30 Haziran 2024 Pazar

Gayrı Müslim'e Suç İşleme Özgürlüğü var

Gayrı Müslim’e Suç İşleme Özgürlüğü var

Veysi ERKEN Dr.

Türkiye’de bazı kesimler için “suç işleme özgürlüğü” vardır desek mübalağa etmiş olmayız.

Gayrı Müslim, sabetayist taifenin parçası veya Atatürkçü, Kemalist gibi maskelerle maskelenmiş olmak “suç işleme özgürlüğü ve ceza almamak” için yeterli sebeptir.

Gayrı Müslimlerin partileri, partiler kanununa aykırı bir şekilde ticaret yapabilir, yönettikleri kurumların mensupları Müslümanlara ve İslam’a hakaret edebilir, sosyal medya ve medyalarında ahlaksızlığı, çıplaklığı, teşhirciliği yayabilir, namuslulara saldırabilir, herkese pisliğini bulaştırabilir, aldıkları rüşvetlerden para kuleleri inşa edebilir, örtülülere saldırabilir, her tarafı kirletebilir cezasız kalır. Çünkü gayrı Müslim taife kendini bu vatanın sahibi olarak görür. Cezasızlık onlar için bir hak kabul edilir.

Maskelerinden ve familyalarından dolayı üstünler(!) bu çukurlar.

Malumdur ki, hukukun hâkim olmadığı yerlerde “adalet”in tecelli etmesi mümkün değildir.

Ve.

Maalesef Türkiye’de cari olan kanunların ekseriyeti adaleti sağlamaya yönelik değildir, gayrı Müslimlere üstünlük, imtiyaz ve cezasızlık sağlayan yapıdadır. “Adalet”sizliği arttıracak ve cinayetleri “teşvik” edecek durumdadır.

Kanunlarımız bu haliyle “mağdur”u ve “suçsuz”u değil, “mağdur eden”i ve “suçlu”yu, suç işleyeni korur durumdadır.

Tarih öncesinden misal vermeye gerek yoktur.

Yakın tarihten misal verelim.

Gezi parkındaki 9 ağacı bahane ederek etrafı yıkanlar, kobani bahanesi ile masumları yakanlar, lokantalarda örtülülere saldıranlar, İslam ve İslami değerlere saldıranlar, ayyaş bir şekilde kazalara sebebiyet verenler cezasız kalmaktadır.

Özetle maskelilerin ve gayrı Müslimlerin eylemleriyle ile ilgili verilen kararların tamamı suçları görmezlikten ve  “adalet”sizliği arttıran niteliktedir.

Darbeciler, 28 Şubatçılar ve Siyonist haçlı zihniyetinin fetöitleri yüz binleri mağdur ettiler, zulme uğrattılar, yüzlerce insanı şehit ettiler ve bunlar cezaevlerinden bir kararla çıkarıldılar.

Paradan kuleler inşa eden hırsızlar neş’e ile makamlarında duruyorlar.

Hani bir deyim vardır ya.

“Taşlar bağlandı, köpekler sokakları işgal etti”

Mağdurlar ve mazlumlar esir, suçlular güçlü ve özgür.

Nerede adalet.

Her gün işlenen cinayetlerin, idamı gerektiren suçların faillerine, tecavüzcülere verilen cezalar suçla mütenasip mi?

Bu soruları çoğaltmak mümkündür.

Ve şu kanaate vardım yıllar önce, kanaatim değişmedi ve bugün de geçerlidir.

Kanunlarımızın ekseriyeti suçluyu, gayrı Müslim’i, sabetayisti koruyan ve kollayan yapıdadır, cinstendir.

Hele hele suçu işleyen gayrı Müslim ise cezalar adeta yok hükmünde ve suçu teşvik eder mesabesindedir.

Ülkemize ve insanımıza yazık ediliyor.

Suçlar ve suçlular artıyor.

Keşke yanılsaydık ve son kararlar adil olsaydı da mağduru ve mazlumu korusaydı. Adalet ayaklar altına alınmasaydı.

 Ayette; “Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutun, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. Nisâ-135” buyrulduğu halde “adalet” ayakta tutulmadı, ayaklar altına alındı, çiğnendi.

Bilinmelidir ki “adalet” ancak suçluya suçuna uygun ceza vermek ve mağdura hakkını teslim etmekle mümkün olur.

Kısasta hayat var ayeti bize dengeyi ve mazlumu korumayı sağlar.

Hukuk hâkim olacaksa kimse mazlum ve mağdura sormadan suçluyu affedemez. Öldürülenin katilini ölenin vasisi, velisi olmadan kimse affedemez.

Adaleti sağlamak isteyenler kısası uygulamakla, hırsıza, rüşvetçiye suçuna muadil ceza vermekle mükelleftir.

Velhasıl Türkiye’de “adalet” bir kere değil her gün katlediliyor. Gayrı Müslimler cezasızlıkla ödüllendiriliyor. Mağdur

29 Haziran 2024 Cumartesi

Dünya ve Ahiret İçin İYİLİĞİ İstemek

 Dünya ve Ahiret İçin İYİLİĞİ İstemek

Veysi ERKEN Dr.

