28 Ekim 2011 Cuma

Resepsiyon ve Tören İptalleri

Resepsiyon ve Tören İptalleri

Veysi ERKEN

Çukurca’da 24 gencin şehadetinin akabinde resepsiyonların iptali ve akabinde Van depremi münasebetiyle 29 Ekim geçit törenlerinin iptal edilmiş olması yerinde bir davranıştır. Umulur ki, oligarşik anlayışın kalıntısı olan resepsiyon ve tören uygulamalarının tamamen ortadan kaldırılması ve yasaklanmasıdır.

Bu vesile ile yıllar önce kaleme aldığım bir yazımı güncelliğini kaybetmediğin için sizlerle tekrar paylaşayım istedim.

Resepsiyon

İstanbul’un, yaratılışı zevk ve sefaya yatkın şairleri:

Ahali izz ü devletde, re’aya emn ü râhatde

Hüner erbâbı rif’atde, cihan yek-pare nûrânî

Nağmesiyle, zevk alarak, lâlelerin şen renklerine bakmaktan, her tarafı, şafak renginde görüyorlardı; fakat hakikat bunun aksi idi. Şairlerin gördükleri parlaklık, İstanbul’un Saraylarında ve mesirelerinde, hanımların çapkın ve baştan çıkarıcı bakışlarında idi. Vilayetler, gene sefil ve perişan; halk, gene ekmek parasına muhtaç; müstebit valilerin zulmü altında ağlıyordu” Altınay, Ahmet Refik, Lâle Devri, Ankara 1973,s.99.

Ahmet Refik lale dönemini böyle tasavvur ediyor. Acaba bizim resepsiyonlarımız ve törenlerimiz farklı mı?

Resepsiyon; şekliyle şemalıyla bize yabancı uygulama. Sizi bilmem, ama ben, resepsiyonları hiç sevemedim, onlara katılmayı da. Sürekli uzak dururum. Televizyonda bile seyretmekten hoşlanmam.

Resepsiyon kasvetin, halktan kopuşun, ikiyüzlülüğün, sahte dostlukların sergilendiği ziyafetler geçididir. O ziyafetlerde bulunanlarla konuştuğunuzda iştirakçilerin ekseriyeti sadece zevahiri kurtarma niyetiyle katıldıklarını ifade ederler. Görünmeyen “Güç”ten ürkme ve korkma resepsiyonda bulunmanın bir nedenidir onlar için. Resepsiyonda bulunmama, cezalandırılmanın, terfi ettirilmemenin en önemli sebebidir. Geleceğin âlî (!) hizmetleri için oralarda bulunmak bir zorunluluktur adeta.

Esasında Resmi ziyafeti ifade eden resepsiyon, kamu malının ve parasının çarçur ve hebâ edilmesinin, millî kültürden kopuşun ve uzaklaşmanın bir göstergesidir. Tereddütsüz denebilir ki, “Halka rağmen halk için” diyerek halktan kopanların ve ahkâm keserek halka zulmedenlerin bir resmigeçididir resepsiyon.

. Resepsiyonların müdavimleri genelde “Boğazdaki Aşiret”in mensupları ve onlara benzetilmişlerdir. Yani kemâl-i memnuniyetle güzel vasıflardan sıyrılanlardır.

Bu merasimleri seyrettikçe tıpkı “Lâle Devri”nde olduğu gibi, Anadolu insanının nasıl soyulup soğana çevrildiğini daha iyi anlıyor ve kavrıyorum. Halkın kesesinden vergi adı altında toplanan paraların bir kaç bin kişinin zevki için nasıl saçıldığını gösteriyor resepsiyon.

Halka rağmen debdebe, zevk ve eğlence.

Kimin parasıyla?

Ve ne adına?

Vatandaşın parasıyla ve çağdaşlık adına.

Resepsiyon, kendini devlet olarak görenlerin halka tepeden bakanların ve dalkavukluk yapanların buluşma yerleridir adeta. İltifatlar, gülücükler, bakışlar, cilveler ve dostluklar hep sahte. Her şey yalana ve dolana dayalı. Koca devlet, bu tür ziyafetlerle heba edilmekte.

Bir yanda kuru ekmeğe muhtaç olanlar, ekmeğin kurusuna bile talim edemeyenler; öbür tarafta senin, benim, kısaca bizim paramızla zevk u safa içinde tepinenler.

Bu çarpıklığı sordun mu karşına hemen âlî menfaatler çıkar. Aman; âlî menfeatlara halel gelmesin. Onların dokunulmazlıkları var. Kimin âlî menfaatleri, bunu soramazsın. Çünkü resepsiyoncular çok fedakâr olup, bizim yerimize düşünüyorlar(!), yiyorlar, içiyorlar ve zevk u safa içinde yaşıyorlar. Hatta hastalıklardan korunmamız için bizim yerimize aşı olmaktan bile çekinmezler resepsiyoncular. Onları yaptıklarının “hikmeti” asla sorulmaz. Sorulamaz.

