29 Eylül 2023 Cuma

Kafa/ Zihniyet Değişti

 Kafa/ Zihniyet Değişti

Veysi ERKEN Dr.

Rabbulalemine ne kadar hamd edersek yetmez. Çünkü bazı alanlarda “kafa/zihniyet” değişti. Temennimiz her alanda zihniyetin değişmesi ve İslamileşmesidir.

Evet.

Kafa/ zihniyet değişti ve “artık hayal değil” diyor “teknofest Gençliği”nin genç lideri Selçuk Bayraktar.

Yolunuz açık, Kızılelmalarınız gerçek olsun inşallah. Kör veya art niyetli, etki ajanları hariç bu kafa değişikliğini görüyor, takdir ediyor ve dua ediyor. İşte kafa değişikliğini izah eden açıklama.

Selçuk Bayraktar. "Dünyaya damgasını vuracak eserleri sadece savunma sanayisinde değil, teknolojinin diğer tüm sivil alanlarında da geliştirecek bir kuşak yetişiyor. Öğrenilmiş çaresizliği üzerlerinden attılar ki bizim kuşağımız biraz öyleydi. Bizim zamanımızda yabancı bir firmada bakım elemanı olmak ileri düzey hayaller arasındaydı, şimdi öyle değil. Dünyaya damgasını vuracak teknolojik bir esere imza atmayı amaçlıyoruz. Tümüyle fikri mülkiyet haklarıyla bunu geliştirmek artık bir hayal değil, özellikle savunma sanayisinde bu gerçekleşmiş durumda. Bizim gayemiz son 3-4 yıldır bu başarıyı diğer sivil alanlara taşımak ki bunun da adım adım geldiğini görüyoruz." https://www.yenisafak.com/teknoloji/selcuk-bayraktar-artik-hayal-degil-diyerek-duyurdu-dunyaya-damgasini-vuracak-bir-kusak-yetisiyor-4563677

Evet, bu açıklama “kafa/zihniyet” değişmesinin eseridir.

Yıllar önce Türkiye’nin, Mazlum, Mağdur ve İslam coğrafyaların önünü tıkayan, yerli olmayan zihniyetin oluşturduğu tahribatı ve yıkımı izah eden bir yazı yazmıştım. Kafa/ zihniyet değişimini fark edebilmek için tekrar paylaşayım.

Bu Kafa Değişmedikçe

Yıllardır ülkemizde kan akıtılıyor, vahşice cinayetler işleniyor. Özellikle ülkemizin doğusunda korku rejimi oluşturuluyor.

Katiller çekirge sürüsü gibi sekiz koldan saldırıyor.

Bu katliamlar yeni değil, yıllardır sürdürülüyor.

Peki, neden bu katliam durdurulamıyor.

Yıllardır aynı şeyleri söylüyoruz ve yazıyoruz.

Artık söylemekten ve yazmaktan bıktık.

Bilin ki Muhsin Yazıcıoğlu’nu şehit eden mihrakla katiller sürüsünü piyasaya salan zihniyet aynı.

Merkez aynı.

Merhum Yazıcıoğlu için “bu cinayet mutlaka aydınlatılmalı. Sadece tornavidalarla delilleri karartmaya çalışanlarla sınırlı kalınmamalı. Önemli olan bu cinayeti planlayanları, destekleyenleri, finanse edenleri ve tetikçileri kullananları ortaya çıkarmaktır. Bu cinayetin işlenmesinde kimin dahli varsa ortaya çıkarılmalıdır ki, ülkemiz rahatlasın, insanımız huzur bulsun.” dediğimiz gibi bu katil sürüsünün arkasındaki aynı odak kurutulmadıkça ülkemiz huzura kavuşamaz.

Bir odağın katiller sürüsünü beslediğini ve koruduğunu şu “günlük” metni yeterince ortaya koyacak yeterliktedir. “Asteğmen Mehmet, günlük tutuyor. Görev yeri: Hakkâri, Yüksekova, Dağlıca Karakolu.

Ucu bucağı yokmuş gibi görünen dağların arasında bir yerde.

Karakolun etrafında tepeler.

On tepe arasındaki karakolda görev yapan Asteğmen Mehmet Bozkuş, orada gördüğü hareketliliği üstlerine bildiriyor hemen.

Harekete geçmek, tetiğe dokunmak gerektiğinin farkında...

Fakat üstlerinden 'bekleyin' talimatı geliyor. "Bekleyin, bekleyin, bekleyin..."

Hâlbuki o tepelerde gördükleri turistik bir faaliyet değil.

 Asteğmenin günlüğüne bakalım.

"Bugün var ya aşkım... Bu terörün bitmeyeceğine bir kere daha şahit oldum. Gözümüzün önünden on katır on kişi geçiyor, 'gidelim öldürelim' diyoruz göndermiyorlar. Helikopter çağırıyoruz yollamıyorlar. Bi de bunun üzerine adamları telsizlerinden de dinliyoruz. Hâlâ elimizi kolumuzu bağlı tutuyorlar, çıldırıyoruz. Adamlar resmen önümüzden geçiyor. Biz de öyle salak saçma dağ başında bekliyoruz, neye kime hizmet ettiğimizi bilmiyoruz, ilk defa burada bulunuşumuzun boş olduğunu anladım."

Günler geçiyor, teröristler yığınak yapmaya devam ediyor.

Belli ki baskın hazırlığı içindeler.

Ama askerlik bu; emir gelmezse, gözünü bile kırpamazsın. Değil ki ateş etmek!

Asteğmen, birkaç gün sonra, günlüğüne şu notu düşüyor:

"O sabah sana demiştim ya terörist ve dolu katırlar gördük bir şey yapamadık diye, şerefsizler ellerini kollarını sallaya sallaya gittiler yüklerini boşaltıp geri döndüler ve biz gene bir şey yapamadık. Emir vermedi üstlerimiz. Gene 'gidelim' dedik 'bırakın gitsinler' dediler. Başlarım böyle işe dedik, elimizi kolumuzu bağladık. Ne kadar saçma bir şey. Çıldırdık çaresizlikten. On tane adam vardı, parçalardık şerefsizleri. Manyak gibi durduk yerimizde."