İnsanoğlunun fıtratı hem “nisyan”a hem de “ünsiyet”e meyyaldir. İnsanların bir kısmı sadece bu dünyanın nimetini ister, bunun için dua eder ve çoğunlukla nankörlük eder.

Bazıları da iki yer için, “dünya” ve “ahiret” için İYİLİK ister ve nankörlük etmez. Bu durum ayetlerde şu şekilde belirtilir. “İnsanlardan öyleleri vardır ki, “Ey rabbimiz! Bize bu dünyada ver” diye dua ederler. Böyle bir kimsenin âhiretten hiç nasibi yoktur. İnsanlardan öyleleri de vardır ki, “Ey rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, ahrette/ öteki dünyada da iyilik ver; bizi cehennem azabından koru” derler. İşte kazandıklarından bir payı olanlar bunlardır. Allah, hesabı çok çabuk görür! Bakara, 200-202

Ayetlerde açıkça belirtiliyor ki, pay sahibi olacaklar hem bu dünya hem de ahret yurdu için “hasene/ iyilik” isteyenlerdir.

Biliyor ve inanıyoruz ki, dünya hayatı geçici ve fanidir. Kalıcı olmayan şey için cehd anlamlı değildir. Bunun için nankörlük etmeden Rabbulaleminden hem bu dünya hem de ahiret için İYİLİĞİ talep etmekle ve cehd etmekle mükellefiz.

Evet, Allah sayamayacağımız derecede her şeyi verdi. Ayette; “Hâsılı O size, kendisinden istediğiniz her şeyi verdi. Öyle ki, eğer Allah’ın nimetlerini tek tek saymaya kalksanız, imkânı yok, onları toplu halde bile sayamazsınız. Gerçekten insan çok zâlimdir, çok nankördür. İbrahim-34”

Verilenlerin kıymetini bilip nankörlük etmezsek, şükredersek nimet artar. “Hani Rabbiniz size: «Şâyet şükrederseniz size olan nimetlerimi artırır da artırırım. Yok, eğer nankörlük ederseniz, şunu bilin ki benim azabım çok şiddetlidir» buyurmuştu.” İbrahim-7”

Tabii ki nankörlük sadece bireysel değildir. Toplum olarak nankörlük edenler vardır. Allah, ibretlik olarak nankör toplumlardan da bahsediyor. Allah ibret için bir ülkeyi örnek veriyor: Bu ülkenin halkı emniyet ve huzur içinde yaşıyor; rızıkları her taraftan bol bol geliyordu. Sonra bunlar Allah’ın nimetlerine nankörlük edince, Allah da yaptıklarına karşılık onlara bütün benliklerini saran bir açlığı ve korkuyu tattırdı. Nahl-112”

Hâsılı kelam.

Nankörlüğün karşılığı açlık ve korkunun tattırılması biçiminde tecelli eder.

Bugün yaşadığımız “korku” ve açlık” endişesi şükretmemenin ve nankörlüğün eseridir.

Sokaklarımız nankörlüğün neticesi olarak çıplaklık, ahlaksızlık, hırsızlık, şiddet, vahşet bataklığına sürüklenmiş vaziyettedir.

Sadece dünyevi olanı istemenin sonucu ve bedeli toplumun yıkıma ve yokluğa sürüklenmesi şeklinde tecelli ediyor.

Felah için İslam’a dönmek ve Kur’anı yaşamak gereklidir, şarttır, farzdır. Hem dünya hem de ahret için iyiliği talep etmek her insanım, Müslüman’ım diyen için kaçınılmaz görev ve ahlaki davranıştır.

Artık “Ey rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, ahrette/ öteki dünyada da iyilik ver; bizi cehennem azabından koru” diyenlerden ve kazandıklarımızdan payı olanlardan olmanın gayreti ve cehdinde olalım inşallah. Ki, FELAH bulalım.

Selam ve Sabırla… 29.06.2024

Batı’nın (Siyonizm’in) Terörü Doğuyu vuruyor

 Batı’nın (Siyonizm’in) Terörü Doğuyu vuruyor

Veysi ERKEN Dr.

Evet.

“Batının terörü doğuyu vuruyor” tespiti yapılıyor ki doğrudur.

Tabii ki batının/batılın terörü, tedhişi, katliamı, vahşeti, işgali ve her türlü ahlaksızlığı yeni değildir.

Haçlı seferlerinin ilkinden beri Siyonist haçlı terörü/ Batının doğudaki terörü, vahşeti, katliamı, işgali devam ediyor. Asya ve Afrika kıtaları bunun şahitleridir.

İslam ve mazlum coğrafyalardaki bütün terörist örgütleri kuran, finanse eden, yöneten, yönlendiren, silahla donatan ve saldırtan hep batı/batıl Siyonist haçlı zihniyetin yönettiği devletler tarafından organize edilmiş ve teşkilatlandırılmıştır.

Bu hakikati kendileri de itiraf ediyor. Trump 2016 yılında şunu söylüyordu. “Başkan Obama’yı ve Clinton’ı IŞİD’in kurucuları olarak nitelendiriyorum. Onlar örgütün kuruculardır.https://tr.euronews.com/2016/08/11/trump-isid-i-obama-ve-clinton-kurdu

Evet.

