Laik Yobazlar, Gericiler ve Gayrı Müslimler Çetesi
Veysi ERKEN Dr.
Camilerde hutbe okunuyor ve mesainin Cuma namazının kılınacağı saate göre düzenlenmesi, bunun topluma ve bireye sağlayacağı kolaylıklar dile getiriliyor. Bunun üzerine gayrı Müslim taifenin papağanları hemen şakırdamaya başlıyor. Merhum Oktay Sinanoğlu bunları “tuti-i garbiyun” olarak nitelendirirdi.
Ali Erbaş “Bu hutbemiz sebebiyle geçen cumadan beri beş gündür laikçi yobazların Diyanet’e ve şahsıma saldırı ve hakaretleri devam ediyor.” https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/diyanet-isleri-baskani-ali-erbas-kendisine-yapilan-hutbe-elestirilerine-tepki-gosterdi-2108693 diye bir mesaj paylaşmış.
Bence az bile söylemiş.
Bunlar yobaz, gerici ve gayrı Müslim taifedir.
Her devirde ve günde İslam’a, İslami yaşayışa ve Müslüman’a saldırmaktan geri durmazlar.
28 Şubat karanlık günlerini hatırlayınız. O dönemde de saldırılarını arttırmışlardı. Bilhassa “örtü” konusu hedefe konulmuştu. Atatürkçü geçinerek saldırıyordu bu gayrı Müslim yobaz ve gerici çete.
Bu çeteye o günlerde bakınız Mustafa Kemal Atatürk “Şekli tesettür meselesinde suhuletle, emniyetle yürüyebilmek dinin, eski an'anei milliyenin, akıl ve mantığın, ahlâk ve faziletin emrettiği şekli tabiî ve şekli basiti kabul etmektir. Şer’i mubinimizin tarif ettiği şekilden istifade(faydalanmak) ve onu hayatımıza tatbik etmek (uygulamak) maksada vusul için kâfidir(amaca ulaşmak için yeterlidir)”-Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları:1,C.II,Ankara1959,s.151” diyor. Siz neden uymuyorsunuz dediğimizde konuyu hemen başka tarafa saptırmaya çalışıyorlardı.
Bu yobaz, gerici ve gayrı Müslim çete dün ne idiyse bugün de aynıdır. Sadece figüranlar değişiyor.
Camiye, İslami değerlere ve taleplere saldırıları değişmez.
28 Şubat döneminin karanlık günlerinde bu yobaz ve gerici çete ile ilgili ironi bir yazı yayınlamıştım. Tekrar paylaşayım.
“Tarih öğretmenlerimi asla affetmeyeceğim(!). Çünkü bana hep yanlışı (!) ve yalanı(!) anlattılar. Meğerse anlatılanların hepsi duygularımızı okşamak içinmiş. Gerçeklerle değil, hayallerle, masallarla bizi aydınlatmaya ve yetiştirmeye çalışmışlar.
“Yalan hepsi de yalan” diyen popçunun parçasında olduğu gibi tarih adına söylenilenlerin hepsi de yalan(!). Tarih dersine giren hocalarımız namusumuza, haysiyetimize ve şerefimize ne kadar bağlı olduğumuzu, bu kavramlarla et-tırnak gibi nasıl kaynaştığımızı ballandıra ballandıra anlatırlardı. Anlatılanlara göre mukaddeslerimize bağlılığımızın delillerinden birisi de “Başörtüsü”ydü. Başörtüsüne uzanan Fransız askerinin eli Maraş’ın Kahramanlaşmasına ve Fransızların püskürtülmesine neden olmuştu. Namusumuzu, haysiyetimizi, şerefimizi kısaca vatanımızı kurtarmamızın başlangıcıydı.
Son yıllarda güzel ülkemde anamın, bacımın, kız kardeşimin “parya” muamelesine tabi tutulması, örtüsü yüzünden okulundan atılması, işinden, aşından uzaklaştırılması, yerlerde sürüklenmesi ve tekmelenmesini gördükçe, çocukluğumda anlatılanları hatırlıyorum. Demek ki, bana anlatılanlar ve öğretilenler yalan(!),hem de külliyen yalanmış(!).
