14 Eylül 2011 Çarşamba

Barış Çağrısı

Barış Çağrısı

Veysi ERKEN

Ülkemizde olup bitenleri takip etmek ve bunlarla ilgili görüş beyan etmek gerçekten zordur. Ahlaki çöküntünün sonucunda artan hırsızlık, yolsuzluk, fuhuş, kayırmacılık gibi halleri düşündükçe vaziyetimizin ne kadar kötü olduğunu anlarız.

Sadece bir örnek olsun diye yazmak icap ederse yüzlerce kameranın kayıtta olduğu ve yüzlerce güvenlik görevlisinin bulunduğu AŞTİ’de otobüsün içinden Bilgisayar, Fotoğraf Makinesi gibi rahatlıkla çalınabiliyor ve olay kısa sürede fark edildiği halde suçlular yakalanamıyor.

Ülkemizde kişinin mal ve can emniyeti tehlikededir.

Ülkemizdeki olaylar bunlarla sınırlı mı?

Elbette ki, hayır.

Daha beteri zihinler parsellenmiş ve her gruba bir parsel tahsis edilmiş gibi.

Siz istediğiniz kader fikir, bilgi, tecrübe sahibi olun önemli değil. Size medya’da köşe açmazlar. İllaki zihinleri parselleyenlerden referansınız olmalıdır. Aksi takdirde yer edinemezsiniz. Medyaya bu gözle gördüğünüzde ülkemizde olup biteni daha kolay yorumlarsınız.

Medyayı okuduğumuzda “BEDELLİ” askerlik hizmetinin neden yürürlüğe girmediğini, kimlerin tarafmış gibi davrandığını daha iyi anlarsınız.

Buna benzer hadise çok.

Sadece iki tanesinden bahsedeyim.

Anayasa meselesi. Yıllardır Anayasa’nın değiştirilmesi gerektiğinden bahsedilir. STK denilen pek çok kuruluş yıllardır panel ve sempozyumlar düzenler. Ama hiçbir STK topluma bir tasarı sunmaz. Anayasa konusunda laklaktan başka bir şey yapılmaz.

Geçenlerde davet edildiğim STK bünyesinde “barış çağrısı” ve “Anayasa” değişikliği konusu gündeme geldi. Orada da görüşümü beyan ettim. Onbeşe yakın STK temsilcisine aynı şeyi söyledim. Para harcayarak panel veya sempozyum düzenleneceğine bir metnin sunulması gerektiğini izah ettim. Temsilciler bana hak verdiler.

Umarım ki, vakit geçirmeden ortak bir metin sunarlar.

Aynı şekilde başta ülkemizde olmak üzere coğrafyamızda akan kanın durması için bir barış çağrısının yapılması gündeme geldi.

Etrafımıza baktığımızda “barış Çağrısı”nın bazı odakların tekelinde imiş gibi bir tavrın olduğunu görürüz.

Bu konuda da temennim parsellenmiş zihinlerden kurtulmamızdır.

Barış çağrısında da bulunulmalıdır. Önemli olan doğrunun haykırılmasıdır.

Bilinmelidir ki, yurt dışı merkezli derin çetenin oyunu ancak bu şekilde bozulur.

Kendini “sağ cenah”ta gören bütün STK yöneticilerine sesleniyorum. Hiçbir ayırım yapmadan ve grup taassubuna düşülmeden el ele, gönül gönüle çağrı metnine imza atınız.

Artık ülkemiz ve coğrafyamız “kan”dan arınmalı, insanımız mesut olmalıdır.

Kısa ve özlü bir anayasa ve “barış çağrısı” bir başlangıç olabilir.

Selam ve Sabırla…

3 Eylül 2011 Cumartesi

Bedel Ödemek

Bedel Ödemek

Veysi Erken

“Hayat risklidir. Sevgi risklidir. Başarı risklidir. Riskten uzak durmak yaşamdan uzak durmaktır. ... Karşıdan karşıya geçmek risklidir. Uçmak da. Birine ya da bir şeye inanmak da risklidir.” Pat Mesiti

Halkın gündemini sıkça değiştirmek isteyenlerin müracaat ettikleri usullerden birisi zihinleri bulandırmaktır.