İŞİD ve benzeri bütün örgütlerin kurucuları, finansörleri, yöneticileri, destekleyicicileri hep batı/batıl Siyonist haçlılar olmuş ve olmaya devam ediyor.

Bu örgütlerin merkezleri ABD, İngiltere, İsrail ve diğer batı/batıl ülkelerdir.

“ABD, terör örgütü PKK'nın Suriye'deki kolu PYD'nin silahlı kanadı YPG'ye 110 palet silah gönderdi. Silahları YPG militanlarına Amerikan kargo uçakları indirdi. 4 palet malzemenin bir konteynırı doldurduğu düşünüldüğünde ABD YPG'ye 27,5 konteynır dolusu silah ulaştırdı. https://www.yeniakit.com.tr/haber/abdden-teror-orgutu-pkkya-silah-yardimi-99569.html haberi bile terör örgütlerinin kurucusu, finansörü, yöneticisi ve yönlendiricisinin kim/kimler ve hangi yönetimlerin olduğunu göstermeye yeterlidir.

Son olarak Rusya/ Dağıstan şehirlerinde bir terör saldırısı gerçekleşti ve “Rusya Dağıstan Saldırısını Yapanların Kim Olduğunu Açıkladı!”  https://www.youtube.com/watch?v=PKgRjevvKFs başlıklı haberi okuduk.

Artık başta Türkiye olmak üzere bütün devletler şunu açıkça bilmek, dillendirmek ve buna göre tedbir almak mecburiyetindedir. Aksi takdirde terörist eylemler devam eder.

Terör Siyonist haçlı zihniyetinin işidir ve vazgeçilmezidir.

Siyonist haçlı zihniyeti kan ve vahşetten beslenir, büyür ve etrafı yıkar, dağıtır. Siyonist haçlı zihniyeti doğrudan veya kurdurduğu, finanse ettiği, yönettiği, yönlendirdiği, silahlandırdığı örgütlerle dolaylı bir şekilde dünyayı kana bulamakta ve sömürmektedir.

Yakın coğrafyamızda, Gazze’de, Filistin’de, Libya’da, Suriye’de, Arakan’da, Sudan’da, Bolivya’da, Hindistan’da, Doğu Türkistan’da devam eden terör faaliyetlerinin tamamı Siyonist haçlı batının, ABD’nin, İngiltere’nin, kışlaları olan İsrail’in ve bütün batılı devletlerin ortak işidir, terörüdür.

Türkiye bağlamında baktığımızda şunu görüyoruz.

Siyonist haçlı zihniyetini destekleyen, planlayan, finanse eden, öven STK, Basın, Gazeteci, Politikacı, Sendikacı, Akademisyen vs. görünümlü mahlûklar vardır.

Bunların sahipleri olan ABD, İsrail, İngiltere ve diğer yönetimlerle birlikte hayatımızdan çıkarılması gerekir.

İhmal edilecek bir konu değildir.

Aksi takdirde “Batını terörü Doğuyu vurmaya” devam edecektir. Bu bir kehanet değil, asırlardır süren bir gerçekliktir.

Şunu unutmamalıyız ki, tedbir bizden Tevfik Allah’tandır.

Tedbir alalım ki, “Nasrun minellah ve fethun karib” ayetinin hikmeti tecelli etsin ve dünyamız huzura kavuşsun.

Selam ve Sabırla… 29.06.2024

28 Haziran 2024 Cuma

Akıldan Kaleme

 Akıldan Kaleme*

VEYSİ ERKEN Dr.

“Akıldan Kaleme” bir hatırattır, tahlil ve terkiptir.

Acısıyla tatlısıyla bir serüven, mücadele, kavgalar ve inanmışlığın hatıratıdır, tahlili ve terkibidir.

Akılda kalanların Kalemle yazıya dönüştürüldüğü ibretli ve ibretlik yaşanmışlık dizisidir.

Merhum Dr. İbrahim Doğan başkanımızın hayat ve mücadele tarihinin bir kesitinin anlatıldığı bir kitap.

Ülkü Ocakları Birliğinin Genel Başkanlığını yapan bir ülkücünün yaşadıkları ve kendisine yaşatılanların, mücadelenin “Akıldan Kaleme”  kâğıda aktarılmasıdır.

Ülkü-Köy Genel Sekreterliği, Ülküm-Bir Genel Yönetim Kurulu üyeliği görevini ifa ettiğim halde başkanla fazla bir tanışıklığım ve yakınlığım olmadı.

Ulucanlar cezaevinde iken bir sefer ziyaretine gitmişliğim vardı. Bir iki sefer de Keçiören’de ikamet ettiği dönemde ayaküstü Ercis Gürbüz arkadaşımla birkaç dakikalık sohbet etmişliğim vardır.

Bizler aynı fırtınalı dönemlerde yaşamış insanlarız.

İbrahim başkan bizden önceki nesilden.

Mücadelesinin başlangıcı bize nazaran daha eski.

Erken bir şekilde okulundan koparılmış.

