Eğitimde (Maarif) Akıl ve Kalbi Birleştirmek
Veysi ERKEN
Giriş
İnsanlık tarihi boyunca insanın
eğitilmesi (talim-terbiye) bir sorun olagelmiştir. Temel problem insanın hangi “değer”lere göre eğitileceğidir.
İnsanı merkeze almayan
anlayışlarda ve toplumlarda yönetim gücünü elinde bulunduranların şablonu
eğitimin “değer” ölçütlerini
oluşturur.
Bireylerin önceden belirlenmiş “değer”lere, bir başka ifadeyle
şablonlara göre yetiştirilmesi esas kabul edilir. Şablonlara göre
yetiştiremeyen eğitim sistemi “iyi”
bir sistem değildir.
İnsanı merkeze almayan
toplumlarda ise insanın yetiştirilmesi sorunu daha belirgin bir şekilde ortaya
çıkar. Zira bireyin hangi ölçütlere göre eğitileceği bir problemdir. Değer
ölçütleri üzerindeki anlaşmazlık sorunun büyümesine yol açmaktadır.
İnsanı merkeze alan ülkelerdeki
eğitimcilerin bahsi geçen sebeple mesailerinin büyük bir kısmını bu konuya
ayırması boşuna bir çaba değildir. Zira bu ülkelerde bireyin yetiştirilmesi
sorununa yönetimin gücünü elinde bulunduranların amacına bakılmaz. Eğitme
sorununa “ideal insan” tipine nasıl
ulaşılacağı ve sahip olunan değerler penceresinden bakılır.
Son yıllarda üzerinde durulan bir konu olan “ideal insan” tipine ancak bireyin “akıl” ve “kalbi”nin “üstün” bir
başka ifadeyle “Allah’ın vahyettiği
değerlere” uygun bir şekilde biçimlendirilmesi ile mümkün olabileceği
gerçeği gündeme gelmektedir.
Bu makale çerçevesinde “insan yetiştirme” yani eğitim
sorununa bu çerçevede çözüm bulunmaya çalışılacaktır.
Yolculuğumuz
Bu makaledeki yolculuğun amacı ve
hedefi Goleman’ın ifadesiyle; “hayatın
en karmaşık anlarını ve çevremizdeki dünyayı anlaşılır kılmak. Hedefimiz ise,
duyguları zekâyla birleştirmenin ne anlama geldiğini ve nasıl olacağını
anlamak”tır(Goleman, s.11).
Hayatın karmaşık alanlarını
anlaşılır hale getirebilmek için eğitimle insanın bilen varlık haline
getirilmesine çalışılmaktadır. Ancak, çaba genel anlamda insanın “akıl” boyutuna hitap etmekle sınırlı
olmaktadır.
Eğitim süreci ile ilgili bütün
düzenlemelerin mantığında ferdin IQ’ sunun geliştirilmesi esas kabul
edilmektedir. İnsanın “akılcı zihin”
boyutunun tek başına eğitim sürecinin konusu haline getirilmesi “ideal insan”ın yetişmesine
yetmemektedir.
Bu mantık insanı mutlu
edememekte, hatta bazen mutsuzluk kaynağı olmaktadır. “İnsan insanın kurdudur” anlayışı bu mantığın eseridir. “Akılcı
zihnin” konu edinilmesinin yetersizliği fark edilince IQ’nın yanında EQ’nın
da eğitim sürecinin içinde yer alması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Bu yeni yaklaşım ferdin bir bütün
olarak yetiştirilmesine yönelmiş bir bakış tarzıdır. Dolayısıyla denilebilir
ki, bu yolculuğun amacının gerçekleşmesi ferdin “akıl” ve kalb”
yönlerinin birleştirilmesini sağlayacak bir eğitime sürecine bağlıdır.
Eğitim
İnsana nitelik kazandırma süreci
eğitim olarak ifade edilir. Eğitimin muhtelif tanımları yapılmaktadır. Tanımlar
arasında farklılıklar olmakla birlikte, ortak ve değişmez unsur “insan”dır. Birkaç misalle açıklamak
gerekirse; Eğitim:
“Bir cemiyette yetişmiş neslin, henüz yeni
yetişmeye başlayan nesle fikirlerini ve hislerini vermesidir”(Gökalp
1974,s.321).