Devlet, bir han-ı iştahâdır onlar için. Kabaran iştihanın tatmini için araziler, fabrikalar, makamlar ve mevkiler kolayca pay edilir. Hem de zorlanmadan.

Sâdâbât eğlencelerini hiç aratmayan resepsiyonların hikmet-i sebebini hiç kimse sormaz. Belki de yarın ben faydalanırım o akvaryumdan diye sormuyorlar geleceğin muhtemel devletlüleri. Kim bilir?

Vesselam.

23 Ekim 2011 Pazar

Bu Kafa Değişmedikçe

Bu Kafa Değişmedikçe

Veysi ERKEN

Yıllardır ülkemizde kan akıtılıyor, vahşice cinayetler işleniyor. Özellikle ülkemizin doğusunda korku rejimi oluşturuluyor.

Katiller çekirge sürüsü gibi sekiz koldan saldırıyor.

Bu katliamlar yeni değil, yıllardır sürdürülüyor.

Peki, neden bu katliam durdurulamıyor.

Yıllardır aynı şeyleri söylüyoruz ve yazıyoruz.

Artık söylemekten ve yazmaktan bıktık.

Bilin ki Muhsin Yazıcıoğlu’nu şehit eden mihrakla katiller sürüsünü piyasaya salan zihniyet aynı.

Merkez aynı.

Merhum Yazıcıoğlu için “bu cinayet mutlaka aydınlatılmalı. Sadece tornavidalarla delilleri karartmaya çalışanlarla sınırlı kalınmamalı. Önemli olan bu cinayeti planlayanları, destekleyenleri, finanse edenleri ve tetikçileri kullananları ortaya çıkarmaktır. Bu cinayetin işlenmesinde kimin dahli varsa ortaya çıkarılmalıdır ki, ülkemiz rahatlasın, insanımız huzur bulsun.” dediğimiz gibi bu katil sürüsünün arkasındaki aynı odak kurutulmadıkça ülkemiz huzura kavuşamaz.

Bir odağın katiller sürüsünü beslediğini ve koruduğunu şu “günlük” metni yeterince ortaya koyacak yeterliktedir. “Asteğmen Mehmet, günlük tutuyor. Görev yeri: Hakkâri, Yüksekova, Dağlıca Karakolu.

Ucu bucağı yokmuş gibi görünen dağların arasında bir yerde.

Karakolun etrafında tepeler.

On tepe arasındaki karakolda görev yapan Asteğmen Mehmet Bozkuş, orada gördüğü hareketliliği üstlerine bildiriyor hemen.

Harekete geçmek, tetiğe dokunmak gerektiğinin farkında...

Fakat üstlerinden 'bekleyin' talimatı geliyor. "Bekleyin, bekleyin, bekleyin..."

Hâlbuki o tepelerde gördükleri turistik bir faaliyet değil.

Asteğmenin günlüğüne bakalım.

"Bugün var ya aşkım... Bu terörün bitmeyeceğine bir kere daha şahit oldum. Gözümüzün önünden on katır on kişi geçiyor, 'gidelim öldürelim' diyoruz göndermiyorlar. Helikopter çağırıyoruz yollamıyorlar. Bi de bunun üzerine adamları telsizlerinden de dinliyoruz. Hâlâ elimizi kolumuzu bağlı tutuyorlar, çıldırıyoruz. Adamlar resmen önümüzden geçiyor. Biz de öyle salak saçma dağ başında bekliyoruz, neye kime hizmet ettiğimizi bilmiyoruz, ilk defa burada bulunuşumuzun boş olduğunu anladım."

Günler geçiyor, teröristler yığınak yapmaya devam ediyor.

Belli ki baskın hazırlığı içindeler.

Ama askerlik bu; emir gelmezse, gözünü bile kırpamazsın. Değil ki ateş etmek!

Asteğmen, birkaç gün sonra, günlüğüne şu notu düşüyor:

"O sabah sana demiştim ya terörist ve dolu katırlar gördük bir şey yapamadık diye, şerefsizler ellerini kollarını sallaya sallaya gittiler yüklerini boşaltıp geri döndüler ve biz gene bir şey yapamadık. Emir vermedi üstlerimiz. Gene 'gidelim' dedik 'bırakın gitsinler' dediler. Başlarım böyle işe dedik, elimizi kolumuzu bağladık. Ne kadar saçma bir şey. Çıldırdık çaresizlikten. On tane adam vardı, parçalardık şerefsizleri. Manyak gibi durduk yerimizde."