İşkenceye maruz bırakılmış ve mahpushaneye, zindana atılmış Hz. Yusuf gibi.

Sistemin bilerek ve isteyerek mağdur ve mahkûm ettiği yiğit bir vatan evladı

Bir dava adamıdır İbrahim başkan.

İnanmışlığın ve inancının gereğini sahada ifa eden bir şahsiyettir.

Sistemin ve zorbaların zulmü yüzünden Tıp Fakültesini 14 yılda bitirebilmiş bir başkan, bir yiğittir.

“Akıldan Kalem”e bu serüvenin anlatıldığı bir kesittir.

Bir dava uğruna baş koymuşların, koyanların ve koyacakların okuması gereken ibretlik bir hatırattır.

Umarım ki o dönemleri yaşayanlar ülkü mücadelesini, yapılanları ve yaşananları ibretlik olsun diye yazar, tarihe not düşer ve yeni nesiller okur.

İbrahim Doğan başkan bunu yapmıştır.

Yaşadıklarını, dostluklarını, hayal kırıklıklarını ve dava uğruna yaşatılan mağduriyetleri sade bir üslupla dillendirmiştir.

1974’te cezaevinden tahliyesinden sonra Tıp Fakültesini bitirmeye odaklanmış olduğu halde zulme uğratılmaya çalışılmış ve bunda kendi derslerine giren hocaların da katkısı olmuş.

Her şeye rağmen yılgınlık yok, mücadeleye devam.

Sosyal hayatta en yakınında bulunanlar, fikirdaş ve hareket birliği içinde olunanlarla da ayrılıklar, ayrı tefekkürler olabiliyor.

“Akıldan Kaleme” kitabı bunları da anlatıyor.

İbretlik bir durum.

Yılların mücadelesi ve tecrübesi bizlere şunu öğretmiş olması gerekir.

Hareket ilkeleriyle, kurallarıyla, önderlik edenleriyle bir bütün olarak tahlil edilmeli, yaşanmışlıklar olduğu gibi nesillere aktarılmalıdır ki, ibret alınıp tarih tekerrür etmesin.

Akıldan Kaleme” bir tahlil ve terkip hatırasıdır aynı zamanda.

Kitaptan öğrenilecek çok şey vardır.

Hapishanede aynı koğuşları hatta aynı yatakları paylaşanların daha sonraları birbirine olan kırgınlıkları, küskünlükleri de anlatılır kitapta.

Evet.

Ülkücü camia çok şey yaşamıştır.

Sistem mağduriyetleri ve mazlumiyetleri yaşatmıştır.

Ülkenin düşmanları ülkücüleri daima yaftalamaya ve mağdur etmeye çalışmıştır ve etmiştir.

“Katiller” diye damgalamaya, ekmeklerini ellerinden almaya çalışmıştır.

Buna rağmen yılmadan, sisteme boyun eğmeden mücadelesini sürdüren yiğitler olmuştur.

“Akıldan Kaleme” kitabı bu anlayışla okunsa, tahlil ve terkip edilse mevcut nesile ve gelecek nesillere çok şey kazandıracaktır.

İbret alınsa tarihi olayların benzeri yaşanmayacaktır.

Haydi, kitabı okumaya ve hayatı tahlil ve terkip etmeye.

Ruhun şad, mekânın cennet olsun İbrahim Başkan.

Selam ve Sabırla… 28.06.2024

*AKILDAN KALEME, Dr. İbrahim Doğan, Ülkü Ocakları Birliği Başkanı, Armada, Ankara-2022.

 

27 Haziran 2024 Perşembe

YÖK ve Öğrenim Özgürlüğü Kısıtlaması

 YÖK ve Öğrenim Özgürlüğü Kısıtlaması

Veysi ERKEN Dr.

Yeni bir şey öğrenmeden geçirdiğim bir günde, benim için, güneşin doğmasında bir hayır yoktur. Hayır; mal ve evlat çoğaltmakta değil, ilmini arttırmaktadır. Hz. Ali, Aktaran Ahmet Çelebi, İslam’da Eğitim-Öğretim, s. 292.

 

YÖK marifetiyle insanımızın bilgi edinme ve beceri geliştirme hakkı kısıtlanırken “hak ve özgürlükten yana olduğunu iddia edenler, kuruluşlar, kurumlar, geçmişte mağduriyet yaşayanlar hep sessiz, soluksuz vaziyette. Adeta ölü.

YKS ucubesi yetmezmiş gibi % bilmem kaç puan alamazsan şu fakültelere, şu bölümlere giremezsin demek, tahdit etmek zulmün kendisidir. Bu yetmezmiş gibi şimdi de YAŞ sınırlaması getiriyormuş. YÖK karar almış ve yazı ile bildirmiş. “Yazıda 2024-2025 eğitim-öğretim yılından itibaren çocuk gelişimi, felsefe, sosyoloji, tarih ve Türk dili edebiyatı programlarına mahsus olmak üzere ikinci üniversite olarak yapılacak kayıt işlemleriyle ilgili yeni karar paylaşıldı. Buna göre, yükseköğretim kurumları bünyesindeki çocuk gelişimi, felsefe, sosyoloji, tarih ve Türk dili edebiyatı açıköğretim programlarına sadece 35 yaş ve üzeri lisans programı mezunları “ikinci üniversite” olarak kayıt yaptırabilecek. https://www.odatv.com/guncel/yok-universite-egitimine-yas-siniri-getirdi-120050063?sayfa=3

Evet.