Biz de daha önce yapılan açıklamalara inanarak, o teröristlerin çoban zannedildiğini düşünüyorduk.

Meğer bir yedek subay olan Mehmet Bozkuş onların kim olduğunu fark etmiş ve bildirmiş...

Teröristler 500 kişiyle karakolun etrafını sarıyor ve saldırı emrini beklemeye başlıyorlar.

İnsansız keşif uçakları geçerken çömelip hareketsiz duruyorlar.

500 kişinin mevzilenmesi bir hafta sürüyor.

Silahları, cephaneleri ve yiyecekleri katırlarla taşıyor, bir kısmını toprağa gömüyorlar.

Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra, 21 Ekim 2007 gece 11'de saldırı emri geliyor ve çatışma başlıyor.

Orduya ait uçak ve helikopterler hava saldırısı düzenleyince, teröristlerin sadece bir kısmı karşılık veriyor, diğerleri ise yerleri belli olmasın diye sessiz kalıyor.

Kanlı baskın hedefine ulaştıktan sonra teröristler sessizce çekiliyor.

Ormanlık alanda gizledikleri katırlarla dönüşe geçip, kayıp vermeden kampa ulaşıyorlar.

Kayıp vermeden...

Karakolda görev yapan 13 asker şehit oluyor, 8 asker de teröristler tarafından kaçırılıyor. Asteğmen Mehmet de şehitler arasında.

http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=25562&y=MehmetSeker, 04.01.2011”

Daha fazla söze veya yazıya gerek var mı?

Bence yok.

Artık yeter diyebilmek için katiller sürüsünü piyasaya süren odağı yerle bir etmek gerekir.

Bunu akıl eden vicdan sahibi bir yönetim olmadıkça insanımız daha çok ağlar.

Artık ağlamak istemiyoruz.

Artık vatan için ölmek değil yaşamak istiyoruz.

Artık vazifelerini yapmayan, heronları ve termal kameraları kullanmayan, asli görevlerini ihmal edenlerden hesap sorulmasını istiyoruz.”

Kafa/zihniyet değişince katiller sürüsü inlerinden kafalarını çıkaramıyor, Karabağ’da, Afganistan’da, Afrika’da ve dünyanın pek çok yerinde destanlar yazılıyor.

Umudumuz her alanda ve sahada kafa/ zihniyet değişimi özellikle kültür dedikleri yaşayış ilkelerimizde. Zaman İslam’la İslamlaşma ve âleme nizam verme zamanıdır.

Selam ve Sabırla…29.09.2023

 

 

 

28 Eylül 2023 Perşembe

Fetö Şeytanları Tekrar Diyanet ve Eğitime Sızdı mı?

 Fetö Şeytanları Tekrar Diyanet ve Eğitime Sızdı mı?

Veysi ERKEN Dr.

“Şüyuu vukuundan beterdir” diye atalarımız tespitte bulunmuşlardır. Yılanın başı ezilmedikçe her kuruma tekrar sızmaya çalışır ve çalıştığına inanıyorum.

Fetö şeytanları “bir delikte 40 yılan” karakterlidirler.

Her kuruma ve kuruluşa sızmaya çalışırlar.

Orduya, emniyete, cemaatlere, tarikatlara ve her yere sızdıklarını bilmeyen yoktur diye düşünüyorum.

İhanetleri tescillenince daha da sinsileştiler. Yerle yeksan olan itibarlarını Diyanet, Cemaat, Tarikat ve Eğitim camialarıyla daha kolay ihya edeceklerini umdukları için Diyanet ve Üniversitelere ağırlık verdikleri şayiası her yerde.

Buna aşırı derecede dikkat edilmesi ve tedbir alınması gerekir.

Zira şeytanlar her hileye, desiseye, tezvirata rahatlıkla başvururlar. Bir yöntem olarak kullanırlar, mağduriyet rolünü oynarlar.

Fetö şeytanlarının Daileri ve Fedaileri kamu kurum ve kuruluşlarından temizlenmeye çalışılmış ve hala çalışılıyor. Milletin hayatından çıkarılmaya çalışılıyor. Ancak Diyanet ve eğitim camiasında varlıklarını devam ettirdikleri hatta yeniden atağa kalktıkları yaygın bir şekilde dillendiriliyor.

Yapılan işlem doğru olmakla birlikte çok eksiktir.

Maalesef DAİLER toplumu kelimenin tam manasıyla kemirmeye ve tahrip etmeye devam ediyor.

Yalan, iftira, itham, inkâr, şantaj, itibarsızlaştırma vs. ne kadar pislik yöntem varsa bunları kullanarak toplumu ve kurumları ifsad etmeye çalışıyorlar.

Benim tespitlerime ve kanaatime özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında, diyanette, eğitimde hala mebzul miktarda dai bu fesadı yaymaktadır.

Fetöcüler Orhan Salcı Beyin ifadesiyle “bir delikte kırk yılan*” gibidirler. http://veysierken.blogspot.com/2020/01/dailer-ve-bir-delikte-krk-ylan.html 

Zehirlerini akıtmaktan hiçbir zaman vazgeçmezler, daha doğrusu vazgeçemezler. Çünkü bunlar Siyonist haçlı zihniyetinin kuklaları, maşaları, piyonları, uşakları hükmündedirler. Bir delikte yaşayan yılanlardır. Köstebek gibi karanlıklarda dolaşırlar. Çöp balıkları gibi diplerdedir ve pisliklerini kusarak toplumu ifsat ediyorlar. Geliniz bu bir delikte yaşayan yılanları tanıyalım. Yazıdan kesitlerle tanıyalım.“Bir delikte kırk yılan. Timsahlar avlarını yerken gözlerinden yaş gelirmiş.

Yahudi kavga ederken, hem acımasızca vurur, hem de "yetişin adam dövüyorlar" diye çığırtkanlık yaparmış.

