4 Aralık 2025 Perşembe

Cinayetler Bahane

Cinayetler Bahane

Veysi ERKEN Dr.

İslam ve Müslüman düşmanları cinayetleri, tecavüzleri, hırsızlıkları, ahlaksızlıkları bahane ederek İslam’a ve Müslümanlara saldırıyorlar, terörlerini arttırıyorlar.

 Gazetelerde, İnternette kısaca her yerde haberler aynı.

 Korkunç cinayet.

Kadın cinayeti, sevgili cinayeti, tecavüz, hırsızlık, eşkıyalık vs.

Suçlular ve cinayetler artıyormuş.

Dosyalar kabarıyormuş.

Kararlar yıllara sâri oluyormuş, adalet çöküyormuş.

Bunlar doğruymuş.

Etkililer ve yetkililer her gün birkaç suç örgütünün çökertildiğini, binlerce kişinin yakalandığını, hapishanelerde yer kalmadığını, cinayetlerin arttığını dillendiriyor.

Evet, suçlular ve cinayetler artıyor.

Peki, bunların İslam ve Müslümanlarla ilgisi nedir?

İslam’ın hangi kuralı bahsettiğiniz, haberleştirdiğiniz ve toplumun içine virüs misali saldığınız istiyor, teşvik ediyor.

Bunu söyler ve yazar mısınız?

Mümkün değil.

Bilakis İslami kurallar uygulanmalı denildiği zaman kudurmuş köpekler misali saldırmaktan geri durmuyorsunuz.

Gayrı Müslim ve münafıklaşmış kitlelere moda tabirle sesleniyoruz.

Kehanet değil, suçlar ve cinayetler artacak, İnsanımız İslam’dan koparıldı, ahlaksızlıklarınız hâkim kılındı.

 Ahlaksızlık teşvik edildi. Ahlaksızlığınız kanunlaştırıldı.

İnsanlar ilişkilerini gayrı İslami zeminde ve ahlak dışı şekilde kuruyor.

Ahlaksızlığın adı aşk, elbise değiştirir gibi sevgili(!) değiştirmek moda, sokakları çıplaklar kampına çevirmek medeniyet diye teşvik edilir, yaşayışınız hâkim kılınırsa, kılındığı yerlerde bilinmelidir ki cinayetler artacak, suçlular katlanacak ve toplum çökecektir.

Bu kaçınılmaz sonuçtur.

İslamsızlaştırmanın sonucu felakettir, hüsrandır, yok oluştur.

Evet.

Cinayetler, kadın, sevgili cinayetleri, hırsızlık ve bütün suçlar artıyor ve artacaktır.

Çünkü doğru tedbirler bilerek ve isteyerek alınmıyor.

İslamsızlaştırma devam ediyor ve ettiriliyor.

Kanunlarımız hukuka ve ahlaka uygun olmadığı için “mağdur”u değil, suçlu ve caniyi koruyan yapıdadır. Kanunlarımız inancımıza (İslam) tanzim edilmediğinden adeta suçluyu ve caniyi teşvik eder mahiyettedir.

Etkililer, yetkililer ve sorumlular doğru yönde tekdirler almıyorlar, İslam’a ve ahlaka uygun kanunları vazetmiyorlar.

Ve.

Cinayetler, suçlar artarak devam ettiriliyor, mağdurlar çoğaltılıyor. Toplum çökertiliyor.

Meseleye hak ve hukuk açısından bakıldığında mağdur hakkından vazgeçmedikçe başkasının onun adına “suçluyu affetme” denk bir cezayı vermeme yetkisi olamaz. Ama ülkemizde mağdura rağmen suçlular cezalandırılmıyor, kişiler ihkak-ı hakka zorlanıyor.

Hırsızlık, gasp, kapkaççılık, cinayetler işleniyor ve bunlara karşı verilen cezalara bakıyoruz.

Verilen cezalar suçla orantılı değil. Aksine suça teşvik nitelikte.

İdamı gerektiren suçun karşılığı katili hapishanede beslemek şeklinde tecelli ediyor.

Irza musallat olanın cezası bir iki ay hapis ile geçiştiriliyor.

Kısaca ceza- suç denk değil.

Mağdurun aleyhine bir kanuni yapılanma söz konusudur.

Kanunlarımız bu şekilde ve İslam dışı olduğu müddetçe bilinmelidir ki suçlular, suç örgütleri, cinayetler ve caniler artacaktır.

Bu bir kehanet değildir.

Görünen ve yaşanan bir durumdur.

Yapılması gereken bir tek şey vardır.

Samimiyetiniz varsa bahane aramayın İslam’a dönün ve yaşayın ki, bütün kötülüklerin azaldığını göreceksiniz.

Selam ve Sabırla…04.12.2025

Hasta hane mi? Şifahane mi?

Hasta hane mi? Şifahane mi?

Veysi ERKEN Dr.

Kavramlarla/mefhumlarla zihnimiz kirletilmiş vaziyette.

Hem maddi hem de manevi alanlarla ilgili kavramlarla zihnimiz kirletilmiş, tedavi edilecek mekânlara gitmesi gerekirken hastalıklı zihnini ve bedenini hastalıkla malul devam edilecek yere götürülmektedir.

Mesela.

Hasta olan biri “şifahane”ye götürülmesi gerekirken “hasta hane”ye götürülmekte ve hastalığı devam ettirilmektedir.

İlaç diye verilen maddeler hastanın şifa bulmasına vesile olamamakta, belki hastalığı kontrol altında tutmaktadır.

Tabii ki bu çarpıklık sadece maddi hastalıklarla ilgili değildir.

Manevi alanda da aynı durumdadır. Cafer-i Sadık:Takvadan daha üstün bir azık, susmaktan daha güzel bir erdem, cehaletten daha zararlı bir düşman, yalandan daha büyük bir hastalık yoktur.” diyor.

Ki doğrudur.

Yalan, toplumu çürüten, fertleri bitiren bir hastalıktır.

Kanser gibi toplumu sardı mı onun iflahı mümkün değildir.

Yalancılar İslam ahkâmını reddederler.“Gördün mü dini yalan sayanı? İşte odur yetimi itip kakan; Ve yoksula yedirmeyi özendirmeyen! Vay haline o namaz kılanların ki, Onlar namazlarının özünden uzaktırlar. Onlar halka gösteriş yaparlar. Hayra da engel olurlar.  Mâun,1-7”

Yalancılar yapılan her iyiliği engellemeye çalışırlar. Yalancılar yetimi itip kakmaya çalışırlar, mallarına çökmeye çalışırlar.

Yalancılar gösteriş için iş yapmış olurlar.

Muhtemeldir ki, abdestleri olmadan namaz kılıyormuş, cenaze namazı kılıyormuş gibi eğilip kalkarlar.