Dostlar, eğitimciler, haklardan ve özgürlüklerden yana olanlar bu tür kısıtlamaları kabul etmeyiniz, reddediniz, etkili, yetkili ve topyekûn insanımızı uyarınız, uyandırınız, kısıtlamaların ve tahditlerin ortadan kaldırılması için mücadele ediniz.

Bilindiği üzere İnsanî yönetimlerin olduğu ülkelerde yöneticiler asla insanlarını “cehalet”e ve “açlığa”sürüklemekle değil aksine fertlerin, toplumun huzur ve sükûn içinde kalkınmasına katkı sağlayacak bilgileri hür ortamda kazanma hakkının önündeki bütün engelleri kaldırmakla övünür.

Birey-devlet ilişkilerine insan hakları açısından bakıldığında, bireyin niteliklerini, hayatiyetini ve mutluluğunu devam ettirebilecek şekilde bilgi ve becerisini değiştirebilme, yani öğrenme hakkı ve talebi insanî, vazgeçilmez ve sınırsız olmalıdır. Dolayısıyla İnsan hakları savunucuları bireyin özgürlüğünü daraltan her ilke ve kuralı reddeder, hiçbir organizasyonun ilke ve kurallarıyla bu özgürlüğe gölge etmesini kabul edemez ve savunamaz.

Yine İnsan hakları bağlamında özgürlük taleplerinin hareket noktası, gölgelerin reddidir. Çünkü özgürlük; serbest davranabilmeyi, bir kayıt altında olmamayı ifade eder. Eğer fertlerin hareket alanı kayıt altına alınırsa; yani hürriyetleri kısıtlanırsa “hakkın” kullanılması mümkün olamaz.

Birey- devlet ilişkisine haklar ve özgürlükler boyutuyla bakıldığında hangi organizasyon tarafından yapılırsa yapılsın “tepeden inme” biçiminde gerçekleştirilen ve bireyin özgürlüğünü kısıtlayan her türlü düzenleme reddedilir. Çünkü tepeden inme düzenlemelerin bireyin bilgi edinme, beceri geliştirme ve değiştirebilme haklarının kısıtlanması veya yok edilmesi anlamına geldiğini herkes bilir. Dolayısıyla, özellikle insan hakları savunucuları bilgi edinme hakkının sınırlandırılmasını beraberinde getiren her ilke, kural ve uygulamanın karşısında durur.

Kısaca hak ve özgürlükler bağlamında hiçbir kurum ve kuruluş “biçimsel eğitim” alanında bireyin bilgi edinmesini kısıtlayıcı kural ve ilkeyi koyamaz ve sınırlayamaz.

       Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. İnsan, ancak hürriyet içinde eğitim hakkını  -ne ad altında olursa olsun, hiçbir engelle karşılaşmadan- kullanabildiği ortamlarda fikrini, zihnini ve becerisini geliştirerek ve onları yaşayarak kendisinin ve içinde bulunduğu toplumun gelişmesine katkı sağlayabilir.

O halde, ‘eğitim Hakkı’nın varlığı, Devletin bu hakkın lâyığı veçhiyle gerçekleşmesini sağlamak amacıyla gerekli faaliyetlerde bulunmak, örneğin okul, öğretmen, araç gereç ve program sağlamak, yükümlülüğünü kaçınılmaz kılmaktadır. Oysa eğitim(öğrenim) özgürlüğü daha çok bu imkânların sağlanmasından sonra ortaya çıkan ve eğitimin içeriğine, öğrenci özgürlüğüne ve ana ve babanın çocuklarını kendi istedikleri din ya da felsefi inanç doğrultusunda yetiştirme özgürlüğüne ilişkindir. Yaşar, Nuri. ,İnsan Hakları, Avrupa Sisteminde ve Türk Hukukunda Eğitim Hakkı ve Özgürlüğü, Filiz Kitabevi, İstanbul 2000, s.71-72”

Eğitim ve öğrenim özgürlüğünün kullanılmasında hizmet veren kurumlar da göz önüne alındığında, üç temel unsur yer alır: “Kurumsal çoğulculuk, resmi eğitimin çoğulculuğu ve öğrenci-öğreten özgürlüğü.

Hâsılı kelam YÖK ve benzeri kurumların öğrenim özgürlüğünü her ne ad adı altında kısıtlaması kabul edilmemelidir.

Kısıtlamaların reddedilmesi insanidir, vicdanidir, islamidir ve ahlakidir.

Haydi, hep birlikte “öğrenim Özgürlüğü”nü savunmaya, yaşamaya ve yaşatmaya.

Selam ve Sabırla… 27.06.2024

 

26 Haziran 2024 Çarşamba

Duygular Yaralandı-Öldü

 Duygular Yaralandı-Öldü

Veysi ERKEN Dr.

