31 Temmuz 2013 Çarşamba

ÜNİVERSİTE HOCALARININ MAAŞ SORUNU NE ZAMAN ÇÖZÜLECEK?



ÜNİVERSİTE HOCALARININ MAAŞ SORUNU NE ZAMAN ÇÖZÜLECEK?



Veysi ERKEN



            Ülkemizin karmaşık bir zaman diliminde sizlerle akademik personele yaşatılan perişanlığı gözler önüne seren bir talebi paylaşacağım.  Türkiye Kamu Sen ve Türk Eğitim Sen İstanbul İl Başkanı Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan beyin kaleme aldığı talep umarım ki, sizleri rahatsız eder ve memurlarla ilgili yapılacak toplu sözleşme görüşmelerinde dikkate alınması için vekillere, yetkililere ve kamuoyuna duyurursunuz. İşte O açıklama:

“Üniversitelerin en hayatî sorunlarının başında üniversitelerdeki akademik ve idari personelin ücret sorunu gelmektedir. Eşit İşe Eşit Ücret düzenlemesiyle Üniversite Hocaları üç yıldan beri büyük bir mağduriyet yaşamaktadır. Üniversitelerin yıllardan beri içten içe kanayan bu derin yarasına el atmak ve tedavi etmek konusunda şimdiye kadar laf dışında hiçbir şey yapılmadı. Başbakandan Maliye Bakanına ve YÖK Başkanına kadar herkes öğretim elemanlarına reva görülen maaş zulmünün ortadan kaldırılacağını dillendirmekte ancak bugüne kadar bir sonuç alınamamıştır. Ülkemiz ve milletimiz adına büyük bir ayıp ve utançtan başka bir şey olmayan bu vebalin çok fazla suçlusu bulunmakta olduğunu açıkça söylemek dürüstlük gereğidir.

İlk olarak belirtilmesi gereken husus, bu konudaki en büyük vebalin 12 yıldan beri geçmiş hükümetler gibi, aynı ilgisiz ve vurdumduymaz politikayı sürdüren bugünkü Hükümet’te olduğudur. Nitekim 666 sayılı KHK ile getirilen sözüm ona Eşit İşe Eşit Ücret düzenlemesiyle üniversite öğretim elemanlarıyla öğretmenler es geçildi. Bahane olarak da kamuoyuna bu kesimlerin kamuda benzer statüde çalışanın olmayışına bağlandı.         Ancak aradan yaklaşık üç yıl geçti, öğretim üyelerinin ve öğretmenlerin yıllardan beri maruz kaldığı haksızlığın ortadan kaldırılmasına yönelik bir işaret de yok. Niçin ve hangi gerekçe ile ve hem de en küçük bir açıklama dahi yapılmadan öğretim üyelerinin ve öğretmenlerin devre dışı bırakılmış olması, doğrusu bugüne kadar, genel olarak tüm eğitim, öğretim ve bilim camiasının ve özel olarak da üniversite personelinin ücretleri konusunda hiç de iyi bir sınav vermiş olmayan Hükümet’in bu tutumu ve ilgisizliği hangi adalet anlayışı ile bağdaşmaktadır?

            Bu konuda sessizliğe gömülerek Hükümet’in suçuna katılan muhalefetin payı onlardan da az değildir. Nitekim milletvekillerine ve emekli milletvekillerine yapılan maaş artışı bunun en önemli göstergesidir.

İkinci olarak belirtilmesi gereken husus, üniversite personelini en üst düzeyde temsil eden YÖK’ün ve öğretmenleri temsil eden Milli Eğitim Bakanının bu konudaki tutumunun hükümetlerden bile daha olumsuz olduğudur. Nitekim hükümetlerin ara-sıra da olsa bir şeyler yapmasa bile yapıyor gibi görünmelerine karşılık, bugüne kadarki YÖK Yönetimlerinin YÖK Başkanı Sayın Çetinsaya hariç kendi personelinin geçim sorununa karşı sanki öyle bir şey hiç yokmuşçasına sürdürmüş olduğu ilgisiz ve anlayışsız tavrının bugünkü YÖK yönetimi ve Üniversite Rektörleri tarafından aynen devam ettirildiğini görmek, mesleğimiz adına ayrı bir utanç belgesi niteliğindedir.

            Üçüncü olarak belirtilmesi gereken husus ise, yazılı ve görsel medyanın konu hakkındaki ilgisizliğidir. Bugüne dek, eğitim ile ilgili yazılar yazan ve araştırmalarda bulunan mahdut sayıdaki birkaç gazeteci ve köşe yazarı dışında, medyamızda bu konuda kayda değer ve ciddiye alınmayı gerektirecek, ağırlığı olan haberler yapıldığına şahit olmadığımız gibi, kamuoyu oluşturmaya yönelik ciddî, tutarlı ve ısrarlı bir yayın politikası da görmüş değiliz.