Yalancılar da şifahaneye değil, hastaneye dönüşen okullara gönderilmekte ve hastalıkları çoğaltılmaktadır.

İster maddi ister manevi olsun hastalıkların arttırılması için kitle iletişim araçları ve sosyal medya kullanılmaktadır.

“Dünya tarihinde hiçbir iktidar sahibi, bugün Amerikan kitle iletişim araçlarını yönlendiren bir avuç kişinin sahip olduğu imkânlara sahip olmamıştır. Üstelik bu iktidar, hiçte öyle soyut bir ‘iktidar’ değil; bu iktidar, elle tutulur, gözle görülür bir biçimde evlere giriyor, çoluk çocuk dinlemeden milyonlarca insanın zihnini denetim altında tutuyor.

     Kitle iletişim araçlarıyla, önce bir dünya imajı çiziliyor, ardından da, çizilen bu imaj hakkında ne düşünülmesi gerektiği kitlelere empoze ediliyor. Bir başka deyişle, üzerinde düşünülecek dünya da, bu dünya hakkında düşünülebilecek şeyler ve düşünme biçimleri de, bu bir avuç insan tarafından tayin ediliyor.

   Kendi yakın çevremiz ve yüz yüze iletişimde bulunduğumuz insanlar hakkında sahip olduğumuz bilgiler dışında, dünya hakkında bütün bildiklerimiz veya bildiğimizi sandıklarımız bize günlük gazeteler, haftalık dergiler, radyolar ve televizyonlar gibi kitle iletişim araçlarından aktarılıyor, benimsetiliyor.

     Hangi haberlerin bize ulaştırılması gerektiğine, hangi sırayla ulaştırılacağına ve dünya imajımızın hangi kelimelerle çizileceğine hep bizim dışımızda yüzlerini bile görmediğimiz bu insanlar karar veriyorlar. Bununla da yetinmiyorlar, bize ulaştırdıkları bu haberleri, ayrıca tahlil de ediyorlar: Böylece neyi nasıl düşüneceğimizi de bu insanlardan öğreniyoruz.”*

Fertlerini, dolayısıyla kendini düzeltmek, iyileştirmek isteyen toplumlar “hastane”lere değil, “şifahane”lere yönelmek mecburiyetindedir.

Hatta sathı vatanı şifahaneye çevirmelidir.

Selam ve Sabırla… 04.12.2025

 

*Nabi Avcı, Kitle Kültürü Enformatik Cehalet,  Rehber Yayınları, Ankara 1990. 170-171.                       

 

 

 

 

3 Aralık 2025 Çarşamba

İslam Tevhid, Birlik ister

İslam Tevhid, Birlik ister

Veysi ERKEN Dr.

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Soyunuz sopunuzla birbirinize karşı övünesiniz diye değil, birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, Allah’a karşı saygısı, korkusu ve O’nun yasaklarından kaçınıp emirlerine itaati en yüksek olanınızdır. Hiç şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdârdır. Hucurât-13

Allah, bir erkek ve bir kadından yaratılan, türeyen, çoğalan insanoğluna yaratılış gayesini hatırlatıyor, milletlere, kabilelere ayırmanın üstünlük taslamak için değil tanışıp kaynaşma için olduğunu vurguluyor.

Ve tefrikada, ayrılıkta azap olduğunu şöyle açıklıyor.

 “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur`ân’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz. Al-i İmran-103”

Demek ki, parçalanıp bölünmemek için Allah’ın ipine, vahyine sımsıkı sarılmak gerekiyor.

Allah’ın ipine sımsıkı sarılan, vahyin ahkâmını yaşayan, yaşamaya çalışanlar arasında ülfet, meveddet ve muhabbet oluşur.

İman kardeşliği pekişir.

“Müminler ancak kardeştirler, öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki rahmetine mazhar olasınız. Hucurat-10”

Bu bağlamda dünümüzü ve günümüzü incelediğimizde İslam’ın, “tevhid” anlayışının birleştirici “aidiyet”çiliğin tefrikacı ve ayrıştırıcı olduğunu görürüz.

Unutulmamalıdır ki AİDİYET ile aidiyetçilik farklıdır.

“Aidiyet” inkâr edilecek şey değildir. Bizim medeniyetimizde “aidiyet”in inkârı söz konusu değildir. İstenmeyen “aidiyetçilik”tir.

Ait olunan grubun Allah’ın ahkâmına aykırı bir şekilde üstün tutulması, kutsanmasıdır.

Birey veya gruplar birden fazla birkaç aidiyete sahip olabilirler. Önemli olan bu aidiyetleri kimliğe dönüştürüp başka aidiyetleri imha etme vasıtası haline getirmemedir.

Bilinen gerçek şudur ki, kimliğe dönüştürülen aidiyetler ölümcül olabilir ve bunu en çok Siyonist haçlı anlayışı kullanır.

Tarih boyunca menfur emellerini gerçekleştirmek isteyen Siyonist haçlı zihniyeti İslam coğrafyasında aidiyetleri kimliklere dönüştürme çabasında olmuştur.

Tapınak şövalyelerinin ve uzantılarının bu politikası tespit edilip hayatımızdan çıkarabildiğimiz an kurtuluşun adımı atılmış olur.

Bu lanetli zihniyet dün Hint kıtasında, insanları aidiyetlere bölmüş Babür, Selçuklu, Osmanlı devletlerinin sonunu hazırlamıştır.

O kadar uzağa gitmeye gerek olmasa gerektir. Bugün Afganistan, Türkistan, Sudan, Libya, Cezayir, Suriye, Türkiye vs. ülkelerde sahnelenen oyun aynıdır.

Kısaca İslam coğrafyasında aynı zihniyet tefrika ağlarını örmektedir. İngiliz-Fransız gizli anlaşması “Sykes- Picot” ile tefrikayı nasıl ördüğünün bir göstergesidir. (Bu anlaşmayı okumak isteyenlere aşağıda verdiğim iki link’teki makaleleri okusun http://www.dunyabulteni.net/haberler/301594/sykes-picot-anlasmasi-neler-getirmisti ve http://www.jasstudies.com/Makaleler/1500154802_18-Yrd.-Do%C3%A7.-Dr.-%C4%B0smail-%C5%9EAH%C4%B0N.pdf  )

Esasında bu anlaşmayı basiret ve feraset sahibi olan herkesin okuması ve ibret alması gerekir.

Yüz yıl öncesi karanlık dehlizlerde oluşturulan tefrika bugün de aynı zihniyet tarafından devam ettirilmektedir. Dün Fransa ve İngiltere diyorduk. Bugün Fransa ve İngiltere’ye Amerika, Almanya, Rusya İtalya, kısaca bütün Siyonist haçlı ülkeleri eklemlenmiştir.