Yahudilerden ve timsahlardan  ders alan, taktik alan, talimat alan tüm terör örgütleri gibi, masonik, casus  FETÖ örgütü de tam olarak bu taktiği kullanıyor. 

FETÖ, kırk yıldır milletin en zeki evlatlarını çalarken ağladı. Himmet adıyla milletin servetlerini hile ve yalanlarla çalarken ağladı. Milletin iyi niyetini, güvenini ve hayallerini çalarken de ağladı.

Timsah gibi, hiç durmadan hem yedi hem ağladı. Dershanelerin kapatılmasıyla hükümetle aralarında yaşanan krizler sürecinde, 17-25 Aralık adliye-yargı darbesi ve 15 Temmuz'a kadar uzanan süreçte de tıpkı Yahudi gibi hem vurdu hem yetişin adam dövüyorlar, adam öldürüyorlar diye çığırtkanlık yaptı. 

Lanetler, beddualar seanslarını unutmadık. "Evlerine ateşler salsın" diye beddualar etti. Yetmedi, bir gece ansızın tanklarla, uçaklarla milletin evlerine, yüreklerine ateşler saldı. 

Fetö ve elemanları son zamanlarda  yeniden saklandıkları deliklerden kafalarını ve dillerini uzatmaya başlamış görünüyorlar. 

Yine ağlıyorlar.

Neden?

15 Temmuz darbe gecesinin ardından çıkartılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Fetö ile irtibatlı oldukları gerekçesiyle memurluktan atılan Fetöcüler için güya gözyaşı döküyor, acındırma seansları yapıyorlar. …..

Fetö, güya masum insanları savunuyor edasıyla aslında kendi elemanlarını masum gibi gösterme ve hapisten kurtarma, milletin gözünde düştükleri rezil durumdan kurtarma hesapları yapıyor. 

Terör örgütlerinin en mühim silahları, kalemleridir, kelamlarıdır, sloganlarıdır. Fetöcüler de en iyi bildikleri silah olan gözyaşıyla birlikte dillerini ve kalemlerini kullanarak yalan, iftira, dedikodu, ajitasyon, çarpıtma, akıl oyunları vb silahlara yeniden sarılmış görünüyorlar. ….

FETÖ örgütü aradığı fırsatı bulmuş; hem vuruyor, hem ağlıyor. 

Hava tam terör örgütlerinin aradığı hava. 

Fetö, 

Kırk yıldır yaptığı gibi bir yandan milletin merhamet duygularını kullanmak, kendine acındırarak  aklanmak, zeytinyağı gibi üste çıkmak istiyor. Zavallıyı oynayarak sempati kazanmak istiyor.

 Sonra?

Hiç bir şey olmamış gibi şen şakrak saklandığı deliklerden çıkmak, yeniden toplumun içine karışmak, kaldığı yerden devlete sızma, diyalog, casusluk, dünya hâkimiyeti kurma faaliyetlerine devam etmek istiyor. 

Diğer taraftan da kuyruk acısının intikamını almanın hesaplarını yapıyor. ….

Fetöcüler en iyi savunmanın saldırmak olduğunu biliyorlar elbette. 

Hükümet sustukça, Ak Parti teşkilatları sustukça, medya sustukça, Fetö mağdurları sustukça Fetöcüler avazları çıktığı kadar bağırıyorlar. ….

Fetö sorunu ve terör sorunu milli bir sorundur. Devletin ve milletin bu günü ve yarınlarını ilgilendiren bir sorundur. Topluca direnmek, karşı koymak zorunda olduğumuz bir sorundur…..

 Çünkü tüm terör örgütleri gibi Fetö  de  bir doğruda kırk yalanı, bir delikte kırk yılanı saklayabilen bir örgüttür.

Umarım ki, yılanları öğrendiniz. Sadece Diyanet ve Eğitim camiaları değil elbette, her yerdeki yılanları bilmek ve başlarını ezmek gerekir. Ama Diyanet ve eğitim camiasına öncelik vermek gerek diye düşünüyorum.

Zehirlerinden hem kendinizi ve de etrafınızla birlikte bütün toplumu korumaya, kurum ve kuruluşları temizlemeye çalışınız.

Unutmayınız. Bunlar beynelmilel yılanlardır. Çıyanlardır, hainlerdir. Casuslardır.

Selam ve Sabırla… 28.09.2023

 

27 Eylül 2023 Çarşamba

“Tarz”a değil “Farz”a Riayet Edilmezse

 “Tarz”a değil “Farz”a Riayet Edilmezse

Veysi ERKEN Dr.

Müslüman olmak vahiyle bildirilen Kitaba/ Kur’an’a ve uygulaması olan Hz. Muhammed Mustafa’nın sav. sünnetine tabi olmayı ifade eder. Ayetlerde açık açık belirtilir. Allah’a ve Resule itaat emredilir.

Tabii ki, itaat bilmek ve bilmeyi yaşamakla olur.

Onun içindir ki, Mümin Müslüman Kur’an-ı Kerimi okumalı, öğrenmeli, anlamalı ve yaşamalıdır diyoruz.

Tabii ki, ne kadar bilir ve ona göre inanarak yaşarsak o kadar itaat etmiş oluruz.

Ayetlerde onun içindir ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? hükmü vardır. Aynı şekilde Fatır suresi 28. Ayetinde bilenlerin haşyet ile düzeni anlamaya çalıştıkları şu şekilde tefsir edilir. “28. âyette haşyet kökünden gelen ve “büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar” diye çevirdiğimiz kelime burada, “büyüklük karşısında duyulan heyecan ve korku, zarar görmekten değil, hakkını verememekten kaynaklanan endişe” mânasına gelmektedir. Muhataplarını doğadaki muhteşem görünümlerden hareketle akıllara durgunluk verecek incelikleri keşfetmeye yönlendiren Kur’an’ın, bu bağlamda bilmenin değerine vurgu yapması oldukça ilginçtir. Fakat burada kullanılan ve “bilenler” şeklinde çevrilen ulemâ kelimesinin kök anlamları arasında, bir şeyi derinlemesine tanıyıp mahiyetini idrak etme, bir konuda kesin bilgiye ulaşma, bir işin hakikatine nüfuz etme mânalarının bulunduğu göz önüne alınırsa, kendilerine gönderme yapılan ve Allah’a saygı duyma hususunda ön plana çıkarılan kişilerin, meslek olarak bilimsel faaliyet icra edenler veya birtakım bilgileri öğrenip belleklerine yerleştirmiş olanlar değil, zihnî çabalarını Allah’ın evrendeki kudret delillerinden sonuçlar çıkarabilme düzeyine yükseltebilmiş kişiler olduğu anlaşılır. https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/F%C3%A2t%C4%B1r-suresi/3687/27-28-ayet-tefsiri

Evet.