Biz de daha önce yapılan açıklamalara inanarak, o teröristlerin çoban zannedildiğini düşünüyorduk.

Meğer bir yedek subay olan Mehmet Bozkuş onların kim olduğunu fark etmiş ve bildirmiş...

Teröristler 500 kişiyle karakolun etrafını sarıyor ve saldırı emrini beklemeye başlıyorlar.

İnsansız keşif uçakları geçerken çömelip hareketsiz duruyorlar.

500 kişinin mevzilenmesi bir hafta sürüyor.

Silahları, cephaneleri ve yiyecekleri katırlarla taşıyor, bir kısmını toprağa gömüyorlar.

Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra, 21 Ekim 2007 gece 11'de saldırı emri geliyor ve çatışma başlıyor.

Orduya ait uçak ve helikopterler hava saldırısı düzenleyince, teröristlerin sadece bir kısmı karşılık veriyor, diğerleri ise yerleri belli olmasın diye sessiz kalıyor.

Kanlı baskın hedefine ulaştıktan sonra teröristler sessizce çekiliyor.

Ormanlık alanda gizledikleri katırlarla dönüşe geçip, kayıp vermeden kampa ulaşıyorlar.

Kayıp vermeden...

Karakolda görev yapan 13 asker şehit oluyor, 8 asker de teröristler tarafından kaçırılıyor. Asteğmen Mehmet de şehitler arasında.

http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=25562&y=MehmetSeker, 04.01.2011”

Daha fazla söze veya yazıya gerek var mı?

Bence yok.

Artık yeter diyebilmek için katiller sürüsünü piyasaya süren odağı yerle bir etmek gerekir.

Bunu akıl eden vicdan sahibi bir yönetim olmadıkça insanımız daha çok ağlar.

Artık ağlamak istemiyoruz.

Artık vatan için ölmek değil yaşamak istiyoruz.

Artık vazifelerini yapmayan, heronları ve termal kameraları kullanmayan, asli görevlerini ihmal edenlerden hesap sorulmasını istiyoruz.

Selam ve Sabırla…

17 Ekim 2011 Pazartesi

Yine Başörtüsü

Yine Başörtüsü

Veysi ERKEN

Bilindiği üzere kadın vekillere pantolon giyme serbestîsi gündeme gelince kravat ve örtü ile ilgili bir önerge verilmiş ve AKP’li komisyon başkanı tasarıyı geri çekmişti.

Tartışmalar bundan sonra artmış ve parti yöneticileri birbirlerini samimiyetsizlikle suçlamaya başlamış oldu.

Esasında örtü-kravat ve benzer konularda bütün partililerin samimiyetsiz olduğunu hep ifade etmişimdir.

Özellikle iktidar partisi bu konunun çözümünden yana değildir.

Hüseyin Çelik başörtülü meclise girilebileceğini ifade etmektedir. Recep Tayyip Erdoğan önergeyi verenleri Zerdüştlükle ve fırsatçılıkla nitelemektedir.

Bunların hepsi doğru olabilir.

Önemli olan çözümdür.

Çelik ve Erdoğan meclise kadın vekillerin pantolonlu ve başörtülü erkek vekillerin kravatsız girmelerini teşvik etmelidir.

Muhalefete gelince

Bence iktidar partisini zorlamalı ve samimiyetsizliğini ortaya koymalıdır.

Mesela protez bacaklı Şafak Payev hem pantolon hem de başörtüsü takarak meclise girmelidir. Yine önerge sahibi partinin kadın vekili fazla bence hepsi meclise pantolonlu ve başörtülü girmelidir.

MHP’den Ruhsar Demirel, Meral Akşener ve Zuhal Topçu buna öncülük etmelidir.

Kısaca pantolon, kravat ve başörtüsü konusunun istismarından kurtulmak istiyoruz.

Artık birbirinizi test etmeyin. Mademki engel yok.

Hazır engel yokken fiiliyata geçiniz. Kanun değişikliğini beklemeyiniz.

Ve…

Meclise kadın vekiller olarak başörtülü ve pantolonlu giriniz.

Sizi kim engelleyecek bakalım ve görelim.

Selam ve Sabırla…

12 Ekim 2011 Çarşamba

Pantolon- Başörtüsü

Pantolon- Başörtüsü

Veysi ERKEN

Malum olduğu üzere kadın vekiller “etek” giyme mecburiyetindeler. Şafak Payev’in özel durumu nedeniyle “etek” mecburiyetinin ortadan kaldırılması gündeme geldi.

Bu düzenlemenin yapılacağı gün Sırrı Süreyya Önder bir teklifte bulundu. Önergesinde: "Genel Kurul salonunda yer alan milletvekilleri, bakanlar, TBMM teşkilat memurları ve diğer kamu personelinden erkekler ceket ile pantolon giyer, kadınlar ise tayyör, ceket ve pantolon giyer, dini inancının gerekli kıldığı başörtüsünü takabilir” ifadeleri yer aldı.