Bu melun zihniyet tefrika ağlarını İslam coğrafyasında taşeron örgütler, satılmış gazeteciler, kiralık bürokratlar, zihni iğfal edilmiş aydınlar (!), sanatçı kılıklı müptezeller, şeyh, cemaat önderi görünümlü aptallar vasıtasıyla gerçekleştirmektedir.

Maalesef İslam coğrafyasında tefrika zemini mümbitleşmiştir.

Türkiye bu tefrikayı ortadan kaldırma çabasında olduğu için hedef tahtasındadır.

Ülkemizi hedef tahtasına oturtanlar bir taraftan dostluk (!) ve barış (!)tan dem vururken maşalarını ve taşeronlarını piyasada bulundurmaktan geri durmamaktadır.

Felahımız mümkün mü?

Elbette mümkündür.

Felahımız “Allah’a dayanmak, Sa’ye sarılmak ve Hikmet’e ram olmak”la mümkündür.

Felahımız Siyonist haçlı zihniyetinin maşaları ve taşeronları marifetiyle oluşturdukları “tefrikacılık” zemini kurutmak ve “tevhid” anlayışını hâkim kılmakla mümkündür.

Selam ve Sabırla… 03.12.2025

 

Terbiyesiz Talim

Terbiyesiz Talim

Veysi ERKEN Dr.

İnsanımıza dayatılan eğitim modeli “terbiyesiz talim” modelidir.

Allah’tan, ahlaktan, duygulardan, tefekkürden kopuk bir modeldir.

“Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık. Biz ona doğru yolu da eğri yolu da gösterdik. Artık isterse şükreder, doğru yolda gider; isterse nankörlük edip eğri yollara sapar. İnsan, 2-3”

Sadece bu ayet üzerine tefekkür eden insanoğlu var oluşunu, oluşturuluş amacını kavrar ve ona göre bir hayat sürdürür.

Topraktan, Katışık nutfeden yaratılmış insanoğlu Rabbini tanıyıp ibadet etsin diye yaratılmış ve yaratılış amacı belirlenmiştir. “Ben cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp bana kulluk etsinler diye yarattım. Zariyât-56”

Peki, insanoğlu Rabbini nasıl bilecek.

Bunun yol ve yöntemleri açıklanmıştır.

Yaratılmışların üzerine tefekkür ederek, araştırarak.

Yer ve gök arasında olan her şeyi tefekkür etmek.

Kendi üzerinde tefekkür, teakkul, tezekkür etmek terbiye için başlangıçtır.

Topraktan, nutfeden yaratılmış insan kendi üzerine düşünürse böbreğinin 1.200.000 filtreye, Gözünün 576 mega (devasa) piksel görüş kabiliyetine, Hafızasının 2,5 milyon GB’a sahip olduğunu, ömrü boyunca kalbinin 250 milyon kere attığını, damarlarının 100.000 kilometre uzunluğunda olduğunu öğrenir, bunun üzerine tefekkür eder ve Rabbini bulur, hakkıyla kulluk eder.

Terbiyeli olur.

Maalesef bize dayatılan ve adına “eğitim sistemi” denilen yapı insanımızı “terbiye” etmiyor, tefekkür ve teakkul niteliklerini kazandırmıyor.

Sistemin imalat hataları ana, babalarından, çevrelerindeki iyi insanlardan ve diğer araçlar vasıtasıyla tefekkür ve tezekkürü öğrenebiliyorsa öğreniyor, kendini geliştiriyor ve yaratılış amacına göre bir hayat sürdürmeye çalışıyor.

Maalesef sistem daha çok şeytani yolları, yöntemleri öğretmeye çalışıyor ve talimli uşaklar yetiştirmeye gayret ediyor.

Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur: “Şeytan, kanın dolaştığı gibi insanın içinde dolaşır.” https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=1&SAYFA=267 hakikatini dile getiriyor ve terbiyesiz talimin yıkıma yol açabileceğine, insanı insan olmaktan çıkarabileceğine, maddenin kölesi haline dönüştürebileceğine vurgu yapıyor.

Bunu yaşadığım ve daha önce de yazılarımda kullandığım bir hadiseyi anlatarak izah edeyim.

Kalp kapakçıklarından rahatsız olan hanımın tedavisi için mesleğini bilen bir kardiyolog arayışına girdik. Doçent Dr. Olan bir hanımı tavsiye ettiler. Muayenehanesine gittik. Güya hanımı muayene etti ve küçük bir kâğıda hastanedeki polikiliniğe geliniz dedi. Tabii ki ücretini ödedik.

Kapıdan çıkarken “buraya (muayenehane) gelmeseydiniz, size bir buçuk, iki yıl sonrasına gün verirlerdi deyince nevrim döndü ve kendisine “sizi …. Parayla satın aldım” dedim.

Bu doktor mesleğini iyi bilen talimli, mesleğini sadece para için icra eden terbiyesiz, duygusuz, merhametsiz biriydi.

İşte Terbiyesiz talimin sonucu budur.

Var oluşunu ve var oluş amacını bilmeyen damarlarında şeytanın dolaştığı iki ayaklı mahlûk.

Selam ve Sabırla… 03.12.2025

2 Aralık 2025 Salı

Dostlar için Dua

Dostlar için Dua

Veysi ERKEN Dr.

Dua ihtiyacımızdır, yakarışımızdır.

Hastalarımızın şifa bulması için dua etmenizi bekliyoruz.

Kıymetli bir dostumuz yarın ameliyat olacak inşallah.

Şifayı veren Allah’tır.

Dostumuza Rabbulalemin'in şifasını dileyelim.

İnanıyoruz.

Her şeyimizdir dua.

Rabbim bunu buyuruyor. "Deki; Eğer duanız olmasa Rabbimin katında ne ehemmiyetiniz var." Furkan suresi, 77.Ayet.

Hepimizin ve hassaten yarın ameliyat olacak dostumuzun şifası için dua bekliyorum tüm dost ve gönüldaşlardan.

Evet…
“Duasız üşür yürekler...
Sana bir dua eden olsun
Sen birine dua et!
Duasız üşür yürekler...
Biliyor musunuz?
Başkasına dua ettiğinde, aslında sen kendine dua ediyorsun!
Ne kadar çok kimse için dua edersen, o kadar çok KAZANIYOR YA DA KAYBEDIYORSUN!
Çünkü melekler,
Duan, rahmet ve hayr ise: " Bir misli de sana olsun, âmin",
Duan zulmet ve şer ise: " Bir misli de sana olsun, âmin" derler...
Dua: içimizle muhasebe olunacağımız bir Sır’dır.
Bir ayna gibidir tıpkı, içimizi yansıtır bize.
Rabb'e sunulan bir arzuhaldir dua, geri döner bize o kapılardan yüreğimizce.
Hep hayra dua edenlerin, maddeten ve manen hayırlara ermesi, şerre dua edenlerinse, rahmetten mahrum kalması bundandır iste.
“(Resulüm!) Kullarım sana beni soracak olurlarsa bilsinler ki, ben, şüphesiz onlara çok yakınım. Bana dua edenin duasına icabet eder (kabul eder)im. Bakara Sûresi 186. ayet:
"Rabbimiz buyurdu ki: Bana dua edin size cevap vereyim."Mü'min-60.

