Dünyevîleştirilmiş Dünya
Veysi Erken
“Seküler bir dünyada dindar olma hakkı var mıdır?” sorusu Prof. Dr. Ümit Meriç hanımefendiye aittir. Hatta bu sorunun gelecek kutlu doğum haftasının sempozyum konusu olmasını teklif etti. Ümit ederiz ki, orada bulunan hazirun bu konu üzerinde cehd ederler.
Seküler kavramı “dünyevî”liği ifade etmektedir. Tabi ki, bu dünyada yaşıyoruz ve bu dünyada olmamızdan dolayı buranın gerekliliğini yerine getirmemizin zorunluluğu vardır. Asıl sorun “dünyevî” gereklilikleri yerine getirmede değil “dünyevî”liği ilah edinenlerin dayatmalarıdır. Dünyevîliği ilah edinenlerin zorbalıkları ve dayatmaları hayatın bütün alanlarında karşımıza çıkabilir. Bir patronun personelini kendi biçtiği tarzda yaşamaya zorlamasından tutun yönetme gücünü herhangi bir yolla ele geçirmiş olanlara kadar uzanır.
Bilinen en kötü dayatmacılar yönetme gücünü elinde bulunduranlardır. Bunlar hayatın tamamını yönetmekte oldukları ülkenin insanına zehir etmekte mahirdirler. Yönetme gücü sebebiyle ilahlık taslayanların ortak özelliği halkına yabancı oluşlarıdır. Yönetilenlerin değerlerini yok etme çabası onlar için vazgeçilmezdir.
Hâkimiyet gücünü eline geçirmiş toplumdan kopuk bir zümre dünyevî zevk u safa ile nimetleri ilah edinmekte ve bütün hayatın buna göre kurgulanmasını istemektedir. Toplumun büyük çoğunluğu hayatını ve beşerî ilişkilerini oligarşik zümrenin dayatmalarına göre şekillendirmek istememeleri nefsini ilahlaştıranlar açısından sorun olmaktadır.
Meseleyi bu bağlamda tahlil ettiğimizde sorunun “sekülerlerin hâkim olduğu bir ülkede dindar olma hakkı var mıdır?” biçiminde sorulması ve cevaplandırılması gerekir.
Soruyu dinî ilkeler bağlamında düşündüğümüzde fazla bir problemin olmadığı gerçeği ile karşılaşırız. Çünkü dinî ilkelerden birisi “sizin dininiz sizin, benim dinim benimdir” biçimindedir. Dolayısıyla, dindar dinsize din biçme ve dayatmada bulunma hakkını kendinde görmez. Dindar ancak inancının gereği olan tebliğ vazifesini yerine getirir. Bir başka deyişle dindar dinsize ancak inandığı ve gereğini yerine getirme çabasına girdiği ilkeleri öğretmeye çalışır. Bu mantık bütün fikir ve düşünce sahipleri için geçerlidir. Zira her düşüncenin mensubu kendi düşüncesinin başkaları tarafından paylaşılmasını arzu eder, etmelidir.
İnanan insanlara göre dindarın dinsizi “hidayet”e erdirme gibi bir fonksiyonu yoktur. İnanan dinsizin hidayeti için ancak vasıta olabilir. Bu ise ancak tebliğle mümkün olur.
Asıl sorun yöneteme gücünü eline geçirmiş ve ele geçirdikleri yerlerin imkânlarını kullanan sekülerlerin dindara din biçmesinden kaynaklanmaktadır. Sekülerler hayat tarzlarını zorla ve zorbalıkla başkalarına dayatma, dolayısıyla yaşatma çabasındadır. Bir başka deyişle sekülerler için, kendilerinin dışında kalanlara “don biçer gibi din biçme” bir ilkedir.
Sekülerler için “don biçer gibi din biçme” ilkesi bireyin hayat alanının tamamı için geçerlidir. İmkân bulurlarsa rüyaları bile biçimlendirmekten geri durmazlar.
Hayatın tamamını biçimlendirmenin yolu herkese daima açık olması gereken alanları “kamusal alan” yutturmacası ile kendileri gibi yaşamak istemeyenlere kapatmaktan geçer. Adi ve suflî hayatlarını “âli menfaat” kâğıdıyla sarmalayarak kendilerine benzemek istemeyenlere “had”leri bildirilir.
Dağdakinin bağdakini kovma isteği gibi tecelli eder seküler yamyamların davranışları. Kendi toplumundan kopuk insan olma vasfını kaybederek sekülerleşmişlerin tarih boyunca yaptıkları ve yapmaya devam ettikleri budur.
Hülasa-i kelam seküler bir dünyada dindarın yaşamaya hakkı vardır. Ancak bu hakkın kullanılabilmesi sekülerleşmiş ve insanî özelliğini kaybetmiş sözde insan gerçekle insan olmayan yönetme gücü gaspçılarının izole edilmesinden geçer.
Selam ve Sabırla....... 2002 maziden bir yazı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?