sonra tekrar gördük.

Yüksek Öğretmen Okullarına fakültelerden öğrenci alınacaktı. Ankara Yüksek Öğretmen Okuluna öğrenci alımında İlahiyat Fakültesi öğrencilerine haksızlık yapılmış olduğundan durumu arkadaşım Ali Yüncü ile birlikte bir mektupla kendisine bildirdik.

Daha lise öğrencisiyken felsefe öğretmeninin bir yazısına karşı çıktığı gibi bu haksız uygulamaya iki yazı ile tepki gösterdi. O dönemde MEB’te büyük yankı uyandırdı ve bakanlık hatasından vazgeçti.

Necdet Sevinç işte böyle bir yiğitti.

Kusuru ve hatası yok muydu?

Elbette her kul gibi vardı diye düşünüyorum. Zira o da bizim gibi bir beşerdir. O da bizim gibi bir “kul”dur. Kusur, hata ve günahlarımızla Rabbimizin huzuruna varacağız. Merhum Necdet Sevinç’te kusur, hata ve günahlarıyla Rabbimizin huzuruna mülaki olmuştur.

Bu dünyadaki mertliği, kahramanlığı ve Allah’ın adını yüceltme davası için yaptığı mücadeleden dolayı cenabı Allah’ın rahmetiyle Cennet’i Âlâ’da Hazreti Peygambere (s.a.v.) komşusu olacağına inanıyorum.

Mekânın cennet olsun ismiyle müsemma Necdet Ağabey.

Ruhuna Yasin-i şeriflerle beraber el-Fatiha.

Selam ve Sabırla.

Not: Necdet Ağabeyle ilgili yazımı, Ramazan-ı Şerife denk gelsin diye bilerek geciktirdim.