            “Üniversite” denince çok küçük bir kesim dışında aşağı-yukarı herkesin ve her çevrenin üzerinde durduğu iki konu bulunduğunu söyleyebiliriz: Üniversite, siyasetçiler ve medya açısından, bitmek tükenmek bilmeyen siyasî ve ideolojik çekişme ve çatışmalar için en bereketli malzemeler veren bir alan ve toplumumuz açısından ise, çocuklarının okuması, diploma ve meslek sahibi olması için kullanılması gereken bir araç olarak görünür bir hâle gelmiş bulunmakta olup bunun dışında başka bir ilgiye mazhar olmamaktadır. Maalesef, hemen hemen hiç kimse üniversitede nelerin olup bittiğine, akademik ve idari personelin hangi zor şartlar altında çalıştığına, bir yandan bilim yapmak, diğer yandan ülkenin genç nesillerini yetiştirmek için çırpınırken evlerinin geçimlerini nasıl temin ettiğine hiç ilgi duymamakta, sanki hiç öyle bir konu ve hiç öyle bir sorun yokmuş, bütün akademik personel hâllerinden çok memnunmuş gibi davranmaktadır.

Hâlbuki şu anda üniversitede en kıdemli bir profesörün maaşı dahi, bir milletvekilinin danışmanından ve sekreterinden daha azdır.

            Gerçekte, üniversite personelinin hem statülerine uygun ve hem de bilim yapabilmelerine elverişli bir normal yaşantıya sahip olabilmeleri için gereken ücret zammı en az % 50 olması gerektiği hâlde, sıfır ek ödemeye mahkûm edilmeleri şok etkisi yapmıştır.  

            Ülkemizin geri kalmışlık çemberinin kırılmasında ve geleceğin mutlu, güçlü ve müreffeh, daha saygın Türkiye’sinin inşa edilmesinde bir numaralı belirleyici faktör olan bilim yuvalarının ve mütevazı bilim insanlarının, nasıl geçineceklerini düşünmeyi ön plana çıkarmak zorunda bırakılmaları doğru bir politika değildir. Mesleği bilim üretmek ve bilim öğretmek olan, ülkemizin en iyi yetişmiş beyinleri, sürekli olarak düşük tutulan ücretleriyle mahkûm edildikleri geçim sıkıntıları dolayısıyla mutlu değillerdir. Bu da onların hem bilim üretmelerinde ve hem de gençlerimizi yetiştirmelerinde tam verimli olmalarını çok ciddî surette engellemektedir.

         On iki yıldan beri akademik personele âdeta kasıtlı olarak düşük ücret politikası uygulayan iktidar, kıdemli profesörler ( görev tazminatı ile birlikteki maaşları ) dışındaki bütün öğretim elemanlarını yoksulluk sınırının altında, idari personelin % 70'ini de açlık sınırı düzeyindeki ücretlere mahkûm etmiş bulunmaktadır.

            57. Hükümet (Üçlü Koalisyon Hükümeti) döneminde Profesörlere ve 1. Derece’deki Doçentlere “görev tazminatı” adıyla bir ek zam yapılmıştı. Bunun kademeli olarak diğer tüm akademik personele yansıtılacağı belirtilmişti. Ancak aradan geçen yaklaşık 13 yıldan beri gelen hükümetler, YÖK başkanları ve Üniversite rektörleri tarafından konu hiç dile getirilmemiştir. Üniversitenin içinde ikilik yaratan bu durumdan ayrı olarak ise, genel olarak, üniversite personelinin maaşları ezici çoğunluk itibariyle “sefalet” düzeyinde bulunmaktadır.

            Nitekim 1990 yılında 1/4’deki bir profesör, 1/4’deki Emniyet Genel Müdüründen 550 TL, 1/4’deki Maliye Müfettişinden 1000 TL fazla maaş alırken, bugün durum nedir? Yine 1990 yılında 4/1’deki bir doçent, 4/1’deki kaymakamdan 857 TL, 4/1’deki il emniyet müdüründen 832 TL daha fazla maaş almaktaydı. Aynı yılda 5/1’deki bir yardımcı doçent, 6/1’deki uzman doktordan 205 TL, 6/1’deki kaymakamdan da 794 TL, 5/1’deki bir araştırma görevlisi de 9/1’deki kaymakam adayından 472 TL, lise mezunu 8/3’deki polis memurundan 681 TL daha çok maaş aldığı yapılan ilmi araştırmalardan ortaya çıkmaktadır.

            2013 yılında bir mühendisin 3500 TL, bir müftünün 4500 TL, 30 yıllık bir öğretim görevlisinin 2200 TL, bir araştırma görevlisinin 1950 TL, ¼’deki bir yardımcı doçentin 2400 TL, KİDEMLİ BİR İLAHİYAT PROFESÖRÜNÜN 3900 TL maaş aldığı göz önüne alındığında üniversite akademik personeline reva görülen maaş zulmünün hangi boyutlara ulaştığını açıkça göstermektedir.  Yardımcı doçentler, öğretim görevlileri, okutman ve araştırma görevlileri bir teknisyenden daha az maaş alır hale düşürülmeleri ayıbı sorumlu ve yetkililer için yeterli değil mi?



