29 Ocak 2020 Çarşamba

Lider halkın içinde olandır


Lider halkın içinde olandır

Bilinmelidir ki,  CHP Zihniyeti ve Ona İltisak Edenlerden Hayır Gelmez

Veysi ERKEN

            Çocukluğumuzdan beri öğrendiğimiz ve pratiğini yaşadığımız bir gerçeklik vardır.
            CHP zihniyetinden ve ona iltisaklı hale gelenden bu ülkeye ve bu ülkenin insanına hayır gelmez.
            Yetmişli yılları hatırlayanlarımız vardır. Öncesine gitmeye gerek yok. İki defa iktidar oldu. Ülkede kıtlık ve yokluk yaşadık. Terör azdı.
            Seksen sonrasında bir dönem mahalli yönetimlerde iktidar oldu. Özellikle büyük şehirlerdeki durumu bilmeyen yok.
            En son 28 Şubattan sonra Ecevit’i başbakan yaptılar.
            Eski bir tarih değil.
            Felaketleri hatırlamayanlarımız var mı?
            Hayır, gelmeyeceğini neden söylüyor ve yazıyoruz.
            Çünkü bu zihniyetin temel ilkesi “halka rağmen…..”dir.
            Halkla hiç olmadı bu zihniyet.
            Halka hep tepeden baktı ve bakıyor.
            Sel olur, deprem olur.
            CHP zihniyetinin yöneticiler tatilde ve eğlencede.
            Çünkü halkla işleri yok hep buyurgan hep buyurgan.
            CHP zihniyeti tek çocuğu için bir sarayı dört yıl tahsis eden, halkın içine karışamayan bir zihniyet.
            Hâlbuki biz biliyor ve inanıyoruz ki, tarihimiz boyunca yöneticiler hep yönettikleriyle iç içe olmuşlardır.
            Bakınız Hz. Peygamber hep halkla iç içedir.
            Cihad meydanında bir komutan, suffada bir eğitimci, Medine’de bir yönetici.
            Hep halkla beraber.
            Fatih, Yavuz, Yıldırım, Kanuni hep ön saftadır.
            Yöneticiler kendilerini hiç halktan ayırmadılar. Halktan biri gibiydiler.
            Yakın tarihte Merhum Muhsin Yazıcıoğlu hep vatandaşın içinde.  Ya merhum Recep Yazıcıoğlu.
            CHP zihniyetliler ve onlara iltisaklı hale getirilmiş politikacılar hatırlıyor mu?
            Merhum Yazıcıoğlu, kapısız makam odası mucidi Yazıcıoğlu bir gün depremde amele, dağ başında yaşayan garibanın yanında misafir, ertesi gün hastanede vatandaş gibi kuyrukta veya köprünün inşaatında bir işçi.
            Dünü hatırlamayanlar bugünü de karalamaya devam.
            Bakınız CHP zihniyeti ve türevleri ne diyor. “Deprem bölgelerinde çalışmaların aksamaması için protokolün deprem bölgesine hemen gitmemesi genelde kabul gören bir yaklaşımdır. Orada çalışanlar göçük altındakileri mi kurtaracak, protokolle mi ilgilenecek? Fakat bakıyoruz, Erdoğan çalışmaların sürdüğü alana yanında bir VIP ordusuyla girmiş.
            Diyen kim.
            Faik Öztırak.
            Faik Öztırak CHP yöneticisi.
            Kimi tenkit ediyor.
            Sahada olan, halkın içinde olan Erdoğan’ı, Soylu’yu ve diğerlerini.
            Erdoğan sahada.
            Ya onlar.
Onlar ne yapıyor.
            Sırça köşkte yaşıyor.
            Halka tepeden bakıyor.
            Recep Tayyip Erdoğan’ı tenkit ediyor.
            Tayyip Erdoğan ne yapmış.
            Deprem bölgesine gitmiş, felakete uğrayanlarla kucaklaşmış, hastanelerde yaralıları ziyaret etmiş, geçmiş olsun demiş.
Kısaca Recep Tayyip Erdoğan’da halkla iç içe.
            Vatandaşın tabutuna omuz veren, dağ başındaki askerin karavanasında kaşık sallayan, felaket yaşayan bölgelerde kürek kullanan bir şahsiyet Erdoğan.
            CHP zihniyeti buna tahammül edemiyor. Halkla olmaya tahammülü yok.
            Çünkü yerli değil.
            Bunu biliyoruz ve anlıyoruz.
            Ya başkalaşan ve onlara iltisak edenler.
            Memnun musunuz?
            Sizi CHP kayığına bindirmişlerin farkında mısınız?
            İstihale mi, metamorfoz mu geçirdiniz.
            Unutmayın halka tepeden bakanlar hep kaybedecek biiznillah.
            Hz. Peygamberin, Ertuğrulların, Osmanların, Fatihlerin, Yavuzların, Yıldırımların, Süleymanların, Selahaddin Eyyubilerin, Celalettin Harzemşahların izinde olanlar kazanacak.
            Selam ve Sabırla…
           