Aslında bu önerge AKP için bir samimiyet testi olabilirdi. Ancak sınırlı olduğu için önerge şaibe kokmakta.

Şayet Sırrı Süreyya Önder gerçekten samimi ise önergesini dini inançla sınırlamaması gerekir.

Düzenlemeler genel geçer olmalıdır.

Kadınlar her yerde örtü ile işlerini yapabilmelidirler.

Bunu sınırlayan her hüküm zulümdür.

Özellikle teklif veren ve verecek vekillere tavsiyem şudur.

Lütfen birbirinizi test etmeye kalkmayın.

Geçmişte MHP aynı tuzağı kurmaya çalıştı. Eğitim gören kızlarla ilgili Anayasa değişikliği teklifi verdiğinde aynı mantık uygulandı ve sonucu hüsran oldu. BDP’de aynı taktiği uyguluyor herhalde.

Vazgeçin tuzaklardan.

Aynı taktiği uygulamayın.

Ben şahsen özgürlükler konusunda hiçbir partiyi samimi bulmuyorum.

Başta iktidar partisi samimi değildir.

Muhalefet de samimi değildir.

Samimi olan “yasakları yasaklar” diye düşünüyorum.

Evet,

Şafak Payev pantolon giyebilmelidir.

İsterse dini inancı olmasa bile başörtüsü takabilmelidir.

Kılık kıyafet ile ilgili yasaklamalar ve düzenlemeler despotizmin göstergeleridir.

İllah düzenleme deniliyorsa yasakların yasaklandığı tarzda olmalıdır.

Düzenleme yapılacaksa erkek ve kadınlar diledikleri gibi giyinirler biçiminde olmalıdır.

Bütün vekillere ve partililere çağrımdır.

Fırsat varken doğru iş yapınız ve kangrenleşmiş kılık kıyafet yarasını kökten çözünüz.

Millet sizi hayırla yâd etsin.

Selam ve Sabırla…

10 Ekim 2011 Pazartesi

Göz Yaşı ve Anayasa

Göz Yaşı ve Anayasa

Veysi ERKEN

“Her nefis ölümü tadacaktır” ilahi emre iman ve itaat etmiş kullarız. Bu bağlamda Recep Tayyip Erdğan’ın benden bir farkı yoktur.

O bir evlat olarak annesinin vefatına üzülmüştür.

Bizler de üzüldük.

Rabbim rahmetiyle, mağfiretiyle muamele etsin.

Ben cenaze anındaki samimi gözyaşını görünce bu konuya temas etme ihtiyacını hissettim.

Evet, Recep Tayyip Erdoğan samimi olarak gözyaşını tutamadı.

İhtiyar olsa da o bir evlat.

Annesinin çocuğu ve kuzusu.

Annesinin şefkatini hep hissetmek isteyen bir evlat.

Samimi.

Şeksiz ve şüphesiz bir samimiyet.

Anayasa konusunda da samimi.

Bir yılda yüz anayasa hazırlanır.

Samimi ve doğru bir yaklaşım.

Ama içimizdeki hanfriler hep engel.

Yok, uzlaşma komisyonu, yok bilmem ne çalışması.

Bana göre uzlaşmama komisyonu kuruluyor.

Anayasa çalışması sabote ediliyor.

Ben Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın samimiyetine inanıyorum ve çağrıda bulunuyorum.

Gelin kısa bir anayasa taslağını hazırlatın.

Eminim ki, taslak bir günde hazırlanır.

Mesela Anayasa hukukçusu ve milletvekili Mustafa Şentop bunu bir günde hazırlar.

Halk bunu bir ay tartışsın, eksiği gediği halk tarafından giderilsin ve halk oylamasıyla bu tartışmalar sonlandırılsın.

Artık milletimiz gözyaşı dökmesin.

Bilesiniz ki, halk sizin gibi samimi bir şekilde gözyaşı dökmektedir.

Siz Ananızı Rahmeti rahmana tevdi ettiniz.

Diktatörler, cuntacılar ve oligarşik çete halkın hürriyetini ve değerlerini iblislerine tevdi ettiler.

Geliniz halkın hürriyetinin iadesine zemin hazırlayacak anayasayı bir ayda yürürlüğe koyalım.

İçimizdeki hanfrilerin oyunlarını bozalım ve onları şeytanlarıyla baş başa bırakalım.

Evet…

Merhume Tenzile Erdoğan hanımefendi vuslata erdi. İnşallah makamı Firdevs cennetidir.

Halkın da yurdu huzur mekânı olsun diye anayasa hazırlık komisyonu olmasın, taslak halka sunulsun.

Selam ve sabırla…