“Bireyin idraklerinde, kavrayışında,
zihniyetinde, tutum ve değerlerinde, kabiliyet ve maharetlerinde bir gelişme ve
değişmedir”(Özakpınar 1987,s.22).
“Bilenin bilmeyene yaptığı
tesirdir”(Bayraktar 1984,s.3).
“İşletme içinde veya dışında formel programlar
yolu ile veya kendi kendine veya tecrübe
kazanma yolu ile bir kişinin bilgi, yetenek ve
becerilerinde değişiklik yapma faaliyetidir. Koçel 1984,s.19.
“Terbiye, bir şeyi basamak basamak, yavaş
yavaş olgunluğa ulaştırmaktır ki, bunun alameti seçme ve olgunlaşma olur”(Yazır
1992,s.77)
Verilen tanımlardan anlaşılacağı üzere,
eğitim ile fertlerin akıl ve duygu boyutlu özelliklerine tesir etme ve onları
değiştirme söz konusudur.
Akıl (İng.Reason, wisdom)
Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı
zararlıdan ayırt eden bir kuvvet olarak tarif edilebilir. Akıl akılcı zihin
(zekâ) kavramı ile doğrudan ilintilidir. Zekâ düşünebilme, muhakeme edebilme ve
çevreye uyum sağlayabilme kabiliyeti olarak tanımlandığına göre akıl zekânın ön
şartıdır. Dolayısıyla zekâ akılcı zihnin bir faaliyeti olup çıkarımlarıyla
çevreye uyum sağlar veya çevreyi kendine uydurmaya çalışır.
Akılcı zihin faaliyetimizle ilişkilerimizi
geliştirir, teknoloji üretir ve bilimsel çalışmaları gerçekleştiririz.
Duygu(emotion)
Kalble algılamayı ifade eder. Golemana
göre duygu; “bir his ve bu hisse özgü
belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimi”dir
(Goleman,s.359) Duygular duyulara bağlı psikolojik ve biyolojik hal ve hareket
eğilimi olduğundan duyu kavramının açıklanması gerekmektedir.
Duyu(Sensation); Sinir
sistemimize çevreden ve vücudumuzdan çeşitli reseptörler(uyarıcılar)
vasıtasıyla getirilen izlenimlerdir. Duyular; duyu organları ve beyindeki
korteks vasıtasıyla Amigdala denilen bölgeye ulaşır. Amigdala duygusal zekânın
merkezi kabul edilir.
Duygular bizi akılcı zihnin
dışında harekete geçirir. Her duygu bir hareketin “saik”i durumundadır. Öfke, korku,
mutluluk, sevgi, şaşkınlık, iğrenme, üzüntü ve utanç gibi ana başlıklarla
tasnif edilebilen duyguların etkisiyle oluşan hareketlerimiz hayatın “anlam”
kazanmasını sağlar. Bilhassa haz
boyutunda ifade edilen duygular “değer”lerin oluşumunu sağlar.
Duygular ancak evrensel üstün
hedefler doğrultusunda eğitime konu edildiğinde “değer”e dönüşür.
Değer
Değer sözlükte “bir şeyin önemini belirlemeye yarayan
soyut ölçü, bir şeyin değdiği karşılık, kıymet”(TDK, Okul Sözlüğü, s.210)
biçiminde tanımlanmaktadır. Değerin tanımından anlaşılacağı üzere hayatta olup
bitenleri anlamlı kılan duygular, bir başka ifade ile “duygusal zekâmızdır”. Soyut olduğu halde insanı mekanikleşmekten
kurtaran özdenetimi sağlayan ve bizi “ahlakî
davranış”lara sevk eden yetenekler durumundadır. Duyguların şekillenmesi
benimsenilen/ benimsetilen inanç ilke ve kurallarına göre şekillenir.
“Duygusal
zihnin” konusu olan “değer”
kavramının çocuğa kazandırılması “akılcı
zihnin” fert ve toplum hayatında iyi
yönde kullanılmasını sağlar.
