26 Haziran 2016 Pazar

Müslüman’ın Sorunu Kur’anı Yaşamamasıdır



Müslüman’ın Sorunu Kur’anı Yaşamamasıdır

Veysi ERKEN

            Kenan tufanın/Eylül fırtınasından sonra bir dergide yapılan röportajlar “İnanmış Aydın’ın Problemleri” adıyla kitaplaştırılmıştı.
            O kitabın adı bir gerçeği ifade ediyordu.
            Kitabın adı Türkiye’de yerleşik hale getirilen düşünce zemininin sorunlarını dillendiriyordu.
            Bizim aydınımız sosyolojik, felsefi, hukuki, eğitim, tarihi, coğrafi, kültürel kısaca sosyal bilimler denilen alanların tamamında düşüncesini, fikriyatını ve eylemlerini “Batı Düşüncesi”nin zeminine oturtmuş bulunuyor.
            Hayata bakışı bu yüzden çatallaşıyor.
            Yaptığı her şey taklitten ibaret kalıyordu.
            “İnanmış Aydın” hayatını bir taraftan inandığı değerlere dayandırmaya, öte yandan kendisine dayatılan değerlere göre yaşamaya çalışıyordu.
            Kısaca “İnanmış Aydın” bir ikilem içinde bulunuyordu.
            Eskimeyen kavramlarla inanmış aydının konumu “el menzile beynel menzileteyn” durumundaydı.
            Üzülerek belirtmeliyim ki, bugün de durum aynıdır. Aydınımızın zemini aynıdır. Aradaki fark düzünce zemini Batı menzilesine daha çok kaymıştır.
            Aydınımızın düşünce zemini yerli olmadığı için fikriyatını ve zikriyatını BATININ BATIL değerleriyle kurguluyor.
            Her şeyi taklitten ibarettir.
            Bu gerçek kabul görmedikçe bir yere varmamız ve dünyaya damgamızı vurmamız mümkün değildir.
            Yerli olmak mümkün mü?
            Elbette mümkündür.
            Yerli olmanın ilk şartı yerli değerlerimizi düşünme zemini haline getirmekle başlar.
            Bu da ancak Kur’an-ı Kerime dönmekle mümkün hale gelir.
            Kur’anı kerime dönmek demek Kur’anla doğru ilişki kurmak demektir.
            İlişkimiz;
            Kur’an-ı kerime inanmak,
            Okumak,
            Anlamak
            Ve
            Yaşamak safhalarını ihtiva eder.
            Kısaca Kur’anı SATIRdan SADRA, SADIRdan HAYAT’a geçirmekle mümkündür.
            Kur’anı hayatımızdan çıkardığımız için sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerinizi, düşünüşümüzü ve uygulamalarımızı “BATININ BATIL ZİHNİYETİ”ne dayandırmış bulunuyoruz.
            Özellikle Sosyal Bilimler denilen alanda akademik olduğunu düşündüğümüz bütün çalışmaları inceleyiniz bu durumu görürsünüz.
            Batıyı iflasa götüren önermeleri hayatımızın parçası haline getirmiş durumdayız.
            Daha önce bir yazımda ifade ettiğim gibi kültürel ve zihni işgal had safhadadır. Yıllardır yerli olmayan egemenlerin tatbik ettikleri yöntemlerle insanımızın zihni ve hayatı işgal edilmiştir.
            Zihni işgal yüzünden aydın, gazeteci, bilim adamı, sanayici, tüccar, yazar-çizer vs. dediklerimiz hep zihinlerini işgal edenlerin mantığıyla hareket etmekte, yazmakta ve iktisadi hayatı inşa etmektedir.
            Gönüllü veya paralı köleler durumunda olan bahsi geçen taife etrafımızda devam eden soykırımları (Suriye’de, Irakta, Sudan’da, Türkistan’da, Afganistan’da, Libya’da, Mısır’da ve sayamadığımız yerlerde Siyonist haçlılarca gerçekleştirilen)  yapan ve yaptıranlara karşı tavır sergileyeceklerine ülkemizin etrafımızla olan ilgisini kınamakta ve engellemeye çalışmaktadır.
            Sadece bu tür yaklaşımlar bile nasıl işgal edildiğimizin (zihni ve kültürel olarak) bir resmi ve göstergesidir.
            Hâsılı kelam.
            Kendini Müslüman olarak ifade eden her fert zihnini ve hayatını işgalden kurtarmakla mükelleftir.
            Alanı ne olursa olsun liderlik etme konumunda olanların vebali daha büyüktür.
            Sosyal hayatla ilgili olanların vebali daha da büyüktür.
            Haydi, elbirliği ve gönül birliği ile Kur’ana inanmaya, okumaya, anlamaya ve yaşamaya yönelelim.
            Kur’anı satırdan sadra, sadırdan hayata tatbik edelim, yaşayalım ve MUHLASİN’den olalım.
            Selam ve Sabırla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?