Bizler “Farz”ı terk edip “Tarz”ı esas alınca her şeyimizi kaybetmeye başladık. Haşyetimiz ortadan kalktı. Tanınmaz ve duygusuz hale rücu eyledik.

Esasında “Farz” ortadan kalkar veya zayıflarsa her alanda “tarz”lar başlar ve hayatı şekillendirir.

Ramazan ayındaki “pide” kuyrukları veya mübarek geceler için “simit”  bunun bir misalidir.

Önemli olan orucun bizi tutması, bizi günahlardan, haramlardan koruması gerekirken, bizler “pide”ye sarılıyoruz. Mübarek geceleri ihya etmemiz gerekirken “simit”le karnımızı doyuruyoruz. Tarz farzın yerine ikame edilmiş oldu.

Tabi ki, farzı her yerde ve eylemde kaybettik.

Giyim de, kuşamda, başkalarıyla olan muamelelerimizde “farz”ın yerini “tarz” aldı.

“Tarz” adeta hayatımızın belirleyicisi oldu. Kur’an-ı Kerimi mahcur bıraktık. Hz. Peygamberi sav. adeta hayatımızdan çıkardık.

Umarım ki, her Müslüman ihya edici bir şekilde tefekkür, tezekkür, taakkul, tefehhüm, taallum eder ve hayatını “tarz”larla değil, “farz”larla ihya eder. Yeniden Kur’anla, sünnetle kısaca İslam’la İslamlaşır.

Selam ve Sabırla… 27.09.2023

26 Eylül 2023 Salı

Ekim’de Midyat İL Oluyor mu?

 Ekim’de Midyat İL Oluyor mu?

Veysi ERKEN Dr.

Ekim ayı yaklaştı. Ekim 2023.

Gün sayıyoruz.

Meclis iş başı yapacak.

Umarım ki tekraren ve ilk olarak seçilen vekiller hazırlıklarını yapmışlardır.

Hangi tasarıları sunmalara gerektiğini biliyorlardır herhalde.

Bilindiği üzere Sayın Devlet Bahçeli “yüzüncü yılda 100 il 1000 ilçe” teklifi gündem oluşturdu.

29 Ekimden önce bu teklif tasarıya dönüştürülerek gereği yapılmalıdır.

Bu konu ile ilgili epey yazılar yazıldı ve yazılıyor.

İl olmayı hak eden iççeler sıralanıyor.

Hepsinde MİDYAT yer alıyor.

Evet.

MİDYAT il olmayı hak ediyor. Hem de yüzyıl öncesinden.

Unutulmamalıdır ki, hem coğrafi konumu hem de tarihi özelliği ile “il” olmayı en çok hak eden şehirlerimizin başında “MİDYAT” gelmektedir. Bu beklenti Devlet Bahçeli’nin “yüzüncü yılda 100 il 1000 ilçe” teklifi ile artmıştır.

Bu beklentiyi ilk olarak merhum Turgut Özal döneminde de dile getirmiştim.

Zaman geçti.

Tekrar beklenti arttı.           

İnşallah meclisin açılacağı Ekim ayında içinde Midyat’ında yer aldığı teklif gerçekleştirilir ve hayal hakikate dönüşür.

Tabii ki “çabasız ve gayretsiz hayaller gerçeğe dönüşmez.

Huzur diyarı MİDYAT için el birliği ile çaba sarf edelim.

Umulur ki, Midyat STK’ları ve sevenleri çaba sarf eder, ilgililere ve yetkililere talep ulaştırır ve gereği yapılır.

Ancak gördüğüm kadarıyla kibir abideleri ve STK’lar pek istekli değil, çabaları yok denebilir.

Hatta haklı talebin önünde takoz olanlar bile vardır.

Her şeye rağmen gayret bizden Tevfik Allah’tandır.

İl olma hayali olan Midyat’ın epey sorunları vardır. Başlanan ve devam eden yatırımları da vardır.

OSB, Küçük Esnaf Sanayi sitesi, Midyat- Mardin yolu yapımı, içme suyu şebekesi devam eden yatırımlardır. Arıtma tesisi yapımı hala projelendirilememiş.

Devam eden sorunların başında Hastahanenin yeni yatırımlarla bölge hastanesine dönüştürülmesi ve Üniversitenin kurulmasıdır.

Bilinen hakikattir. Üniversite hareketliliği ve teknolojik yatırımları beraberinde getiren bir olgudur. Üniversitelerde kurulan teknokentler bunun öncüleridir.

Bu yatırımlar hem göçü azaltacak hem de istihdamı arttıracak yatırımlardır.

Midyat bunları ve İL olmayı çoktan hak etmiştir.

Ne hikmetse kaplumbağa hızı ile bir şeyler yapılıyor. İL olması için çabalar kaplumbağa hızında bile değildir.

Hele hele Midyat’ı tanıtacak, cazibesini arttıracak kültürel etkinlikler yok denecek seviyededir.

Hâsılı kelam.

Gönül huzuru ile herkesi MİDYAT’IN il olması ve yatırımları gerçekleştirilmesi için çaba harcamaya davet ediyorum.

EKİM ayı geldi sayılır.

Vekillere ve iktidar erkine ulaşma zamanıdır.