Ahlak
“Değer” kavramı genel
anlamda “ahlak”la anlamlılık
kazanır. İnsanı anlamada duygularının değere dönüşmesinde ahlak kavramının
önemli bir yeri bulunmaktadır. Ahlak; “bir
melekedir ki, onun sebebiyle nefis’ten fiiller(işler) kolaylıkla meydana gelir
(Kınalızâde, s.91). Bir uyarıcının
neticesinde gerçekleşen davranışın ahlak haline dönüşmesi için onun defalarca
tekrarı gerekir. Tekrarlanan davranışlar alışkanlıkları, tekrarlanan
alışkanlıklar ahlakı oluşturur, alışkanlıklar meleke haline gelir.
Meleke doğrudan doğruya ferdi bir
konudur. Davranışların “değer”ifade etmesinde ve nefiste “karar” bulmasında
temel olan bireyin melekeleridir. Melekeleşmiş “ahlak yargılarının asıl işlevi,
bir ‘yol gösterme’ ve ‘tavsiye etme’ ile ilgilidir. Hare’e
göre bu işlevde bir tür evrensellik
vardır(Aydın, s.56). Özellikle ahlak yargılarının “inanç”la buluşması insanın tutumunda
önemli değişiklikler meydana getirir, işlevselliğini arttırır (Aydın, s.149).
Ahlak yargılarının işlevselliği ile ilgili mesuliyet tamamen iradeli, sorumluluk
ve şahsiyet sahibi olan fertleredir. Yani sorumluluk tek tek insanlardadır.
Problemin odak noktası olan temel “birim” birey olarak insandır. Ahlaki
bakımdan değerli veya değersiz olan odur.
Yetiştirme Süreci
İnsan kavramını tahlil ettiğimizde aynı
terimin farklı açılardan üç değişik ifadesiyle karşılaşırız. “Fert”, “ben” ve “kişi” insan teriminin
farklı açılardan ifadesidir. Her üçü de tekliği, bir tane olmayı ifade eder.
Bir tane olma başkalarından ayrılmadır. Bu terimlerin en geneli fert’dir.
...Fertlikde esas olan maddedir....Ferdin maddî niteliği yanında “ben” ve
“kişi” ruhsaldır. Her ikisi de insana hastır. Ancak insan ben ve kişi olabilir.
Ben ve kişi aynı şeyi ifade ederler, ama tanınmaları bakımından farklılık
gösterirler. Ben insanın kendi kendisini tanımasıdır. İnsan ferdinin kendi
bilincine varması ben olmasıdır. İnsan varlığa çıkışı ile ben olur. Yani
insanın varoluşu onun benidir. Bir benin başkası tarafından tanınması onun
kişiliğidir. Bir başka ifade ile kişi, benin, başkası tarafından
adlandırılmasıdır.(Öner, s.8)”
İnsanın ferdiyet, benlik ve
kişilik yönünden yetiştirilmesi bir yerde insanı, insan kılan “akılcı” ve
“duygusal” zihinleriyle alakalıdır. İnsanı değerli kılan “akılcı” ve “duygusal”
zihin olduğuna göre onun yetiştirilmesi sürecinin “akıl” ve “duygu” yönleri esas kabul edilerek
düzenlenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle eğitim süreci birbirinden farklı
kavrama özelliği olan “akılcı zihin”
ve “duygusal zihin”e göre
işletilmelidir.
Eğitim sürecinin “talim” yönü “akılcı zihni”
geliştirmeye çalışırken, “terbiye” yönü “duygusal zihni” geliştirmeye göre düzenlenmelidir.
Akıl veya duygulardan birini ihmal eden eğitim süreci görevini yerine
getiremez.
Eğitim sürecinin “akıl” ve
“duygulara” göre tanziminin arka planında acil bir ahlakî zorunluluk
bulunmaktadır. Ahlak haline
dönüştürülmesi gereken sevgi, şefkat, merhamet, yardım, fedakârlık, ilgi, güven
hissetme, sebat, azim, kanaatkârlık, isar, saygı, feragat, doğruluk, hilm, vefâ
gibi değerler bireye kazandırılamazsa, bir başka ifadeyle duyguları evrensel
gerçeklere göre eğitilemezse toplumda çözülmeler ve dağılmalar artar.