Şimdi ameliyat olacak dostumuz ve hepimiz için dua vaktidir.

Selam ve sabırla… 02.12.2025

 

 

Siyonist Taktik: Yok Edemediysen Yardım (!) Et

Siyonist Taktik: Yok Edemediysen Yardım (!) Et

Veysi ERKEN Dr.

“Tarih hamak değil YAY" mesabesinde olmalıdır ki ibret alalım.

Maalesef tarihçi bildiklerimizin ekseriyeti “tarih”i bizlere “hamak” olarak öğretmektedirler ve katilleri, soykırımcıları, vahşileri, işgalcileri yardımsever olarak göstermeye çalışıyorlar.

Kanaatim düşmanı yardımsever olarak gösterenlerin hain oluşu yönündedir.

Tarihin derinliklerine gitmeye gerek yoktur.

Günümüzde Gazze’de, Doğu Türkistan’da ve dünyanın pek çok yerinde soykırım, vahşet, yıkım gerçekleştirilmektedir.

Ahaliyi tamamen yok edemeyen Siyonist soykırımcılar, vahşiler güya barışı sağlamak için çaba sarf etmekte ve mazlumlara, şehirleri, ülkeleri talan edilmişlere yardım(!) ediyorlar.

Yardım(!) edenleri temize çıkarmak için içimizdeki hainler hemen devreye sokulmuş vaziyette.

İfadeleri şu.

Bakınız İngiltere, ABD, Fransa, Almanya, Birleşmiş Milletler Gazze’ye yardım ediyor.

Bunlar iyidir, yardımseverdir, katliama karşıdırlar.

Görüntü budur.

Maalesef içimizdeki Siyonistler ve Siyonistleşmişler dışarıdakilerden daha ahlaksız, vatansız ve düşmandır.

Dışarıdakilere “pirincin içindeki siyah taşlar” benzeri iken, bu tipler “pirinç içindeki beyaz taşlar” gibidirler.

Dişimizi kırmaya, içimize fitne, fücur ve fesat yaymaya çalışan vatansızlardır.

Bu tipler Siyonistlerin taktiği olan Yok Edemediysen Yardım (!) Et ilkesini gizlemeye, Siyonist haçlıları şirin, sevecen ve yardımsever göstermeye çalışan farelerdir.

Unutulmamalıdır ki bunların yardımları(!) “kapandaki peynir gibidir”.

Herkesin malumudur.

“Bedava peynir ancak kapanda olur”

Siyonist haçlı zihniyetinin yardımları(!) kapandaki peynir gibidir ve Müslümanların, mücahidlerin, insan olanların duygularını, heyecanlarını, kararlılıklarını, imanlarını, imkânlarını yok etmek içindir.

Geçmişte uçak imal etmeyin uçağınızı vereceğiz, tank yapmayın tankınız bizden hibe, ilaç fabrikalarınızı kapatın, formüllerinizi imha edin, ilacınız ve formüler bizden diyen Siyonist zihniyet, bugün yerli (!) görünümlü ajanlarla aynı oyunu sergilemeye çalışıyor.

Hasılı kelam.

Kurtuluş için feraset sahibi olmak, tuzakları bozmak ve tedbirler alarak karşılıksız yardım(!)ları reddetmek mecburiyetindeyiz.

Selam ve Sabırla… 02.12.2025

Medeniyetimizin Kanayan Ufku: DOĞU TÜRKİSTAN

Medeniyetimizin Kanayan Ufku: DOĞU TÜRKİSTAN

Veysi ERKEN Dr.

Doğu Türkistan medeniyetimizin tohumudur. Filizlendiği, büyüdüğü ve adalet dallarının yeryüzünün her tarafına yayıldığı coğrafyadır.

Doğu Türkistan bugün soykırımın, vahşetin, işgalin, sömürünün sürdürüldüğü yerdir.

Mir Kamil Kaşgarlı Doğu Türkistan’ın mağduriyetini, mazlumiyetini dile getiriyor ve çıkış yolu göstermeye çalışıyor.

Hem Doğu Türkistan’ın dışında yaşamaya mecbur kalanlara hem de insan olan herkesin yapması gerekenleri şöyle özetliyor.

“Doğu Türkistan, sadece bir mağduriyet coğrafyası değildir. Doğu Türkistan, Çin’in totaliter selini binlerce yıldır Avrasya steplerinde tutan kadim bir "Medeniyet Duvarı"dır. Eğer bu duvar yıkılırsa, ortaya çıkacak olan tufan sadece Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini değil, küresel düzeni yutacak bir karanlığı da beraberinde getirecektir.

Bu yüzden, yetmiş yıllık "mağduriyet ilanı" paradigmasını terk ediyor; yerine "Aktif Stratejik Savunma", "Çok Katmanlı Mukavemet" ve "Nihai Muvazene" üzerine kurulu yeni bir Kurtuluş Doktrini ikame etmeliyiz.

Türk devlet aklına ve İslam dünyasının vicdanına 6 maddelik stratejik manifestomuzu arz ediyorum:

1. Ontolojik Sıçrama: Dernek Zihniyetinden Devlet Aklına Geçiş

Uluslararası sistem, derneklerle veya sivil toplumla değil; egemen aktörlerle masaya oturur. Bizim ilk hamlemiz, diasporadaki dağınık ve şahsi çekişmelerle enerjisini tüketen yapıyı lağvetmektir. Bunun yerine, uluslararası hukuk nezdinde bir özne haline gelecek, liyakate dayalı, teknokrat kadrolardan oluşan "Tek ve Meşru Bir Siyasi İrade"yi (Sürgünde Temsil Heyetini) tesis etmeliyiz. Bu irade, sıradan bir yardım kuruluşu gibi değil, bir "devlet aklı" mantığıyla hareket etmeli; dünyadan sadaka değil, siyasi ittifaklar talep etmelidir.

2. Adalet Hafızası Merkezleri Kurmak: 

Soykırımın en büyük hedeflerinden biri de hafızayı yok etmektir. Buna karşı Türkiye’nin öncülüğünde, uluslararası standartlarda bir "Doğu Türkistan Soykırımı Adalet ve Hafıza Merkezi" kurulmalıdır. Bu merkez, yaşanan zulmü delilleriyle kayıt altına alan, tanıklıkları hukuki bir formata dönüştüren ve gelecekteki Lahey yargılamaları için bir iddianame arşivi oluşturan bilimsel bir kurum olmalıdır. Bu, feryadı delile, acıyı ise hukuki bir davaya dönüştürecek en stratejik adımlardan biridir.