Anlatılanlar yalan olmasaydı, koca koca, anlı şanlı ve dahi unvanlı böööyük böööyük âdemler başörtüsüyle uğraşırlar mıydı? Kırmızı renk görenler gibi saldırganlaşırlar mıydı? Radikal Yahudicilerin, Radikal Hıristiyancıların ve Radikal dinsizlerin kurduğu ve belirli tapınaktan idare edilen İslam karşıtı ittifaka kölelik ederler miydi? Dünyevî menfaat için bu kadar küçülürler miydi küçükler?
Size soruyorum aziz okuyucular. Ben bu işin içinden çıkamadım. Anlatılanlar mı yalan? Yoksa uygulayıcılar mı düşmanlarımızın adamı?
İki bin ikiye üç ay kala hep “mazi” ile “hâl” arasında gidip geliyorum. “Mazi” bana mukaddeslerimizi hatırlatır ve bunların milleti oluşturan fertlerin arasındaki harç mesabesinde olduğunu öğretirken, “hâl” bana otuz küsur yıldır aralıklarla sürdürülen zulmü gösteriyor.
Mazi, mukaddesler için alp erenlerin, ülkücülerin ve tüm inançlıların siper olduğunu hatırlatırken, hâl bu taifelerin buharlaştığını ve tozlaştığını göstermektedir.
Kısaca; hâl, mazisinden ve değerlerinden kopmuş, kirlenmiş hatta Fransız askeri haline dönüşmüş uygulayıcıları, şahlanan zalimleri ve bunu övünç haline getirmiş ucube mahlûkları karşıma çıkarıyor.
Ben ki, köküm “mazi”de, dallarım “âti”ye uzanan bir çınardım, sarmaşığa dönüştürüldüm. Güzel ülkemi parçalamak ve yutmak isteyen iç ve dış şer odaklarının ittifakı ve toplantıları karşısında bir şey yapamaz, hatta tepki bile gösteremez oldum.
Bilim ve siyaset adamlarımız,-kuyruğuna takılmakla övündüğümüz- batılı dostlarımızın(!) entrikalarıyla mücadele edeceklerine, onları bile tiksindiren işleri yapmakla meşguller. Otuz yıldır okullarda ve bütün kamusal alanlarda “başörtüsü”ile uğraşmayı marifet zannetmekteler. Hem de çağdaşlık adına.
Ben ki, ilmimle, irfanımla, kültürümle ve medeniyetimle başkalarını aydınlatırdım, karanlığa sürüklendim. Hem de bizden zannettiğim eller tarafından.
Ben ki, başkalarına insanlığı öğretirdim. İnsanlığımdan utanır hale getirildim. Beni temsil iddiasında olanlar tarafından.
Mazi-Hal ve İstikbal düzleminde örtünün macerasını düşündüğümde ve tahlil ettiğimde vardığım sonuç; “Başörtüsü” dün şerefimiz, haysiyetimiz, bugün ise öğrenmenin ve hizmet etmek aşkının önünde görülen bir engel, yarın herhalde daha büyük işkencelerin nedeni.
İki bin ikiye aylar kala İlahiyatların ve bilumum kamusal alandaki halimiz ve dahi pür melalimiz. İki bin ikiye aylar kala manzara-i umumiye kıtlığın, yokluğun, açlığın, çöplüklerden beslenmenin olduğu, Laliacılara dost zannettiklerimiz tarafından kurban edildiğimizin resmidir aziz dostlar.
Çağdaşlık ve uygarlık adına yalan ve gerçek
iç içe. Bulamaç haline getirilmekte ve bize yutturulmakta isimleri isimlerimize
benzeyen kılıkları ilk çağdan kalan radikal dinsizlerin
kurdukları ittifakın maşaları elliyle. Hani ilk çağlarda insanlar malum yerlerini ağaç yapraklarıyla örtüyorlardı ya.
Sahi; İlahiyatlarda ve bilumum kamusal alanlarda başörtüsüne uzanan el kimin eli?... ................nin mi? 03.02.2000.
Değişen bir şey var mı?
Selam ve Sabırla... 16.08.2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?