Duygusal zekânın yetiştirme
sürecinin önemli konusu haline getirilme sebebi Goleman’ın ifadesiyle “duyarlılık,
kişilik ve ahlaki güdüler arasındaki bağlantılara dayanır....hayattaki etik
tavrın,temelindeki duygusal yetilerin bir ürünü olduğunu gösteriyor. Dürtü,
duygunun ifade ortamıdır; tüm dürtülerin özü kendini bir eylemle ifade etmek
isteyen hislerdir. Dürtülerine teslim olan kişilerin, ahlaki anlayışları
yetersizdir. Dürtü kontrolü, irade ve kişiliğin özüdür.(Goleman, s.10)”
Bireyin dürtülerine teslim
olmaması onun “duygusal zekası”nın yetiştirme sürecinde esas unsur haline
getirilmesine bağlıdır. Okul sadece
“akla” hitap eden bir ortam değil “duygulara”
da hitap etmelidir ki, fert şuurlansın ve ahlaki bir tavır takınabilsin. Duygusal
zihin genel olarak zihniyetlerin ve bunlara bağlı olarak tutumların
teşekkülünde birinci derecede etkilidir. Bilhassa duygusal zekânın
geliştirilmesinde mutlak evrensel gerçekler dikkate alınmalıdır ki ferdin
vizyonunu mutlak hakikatler oluştursun. Böyle bir vizyon insanı saadete
ulaştırır.
İnsan yetiştirmede ferdin
vizyonunu oluşturan ahlakî davranış bütünlüğünün önemini John Dewey ; “Biri okuldaki yaşayış ve öbürü okul
dışındaki yaşayış için iki ahlak ilkeleri dizisi olamaz. Davranış bir olduğuna göre,
davranış ilkelerinin de bir(aynı) olması gerekir”(Dewey 1995,s.23) şeklinde
belirtmektedir.
Ahlak haline dönüştürülen
değerleri oluşturan duyguları esas almayan eğitim süreci bireyin kendi iç âleminde
bir kimlik bunalımı meydana getirir. Ruh sağlığı bozulmuş ve kimlik bunalımına
düşmüş bir insan cemiyet için başlı başına bir problemdir. Bu kişiliğin
oluşamamasının bir başka boyutudur. Karşımıza bu durumda ruh sağlığı bozulmuş
ve kimliğini aramakta olan birçok insan çıkmaktadır.
Şahsiyetin oluşma safhasına
yakından bakacak olursak, insan bu aşamada düşünme melekesini kullanırken
uyacağı genel ölçüleri duygusal zekânın eğitilmesiyle kazanır. İyinin, kötünün,
doğrunun, yanlışın genel ölçüleri olmadan insan zihni sağlıklı değerlendirmede
bulunamaz. Toplum sağlıklı akılcı düşünmeyi sağlayan nitelikleri bireye kültürü
vasıtasıyla kazandırır. Gittikçe hem kendi bireysel yeteneklerini, hem de
toplumdan edindiklerini kendisinde bütünleştiren birey, sıradan bir insan
olmaktan çıkarak “şahsiyet” haline gelir.
Şahsiyet haline geldiğinde ise
birey, karar verebilen, problem çözebilen, düşünebilen, üretebilen, kendi
kültürünün formlarında yeni eserler verebilen bir insan olarak karşımıza çıkar.
Duygusal zekâsı gelişen insan,
toplumla kültürel normları üzerinde taşıması açısından bütünleşir; kendi
iradesini kullanabilmesi açısından da farklılaşır. Bu sağlıklı bir durumdur. Bu
durumdaki insan üretkendir, dirayetlidir, kendi ayakları üzerindedir. Kendisi
olduğu şuurundadır. Neleri ne kadar yapabileceğinin, neleri yapamayacağının
farkındadır. Başkalarından veya her esen rüzgârdan etkilenmez. Fert kendi
şahsiyetiyle güvene sahiptir.
