Bir Hatıra
Veysi ERKEN
Bugün 29 Ekim 2015.
Seçime iki gün kaldı.
Reyini kullanacaklara
tavsiyem şudur.
Biliniz ki, partiler
kutsallarınız değildir.
Hizmet edebileceğine
inandığınız, şiddete, silaha, tahribata hayır diyebilenlere oy veriniz.
Beyannamelerinde
eğitim özgürlüğünü –ki eğitim özgürlüğünün alanı çok dardır- daraltmayı ifade
eden, sorumluluk yüklenmeden kaçınan, ülkenin bütünlüğünü düşünmeyenlere itibar
etmeyiniz.
Bugün seçimden çok
kutlamalarla ilgili yazma ihtiyacı hissettim.
Sebebi şudur.
Sevinç günleri halkın
günleridir. Resmi kutlamalarda genel olarak halk yoktur. Bugünkü kutlama programının
bir kısmını seyrettim.
Halk yeterince olmasa
bile geçmiş yıllardan daha farklı.
Gönül ister ki
kutlamalar cumhuriyetin kurulmasında şehit ve gazi olanların yaşayışları,
duyguları ve emelleri esas alınsın.
Geçmiş yıllardaki
kutlamalarla ilgili yayınlamış olduğum bir hatıramı ihtiva eden yazımı sizlerle
paylaşayım.
“Her
kutlamada aynı manzaralar.
Balolar,
israflar, sefih davranışlar vd.
Merak
ediyorum.
Topraklarımızı düşmanın çizmesinden kurtarmak
için canını, malını, hayatını ortaya koyanlar mezarlarından kalkabilseler devleti
sahiplenenlerin sefih davranışlarını ve örtülü torunlarına yapılan muameleler
karşısında ne yaparlardı.
Eminim
ki, aklı başında olan her torunun merak ettiği bir husustur.
Cumhuriyeti
kuranlarla cumhuriyeti kutlayanların ekseriyeti arasında uyuşmazlık olduğu
kesindir. Kültürde, inançta ve yaşayışta uyuşmazlık acaba kandan mı
kaynaklanıyor? Bunun cevabını veremiyorum. Ama uyuşmazlığın olduğu kesin.
Uyuşmazlık
konusu beni lise dönemindeki hatıralarıma götürdü.
Gaziantep’i
görenler bilirler. Şehitlerin hatırasına dikilmiş bir anıt vardır. Bir gün
şehitler abidesinin yanından geçerken dilenciye benzeyen bir ihtiyarla
karşılaştım.
Annemin tembihi ve yetiştirmesiyle imkânım
varsa benden fakir olanlara yardım etmeye çalışırım. Bu okul öncesi dönemde
bana kazandırılan bir davranış. Annem sürekli merhamet etmeyene merhamet
edilmez sözünü bize tekrarlardı hadis olduğunu bilmeden,
Evet,
Merhamet
duygularım kabarmıştı. İhtiyar amcaya yardımcı olmaya karar verdim. Tabi ki,
bir öğrencinin yapabileceği kadar.
İhtiyar
amca duygularımı fark etmiş olacak ki, şuraya yanıma bir otur, beni dinle dedi.
Gayrı ihtiyari ihtiyar amcanın yanına oturdum. Durumumu sorup Gaziantep
Lisesinin ikinci sınıfında yatılı okuduğumu öğrendikten sonra anlatmaya
başladı.
İlk
sözü ben dilenci değilim oldu.
Ben
bir savaş gazisiyim dedi. Savaşa gitmeden önce ailece durumumuz iyi idi pek çok
aile gibi.
Şahin bey,
Şehit Kamil gibi biz de silaha sarıldık,
Kimimiz
şehitlik şerbetini içti, kimimiz gazi olarak geri döndük, Özellikle geri
dönenlerimiz için dönüş bir yıkım oldu. Şehit olanlar kurtuldu.
Bizler
evimize dönemedik, çoğumuzun evleri, arazileri hatta söylemek istemediğim
değerleri savaş kaçkınları tarafından işgal edildi,
Geriye
gördüğün pejmürdelik kaldı. Ben burayı ziyaret ederek benimle çarpışan
arkadaşlarımı ve geçmişimi yâd ediyorum,
Sizin
gibilerin pek çoğu yani gençlerin ekseriyeti halimizi anlamaz, hatırımızı
sormaz.
Senin
gibi bize yardım etmek isteyenler çok az.
Ağlamamak
için kendimi tutmadım.
Çok
ağladım o çocuk halimle. Zira ben bir şehit ve gazi torunuydum. Üstelik yetim
ve Antepli değildim.
İhtiyar
amcanın anlattıkları beni derinden sarsmıştı. Yeri geldiğinde gönüldaşlarımla
paylaştım.
Geçmişimizi
hiç unutmamalıydık. Hele hele nizam-ı
âlem ülküsüne sahip olduğunu iddia eden hiçbir zaman unutmamalıydı. İbret
almalıydı geçmişinden.
Beraber
ve aynı safta ikindi namazını edâ ederek ayrıldım ihtiyar delikanlıdan. O
değerleri için savaşmış ve gazi olmuştu. Yaşayışı değerlerine uygundu.
Merak
ediyorum bugün değerlerimizi tahrip ederek Cumhuriyeti kutlayanların ekseriyeti
acaba savaş kaçkınlarının torunları mı?
Değerlerimize
olan kin ve düşmanlıklarının temelinde ne var?
Bilenler
insaniyet namına bize bildirsin ki, olanı biteni anlayalım.
Selam
ve Sabırla… 05.11.2006”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?