3. Hukuki Taarruz: "İşgal Altındaki Toprak" Statüsü

Çin’in en büyük zırhı, işlediği soykırıma "iç meselesi" diyerek çektiği egemenlik perdesidir. Bizim görevimiz bu perdeyi yırtmaktır. Doğu Türkistan meselesini diplomatik lügatte "insan hakları ihlali" parantezinden çıkarıp; uluslararası hukuk terminolojisinde "Gasbedilmiş Vatan" ve "İşgal Altındaki Toprak" statüsünde tescil ettirmeliyiz. Bu statü, Pekin’in "terörle mücadele" yalanını hukuken dinamitleyecek ve Çin’in bölgedeki her eylemini gayrimeşru ilan edecek yegâne yoldur.

 Bu yüzden Türkiye, sadece bir devlet olmanın ötesinde, tarihin kendisine yüklediği adalet sancağını eline almalı; Doğu Türkistan’ın bir "iç mesele" değil, gasp edilmiş bir vatan, yani uluslararası hukuk önünde bir "İşgal Altındaki Toprak" olduğunu tüm dünyaya ilan ettirmenin öncesi olmalı. Bu kutlu kararın sesini önce Anadolu'nun en ücra köşesindeki ilçe belediye meclislerinden, sonra il meclislerinden yükseltmeliyiz. Ta ki bu ses sonunda büyük millet Meclisimizin kürsüsünden, tüm mazlum milletlere umut olacak bir karar olarak yankılanana dek. Bu, sadece bir yalanı parçalamak değil, hakikatin ve adaletin onurunu kurtarmak için atılacak en şerefli adımdır.”

4. Entelektüel Harp ve İstihbarat Savaşı: Düşmanı Tanımak

Biz yıllarca dünyaya "Çin bize ne yapıyor?" sorusunun cevabını anlattık. Artık "Çin'in zafiyetleri nelerdir?" sorusuna odaklanmalıyız.

Türkiye’de kurulacak bağımsız Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Çin’in ekonomik balonlarını, demografik krizlerini ve "Bir Kuşak Bir Yol" projesinin kırılganlıklarını analiz etmelidir. Karar alıcılara "Siyah Raporlar" (Black Papers) sunarak, bilgiyi düşmana karşı stratejik bir silaha dönüştürmelidir.

Çin'in 2017 yılında yürürlüğe koyduğu Ulusal İstihbarat Yasası’nın 7. Maddesi açıkça şöyler der: 'Her kurum ve vatandaş, devletin istihbarat çalışmalarını desteklemek, yardım etmek ve onlarla işbirliği yapmak zorundadır.' Bu yasa, sivil ile askeri, tüccar ile casus arasındaki sınırı ortadan kaldırmıştır. Yani bugün dünyanın herhangi bir yerindeki Çinli bir şirketin veya vatandaşın, Pekin’den gelen 'verileri bize aktar' emrine direnme şansı hukuken yoktur. Biz dünyaya şunu anlatmalıyız: Doğu Türkistan'daki gözetleme sistemleri (Panoptikon), bu yasanın bir parçasıdır ve yarın Londra'nın, İstanbul'un, Kahire'nin sokaklarına kurulacak bir distopyanın provasıdır. Bizim mücadelemiz, sadece Uygur'un değil, hür dünyanın mahremiyet mücadelesidir.

5. Ekonomik Bağımsızlık: Sadaka Değil, Milli Sermaye

Bizi siyaseten rehin alan, sesimizi kısan "sadaka psikolojisini" reddetmeliyiz.

Milli Kalkınma Kooperatifleri kurmalıyız, İsrail'in Kibbutz modelinden veya Ağa Han'ın kalkınma ağlarından ilhamla; diasporada her 10-20 aileyi birleştiren kooperatifler kurmalıyız. Halkımızı yardım kolisine muhtaç mülteciler olmaktan çıkarıp; vergi veren, istihdam sağlayan, bulunduğu ülkelerde siyasi nüfuz sahibi olan "hissedarlar"a dönüştürmeliyiz. Kendi ayakları üzerinde duramayan bir millet, bağımsızlığını finanse edemez.

6. Asimetrik Caydırıcılık ve Real politik

En büyük stratejik tabumuzla yüzleşmeliyiz. Masada elinizde caydırıcı bir kart yoksa, diplomaside sadece "ricacı" olursunuz.

Dünyanın dört bir yanına dağılmış, vatanı için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır, çelik gibi iradeye sahip on binlerce insan potansiyelimiz var. Onlar "radikalizm" veya ‘’terör’’ yaftasıyla ötekileştirilecek bir unsur değildir. Bu potansiyel, meşru siyasi iradenin kontrolünde, diplomatik masada elimizi güçlendirecek bir "Asimetrik Caydırıcılık Unsuru"dur. Çin’in "güvenlik" endielerini, ancak masada bir güvenlik kozumuz varsa yönetebiliriz. Çin’in kara propagandasına ve güvenlik tezlerine karşı; kalem ile kılıç, diplomasi ile saha hâkimiyeti bizim çıkış yolumuzdur.”

Bu teklifler hayat bulur mu?

Selam ve Sabırla… 02.12.2025

1 Aralık 2025 Pazartesi

Türkiye Düşmanlarını Tasfiye Ettikçe

Türkiye Düşmanlarını Tasfiye Ettikçe

Veysi ERKEN Dr.

Türkiye, kendisine düşmanlık eden örgütleri tasfiye etme ve huzura kavuşma çabalarını yoğunlaştırdığı her dönemde Siyonist haçlı çetesinin uşakları, köleleri, işbirlikçileri kudurmakta, hemen hoplayıp zıplamakta ve Türkiye’deki karışıklıkların devamını sağlamaya çalışmaktadır.

Buradan rahatlıkla şu sonucu çıkarmamız mümkündür.

PKK ve türevleri, DEAŞ ve diğer sol görünümlü örgütlerin sahipleri Siyonist haçlı zihniyetinin devletleri olan ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve kışlaları olan İsrail’dir.

Kısaca sahipler Siyonist çetelerdir.

Bu Siyonist haydutlar örgütlerinin dağıtılmasını, yok edilmesini, Türkiye’nin huzura kavuşmasını ve dünyaya nizamat vermesini istememektedir.

Kitle iletişimin yaygınlaştığı, sınır tanımadığı günümüzde bunu bilmeyen kalmamıştır.

Bölücü, kışkırtıcı, dağıtıcı her eylemin planlayıcısı Siyonist haydut çetelerdir ve piyonları kullanmaktadır.

Ülkemizin, coğrafyamızın, mazlumların huzurunu, refahını, kalkınmışlığını ve dünyada adaletin tesisini arzu edenler artık bu örgütlerin tasfiyesine katkı sağlamakla, onların tasmalarını tutan elleri kırmakla mükelleftir.