Erken kalkan yol alır demiş atalarımız.

Erken kalkalım inşallah.

Bu kalkış MİDYAT’ın il olmasını sallamalıdır biiznillah.

Umarım ki, sesimiz duyulur ve MİDYAT il olma hayali ve yatırımlar birlikte gerçekleşir.

Selam ve Sabırla…22.09.2023

Ailenin ihyası İçin Hiçbir şey yapılmıyor

 Ailenin ihyası İçin Hiçbir şey yapılmıyor

Veysi ERKEN dr.

Aile ortadan kalkarsa millet ve toplum yok olur. Tarih bir nevi milletler ve devletler mezarlığıdır.

Mezarlıklardaki mezarların çoğalma sebeplerinden birisi ve en önemlisi ailenin çökertilmesidir.

Maalese aile hayatımız kanunlarla İslam’dan ve ahlaktan uzaklaştırılıyor, milletin imhasına vesile olunuyor.

Daha önce de ifade etmiştim Kanunların Yok Ettiği Hayatlar, Dağıtılan Aileler, Evden uzaklaştırılan Babalar meselesini. Acaba değişen bir şey var mı?

Bence yok ve durum daha kötüye meylediyor.

Kısaca hâl ve gidiş ekside.

Evet.

Toplumun inanç değerlerine aykırı kanunun çıkarılınca hayatları karartan, hatta yok olmasına yol açan birer zulüm ilkesine dönüşebilir. Ülkemizde olduğu gibi.

Özellikle aile hayatını doğrudan ilgilendiren düzenlemeler bunun en tipik örnekleridir.

Küçük yaşta evlenmeleri engelleyeceğim veya şiddeti engelleyeceğim diye çıkarılan kanunların toplumuzda onulmaz yaralar açtığını bilmeyenimiz yoktur diye düşünüyorum. Çünkü kanunların inanç değerlerimizle bağdaşık tarafı yoktur.

Özellikle gayrı Müslim olarak adlandırabileceğimiz birkaç kişinin dayatmasıyla çıkarılan kanunların sonuçlarına bakınız ve kararınızı buna göre veriniz.

Maalesef hakka, ahlaka, insaniyete dayanmayan bu tür kanunların sonucunda ülkemizde mağduriyetler, huzursuzluklar, ailelerde parçalanmışlıklar ve cinayetler artmıştır. Artmaya devam ediyor.

Aklı başında olan herkes bunu dile getiriyor.

Özellikle meclisi oluşturan bütün vekillere sesleniyorum.

Ülke insanını felç eden, psikopata dönüştüren, katliamı arttıran, aile huzurunu bozan bu kanunları bir an önce ortadan kaldırınız. Böyle bir çabaya girmeyen her vekil sorumludur.

Yaşanılan dramları, fecaatleri sadece iki haberle duyurayım.

Meclis duymazlıktan gelirse bilinmelidir ki, toplumdaki cinnet hali artacak. Hiçbir eğitim çabası sonuç getirmeyecek.

“Ankara Altındağ'da Yenidoğan semtinde oturan Emine Özdemir ve Levent Karakaya, 2006'da birbirlerine âşık oldu. Emine o zaman 15, Levent ise 18 yaşındaydı. Kızın yaşı küçük olduğu için aile evlenmelerine izin vermedi. Gençler birlikte kaçtı. Emine'nin annesi Derya Özdemir, "Kızımı kaçırdılar" diye şikâyetçi oldu. Ancak aile büyüklerinin araya girmesiyle iş tatlıya bağlandı. Emine'nin annesi şikâyetini geri çekti. Genç çifte düğün yapıldı. Evlendiler, mutlu bir yuva kurdular. Seda ve Fırat adında iki çocukları dünyaya geldi. Ancak, markette asgari ücretle çalışıp evini geçindiren Levent'in peşini kamu davası bir türlü bırakmadı. Geçen 20 Şubat'ta 8 yıl 4 ay hapis cezası kesinleşince tutuklanan Levent Karakaya, Ankara Yenikent Cezaevi'ne konuldu. 9 yıl sonra gelen bu şok mahkeme kararı yüzünden genç kadın iki çocuğuyla birlikte ortada kaldı.

KİRA BORCU EŞYA SATTIRDI

Aylık 400 TL olan kirayı ödeyemedi. Üç kira birikti. Ev sahibi "çık" deyince, çaresiz evindeki eşyaları yok pahasına sattı. Emine Karakaya, daha sonra, iki çocuğuyla birlikte, pazarcılık yaparak geçinen babasının evine yerleşti. Genç kadın 8 Haziran günü eşini ziyaret için Yenikent Cezaevi'ne gitti. Üzülmesin diye ona dışarıda yaşadığı sıkıntıları söylemiyordu. Duygusal geçen ziyaretin ardından cezaevi kapısında fenalaşan genç kadın yere yığıldı. Emine, yapılan müdahalenin sonrasında eve gönderildi. Dinlenmeye çekildi. Ama kimseyle konuşmuyor, sürekli uyuyordu. Üzüntüden felç geçirdiği, sol tarafının tutmadığı anlaşıldı.
HASTAHANEDE VEDALAŞTILAR

Ankara Numune Hastanesi'ne kaldırılıp tedaviye alınan Emine Karakaya 3 gün önce aniden fenalaştı. Yoğun bakıma kaldırılan kadının beyin ölümü gerçekleşti. Cezaevindeki Levent Karakaya'ya durumu akrabaları anlattı. Önceki gün tutuklu bulunduğu cezaevinden jandarmalar eşliğinde Ankara Numune Hastanesi'ne getirilen genç adam yıkıldı. Levent Karakaya, beyin ölümü gerçekleşen eşini 20 dakika ziyaret etti. Ardından yeniden cezaevine götürüldü. Babası Murtaza Özdemir ve annesi Derya Özdemir ise çaresiz, kızları Emine'nin başında beklemeye devam etti. Geride ise dul bir koca, iki küçük çocuk, yürekleri yanan akrabalar ve acı bir hikâye kaldı.”

https://www.sabah.com.tr/yasam/2015/06/30/esi-hapse-girince-kahrindan-oldu

746 bin baba evden uzaklaştırıldı

“Eşlerin arasına kara kedi gibi sokulan 6284 sayılı kanun sebebiyle 2,5 yılda tam 746 bin 336 babanın evinden koparıldığı tespit edildi. Mağdur babalar adına konuşan Ali Selman Işık, “6284 sayılı kanun; kadını korumak için değil, arasında problem olan eşlerin sorununu daha da körüklemek için var“ dedi.“ https://www.yeniakit.com.tr/haber/746-bin-baba-evden-uzaklastirildi-950746.html

Bu eski iki haber fecaati, yıkımı, mağduriyeti ve hakka aykırılığı anlamak için yetmez mi? Bence fazlasıyla yeter ve artar. Bu fecaat katlanarak büyüyor ve sorumlular uyuyor.