25 Ocak 2020 Cumartesi

Eğitim (maarif) ve Aile Alanında Neler Oluyor?


Eğitim (maarif) ve Aile Alanında Neler Oluyor?

Veysi ERKEN

            Yazdıklarımın kalıcı bir iz bırakmasını isterim.
            Niyetim cenabı Allah’ın rızasını kazanmaktır diye düşünüyorum, bunun için dua ediyorum ve yazıyorum.
            Hatalarım, kusurlarım ve eksikliklerim olabilir.
            Bu bağlamda Sayın Tayyip Erdoğan’ın samimiyetinden şüphem yok. Ancak etrafında samimiyetsiz insanların çok olduğundan da şüphem yoktur.
            Etraf o kadar yanlış yaptırıyor ki, kültürel dokumuzun tahrip edildiğini toplum yıllar sonra idrak ediyor, ama iş işten geçmiş oluyor.
            Buradan hareketle eğitim ve aile konularında neler oluyor diye sormadan edemiyorum.
            Evet, Eğitim alanında maalesef iyi şeyler olmuyor.
Çok okul kurmak, sınıf mevcutlarını düşürmek, teknolojiyi kullanmak yetmiyor. Bazen de bu değişiklikler kötülüğü arttırabiliyor.
            Bilindiği üzere eğitim (maarif) alanının düzelmesi ve yararlı olabilmesi için amacın, programın, ilke ve kuralların doğru belirlenmiş olması gerekir ki, “Salih insan” yetiştirilebilsin.
            Özellikle bu kavramlarla ilgili ciddi yanlışlıklar yapılıyor.
            Ben artık bu yanlışlıkların bilerek yapıldığına ve yaptırıldığına inanıyorum.
            Eğitimden anlayan herkes bilir ki, maarifte amaç iki yönlü olmak mecburiyetindedir. Eğitimde amaç bireye hem kendine yetecek hem de topluma katkı sağlayacağı bir meslek hem de bu mesleğini icra ederken ahlak sahibi olarak işin gereğini yapmak olmalıdır.
            Kısaca amaçla birey hem bilgi ve beceri ile donatılacak hem de ahlaklı olacak.
            Maalesef eğitimde böyle bir amaç ortada yok. Bilgi ve becerilerle donattığımız bireylerin davranış bozukluğu içinde olduklarını görüyoruz.
            Tabii ki, “Salih bir insan” yetiştirmeyi hedefliyorsanız uygun program hazırlamak ve uygulamak durumundasınız. Üzülerek belirtmeliyim ki, mevcut programlar daha da kötüleştirilmeye çalışılıyor.
            İmam-Hatip Liselerinin program çeşitliliği ortadan kaldırılmaya çalışılıyor ve İmam-Hatip liselerinin tercih edilmesini zorlayıcı işlemler yapılmaya çalışılıyor. İlave olarak üstün zekalılara yönelik yapılmak istenen programlar değerlerimizden tamamen kopuk bir şekilde hazırlatılmaya çalışılıyor.
            Biz bakanlıktan okul öncesi dini eğitim programı beklerken tam tersi icraatlar yapılıyor.
            Bakanlığın bilerek toplumu yanlış yönlere sürüklemeye çalıştığını düşünüyorum.
            Buradan Sayın Cumhurbaşkanına sesleniyorum.