24 yıl önce ülkemizde insanımızın duyguları nasıl yaralanmış, ölmüş, heyecan bitirilmiş, güven tüketilmiş ise günümüzün Türkiye’sinde de aynı durum oluşturulmuş.

Duygular yaralanır mı?

Belki abes kaçan bir soru.

Ama bana göre hiç de abes bir soru değil. Zira hem “birey” olarak, hem de “topluluk” olarak insanların duyguları yaralanır, ölür. Hatta yara bir daha kapanmamak üzere duygular yaralanır, heyecan biter, güven ve itimat kaybolur.

Ben bu duygu yaralanmasını içinde yıllarımın geçtiği camiada müşahede ettim. Evet, günümüzde hemen hemen her kesimin duyguları yaralı halde, yönetime güveni ortadan kalkmış vaziyette.

Duygular o kadar yaralı ki, düne kadar canlarını feda etmekten çekinmeyenler bugün vatan elden gitse gıkı çıkmayacak durumda.

Duygu yaralanmasını izah etmekten uzağız maalesef. Kelimeler yetmiyor.

Her şeye rağmen “Biz topluma bangır bangır ahlaktan, haktan hukuktan, adaletten bahsetmeye topluma mütevazılıği, sıkıntıları beraberce göğüslemeyi anlatmaya çalışıyoruz. Aramızda kışı kömürsüz odunsuz geçiren cebinde bebeğine süt alacak parası bile olmayanlar var...

Halkın çoğu fakirleşirken sermaye bir avuç sömürücüye aktarılıyor.

Allah’ı seviyorsanız bizi daha fazla çıldırtmayın, var olan duygu kırıntılarını da yok etmeyin, yetimlerin, aç halkın, az gelirli emeklinin, yoksullaşan köylünün hakkını verini ki güven ortamı ihya olabilsin.

Bilindiği üzere tam teslimiyetin neticesi olan kötü icraatın izahı yoktur.

Keşke yanıldık diyebilsek ve ölmekte olan duygular ihya edilebilse, güven sağlanabilse.

Hz. Peygamber sav. dönemin Ebu Süfyan'ın hanımı yanıldık mı diye sorup kendi cevap vermişti ya.

“Hz. Peygamberi(s.a.v.) ebedi düşman olarak gören Ebu Süfyan’ın karısı Mekke’nin fethi esnasında tellalların herkesin can ve mal emniyeti vardır duyurusu için kocasına yahu biz “Muhammed” için bu kadar çok yanıldık mı? O bizim canımıza ve malımıza kast etmeyecek mi?” ifadesine Ebu Süfyan evet yanıldık diye cevabına başladı.

Evet.

Son dönemdeki “derin” ilişkiler yüzünden iktidar kendisini umut olarak görenlerin tamamını yanılttı. Hem de onu umut olarak görenlerin duygularını yaralayarak yanılttı.

İktidar Ebu Müslim Horasanî’nin“Onlar zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için, dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı ama uzaklaştırılan dost, düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu.”

Hâsılı kelam. Allah bütün Müslümanları bu sonuçtan muhafaza etsin.”  Ama görünen manzarada duygu yarası kolay kolay da kapanmayacak.

Belki duygu yaralanmasının acısı o zaman azalır. 04.11.2000

Selam ve sabırla... 26.06.2024

NOT: Yazımda değişiklik yaptım.

  

Türkiye’de Müslümanlara Eziyet edenler Ne Zaman Özür dileyecek

 Türkiye’de Müslümanlara Eziyet edenler Ne Zaman Özür dileyecek

Veysi ERKEN Dr.

Yıl iki bin bir. Müslüman öğrencisinden yazılı özür dileyen bir üniversiteden bahsetmiştim. Aradan bu kadar yıl geçti, ülkemizde hala Müslüman’a eziyet eden, etmeye çalışan ahlaksız ve haysiyetsiz mahlûklar, kurum ve kuruluşlar vardır. Merak ediyorum bu ahlaksızların eylemleri ve hakaretleri ne zaman engellenecek ve Devlet tedbir alarak özür dileyecek.

Bari eski yazımı okuyunuz.

“Üniversite yönetimi öğrenciden özür diler mi? Bu soru Türkiye’deki üniversitelerin yönetimi için geçerli değil. Ülkemizin cari hassasiyetleri(!) sebebiyle ancak “insanı güldürmeyin” denilebilir. Zira bizim ülkemizin kendine has şartları(!) ve dahi hassasiyetleri(!) yüzünden yöneticiler daima haklıdırlar(!). Haksız olduklarında bile haklıdırlar.

Has şartlar ve hassasiyetler olduğu müddetçe yöneticilerin hata yapmaları, öğrencilerden özür dilemeleri ve dahi öğrencilerin özgürlüklerinin tadına varmaları düşünülemez. Maazallah ülke çok zor(!) durumda kalır.

“Ülkenin kendine has şartları ve hassasiyetleri şartları”.

Bu terane ile halk yıllardır uyutulmakta ve ezilmekte. Ezilmişlikten elbette öğrenciler de nasibini alacak.

Başka ülkelerde durum nasıldır acaba?