Burada olmazsa bile öbür tarafta hesabı sorulur.

Selam ve Sabırla…26.09.2023

 

Maarifte Yabancı Zihniyet Hâkim Oldukça Sonuç Alınamaz

 Maarifte Yabancı Zihniyet Hâkim Oldukça Sonuç Alınamaz

Veysi ERKEN Dr.

Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resul gönderdik. Bakara 151

Sayın Bakan

Yeni bir eğitim-öğretim yılının başlaması nedeniyle bir mesaj yayınladınız. Yeniliklerden bahsettiniz. Okul, öğrenci, derslik sayılarından, sınıfta kalma, öğretmenlere önlük gibi yeniliklerin olacağını ilan ettiniz.

Maalesef bunlarla nitelikli, kaliteli, değerlerini yaşayan nesilleri yetiştirmek mümkün değildir.

Ortada bir zihniyet sorunu vardır.

Nasıl bir insan yetiştireceğimize yönelik bir icraat yoktur.

Daha önce Sayın başkan eğitimin gayesi “Salih insan” yetiştirmektir demiş ve zihniyet değişimine işaret etmişti.

Evet.

Sonuç almak istiyorsanız önlükle, sınıfta kalmayla değil zihniyet değişimi ile ilgilenin.

Dolayısıyla bilmelisiniz ki, maarif ile ilgili zihniyet değişmedikçe sonuç alınamaz. Ve.

Bugünkü maarifle ilgili düşünme zeminimizi batı zihniyeti oluşturmaktadır. Batı zihniyeti yasağa, sınıflaştırmaya, çatışmayı arttırmaya ve toplumu alt kimliklere ayırmaya dayanmaktadır.

Bu zihniyet devam ettikçe “eğitim sistemi” denilen alanda sorunlar bitmez. Malumunuz üzere Türkiye’de “eğitim sistemi” ile ilgili düzenlemeler “devlet”in tekelindedir.

Tekelcilik mantığı devam ettiğine göre “devlet”in görevi “birey”e “bilgi edinme ve beceri kazanma” imkân ve fırsatı ile ahlaki niteliği kazanabilecek ortamı sağlamadır.

Bunun için yapılacak ilk iş eğitimin amacını, programını, çevresini belirlemek ve öğretim kademeleri arasındaki geçiş sınavlarının kaldırılması ve öğretim kurumlarında “kapasite” ve “kalite”nin sağlanmasıdır.

Sayın Başkan

“Hududullah” çerçevesinde “özgürlük” esas alınmadıkça “eğitim”de istenilen başarı elde edilemez. 20yıllık iktidar döneminizde bu görülmüştür. Sorunlar artmış, değerlerini kaybeden nesiller oluşmuştur.

Sayın Bakan.

Birey dilediği zamanda, alanda ve mekânda “bilgi edinme ve beceri kazanma” hakkını kullanabilmelidir.

Bize ve inancımıza göre bireyin önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.

Birey dilediği bölüm/bölümlere, dilediği zamanda ve dilediği kadar devam etme hakkını kullanabilmelidir.

Teknolojik dönüşüm ve gelişimin ulaştığı günümüzde Türkiye’nin buna imkân ve kapasitesi vardır.

Yeter ki, MEB ve YÖK gibi kurumlar engel olmasın.

Peki, bu gerçekleşir mi?

Zannetmiyorum.

Zira kurulu düzenin işleticileri bunun değişmesini istememektedirler. Bunun için bireylerin eğitim sistemi ile ilgili “kapasite” ve kalite” oluşturacaklarına bireyin zihnini köleleştirici bariyerleri yükseltmeyi tercih etmektedirler.

Sizden ve bütün yetkililerden beklentimiz göreviniz icabı yetkinizi kullanarak engelleri kaldırmanızdır.

Ve temennimiz Gatto’nun ifadesiyle “Bir Kitle İmha Silahı Zorunlu Eğitim”e dönüşen eğitim alanı ile düzenlemeler yapılarak “aptallaştıran eğitim” mantığının ve zihniyetinin son bulmasıdır.

Son söz. İnancımıza göre bilen bilmeyenden üstündür ve inancımızın mensupları “Rabbim ilmimi arttır” diye dua ederler.

Yöneticilerin görevi kişiye dilediği alanda bilgi edinme ve beceri kazanma imkânı sunmalıdır ki, “Rabbim ilmimi arttır” duası fiiliyata dönüşsün. Önlükle, sınıf tekrarı ile uğraşmak değildir.

Evet.

Zihniyet değişimi bekliyoruz.

İslami bir zihniyetle çıkış ve öze dönüş mümkündür.

Gerisi angarya.

Selam ve Sabırla… 26.09.2023

24 Eylül 2023 Pazar

Faiz Sebep Enflasyon Sonuç

 Faiz Sebep Enflasyon Sonuç

Veysi ERKEN Dr.

Evet.

Faiz sebep enflasyon bir sonuçtur.

İfade doğrudur.