            Maalesef eğitim ile yetkilendirdikleriniz sizi yanıltıyor. Ne külliyedeki eğitim ve kültür kurulundan ne de eğitim bakanlığından “Salih insan yetiştirme” konusunda olumlu bir icraat görülüyor.
            Mevcut tutumun zararları yıllar sonra daha büyük felakete ve tedavisi mümkün olmayan arızalara yol açacağını düşünüyorum. Umarım ki, kısa sürede tedbir alınır ve sağlıklı icraat yapacak kişiler görevlendirilir.
            Bir diğer konu “aile”dir.
            Genel olarak ifade edeyim. Maalesef “aile” sadece Avrupa’da yok olmuyor. “Aile” ülkemizde de hızla dağılmaya, yok olmaya ve içtimai çürümelere sürükleniyor. Mevzuatın bireyleri ve toplumları şekillendirdiğini bilmeyen yok. Hele hele mevzuat dayatmacı ise felaket artar. Maalesef bugün ülkemizde “aile”yi dağıtan ana sebeb yürürlüğe konulan ve ithal edilen mevzuattır.
            İstanbul sözleşmesi, 6284 sayılı kanun ve “aile” kavramı ile ilgili diğer mevzuat felaketi büyütüyor.
            Şeref Malkoç’un ifadesiyle maalesef “aileyi yok eden mevzuat” çıkarılmış durumda.
            Acile inancımıza göre düzenleme yapılmalıdır.
            Düzenlemeler yapılmaz ise bilinmelidir ki, felaket daha da büyüyecek. Cinayetler, kinler, nefretler, evden uzaklaştırmalar ve dağılmalar artacak. Moda tabirle bu bir kehanet değildir.
            Görünen köy kılavuz istemez demiş atalarımız. Köy görünüyor.
            Aileler dağılıyor, toplum çürüyor ve huzursuzluk artıyor.
Sayın Başkan
            Bütün bu yanlışların oluşturulmasında etrafınızdaki ve görevlendirdiğiniz kişilerin sebep olduğunu hissetmeyen yoktur herhalde.Politika oluşturacak kurullara, bakanlıklara ve bürokrasiye yapılan atamaların ekseriyeti umut kırıcıdır. Düzelme olacağına yanlışlık katlanmıştır.
            Umarım ki, etrafınızı kuşatan bu tiplerden kurtulur, bu ülkenin ve ümmetin sevdalılarına danışır ve tahribatın ortadan kaldırılmasına vesile olursunuz.
            Sayın başkan
            Bilmelisiniz ki, Siyonist haçlı zihniyetinin şeytanları (fetö imamı demek yanlış) boş durmuyor. Dailer (propagandistler) önce yanlış iş yaptırıyorlar sonra bu yanlışları toplumsal huzursuzluğu daha da arttırmak için kullanıyorlar.
            Yıllarca merhum Muhsin Yazıcıoğlu ile siyasette bulunmuş ve hiçbir beklentisi olmayan bu ülkenin bir sevdalısı olarak “eğitim” ve “aile” konusundaki yanlış icraatları dile getiriyorum, yazıya döküyorum. Kısaca “emri bil maruf” doğrultusunda vazifemi yerine getirmeye çalışıyorum.
            Geliniz eğitim ve aile kavramlarında oluşan tahribatı ortadan kaldırınız ve gönül huzuru ile mutlu ailemiz ve Salih insan yetiştirme programımız var diyebilelim.
            Selam ve Sabırla…