İşte Batıcılarımızın/ batıllarımızın hayranı oldukları ama özel hassasiyetler(!) nedeniyle görmezlikten geldikleri Amerika Birleşik Devletlerindeki uygulamalar.

Sıkı durun.

Hadise bir Amerikan Üniversitesinde cereyan ediyor ve yönetim öğrenciden özür diliyor. Ne de olsa kendilerine has şartları ve özel hassasiyetleri yok dimi efendim.

Kendilerine has şartları ve hassasiyetleri olmayan Amerikan üniversitesi yönetimi kendi dini inançlarına mensup olmayan bir başka ifadeyle Müslüman bir öğrenciden özür diliyor.

Haber aynen şöyle: “Amerika Michigan Üniversitesi’ne bağlı Wishtino bölgesindeki Edebiyat Fakültesi’nde Müslüman bir bayan öğrencinin dersini besmele çekerek takdim etmesine engel olan öğretim üyesi ile fakülte yönetimi, yapılan şikâyet üzerine öğrenciden yazılı özür diledi. Müslüman bayan öğrenci, söz konusu fakültede derste bir konuyu takdim ederken besmele çekince, ders hocası öğretim üyesi, öğrenciye ABD’nin bir fakültesinde besmele çekemeyeceğini, Amerikan kültürüne uygun olarak davranmak zorunda olduğunu söyledi. Olayı kişinin inanç hürriyetine baskı şeklinde değerlendiren kız öğrenci, konuyu Amerika İslami İlişkiler Konseyi(CAIR)’ne intikal ettirdi. 4 Ocak günü fakülte yönetimine bir yazı gönderen İslam Konseyi(CAIR), yazıda ABD’nin ‘Din hürriyeti hakkı’ kanununun ön gördüğü, ‘talebeler, imtihan sırasında dua okumalarında hürdürler ve okul yöneticilerinin bu gibi dini faaliyetlere müdahale etmeleri yasaktır’ hükmünü gerekçe göstererek, fakülte yönetiminden, öğretim elemanını kınaması ve idarenin öğrenciden yazılı özür dilemesi talebinde bulundu. Bu dilekçe üzerine Fakülte Dekanı, Müslüman kız öğrenciye, yazılı bir özür belgesi göndererek, öğretim görevlisinin olayı yanlış anladığı açılamasına yer verdi. Yeni Şafak 25.01.2001.”

Soruyorum Batıcı yöneticilerimize. Her fırsatta hayranı olduğunuzu beyan ettiğiniz ülkelerdeki uygulamaları başta üniversitelerimizde olmak üzere bütün kamu hayatında ne zaman uygulayacaksınız.

Sizlerde dinî inancından dolayı örtünen, besmele çeken, namaz kılan öğrencilerden ve görevlilerden özür dileyecek misiniz?

Tabi ki, bu müspet cevabı olmayan bir soru. Zira zehirleşenlerin düzelme ihtimalleri yoktur. Şöyle diyordu merhum Tahir hocamız “Müslüman tereyağına benzer, bozulunca zehir olur”

İşte ben zehirleşenlerden bir şey beklemiyorum. Zehirleşenlerin özür beyan etmelerini beklemek ham bir hayaldir.

En doğrusu zehirleşenlerden bir şey beklememek ve onları hayatımızdan çıkarmanın yollarını keşfetmektir. 25.01.2001.”

Değişen bir şey var mı?

Sizce ahlaksız ve haysiyetsiz kişilerin saldırıları sebebiyle yöneticiler Müslümanlardan öz dileyecek mi?

Selam ve Sabırla... 26.06.2024

      

Zehirleşenler, Zehirleştirilenler

 Zehirleşenler, Zehirleştirilenler

Veysi ERKEN Dr.

İnsanlık tarihini incelediğimizde bireylerin bir araya geldiklerini, gruplar oluşturduklarını, teşkilatlandıklarını, iyi veya kötü niyetlerle eylem birliği yaptıklarını, bir yerde toplandıklarını, cem edildiklerini ve istişareler yaptıkları gerçeği ile karşılaşırız.

Bu tabii bir durumdur.

Bazen aynı inanç grubu içinde olduklarını düşündüklerimizin farklı amaçlar için farklı yerlerde toplandıklarını, hatta kendi gruplarını tahrip için de toplandıklarını okuyoruz.

Hz. Muhammed Mustafa sav efendimizin zamanında da, başka bir deyişle İslam’ın ilk yıllarında da farklı toplanma yerleriyle karşılaşırız.

Dar'ul-Erkam  “İslâm tarihinde Dârülislâm diye de bilinen bu ev, ilk Müslümanlardan Erkam b. Ebü’l-Erkam el-Mahzûmî’ye aitti. Mekkeli müşriklerin giderek artan zulüm ve baskıları yüzünden Hz. Peygamber Mescid-i Harâm içinde Safâ tepesinin eteklerinde bulunan bu evi kendine ikametgâh olarak seçti. Burada bir yandan ashâb-ı kirâma dinî bilgiler öğretirken bir yandan da ilâhî gerçeği arayan insanları İslâm’a davet ediyor, onlara Kur’ân-ı Kerîm okuyor ve onlarla birlikte namaz kılıyordu. https://islamansiklopedisi.org.tr/darulerkam

Özetle Dar'ul-Erkam hem karargâh hem de eğitim yeri vazifesini görüyordu.