Bu ifadeyi 2018 yılında Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’da dile getirmişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Sebep netice ilişkisine baktığımız zaman faiz sebep enflasyon neticedir" dedi. https://bigpara.hurriyet.com.tr/haberler/ekonomi-haberleri/cumhurbaskani-erdogan-faiz-sebep-enflasyon-neticedir_ID1446136/

İfade ve gidişat doğru iken ne oldu da ekonomik hayat insafsız Küresel haydutlara teslim edildi hayat pahalılığı canavarlaştırıldı, enflasyon azdırıldı.

Bunu anlamakta zorluk çekiyoruz.

Bilinen gerçek.

Faiz ile enflasyon canavarı azgınlaşırken, bundan beslenenlerin servetleri katlanıyor, halk fakirleşiyor, eziliyor.

İktidarın yapması gereken bu değildi ve değildir.

İktidarın yapması gereken IMF’den; Dünya Bankasından borçlanma değildir.

İktidarın yapması gereken halkın refahını ve mutluluğunu arttırmak ve devleti yaşatmaktır.“İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın” ilkesini hayata geçirmektir.

İktidarın yapması gereken zenginlerin servetlerinden vergi almasıdır.

Daha önce Sinan Burhan Bey dile getirmişti.

Zenginlerden en az bir milyon dolar alınmalı diye.

Aynen katıldığım için yazı konusu yapmıştım.

Kanaatim odur ki, faiz artışı bir çıkış yolu değildir aksine felaketi arttırıcı, servetin belirli ellerde toplanmasını sağlayıcıdır.

Bunlarla ilgili istatistikler çoktur.

Ve unutmayalım ki, Türkiye’nin servetinin %95’i %5’in elinde toplanmıştır.

Kısaca faiz düzeninden vazgeçilmesi zorunluluktur. Faiz düzenini “Dünyayı ve yüzde Beşi”ni isteyen azgın haydutlardır.

En kısa zamanda hatadan dönülmelidir. Hatadan dönmek bir fazilettir.

Allah: “Faiz yiyenler ancak şeytanın çarparak sersemlettiği kimse gibi kalkarlar. Bunun sebebi onların, “Alım satım da ancak faiz gibidir” demeleridir. Hâlbuki Allah alım satımı helâl, faizi ise haram kılmıştır. Artık kime Allah’tan bir öğüt erişir de faizciliği bırakırsa geçmişteki kendisinindir, durumunun takdiri Allah’a aittir. Kim de yine faizciliğe dönerse işte bunlar orada devamlı kalmak üzere cehennemliklerdir. Bakara-275” https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Bakara-suresi/282/275-ayet-tefsiri

Gün faiz düzenini ayaklar altına alma günüdür.

Zaman özümüze ve İslami inancımıza uygun bir ekonomik düzeni ihya zamanıdır.

Kazanma, paylaşma ve dayanışma düzenini kurma ve güçlü bir şekilde müreffeh yaşama dilimi olmalıdır günümüz ve her günümüz.

Selam ve Sabırla… 24.09.2023

21 Eylül 2023 Perşembe

Efendiler Nereye*

 Efendiler Nereye*

Veysi ERKEN Dr.

Evet.

Sahi nereye kaçtınız, hangi fare deliğine girdiniz.

*Refik Halid  “Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye? diye soruyordu atalarınıza.

Atalarınız olan ittihatçı ve jön Türkler de kaçmışlardı vatanı parçaladıktan, milleti perişan ettikten sonra.

Atalarınızı aratmadınız. Sahiplerinize sığındınız onlar gibi.

Çünkü hiçbir zaman yerli ve Müslüman değildiniz onlar gibi.

Bilindiği üzere vatanımızı 10 yılda perişan eden İttihatçıların önde gelenleri ve önemlileri, 1 Kasım 1918 gecesi ülkeyi terk etti. Savaş kaybedilmişti. Ülkeyi yokluğa ve açlığa terk ederek bu toprakları terk ediyorlardı.

Bu mağlubiyetin müsebbipleri idiler. Zira yönetimi darbeyle ele geçiren ittihatçılardı.

Elbette bunlardan hesap sorulmalıydı.

Hesap sormaya çalışanlardan biri de Refik Halid idi.

O yazılarıyla hesap sorulmasını istiyordu.

Bugün de onların torunlarından hesap sorulmalıdır. Sorulmazsa amip gibi yeniden çoğalırlar. Ülkemizi ve İslam coğrafyalarını satarlar. İbret alınsın diye Refik Halid’in 5 Kasım 1918 tarihli Zaman Gazetesi’nde yayınlanan “Efendiler Nereye?” yazısının tam metnini paylaşıyorum.

Belki ittihatçı ve yıkıcı zihniyetin halefleri fetöist teröristlerden hesap sorulur.

*“Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?

Yaz başlangıcında sırtı karnına yapışmış, sarı, sıska, cansız birtakım tahtakuruları çıkar, iğne gibi vücudumuza batarlar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı etli, canlı, iri yarı şuraya buraya kaçarlar… Galiba şafak attı, güneş doğuyor; tahtakuruları nereye?

Ücra dağ başlarında gözleri ateşli, dişleri keskin, tüyleri dimdik aç kurtlar vardır. Köpeksiz sürülere dalarlar, boyunları kaparlar, etrafa kan, kemik saçıp mideleri dolu inlerine kaçarlar. Galiba çoban göründü, köpekler hırlıyor; tok kurtlar nereye?

Kedisiz evlerde fareler vardır; kilerlere girerler, dolapları delerler, şunu, bunu kemirip, sağa sola koşuşup baş köşede gezerler, bir pıtırtı olunca deliklere girerler… Galiba koku aldınız, kedi geliyor; koca fareler nereye?

Dul annelerin haylâz çocukları vardır; sandıkları kırarlar, paraları çalarlar, bohçaları aşırıp Yahudi’ye satarlar ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar… Galiba foyanız meydana çıktı, yakanız ele geçecek, ziyânkar evlatlar nereye?

Vurdular, kırdılar; yaktılar, yıktılar; astılar, kestiler; kastılar, kavurdular; nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan gibi kaçtılar; memlekete düşmanları sokarak üstümüzden aştılar…

Eli sopalı, beli palalı, gözü kanlı paşalar damdan dama nereye?