20 Ocak 2020 Pazartesi

Aile İle İlgili Tartışma Yanlış Zeminde Yapılıyor


Aile İle İlgili Tartışma Yanlış Zeminde Yapılıyor

Veysi ERKEN

            “Çoğulcu demokraside devlet, kimsenin soyuyla,    sopuyla, diniyle ve ideolojisiyle uğraşmaz. Bunlar insanların kimliğini oluştururlar. Kimlik seçimi doğal bir insan hakkıdır. Bu hak kimsenin elinden alınamaz. İnsanın kendi kalabilme savaşı, savaşların en zoru, ama en haklısı ve en onurlusudur. Bu bir onur sınavıdır. İnsan ölümlüdür. Ama kimlikler ölümsüzdür; öldürülmeye kalkışılırsa üreyerek çoğalırlar”  Sami Selçuk.                                                                                                                        
            Ülkemizde yıllardır yanlış zeminde tartışılan konular vardır. Söylem itibarıyla nüfusun kahir ekseriyeti Müslüman’dır. Hatta yayınlanan rakamlara bakılırsa nüfusun %99,9’u Müslüman’dır.
            Buna rağmen ilke ve kurallarla ilgili düzenlemeler yapılırken toplumun kahir ekseriyetini oluşturan Müslümanların akide ve ahlaki değerleri göz önünde bulundurulmaz.
            Düzenlemeler maalesef İslam hiçe sayılarak yapılır. Bunun örnekleri sayılamayacak derecede fazladır.
            Benim en çok ilgilendiğim alan “maarif”tir. Bu alanda yapılan bütün düzenlemeler maalesef daraltıcı ve bilgi edinme hakkını kısıtlayıcıdır.
            Özellikle hem eğitim hayatımızı hem de bütünüyle “aile”mizi bütünüyle bitirecek düzenlemeler yapılmıştır. Meşhur İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun diye bilinen kanunlarla aile hayatını karartan, İslami değerleri yok eden düzenlemelerdir.
            Bu düzenlemeler birey devlet ilişkisini hesaba katmadan yapılan düzenlemelerdir.
            Dış kaynaklı olup bireye ve topluma rağmen yapılmıştır.
            Burada sorulması gereken şudur.
            Devlet bireyin özgürlük alanına neden müdahale ediyor. Kaç yaşında evleneceğine neden karar veriyor. Hangi alanda meslek edineceğine neden karar veriyor. Bilgi ve beceri edinme hakkı neden kısıtlanıyor.
            Bilindiği üzere devlet bireylerin mutluluğunu ve emniyetini sağlamayı amaçlar deniliyor.
            Devletin amacı bu ise devlet bireyin özgürlüğünü nasıl kısıtlar.
            Bence İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı düzenlemelere benzer bütün tanzimler bu bağlamda tartışılmalı ve topyekûn reddedilmelidir.
            Böyle bir reddiye yoksa felaket durdurulamaz, aile kavramı ortadan kalkar ve toplum yokluğa sürüklenir.
            Tarih bir yönüyle toplumların mezarlığıdır. Mezarlığı da dolduran toplumlar oraya adaletsizlikler ve ahlaksızlıklara kaynaklık teşkil eden ilkelere sahip olanlardır.
            Ben böyle düşünüyorum. Yıllardır devlet birey ilişkisini anlamaya çalışıyorum. Tefekkür etmenizi umuyorum.  Yıllar önce devlet birey ilişkisini şu şekilde tefekkür etmiştim.
            Bilindiği üzere insanlık tarihi, muhtelif cepheleriyle araştırılır ve değerlendirilir. İlk insanın çocuklarından beri bir yönüyle tarih; “özgürlük” mücadelelerinden ibarettir. Çünkü yönetme gücünü eline geçirmiş bulunanların ekseriyeti “özgürlük alanını tahdit” etmeye yönelik kural ihdas ederler.