Öğretim Üyeleri Arasındaki Maaş Dengesi Bozulmuştur



1972 yılında 1/4’deki profesörle 7/1’deki asistan arasındaki maaş farkı % 47.62 düzeyinde, aynı derecedeki profesörle 3/1’deki doçent arasındaki maaş farkı da % 15.6 oranında bulunmaktaydı.

            Yüksek Öğretim Kanununun çıktığı ilk yıllarda (Resmi Gazetede yayım 6 Kasım 1981) öğretim elemanlarının ücretlerinde ve çalışma düzenlerinde bir dengesizlik söz konusu değildi. Profesör, doçent, yardımcı doçent, öğretim görevlisi, okutman, uzman ve araştırma görevlisi arasındaki ücret farkları, kimseyi rahatsız edecek farklılıkta bulunmamaktaydı. Maaş oranları kabul edilebilir bir düzeydeydi. Ancak 2013 yılına geldiğimizde, özellikle 2002 yılından itibaren maaş oranları yardımcı doçent, öğretim görevlisi, okutman ve araştırma görevlileri aleyhinde bozulmuştur.



Nitekim 1982 yılının Aralık ayında 1/4’deki profesörün maaşı 65,464 TL, 3/1’deki doçentin 56,747 TL (profesör maaşının %  86.68 oranında), 5/1’deki yardımcı doçentlerin 53,226 TL (profesör maaşının % 81.30’u oranında), 7/1’deki araştırma görevlisinin 29,611TL (profesör maaşının % 45.23 oranında) iken, 2000 yılının Aralık ayında aynı derecedeki profesör maaşı 560.135.000 TL, doçentin 423.063.000 TL (profesör maaşının % 75.52 oranında), yardımcı doçentlerin de 361.472.000 TL (profesör maaşının % 64.53’ü oranında), araştırma görevlisinin 267.464.000 TL (profesör maaşının % 47.75 oranında) düzeyinde bulunmaktaydı. 2002 yılının Aralık ayında profesör maaşı 1.784.000.000 TL, yardımcı doçentlerin maaşı ise 794.452.000 TL (profesör maaşının % 44.53’ü oranında), 2005 yılının Aralık ayında profesörün maaşı 2.321.550.000 TL, yardımcı doçentlerin 1.139.340.000 TL (profesör maaşının % 49.07’i oranında) düzeyindeydi.

2013 yılında durum şöyledir: 1/4’deki en kıdemli bir profesör 4 bin 900 TL, 1/4’deki yardımcı doçent 2 bin 400 TL (profesör maaşının % 48.97 oranında), araştırma görevlisi bin 950 TL (profesör maaşının % 39.79 oranında) maaş almaktadır.

            Görüldüğü üzere 1982 yılının Aralık ayından 2013 yılının Temmuz ayına kadar geçen yaklaşık 31 yılda yardımcı doçentlerin maaşı profesör maaşlarına oranla yaklaşık % 34, araştırma görevlilerinin de % 5.5 oranında azalmıştır.

            1993-2000 yılları arasında yardımcı doçentlerin maaşı 4 kişilik bir ailenin geçinme sınırı olan Yoksulluk Sınırı (Asgari Geçim) düzeyinde iken, bugün Yoksulluk Sınırının 1200 TL altındadır. Günümüz koşullarında profesör ve doçentlerin aldığı maaş özel sektörde çalışanların karşısında komik düzeyde bulunmaktadır. Ancak profesörler, aynı işi yapan, aynı sınıf ve statüde bulunan yardımcı doçentlerin iki katından fazla, birinci derecedeki doçent ise bir buçuk katına yakın maaş almaktadır. Birinci dereceye gelmiş öğretim görevlisi veya okutmanların ise iki buçuk katına yakın maaş almaktadırlar. Aynı işi yapmakla görevli ve aynı eğitim derecesine sahip insanlar arasındaki bu çok farklı ücret dengesizliği, üniversitede çalışan öğretim elemanlarını rahatsız etmektedir. Yardımcı doçentler dâhil, diğer bütün öğretim elemanları açıkça haksızlığa uğratılmaktadır.

            Profesörlerin ek göstergeleri 5300-6400, doçentlerin 4800, yardımcı doçentlerin 3600’dür. Yardımcı doçentlerin ek göstergeleri öğretim görevlisi, okutman, uzman ve üniversite daire başkanları ile aynı düzeydedir. Yani yardımcı doçentler emekli olduklarında alacakları emekli maaşı 1804 TL’dir. Yardımcı doçentler öğretim üyesi sınıfında oldukları için statülerine uygun olarak ek göstergeleri 3600’den 4800’e yükseltilmelidir.

            Orantısız maaş farklılıklarının giderileceği belirtilmekle beraber on iki yıldan beri üniversitedeki maaş dengesizliği konusunda bir adım bile atılmamıştır. Üniversite personeli için radikal, ciddî ve üniversitedeki ikiliği ortadan kaldıracak âdil bir ücret yapılanmasının yanında öğretim üyelerinin düzeylerine uygun bir maaş artışı hemen ve çok acil olarak mutlaka ele alınması ve aynı aciliyetle uygulamaya konması gerekmektedir.”

            Selam ve Sabırla.

     


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?