Terörist, haydut ve korsan örgütler konumunda olanların sahipleri ABD, İngiltere, Fransa ve kışlaları olan İsrail durdurulmalıdır ki Türkiye huzura, barışa kavuşsun, dünyada adaleti tesis etsin.

Unutulmamalıdır.

ABD denilen korsan ve haydut örgüt dünyaya çökmeye ve örgütlerini maşa olarak kullanmaya devam ediyor.

Kolombiya, Kanada, Meksika ve Venezuela ABD’nin doğrudan çökmeye çalıştığı ülkelerdir.

Unutulmamalıdır, Suriye’de, Irak’ta, İran’da, Sudan’da, Pakistan’da, Somali’de ve dünyanın her yerinde faaliyet gösteren bütün örgütler ABD-İngiliz Siyonistlerinin maşasıdır ve tasfiye edilmelidir.

Siyonist ateş ülkemize daha fazla sıçramadan engellenmelidir ve kuduranlar, ülkemizi efendileri olan İngilizlere şikâyet etme cüretini gösterenler tasfiye edilmelidir.

Selam ve Sabırla… 01.12.2025

 

 

MEDENİYETİMİZİN KANAYAN UFKU VE MESULİYETİMİZ-1

MEDENİYETİMİZİN KANAYAN UFKU VE MESULİYETİMİZ-1

Veysi ERKEN Dr.

“MEDENİYETİMİZİN KANAYAN UFKU VE MESULİYETİMİZ” konuşması ve çözüm için teklifleri Mir Kamil KAŞGARLI’ya aittir. Muvafakati ile Doğu Türkistan’a ve Doğu Türkistanlılara katkısı olur ümidiyle 6 Bölüm halinde yayınlanmaktadır. (v.e.)

“Sebilürreşad Vakfı’nın muhterem yöneticileri, ilim ve fikir dünyamızın seçkin temsilcileri, kalemiyle ve kelamıyla hakikatin nöbetini tutan aziz dostlar,

Sizleri; İslam’ın doğudaki son kalesi ve ilk kapısı, Doğu Türkistan’ın kederli başkenti Kaşgar’dan getirdiğim selamla; hürmetle ve muhabbetle selamlıyorum.

Bugün burada, Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı, / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı” düsturunu şiar edinmiş, Sebilürreşad gibi bir mektebin çatısı altındayız. Bu çatı, sadece bir vakıf binası değil; İslam coğrafyasının dertleriyle dertlenen, "Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim" diyen bir vicdanın kurumsallaşmış halidir.

Bu sebeple bugün burada yapacağım konuşma, şahsi bir mağduriyetin ifşası değil; bir medeniyet havzasının, sistematik bir yok oluşa karşı verdiği varoluş mücadelesinin, sizlerin vicdanına ve entelektüel birikimine arzıdır.

İsmim Mir Kamil, Kaşgarlı. Soyadım, benim için biyolojik bir aidiyetten öte, ağır bir tarihsel mirası temsil etmektedir.

Kıymetli Hazirun,

Doğu Türkistan meselesini anlamak için önce şu soruya cevap vermeliyiz: "Bizim tarihsel ve kültürel kodlarımız nerede yazıldı?"

Bizim tarihimiz, Malazgirt Ovası'nda at koşturmakla başlamaz. Hele 1923'te kurulan Cumhuriyetle hiç başlamaz. Bizim köklerimiz, devletimizin tapu senedi olan o tarihten çok daha derinlerdedir. 1071 Malazgirt Ovası'na atları süren iradenin, o kılıçları kuşanan imanın doğduğu bir ana rahmi vardır. İşte o ana rahmi, Doğu Türkistan’dır. Anadolu bir çınar ise, Doğu Türkistan onun tohumudur.

Bu bağ sadece manevi bir bağ da değildir. Bu, kan bağıdır, can bağıdır. Sultan Alparslan’ın oğlu Melikşah’ın, Karahanlılar melikesi Türkan Hatun ile evlenmesi, sadece siyasi bir evlilik değil, aynı zamanda Batı Türkleri ile Doğu Türklerinin kaderini birbirine mühürleyen sarsılmaz bir ahittir.

Ata yurdumuz Doğu Türkistan toprakları, İslam’dan önce de Gök Tanrı inancıyla semaya el açan Göktürklerin, şehirler kuran, medeniyet inşa eden Uygur Kağanlığının yurdudur. Yani burası, binlerce yıldır Türk’ün öz be öz vatanıdır.

Peki, Anadolu’yu bizlere vatan kılan o kutlu ruh nerede doğdu? O ruh, 751 yılında, Talas Nehri kenarında, tarihin bir kader anında doğdu. Bir yanda İslam orduları, diğer yanda Çin’in zalim orduları karşı karşıya geldiğinde, savaşın kaderini değiştirenler, bizim atalarımız olan Karluk Türkleri oldu. Atalarımız, o gün Çin yayılmacılığına karşı İslam ordularının yanında saf tutarak sadece bir savaşı kazanmadı; Türk dünyasının manevi kıblesini, ebedi istikametini de belirledi. O gün, Türk ile İslam’ın kalbi ilk kez birlikte attı ve bir daha asla ayrılmadı.

Ve takvimler 10. yüzyılı gösterdiğinde, tarihin akışını değiştiren o kutlu hadise yaşandı. Tıpkı güneşin doğudan yükselmesi gibi, İslam’ın nuru da Türk dünyasını bizim topraklarımızdan aydınlattı. Karahanlı Devleti'nin hakanı Satuk Buğra Han, 934 yılında İslam’ı devlet dini olarak kabul etti. O, sadece bir din seçmedi; milletine yeni bir ruh, yeni bir ufuk ve ölümsüz bir kimlik hediye etti. Onun öncülüğünde, tarihçilerin kaydettiği üzere, iki yüz bin çadırlık Türk boyunun Kelime-i Şehadet getirerek İslam’la şereflenmesi, sadece bir din değiştirme olayı değildir. Bu, Doğu Türkistan’ın, İslam’ın Doğu’daki Sancaktarı ve yıkılmaz Kalesi olduğunun, tarihin mahkemesi huzurunda ilanıdır.   DEVAMI- 2

MEDENİYETİMİZİN KANAYAN UFKU VE MESULİYETİMİZ-2

MEDENİYETİMİZİN KANAYAN UFKU VE MESULİYETİMİZ-2

Veysi ERKEN Dr.

“MEDENİYETİMİZİN KANAYAN UFKU VE MESULİYETİMİZ” konuşması ve çözüm için teklifleri Mir Kamil KAŞGARLI’ya aittir. Muvafakati ile Doğu Türkistan’a ve DoğuTürkistanlılara katkısı olur ümidiyle yayınlanmaktadır. (v.e.)

