Vatandaşlık Meselesi
Veysi ERKEN
Merhum Mehmet Akif duasında
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden ilahi, şudur ancak emeli;
Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli!
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” der.
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden ilahi, şudur ancak emeli;
Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli!
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” der.
Evet;
Bir
insanın vatanından cüda/uzak olması kolay bir şey değildir.
Hele
hele muhacir veya mülteci durumunda ise uzaklık ölümden beterdir diye düşünüyor
ve inanıyorum.
Vatandaşlık
konusuna bu bağlamda yaklaşıyorum.
Acaba
muhacir veya mültecilere karşı
tutumumuz ve bakışımız ne olmalıdır.
Bu
soruya verilecek cevap inandığınız, benimsediğiniz ve yaşadığınız inanca göre
şekillenir.
“Tutsak zihin”lere sahip
olduğumuzdan kendi değerlerimize göre düşünemez hale geldik/getirildik.
Şöyle
bir misalle durumu izah edeyim.
Bundan
30-35 sene öncesine kadar solcu/komünist olarak konumlandırılanlar “enternasyonal”den bahsederlerdi. Dünya
vatandaşlığından ve halkların Kardeşliği”nden dem vururlardı.
Milliyetçi/ülkücü
cenahında konumlandırılanlar ise farklı bir şekilde aynı noktadaydılar.
Milliyetçiler “rehber Kur’an hedef turan” ve “nizam-ı âlem diyerek” geniş bir coğrafyanın insanından
bahsediyordu.
Otuz
kırk yıl öncesine baktığımızda selametçisi, nurcusu, Türkçüsü, Kürtçüsüne, hepsine
aynı şeyi farklı şekillerde söyletiyorlardı.
Anlaşılan
hepsinin “zihinleri tutsak”. Görevli
akademisyen, gazeteci, televizyoncu, yorumcu, uzman kılıklılarla sadece fertler değil, gruplar savruluyor. Farkında
olmadan başkalarının aklı ve kavramlarıyla konuşuyorlar, bir şeye karşı oluyor
veya savunuyorlar. Şimdi hepsi içe kapanmacı hale dönüştürüldüler.
Vatandaşlık
meselesine başkalarının aklıyla yaklaşırsak bir yere varamayız. Her gün
savruluruz.
Vatandaşlık
konusuna kendi kavram, kural ve yöntemlerimiz bağlamında bakabilirsek doğru bir
sonuca ulaşabileceğimizi düşünüyorum.
Vatandaşlık
konusunu Karahanlı/ Gazneli/ Babür/ Memluk/ Selçuklu/ Osmanlı coğrafyamızı mihver
alarak inancımızın ilke, kural, kavram ve yöntemleriyle düşündüğümüzde sonuca
ulaşmak kolaylaşır.
Bahsi
geçen coğrafyada medeniyetin inşasında “tevhid”
anlayışı hâkimdir. Sınırları “Hududullah”
belirler.
Sadece
Osmanlı coğrafyasında bugün 70 civarında devlet bir o kadar “halk” vardır.
Hepsinin
ortak bir coğrafyası vardı.
Tevhid
anlayışı gereği istediği yere yerleşebiliyor, seyahat edebiliyordu. Coğrafyanın
insanı “lekum dinikum veliye din”
ilkesi gereğince bulunduğu yerde yaşayabiliyordu. Bunun için fermanlar
yayınlanıyordu.
Vatandaşlık
meselesine bu medeniyet tasavvuru ile bakıyorum.
Hayalim
bu doğrultudadır. “Hayalleri olmayanın
hakikatinin olamayacağı”na inanıyorum.
Hayalim
geniş bir coğrafyada serbest dolaşım ve yerleşimin sağlanmasıdır. Pakistanlısı,
Endenozya’lısı, Alman’ı, İngiliz’i, Suriyelisi vatandaşımız olabildiği gibi
bizim de o coğrafyaların vatandaşı olabilelim.
İstediğimiz
yerde iş kurabilelim.
Özgürce
inancımızı yaşayabilelim.
Kısaca
çifte vatandaşlık ötesi
vatandaşlıklar olabilmelidir.
Bu
anlayış vatanın terki değildir.
Bilakis
Cenabı Allah bize “sizi çıkardıkları
vatanlarınızdan onları çıkarınız” diye emreder.
Vatanını
seven vatanını savunur.
Uğrunda
şehit olmaya hazırdır.
İnsanların
topraksızlaştırılması, toprakların insansızlaştırılması” ekseninde vahşet
sergileyen Siyonist haçlı haydutlarına ram olmaz.
Bilinen
husus şudur.
Batılı
ülke yönetimlerinin tarihi soykırım tarihidir. Geçmişten günümüze kadar batılı
yönetimlerin politikaları hep soykırıma dayanmıştır ve devam ettirilmektedir.
Afganistan,
Türkistan, Sudan, Irak, Suriye, Libya, Arakan, Moritanya ve adlarını sayamadığım
bütün coğrafyalarda sürdürülen soykırımlar onların eserleridir.
Bizim
vatandaşlık anlayışımız soykırımcıların anlayışıyla örtüşemez örtüşmemelidir.
Soykırımcıların
vatandaşlık anlayışı “ötekileştirici”, “ayırıcı”,
bölücü” ve “yok edici”dir. Zenci denilenlere uygulanan şiddet bunun somut
misalidir.
Bizim
vatandaşlık anlayışımız “tehvid”çidir.
Muhacir
ve mülteciye “ensar” olmadır.
Herkesin
kendi değerleriyle yaşamasını sağlamadır. Bir başka deyişle herkese “lekum dinikum veliye din”
diyebilmedir.
Yunusun
ifadesiyle yetmiş iki millete bir gözle bakabilmedir.
Velhasıl,
Vatandaşlığa
“Size savaş açanlara karşı Allah yolunda
savaşınız, ama aşırı gitmeyiniz, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez. Bakara
190”
“Sizi öldürmeye teşebbüs edenleri karşılaştığınız
her yerde öldürünüz ve sizi çıkardıkları
yerden siz de onları çıkartınız; zaten zulüm ve baskı, öldürmekten daha
kötüdür (fitne katilden şiddetlidir). Onlar size savaş açmadıkça Mescid-i Haram
civarında onlarla savaşmayınız, ama eğer sizinle savaşırlarsa onları öldürünüz;
kâfirlerin cezası budur. Bakara 191”
“Eğer vazgeçerlerse, Allah çok affedicidir;
merhamet sahibidir. Bakara 192”
“O halde zulüm ve baskı kalmayıncaya ve
Allah'ın dini egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız. Vazgeçerlerse siz de
vazgeçiniz; zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. Bakara 193” ayetleri
perspektifinden bakabilmedir.
Selam ve Sabırla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?