Buna karşılık dar'un- nedve denilen bir toplanma yeri daha vardı. Kureyşlilerin ileri gelenlerinin muhtelif faaliyetler için bir araya geldiği, karar aldıkları bir yer olarak bilinir.

Ebucehil’in daveti ile Hz. Peygamberin sav. Medine’ye hicretini engellemek ve onu öldürmek için karar almak için toplantı yapılması sebebiyle kötü şöhrete sahip olmuş. Kötülük merkezi haline dönüşmüştür. https://islamansiklopedisi.org.tr/darunnedve

Mevzuumuz dünün toplanma yerlerini anlatmak değildir. Toplanmanın amacını ve toplanmaya çağıranların zihniyetini tahlil etmedir. Dolayısıyla konumuz geçmişi anlayarak ders çıkarmak ve günümüzü yorumlamaktır.

Günümüzde de toplanma yerleri vardır. Partiler, sendikalar, vakıflar, dernekler vs.

Bunları bir kısmı kötülerin toplandıkları yerler olarak şöhret bulmuştur. Genel olarak Jön Türk ve İttihatçı zihniyete sahip olanların toplandıkları yerler ülkemize, milletimize ve İslam’a hep zarar verme yerleri olmuş ve olmaya devam etmektedir.

Üzülerek belirtmeliyim ki, dün ilke ve ülkü sahibi olduğunu düşündüğümüz, zannettiğimiz, bildiğimiz pek çok kişi-ülkücü, akıncı, mücahit,-darül nedve anlayışına sahip olan günümüzün Ebucehillerine doğru koşmaya ve zehirleşmeye başlamış ve zehire dönüşmüştür.

Geçmişte belki iyi idiler ama günümüze baktığımızda darül nedvenin elemanlarına dönüştüklerini, münafıklaştıklarını, inançlarını terk ettiklerini, zehire dönüşerek etrafı zehirlemeye başladıklarını görüyoruz.

Maalesef Ebucehil denilen Ömer bin Hişam zihniyetinde olanların davetine icabet ettiler, küfre saplandılar, münafıklaştılar.

Metamorfoz, istihale geçirdiler.

Başkalaştılar.

Doğru yoldan çıkarak sapık yollara saptılar. Ülkemizi zehirlemeye başladılar.

Sonuçta dün savunduklarının tersini yapmaya ve yaşamaya başladılar.

Şan, şöhret, makam, mevkii, para, pul veya başka sebeplerle darul nedveye yöneldiler.

Belki yıllardır görevliydiler içimizde.

Belki önceden de münafık idiler.

Kısaca istihale geçirip ilkesiz ve ülküsüzleşenler darül nedvenin çağırıcısı Ebucehil’in zihniyetinin, gayesinin temel savunucuları ve yöntemlerinin esas uygulayıcıları oldular.

Siyonist haçlı zihniyetinin elemanları gibi konuşmaya, yazmaya ve darul nedveyi savunmaya başladılar.

Darul nedvenin iltisaklıları haline dönüşen bu tiplerin kimi baş kimi. ... danışmanı oldu.

Makam veya para için bu kadar başkalaşım fazla değil mi diye soranlara merhum Tahir Silahtaroğlunun öğrettiği darb-ı mesel ile cevap veriyorum.

“Müslüman tereyağı gibidir, bozulursa zehir olur.”

Bunlar zehirleşenlerdir.

Artık toplanma ve istişare yerleri günümüzün dar’un- nedveleridir.

Hatta zehirleşenler, darül nedvenin eskiliği ve pisliğiyle övünmeye başladılar.

Türkiye'nin Darul nedvesini bilenler bilir. Bilmeyenler öğrensin.

10 yılda Osmanlıyı darmadağın eden İttihatçı kafalıların toplandıkları yerler günümüzün Dar’un Nedveleridir.

Niyet kötü olunca akıbet de kötü oluyor.

Şehirlerimizin gittikçe kötüleşmesi, çekilmez oluşları ittihatçı zihniyetin ve onlara dönüşenlerin eseridir.

Düşünceleri, ilkeleri ve eylemleri halka hep yabancıdır ve yıkıcıdır. “Halka rağmen…” Temel düsturlarıdır.

Kısaca bilinmeli ve unutulmamalıdır ki Türkiye'nin Darul nedvesi şer odağıdır. Dün olduğu gibi bugün de şer ve zillet ittifakının merkezdir. Türkiye’ye muhaliftir.

Ve onlara katılanlar da Türkiye muhalifi oldular.

Mel’un zihniyete yaklaşanlar onlarla benzer, aynileşir ve şerleşir ve zehire dönüşür.

"Anlayana sivrisinek saz, Anlamayana davul zurna az"

Her Müslüman’ı Dar'ul -Erkam zihniyetinin devamı olan yerlere davet ediyoruz. İlke ve ülkümüz bellidir. Çağrımız İslam’da dirilişedir. İ’lay-ı Kelimetullah için nizam-ı âlem davasınadır.

Selâm ve sabırla... 26.06.2024