“Bizler, Malazgirt’ten evvel Talas’ta kader birliği yapmış, Karahanlı ile devlet aklını, Selçuklu ile cihan hâkimiyetini, Osmanlı ile nizam-ı âlemi tesis etmiş bir geleneğin çocuklarıyız. Bugün üzerine konuştuğumuz coğrafya, İslam medeniyetinin sadece bir "serhat boyu" değil; bizzat "ana Rahmi”dir.

Peki, bu neden önemli? O gün Satuk Buğra Han’ın yaktığı o iman ateşi olmasaydı, o ateş batıya doğru yürüyen Tuğrul Bey’i, Çağrı Bey’i ve Alparslan’ı ısıtmasaydı; bugün bizler Anadolu’da olmazdık. Selçuklu Devleti’ni kuran, İstanbul’u fetheden, Viyana kapılarına dayanan Osmanlı’yı var eden o Türk-İslam sentezi, o “İ’la-yı Kelimetullah” davası, işte o gün, Kaşgar’da, Balasagun’da, bizim ata yurdumuzda doğmuştur. Anadolu’nun fethinin manevi ve stratejik temelleri, binlerce kilometre doğuda, Doğu Türkistan’da atılmıştır.

İşte o altın çağda, o topraklardan sadece gaziler, alperenler çıkmadı. Medeniyetimizin kutup yıldızları olan en büyük mimarları da çıktı:

Kaşgarlı Mahmud, o günün süper gücü olan Türkler ile Araplar arasındaki kardeşlik bağlarının güçlenmesi için, iki büyük medeniyetin birbirinin dilini derinlemesine tanıması için, dünyanın ilk ansiklopedik sözlüğünü, yani Türk dilinin onur vesikası olan Divanu Lügati’t-Türk’ü o topraklarda yazdı. O, kelimeleri değil, bir milletin ruhunu ve özgüvenini derlemiştir.

Yusuf Has Hacip, Türk’ün kadim devlet aklı olan Töre ile İslam’ın adalet anlayışını tek bir potada eriterek, Türk töresi ile İslam'ın siyaset ve devlet anlayışını sentezleyerek bir devletin nasıl adil olacağını anlatan Kutadgu Bilig’i yine o topraklarda kaleme aldı.

Kısacası Doğu Türkistan, Türk-İslam medeniyetinin sadece geçtiği bir koridor değil; filizlendiği bir pınar, doğduğu bir ana rahmidir.

Dolayısıyla bugün Doğu Türkistan’da yaşananlar, Çin’in "iç meselesi" veya yerel bir etnik çatışma değildir. Çin’in, o coğrafyada buldozerlerle girdiği yer, Kaşgarlı Mahmud’un mirasıdır; yasakladığı dil, Türkçe’nin en saf halidir; susturduğu ses, Ezan-ı Muhammedi’dir. Bu saldırı, doğrudan doğruya Türk-İslam medeniyetinin köklerine, hafızasına ve geleceğine yapılmış, stratejik ve ideolojik bir taarruzdur.

Bu yüzden orada yıkılan her cami, sadece bir bina değildir; ecdadımızın secdesidir. Orada susturulan her kelime, bin yıllık Türk tarihine sıkılan bir kurşundur. Ve stratejik olarak asla unutmayalım: Doğu Türkistan, yüzyıllar boyunca Çin’in totaliter ve yayılmacı emellerinin önündeki son "Polat Duvar" olmuştur. O duvar, sadece topla tüfekle değil; imanla, kültürle, dil ile örülmüş bir duvardı. Eğer bu duvar yıkılırsa, o zalim rejim, tıpkı bir sel gibi, Orta Asya’daki kardeş cumhuriyetlerimizi ve nihayetinde tüm dünyayı tehdit etmeye başlayacaktır.

Değerli Dostlar,

Bizim nazarımızda Kaşgar’ın hürmeti, Kudüs’ün kutsiyetinden bir an bile ayrı düşünülemez! Doğu Türkistan’dan yükselen feryat, Gazze’nin arşa değen çığlığının ta kendisidir. Biri Asya’nın kalbinde, diğeri Ortadoğu’nun bağrında kanayan iki yara, ama tek bir ümmetin bedeninden kopmuş iki candır. İşte bu yüzden haykırıyoruz: Doğu Türkistan, Filistin’dir; Filistin de Doğu Türkistan’dır! Gazze'de çocukları öldüren ile Doğu Türkistan'da doğmamış çocukları anne karnında öldüren zihniyet, aynı karanlığın askerleridir. Küfür tek millettir. DEVAMI- 3

MEDENİYETİMİZİN KANAYAN UFKU VE MESULİYETİMİZ-3

MEDENİYETİMİZİN KANAYAN UFKU VE MESULİYETİMİZ-3

Veysi ERKEN Dr.

“MEDENİYETİMİZİN KANAYAN UFKU VE MESULİYETİMİZ” konuşması ve çözüm için teklifleri Mir Kamil KAŞGARLI’ya aittir. Muvafakatı ile Doğu Türkistan’a ve Doğu Türkistanlılara katkısı olur ümidiyle yayınlanmaktadır. (v.e.)

 

“Akif’in, "Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem" dizeleri, bizim için edebi bir metin değil, bir hayat memat meselesidir. Ben size, bu zulmün istatistiklerini değil, bizzat ruhumda açtığı yaraları anlatmak için buradayım.

Yıllar evvel, sesimizi dünyaya duyurabilmek adına Türkiye’ye hicret ettim. Ancak bu hicret, ardımda bıraktıklarımın bedelini, hayal bile edemeyeceğiniz bir acıyla ödettirdi. Tam 16 yıl... Bir babanın evlatlarının yüzünü görmeden, kokusunu duymadan, sesindeki değişimi fark edemeden geçirdiği 16 koca yıl. Bir baba için bu 16 yıl değil, 16 asırdı.

2013 Yılında Sayın Cumhurbaşkanımızın şahsi diplomatik gayretleriyle evlatlarıma kavuşabildim; bu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, mazlum Türk’e sırtını dönmeyeceğinin, bizim için yaşayan en büyük kanıtıdır. Bu vefayı asla unutmayacağız. Allah Cumhurbaşkanımızdan ebediyen razı olsun.

Lakin hikâyemin diğer yarısı, ne yazık ki modern dünyanın utanç vesikasıdır.

Annem, merhume Haci Buvi Hadiçe Hanım... Tek suçu inancını yaşamak, torunlarına "Allah" demeyi öğretmek, seccadesini terk etmemekti. Çin’in, 21. yüzyılda dünyanın gözü önünde inşa ettiği o modern toplama kamplarında işkence ile 2019 yılında şehit edildi.

