Müslüman’ın Sorunu Kur’anı
Yaşamamasıdır
Veysi ERKEN
Kenan tufanın/Eylül fırtınasından
sonra bir dergide yapılan röportajlar “İnanmış
Aydın’ın Problemleri” adıyla kitaplaştırılmıştı.
O kitabın adı bir gerçeği ifade
ediyordu.
Kitabın adı Türkiye’de yerleşik hale
getirilen düşünce zemininin sorunlarını dillendiriyordu.
Bizim aydınımız sosyolojik, felsefi,
hukuki, eğitim, tarihi, coğrafi, kültürel kısaca sosyal bilimler denilen
alanların tamamında düşüncesini, fikriyatını ve eylemlerini “Batı Düşüncesi”nin
zeminine oturtmuş bulunuyor.
Hayata bakışı bu yüzden
çatallaşıyor.
Yaptığı her şey taklitten ibaret
kalıyordu.
“İnanmış
Aydın” hayatını bir taraftan inandığı değerlere dayandırmaya, öte yandan
kendisine dayatılan değerlere göre yaşamaya çalışıyordu.
Kısaca “İnanmış Aydın” bir ikilem
içinde bulunuyordu.
Eskimeyen kavramlarla inanmış
aydının konumu “el menzile beynel
menzileteyn” durumundaydı.
Üzülerek belirtmeliyim ki, bugün de
durum aynıdır. Aydınımızın zemini aynıdır. Aradaki fark düzünce zemini Batı
menzilesine daha çok kaymıştır.
Aydınımızın düşünce zemini yerli olmadığı
için fikriyatını ve zikriyatını BATININ BATIL değerleriyle kurguluyor.
Her şeyi taklitten ibarettir.
Bu gerçek kabul görmedikçe bir yere
varmamız ve dünyaya damgamızı vurmamız mümkün değildir.
Yerli olmak mümkün mü?
Elbette mümkündür.
Yerli olmanın ilk şartı yerli
değerlerimizi düşünme zemini haline getirmekle başlar.
Bu da ancak Kur’an-ı Kerime dönmekle
mümkün hale gelir.
Kur’anı kerime dönmek demek Kur’anla
doğru ilişki kurmak demektir.
İlişkimiz;
Kur’an-ı kerime inanmak,
Okumak,
Anlamak
Ve
Yaşamak safhalarını ihtiva eder.
Kısaca Kur’anı SATIRdan SADRA,
SADIRdan HAYAT’a geçirmekle mümkündür.
Kur’anı hayatımızdan çıkardığımız
için sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerinizi, düşünüşümüzü ve
uygulamalarımızı “BATININ BATIL
ZİHNİYETİ”ne dayandırmış bulunuyoruz.
Özellikle Sosyal Bilimler denilen
alanda akademik olduğunu düşündüğümüz bütün çalışmaları inceleyiniz bu durumu
görürsünüz.
Batıyı iflasa götüren önermeleri
hayatımızın parçası haline getirmiş durumdayız.
Daha önce bir yazımda ifade ettiğim
gibi kültürel ve zihni işgal had safhadadır. Yıllardır yerli olmayan
egemenlerin tatbik ettikleri yöntemlerle insanımızın zihni ve hayatı işgal
edilmiştir.
Zihni işgal yüzünden aydın,
gazeteci, bilim adamı, sanayici, tüccar, yazar-çizer vs. dediklerimiz hep
zihinlerini işgal edenlerin mantığıyla hareket etmekte, yazmakta ve iktisadi
hayatı inşa etmektedir.
Gönüllü veya paralı köleler
durumunda olan bahsi geçen taife etrafımızda devam eden soykırımları (Suriye’de,
Irakta, Sudan’da, Türkistan’da, Afganistan’da, Libya’da, Mısır’da ve
sayamadığımız yerlerde Siyonist haçlılarca gerçekleştirilen) yapan ve yaptıranlara karşı tavır sergileyeceklerine
ülkemizin etrafımızla olan ilgisini kınamakta ve engellemeye çalışmaktadır.
Sadece bu tür yaklaşımlar bile nasıl
işgal edildiğimizin (zihni ve kültürel olarak) bir resmi ve göstergesidir.
Hâsılı kelam.
Kendini Müslüman olarak ifade eden her
fert zihnini ve hayatını işgalden kurtarmakla mükelleftir.
Alanı ne olursa olsun liderlik etme
konumunda olanların vebali daha büyüktür.
Sosyal hayatla ilgili olanların
vebali daha da büyüktür.
Haydi, elbirliği ve gönül birliği
ile Kur’ana inanmaya, okumaya, anlamaya ve yaşamaya yönelelim.
Kur’anı satırdan sadra, sadırdan
hayata tatbik edelim, yaşayalım ve MUHLASİN’den
olalım.
Selam ve Sabırla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?