Zihinler muhtelif şekil ve vasıtalarla –özellikle medya ile- bulandırılabilir. Bu vasıtalardan birisi ortamı kavramlarla bulandırmak, sisli ve puslu bir hava meydana getirmektir. Ne de olsa “kurt sisli havayı sever”.

Kendisini eski kurt sanan bir patron, baron ve sömürücü sever bulanık ortamda altmış iki isimli balığı yakalamak için ha bire bedel ödemek gerekirse bedel ödeyeceğim, bedel ödemeye başkaları da katılsın, bütün müttefiklerimiz oltalarını halkın bağrına isabet ettirmeliler ki, patronların, baronların ve dahi sömürücülerin bizden istediği bedeli halka ödetelim.

Bedeli patron sever ve onu sevenler ödemiş olsaydı haydi hayırlısı denilirdi. Heyhat bedeli kendileri değil halk ödemekte.

Şifa(!) niyetiyle halka yutturulmaya çalışılan altmış iki namlı balık bir hülya, bir rüyadır patronlar ve kartelciler için.

Bu balık zor bulunur bir balık. Zira sömürücülerin servetlerine servet katacak, akvaryumdaki yüzde doksanlık alanlarını yüzde doksan sekize yükseltecek bir nimet. Buna dört elle, hatta daha fazla ödünç ellerle bile sarılmak ve kaçırmamak lazım. Altmış beş milyon kişiye akvaryumun yüzde ikilik bölümü yetmez mi? Elbette yeter, böyle buyurdu baronlar ve hempaları netekim.

Milyonların feryadını duymayan, bu konuda kulaklarına pamuk tıkayanlar hemen bir kalemde kartelcilere “hayat öpücüğü” veriveriyorlar. Kartelciler istedi, onlar verdi. Bedel ödedi erkeğimsi olanlarla beraber bizim salon solcularımız.

Bedel ödemenin bin bir çeşidi vardır. Bunu baron sever ve hempaları bilir. Bilmeyenler bu hengâmeye yeni katılanlardır. Saflıklarından ve bedel ödemenin şekillerinden bihaber olduklarından olsa gerek, yeniler korkusuyla öpülerek bedel ödemeye katkı sağlıyorlar. Bilinen bir husustur ki, bazıları öpülerek bedel öderler. En çok öpülenler “riskten uzak” duranlardır. Bizim mahallede namus “bir öpücükle elden gider” derler. İnsan bir kere öpüldü mü gerisi geliverir. Alimallah.

Yeniler, ah yeniler yenilecek lokma konumundaki yeniler. Lokma ne de olsa sevinç günleri için ikram edilir. Ve sevilenler bolca öpülür. Tıpkı yenilerin bolca öpüldüğü gibi. Öpülme o dereceye vardırılır ki, öpülmenin yeri ve zamanı zıvanadan çıkar. Ne de olsa “alışmış kudurmuştan beterdir” demiş atalarımız. Yeniler tıpkı eskiler gibi öpülmeye alıştırılmıştır kudurmuşlarca netekim.

Patron, baron ve sömürücü severin bedel ödemesi önemli olmamakla birlikte, eski dostların, bir başka ifadeyle yenilerin öpülerek bedel ödemesi bizi kahrediyor.

Kahrımızın sebebi yenilerin ödedikleri bedel ile her şeyi, her ilkeyi ve herkesi feda etmeleri. Herkes ve her şey.

Bedel olarak ödenen umutlar, sevgiler ve ülküler. Bedel olarak feda edilen halk.

Yeter ki, baronlar, patronlar ve sömürücüler semirsin ve “altta kalanın canı çıksın” ilkesi gerçekleşsin.

Vesselam.

Not: Bu yazı 2001 tarihinde kaleme alinmıştır.