            Kural ihdasında ileri sürülen gerekçeler genel olarak toplumun topyekûn menfaati biçiminde olur. Kural ihdası özellikle bireye (değer ve inanç) ve topluma rağmen olunca “özgürlük alanı”nda daralmaya yol açar. Dolayısıyla kural ihdası “insan”ın dinî inanç ve fıtratına aykırı ise birey-yönetim arasında “özgürlük” mücadelesi başlar.
            Dolayısıyla dünyanın neresinde olunursa olunsun insanlar, hem “birey” hem de “grup” olarak inandıkları değerler ve ilkeleri hayatlarının mihenk taşı yapmak, onlarla yaşamak (aile kurmak, ticaret yapmak, geçinmek, eğitilmek, yeni bilgi ve becerileri kazanmak vs) ve bu doğrultuda varlıklarını idame için fedakârlıklara katlanmışlar ve mücadele etmişlerdir.
            Kısaca bireylerin bu fedakârlık ve mücadelesi özgürlüğü gerektiren her alanda gerçekleşir. Özellikle hayatın gerektirdiği kişiliğini geliştirme hak ve özgürlükleri konusunda mücadele daha fazla yaşanmıştır ve yaşanmaya devam etmektedir.
            Unutulmamalıdır ki, insanın kendini (aile kurmak, ticaret yapmak, geçinmek, eğitilmek, yeni bilgi ve becerileri kazanmak vs) geliştirme isteği, “şahsiyet Hakları”nın manevi boyutlarından birisi olan “özgürlük” alanı ile ilgilidir.
            Temel anlayışımıza göre özgürlük bireyin, kendine ve başkalarına zarar vermemek kaydıyla dilediği gibi tavır ve davranış sergileyebilmesidir.
            Bahsi geçen konularda karşılaşılan sorunlara “özgürlük” penceresinden bakılacak olursa, organizasyonların işleticisi durumunda olan yönetim birimleri, hakların kullanılabileceği ortamın sağlanmasından ve genişletilmesinden birinci derecede sorumludur. Çünkü bir toplumda fertler her zaman kendi istekleriyle organizasyonlarda yer almazlar.
Bireyler doğmadan organizasyonlar mevcut olabilir dolayısıyla organizasyonlarda yer alma bazen fertlerin istekleri dışında gerçekleşir.
            Genel olarak ferdin isteği dışında yer aldığı örgütlerin başında “Devlet” denilen teşkilat gelir.
            Dolayısıyla istek ve arzuya bağlı olmayan organizasyonların tamamının mensuplarına “adil” davranmaları insan hakları açısından temel bir zorunluluktur. Bahsi geçen sebepten dolayı bilhassa “devlet” denilen organizasyonun işleticileri olan kişi ve kurumlar, devleti oluşturan bireylerin tamamının kendilerini -inanç ve değerlerine- uygun gerçekleştirmesine, elzem olan ortamı sağlaması icap eder.
             Bu durum fertlerin “hak”larını  “özgürce” kullanabilmelerine bağlıdır.
 Aslında bireylerin kendilerini gerçekleştirme isteğinin “sorun” haline dönüştürüldüğü alanlar ya devlet organizasyonunun tamamı ile ya da devletin oluşturduğu kurumlarla ilgilidir. Maalesef, aile kurmak, ticaret yapmak, geçinmek, eğitilmek, yeni bilgi ve becerileri kazanmak vs ile ilgili hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması, sınırlandırılması veya engellenmesi devlet adına hareket ettiğini belirten kişi, kurum ve yapılarca gerçekleştirilmektedir.
            Bundan dolayı genel olarak hak arayışı ile ilgili mücadele  “yönetme gücü”nü elinde bulunduran “yapı” ile “birey” veya “gruplar” arasında meydana gelmektedir.
            Genelde gücü elinde bulunduran ve “devlet” olarak adlandırılan kişi ve kurumlardan oluşan yapı, “ülke” denilen topraklar üzerinde yaşayan herkesi biçimlendirme hakkını kendinde görür. Özellikle yönetim gücünü elinde bulunduranlar oligarşik özellikte ise bu biçimlendirme hakkı daha şiddetli bir şekilde ortaya çıkar.