Doğru ne ise, ilke ne ise ona
göre davranış geliştirir. Küçük çıkarlar uğruna eğilip bükülmez. Doğrularını
hemencecik terk etmez. Bu doğruları içinde sindirmiş olduğu için her an
hesabını verebilir. Hiçbir zaman herkes yapıyor diye bir şey yapmaz, aksine
kendisi karar verdiği ve onayladığı için yapar. Aldığı kararlarla kendi kendisi
olmayı hedefler.
Sonuç
İnsanlık âlemi içinde yaşadığı
bunalımlardan kurtulmanın yolunu ancak fertleri “ideal insan” tipinin
özelliklerine uygun yetiştirmekle gerçekleştirebilir. Bunun yolu ferde
kazandırılacak niteliklerin fıtrata uygun ve hayatın tamamını kuşatıcı olması
ile yakından ilgilidir.
Eğitim sürecinin işletilmesinde,
bir başka ifadeyle insan yetiştirme düzeninde zihniyet yaratılış özelliklerine
uygun değilse, ferdin hayatı çatallaşır. Aslına dönmek isteyen “ben” ile oluşan “ben” arasında sürekli çatışma çıkar. Çatışmanın önüne geçmek
“akılcı zihin” ile “duygusal zihin” alanlarına aynı anda ve eşdeğer miktarda
hitap etmekle mümkündür.
İnsan zihninin gelişimini
yukarıda belirtilen zaviyeden tahlil ettiğimizde iki boyutlu bir yapı ortaya
çıkar. Dolayısıyla eğitimin hedefleri de iki boyutlu olarak düzenlenmelidir.
İnsan yetiştirme zihniyetinde
belirtilen niteliklerin ferdin dünyevi maişetine esas olacaklar “akılcı zihin” dünyevi hayatı
anlamlandıracaklar ise “duygusal zihin”
ile ilgili olduğundan tamamı hedef seçilmesi ve fertlere kazandırılması
gerekir. Çünkü birey olarak, herkes yaptıklarından, kazancından ve dünyayı
anlamlandırmasından sorumludur. Ferde kazandırılacak bu tür nitelikler ile
birey hem kendisine hem de içinde yaşadığı sosyal gruba daha kolay hizmet
edebilir.
Sonuç olarak yukarıda yapılan
izahattan sonra denebilir ki eğitim sürecinin objesi insanın hem “akılcı zihni”
hem de “duygusal zihni” esas kabul edilmelidir ki, yetiştirme amacına ulaşsın. 29.08.2001
KAYNAKLAR
AYDIN, Mehmet. S. : Kant’ta ve Çağdaş İngiliz Felsefesinde
Tanrı-Ahlâk ilişkisi,
Umran Yayınları, Ankara 1981.
BAYRAKTAR, M. Faruk: İslam’da
Öğretmen-Öğrenci Münasebetleri, İstanbul 1984.
DEWEY, John : Eğitimde Ahlak İlkeleri,(Çev:
OĞUZKAN,A.F.),Ankara 1995.
GOLEMAN, Danıel: Duygusal Zekâ, Varlık
yayınları, İstanbul 1998.
GÖKALP, Ziya: Terbiyenin Sosyal ve
Kültürel Temelleri; İstanbul 1974.
KINALIZADE Ali Efendi: Ahlak, Tercüman 1001 Temel Eser, No: 30, Haz.
Hüseyin
Algül, İstanbul Tarihsiz.
KOÇEL, Tamer: İşletme Yöneticiliği,
İstanbul 1984.
ÖNER, Necati. : İnsanda Öz ve Varoluş,
Felsefe Dünyası Dergisi, S.1,Ankara
1991.
ÖZAKPINAR, Yılmaz: Milli Eğitimin Gayesi
ve Öğretmenlik Şahsiyeti; S.Ü.E.F.
Dergisi,
S.1,Konya 1987.
TDK: Okul Sözlüğü, Ankara 1997.
YAZIR, M. Hamdi: Hak Dini Kur’an Dili, C.I,İstanbul
1992.