O zamanlar kalemler kırık, gözler yumuk, boyunlar eğili, ağızlar kilitliydi. “Gel!” diyordunuz, halk karnını yerde sürüyerek ezile-büzüle koşuyor, ayaklarınızın altına sokulup tir tir titriyordu. “Git!” diyordunuz, kapıya kendini zor atıyor, merdivenleri dörder dörder atlayarak canını güç kurtarıyordu. Siz nâzır değildiniz, derebeyliği yaptınız… Siz âmir olmadınız, sergerdelik ettiniz… Siz valilik yapmadınız, asesbaşılık ettiniz… Efelere taş çıkardınız; zorbalara parmak ısırttınız; Çakıcı’ya rahmet okuttunuz. Kabakçı’yı gölgede bıraktınız… Biraz daha geçseydi evliya diye “Patrona”lara türbe kurup başlarında kandil yakacaktık; “Muslî”leri kahraman bilip nâmlarına heykel dikecektik, “Sakallı”lara can verip mevkilere geçirecektik.

“As!” deyince sıra sıra darağaçları kurulur, “Yak!” deyince alev alev meşaleler tutuşur, “Bas!” deyince tabur tabur jandarmalar üşüşürdü… Elinizde zindan anahtarları, belinizde idam ipleri, sırtınızda darağaçları vilâyet vilâyet dolaştınız; Ali’ye çattınız, Veli’ye bastınız, Ahmed’i kastınız, Mehmed’i kavurdunuz; beş senedir her tarafta kargalara insan leşinden öbek öbek ziyafetler çektiniz; akbabaları çocuk ölüsü ile besleyip kartalları artık adam etinden tiksindirdiniz…

Muhalif mi? Al aşağı… Muharrir mi? Vur başına… Türk mü? Sür ölüme… Rum mu? İste parasını… Ermeni mi? Kes kafasını… Arap mı? Çek ipe… Kadın mı? Gönder eve… Haydut mu? Buyurun köşeye… Külhanbeyi mi? Gelsin yanıma… Yahudi mi? Sor fikrini… Kalan kimseye at sopayı… Paraları koy cebine, işte sizin programınız bu!

Hani Karagöz’de “Kanlı Nigâr” oyunu vardır, “Urun kızlar kol demirini!” derler de kapılar kapanır, avane üşüşüp anadan doğma soyarak misafiri çırılçıplak dışarıya fırlatır… İşte siz böyle yaptınız, boğazları kapatıp içeride keyfinize gideni işlediniz, kimimizi soydunuz, kimimizi vurdunuz.

“Açılır besmeleyle her sabah dükkânımız/ Cellâdbaşı Kara Ali pîrimiz üstâdımız” levhasını başınızın ucuna asıp palalarla sopalarla işe giriştiniz; sürülerle insanları dağ başlarına götürüp satırlardan geçirdiniz, babaları, evlâtları yoktan yere harcayarak Anadolu içerisinde dul kadından, yoksul yetimden başkasını bırakmadınız. Ne oluyordunuz? Bu kanlı işgüzarlıklar, bu canavar akını, bu fitne ve fesat siyaseti ne fayda verecekti? Ne kazanacaktık? Dünyayı mı alacak, Mısır’a sultan mı olacak, Hind’e şah mı gidecektik?

Sizin sadrazamlıkla, seraskerlikle, nâzırlıkla gözleriniz doymamıştı, a padişah heveslileri… Şam’da, Halep’te az daha nâmınıza hutbe okutup, isminize sikke kestirecektiniz… Yiğitlik sizde, kahramanlık sizde, avurt zavurt sizde, caka tavır, hepsi sizdeydi… Şimdi böyle sinsi sansar gibi tavandan tavana nereye?

Evet, nereye gidiyorlar? Mahalle kahvesinden bir adımda sadârete, meyhane peykesinden bir basışta nezarete, tulumbacı koğuşundan bir hamlede vilâyete eren bu türediler nereye gidiyorlar? Kendileri kürklere büründüler, milletin derisini soydular. Kasalarına altın doldurdular, bizim cebimize kâğıt tıktılar; halk seril-sefil cami avlularında yatarken çiftlikler aldılar, kâşâneler yaptırdılar. Açlıktan ölenlerin lokmasını ağzından çalarak haspalara ziyafet çektiler; susuzluktan bunalanların destisini aşırıp havuzlarını doldurdular, içinde kayık yüzdürdüler… Han, hamam yıktılar, darağaçları kurdular; hânümanlar söndürüp memleketler yaktılar; yağ aldılar, bal sattılar, yün çaldılar, pamuk attılar… Ne çocuk dediler ne ihtiyar; ne padişah tanıdılar ne nizam; ne merhamet bildiler ne insaf… Halk açlıktan sokaklarda pösteki kemirirken onlar konaklarında bülbül beyni yediler, kuş sütü içtiler… Anamıza sövdüler, babamızı dövdüler, tırnaklarımızı söktüler, hülâsa bacağından yakalayıp bu devleti yerden yere vurdular, paçavraya çevirdiler.

İşte milleti büsbütün öldürdüklerinden emin olsunlar; zira damarlarımızda bir damla kan, kollarımızda bir zerre kuvvet kalmış olsaydı yakalarından yapışır öcümüzü alırdık… Hâlbuki kollarını sallaya sallaya, yüzümüze tüküre tüküre gittiler…

Aşkolsun! At da size yaraşır, meydan da… Bizde bu ölü kan, sizde o yaman surat olduktan sonra bir gün olur yine gelirsiniz. Eteklerinizi öptürüp ciğerlerimizi söndürürsünüz. Biz size: “Kırk katır mı, kırk satır mı?” diye soramadık; yarın sizin bize:
– “Ölümlerden ölüm beğen!” demek artık hakkınızdır. Lâyıkımız olan paşalar! Topumuzun kafasını bir kılıçta çıkarmadan nereye?”

Selam ve Sabırla… 21.09.2023