            Birey –devlet ilişkilerinde insanı biçimlendirme isteği her konuda özellikle de yukarıda belirtilen alanlarda daha fazla gündeme gelir. Hatta bu alanlarda daha fazla gündemde tutulur ve âli menfaatler ileri sürülür.
             Üzülerek belirtmeliyiz ki, egemen güçlerin koyduğu kurallarla bireyin kendini gerçekleştirme özgürlüğünün kullanım alanını daralttığı halde zaman zaman insan hakları savunucuları bile -belki farkında olmadan- onları bir başka deyişle kural koymayı savunur durumda olabilmektedir.
            Bilinmelidir ki, insanî olmayan yönetimlerde “yönetme gücü”nü eline geçirmiş olanlar, sahip oldukları gücü kaybetme korkusuyla fertlerin hak ve hürriyetlerini kısıtlamaktadır. Bu yönetimler dilediği şekilde değer ve inançlarıyla özgür insanı yönetemeyecekleri korkusuyla fertlerin, dolayısıyla toplumun haklarını kısıtlamayı, kendi zihniyetlerinin geleceğini garanti altına almak açısından bir hak olarak görmektedir.
            Bütün şartlandırmalara rağmen, insanî yönetimlerin egemen olduğu ülkelerde yöneticilerde “halka rağmen” hüküm koyma cüreti olmadığından hak ve hürriyetlerinin ihlali daha azdır. Hak ihlalleri görülse bile, hukukun üstünlüğü ve toplumun denetimi sebebiyle kısa zamanda izale edilir ve sorumlular hakkında gereken hukukî işlemler yapılır.
            İnsanî yönetimlerin olduğu ülkelerde yöneticiler insanlarını “mutsuzluğa sürüklemekle değil aksine fertlerin, toplumun huzur ve sükûn içinde oldukları hür ortamları sağlama ve fertlerin önündeki bütün engelleri kaldırmakla övünür.
            Birey-devlet ilişkilerine insan hakları açısından bakıldığında, bireyin niteliklerini, hayatiyetini ve mutluluğunu devam ettirebilecek şekilde değer ve inancıyla uyumlu bir ortam ve ilkeler dizisi talebi insanîdir.  Vazgeçilmez ve sınırsız olmalıdır.
Dolayısıyla “İnsan yaşat ki, devlet yaşasın” ilkesini benimseyenler bireyin özgürlüğünü daraltan her ilke ve kuralı reddeder, hiçbir organizasyonun ilke ve kurallarıyla bu özgürlüğe gölge etmesini kabul edemez ve savunamaz.
            Yine İnsan hakları ve inanç bağlamında özgürlük taleplerinin hareket noktası, gölgelerin reddidir. Çünkü özgürlük; serbest davranabilmeyi, bir kayıt altında olmamayı ifade eder. Eğer fertlerin hareket alanı kayıt altına alınırsa; yani hürriyetleri kısıtlanırsa “hakkın” kullanılması mümkün olamaz.
            Birey- devlet ilişkisine haklar ve özgürlükler boyutuyla bakıldığında hangi organizasyon tarafından yapılırsa yapılsın “tepeden inme” biçiminde gerçekleştirilen ve bireyin özgürlüğünü kısıtlayan her türlü düzenleme reddedilmelidir, çünkü tepeden inme düzenlemelerin bireyin kendini gerçekleştirme haklarının kısıtlanması veya yok edilmesi anlamına geldiğini herkes bilir. Dolayısıyla, İslami ve insani hakların savunucuları hakların sınırlandırılmasını beraberinde getiren her ilke, kural ve uygulamanın karşısında durur.
            Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. İnsan, ancak hürriyet içinde hakkını  -ne ad altında olursa olsun, hiçbir engelle karşılaşmadan- kullanabildiği ortamlarda fikrini, zihnini ve becerisini geliştirir ve onlarla mutlu bir şekilde yaşayarak kendisinin ve içinde bulunduğu toplumun gelişmesine katkı sağlayabilir.
            Selam ve Sabırla…