Düşünebiliyor musunuz? Bir evlat olarak annemin nerede vefat ettiğini, cenazesinin nereye defnedildiğini, hatta bir mezar taşının olup olmadığını dahi bilmiyorum. İnsanın en temel hakkı olan "yas tutma hakkı" ve "mezara sahip olma hakkı" elimizden alınmıştır. İşte Çin’in uyguladığı bu politika, sadece insanı öldürmeyi değil; insanın izini, hatırasını ve kutsalını yok etmeyi hedeflemektedir.

Ne acıdır ki; Çin’in “Bir Kuşak, Bir Yol” projesinin parlak ambalajı, birçok İslam ülkesinin gözüne perde, vicdanına kilit vurmuştur. "Reel Politik" adı altında, ekonomik çıkarlar uğruna İslam dünyasının büyük bir kısmı bu sessiz çığlığa kulaklarını tıkamıştır. Birleşmiş Milletler’de Pekin’in tezlerini destekleyen İslam ülkelerinin tavrı, Akif’in "Tükürün, milleti alçakça vuran darbelere! / Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!" mısralarını hatırlatmaktadır.

Karşı karşıya olduğumuz durum, sıradan bir baskı rejimi değildir. Çin Komünist Partisi, "Üç Boyutlu Bir Soykırım Stratejisi" yürütmektedir:

1. Kültürel ve Epistemolojik Soykırım: Tarihi eserlerin yıkılması, dilin yasaklanması, entelektüellerin ve kanaat önderlerinin hapsedilmesi suretiyle toplumsal hafıza silinmekte, nesiller köksüzleştirilmektedir.

2. Biyolojik Soykırım: Zorunlu kısırlaştırma politikaları ve neslin devamını engelleyen demografik müdahalelerle Türk nüfusu fiziksel olarak azaltılmaktadır. 

3. Manevi/Teolojik Soykırım: Kamplarda insanlara zorla dinlerini inkâr ettirilmesi, "Parti"nin Tanrı yerine ikame edilmeye çalışılması, insanın manevi varoluşuna yönelik bir saldırıdır.” DEVAMI- 4

MEDENİYETİMİZİN KANAYAN UFKU VE MESULİYETİMİZ-4

MEDENİYETİMİZİN KANAYAN UFKU VE MESULİYETİMİZ-4

Veysi ERKEN Dr.

“MEDENİYETİMİZİN KANAYAN UFKU VE MESULİYETİMİZ” konuşması ve çözüm için teklifleri Mir Kamil KAŞGARLI’ya aittir. Muvafakati ile Doğu Türkistan’a ve Doğu Türkistanlılara katkısı olur ümidiyle yayınlanmaktadır. (v.e.)

“Kıymetli Hazirun, Muhterem Münevverler,

Buraya kadar Çin’in uyguladığı vahşeti anlattık. Ancak bugün burada sadece acımızı değil, bu acıyı dindirecek stratejik aklı da konuşmak zorundayız.

Öncelikle şu jeopolitik hakikati zihinlerimize kazımalıyız: Doğu Türkistan, sadece bir mağduriyet coğrafyası değildir. Doğu Türkistan, Çin’in totaliter selini binlerce yıldır Avrasya steplerinde tutan kadim bir **"Medeniyet Duvarı"**dır. Eğer bu duvar yıkılırsa, ortaya çıkacak olan tufan sadece Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini değil, küresel düzeni yutacak bir karanlığı da beraberinde getirecektir.

Bu yüzden, yetmiş yıllık "mağduriyet ilanı" paradigmasını terk ediyor; yerine "Aktif Stratejik Savunma", "Çok Katmanlı Mukavemet" ve "Nihai Muvazene" üzerine kurulu yeni bir Kurtuluş Doktrini ikame etmeliyiz.

Sebilürreşad kürsüsünden, Türk devlet aklına ve İslam dünyasının vicdanına 5 maddelik stratejik manifestomuzu arz ediyorum:

1 Ontolojik Sıçrama: Dernek Zihniyetinden Devlet Aklına Geçiş

Uluslararası sistem, derneklerle veya sivil toplumla değil; egemen aktörlerle masaya oturur. Bizim ilk hamlemiz, diasporadaki dağınık ve şahsi çekişmelerle enerjisini tüketen yapıyı lağvetmektir. Bunun yerine, uluslararası hukuk nezdinde bir özne haline gelecek, liyakate dayalı, teknokrat kadrolardan oluşan **"Tek ve Meşru Bir Siyasi İrade"**yi (Sürgünde Temsil Heyetini) tesis etmeliyiz. Bu irade, sıradan bir yardım kuruluşu gibi değil, bir "devlet aklı" mantığıyla hareket etmeli; dünyadan sadaka değil, siyasi ittifaklar talep etmelidir.

2 Adalet Hafızası Merkezleri Kurmak: 

Soykırımın en büyük hedeflerinden biri de hafızayı yok etmektir. Buna karşı Türkiye’nin öncülüğünde, uluslararası standartlarda bir "Doğu Türkistan Soykırımı Adalet ve Hafıza Merkezi" kurulmalıdır. Bu merkez, yaşanan zulmü delilleriyle kayıt altına alan, tanıklıkları hukuki bir formata dönüştüren ve gelecekteki Lahey yargılamaları için bir iddianame arşivi oluşturan bilimsel bir kurum olmalıdır. Bu, feryadı delile, acıyı ise hukuki bir davaya dönüştürecek en stratejik adımlardan biridir.

3 Hukuki Taarruz: "İşgal Altındaki Toprak" Statüsü

Çin’in en büyük zırhı, işlediği soykırıma "iç meselesi" diyerek çektiği egemenlik perdesidir. Bizim görevimiz bu perdeyi yırtmaktır. Doğu Türkistan meselesini diplomatik lügatte "insan hakları ihlali" parantezinden çıkarıp; uluslararası hukuk terminolojisinde "Gasbedilmiş Vatan" ve "İşgal Altındaki Toprak" statüsünde tescil ettirmeliyiz. Bu statü, Pekin’in "terörle mücadele" yalanını hukuken dinamitleyecek ve Çin’in bölgedeki her eylemini gayrimeşru ilan edecek yegâne yoldur.

 Bu yüzden Türkiye, sadece bir devlet olmanın ötesinde, tarihin kendisine yüklediği adalet sancağını eline almalı; Doğu Türkistan’ın bir "iç mesele" değil, gasp edilmiş bir vatan, yani uluslararası hukuk önünde bir "İşgal Altındaki Toprak" olduğunu tüm dünyaya ilan ettirmenin öncesi olmalı. Bu kutlu kararın sesini önce Anadolu'nun en ücra köşesindeki ilçe belediye meclislerinden, sonra il meclislerinden yükseltmeliyiz. Ta ki bu ses sonunda büyük millet Meclisimizin kürsüsünden, tüm mazlum milletlere umut olacak bir karar olarak yankılanana dek. Bu, sadece bir yalanı parçalamak değil, hakikatin ve adaletin onurunu kurtarmak için atılacak en şerefli adımdır.” DEVAMI- 5