9 Mayıs 2024 Perşembe

Tanımsız “Laik”lik Tanımlanabilecek mi Acaba?

 Tanımsız “Laik”lik Tanımlanabilecek mi Acaba?

Veysi ERKEN Dr.

Yüzlerce kitap, binlerce makale yazıldı 1937 yılında Anayasaya girdiği ifade edilen “laik”lik üzerine. Hala yazılmaya devam ediliyor...

Yıl 2007.

Tartışma halen sürmekte.

Tam yetmiş yıl geçti.

Dört harften ibaret bir kelime üzerinde anlaşamıyoruz. Anlaşmamızı zorlaştırıyor bu kelime. Yabancı bir dilden ithal edildi tanımsız olarak. Tanımlanmış olsaydı iletişim ve anlaşma kolaylaşmaz mıydı?

Şüphesiz ki, evet.

Yabancı ve tanımsız kelimeler engel kabul edilir iletişimde. İletişim uzmanları özellikle yabancı ve tanımsız kelimelerden kaçınılmasını tavsiye ederler.

İletişim insan hayatının en önemli unsuru.

İnsanlar konuşa konuşa anlaşır (ya da anlaşamaz) ve iletişimde bulunur derler. Ama her zaman iletişim kurmak mümkün olmuyor. Bazen iletişim engelleri bilerek çıkarılıyor bireylerin karşısına. Herhalde bu durum, engellerin olduğu bir toplumda egemenlerin daha rahat olmasından kaynaklanıyor.

Sözlü iletişimde söylediklerimiz karşımızdaki kişinin, grubun anlayışına göre anlam kazanır veya kaybeder.

Ya yazılı iletişimde?

Yazılı iletişim “kelimelere” yüklenen anlamın açıklığı, berraklığı, şeffaflığı, anlaşılırlığı veya bu niteliklerin zıtlığı ile anlam kazanır veya kaybeder. Kazanan veya kaybeden toplumun bütünüdür bazı durumlarda.

Kelimeler kavramlaştırılırken şeffaf ve anlaşılır bir şekilde tanımlanmışsa yazılı iletişim kolaylaşır toplumda, herkes aynı anlamı verir kelimelere. Hayat kolaylaşır. Toplumda hukuk daha kolay hâkim olur. Yargılar ve yargılamalar berraklaşır. Özellikle hukuk için önemlidir şeffaf ve anlaşılır tanımlar ve kavramlar.

Değilse hukuk iletişiminde hayat zorlaşır ve binlerce mağduriyete yol açar yargılar ve yargılamalar.

Yönetim gücünü elinde bulunduran egemenler genelde şeffaf ve anlaşılır iletişim dilinden ve kavram tanımlamalardan fersah fersah kaçar. Bilirler ki, şeffaf ve açık anlamlar egemenliklerini zorlaştırır. Sorumsuzluklarını bertaraf eder. Yetkilerinin sınırını çizer. Onların yetkilerini belirli sınıra çeker, keyfi uygulamalarını bitirir.

İşte yazılı iletişimimizi ve hukukumuzu zorlaştıran bir kelimedir Laiklik.

“Laik”lik.

Sıkça kullanılan tanımsız bir kelime. Bir iletişim engeli olarak ilk olarak yüksek lisans programında karşıma çıktı. Yıl 1979.

Alan Kamu Yönetimi.

Ders İdare Hukuku.

Dersin hocası. Hamza EROĞLU. Profesör unvanlı. Hamza Eroğlu’na göre Laik Devlet: “vatandaşlarının dünyevî, beşeri ihtiyaçları ile ilgilenen ve bunları karşılamaya çalışan devlet demektir.

Laik devlet anlayışı, din ve vicdan hürriyeti ile bir arada yürüyebilir. Din ve vicdan hürriyeti olmazsa laik devletten bahsedilemez.

Türkiye’de devletin laikliğinin sadece siyasî alanda gerçekleşmesine karşılık, idari bakımdan din devlete bağlı tutulmuş ve bir kamu hizmeti olarak teşkilatlandırılmış”(*) demekti.

Derste Laik Devletten bahseden hocamıza laikliğin tanımını yapmasını istediğimde aramızda iletişim engeli başladı.

Tanımı yoktu “laik”liğin. Süre istedi ve sorumu haftaya cevaplayacağını söyledi. Tam bir hafta sonra hocamız laikliğin tanımını kiliseye göre yapıyordu. Tıpkı bugün olduğu gibi. Herkes ulaşabilir. İşte size bir tanım. “Bireysel ve toplumsal hayatın yönlendiricileri olarak din ve dünya otoritelerinin etki ve egemenlik alanlarının birbirlerine irca edilemez bir biçimde saha ve sınırlarının ayrılması; din ve devletin hak, yetki görev ve yürütme gücünün yerine getirilişinde birbirlerine karşı tamamen bağımsız davranmasını sağlayan siyasî, hukukî ve idarî kural.

Terim olarak lâiklik, Yunanca "laikos" sıfatından elde edilmiştir. Yunanca’da din adamı sınıfından olmayan, halktan kişilere "laikos" denilmekteydi. Lâtince’ye "laicus" ondanda Fransızca’ya "laigue" olarak intikal etmiştir. Terim, sözlük anlamıyla; din adamı sınıfından olmayan şahıs, dini olmayan şey, düşünce, sistem ve prensip demektir.

Terim, ilkçağ Yunan medeniyetinden sonraki yüzyıllarda, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde, dini düzenle kurulmuş bir toplumsal yapıda, din adamları sınıfı (clerici) dışında kalan müminler topluluğuna yunanca "laikoi" İtalyanca "laici" denilmekteydi. Fransızca’daki laicite, laic, laicisme sözcükleri bu kökten gelmiştir. İngilizce’deki "secularism", "secular" kelimeleri de dünyevî (ci) lik, dünyaya ait anlamında lâikliği karşılamaktadır. Ancak din-devlet ilişkisi bakımından secularizm ile lâiklik arasında hassas bir ayırım söz konusudur. Lâiklik Yunanca bir kökten gelip, Katolik, Ortodox ve Fransız kültüründe kullanılmasına karşılık; secular, Lâtince kökenli olup Protestan, Anglikan Kilisesi, İngiliz ve Alman kültüründe kullanılmıştır. Secularism din ve devlet (Kral)'in ayrı ayrı özerk ve bağımsız kurumlar olmalarını savunurken; lâiklik, Katolik Hıristiyanlığın etkili olduğu dil ve ülkelerde dinin devletin mutlak otoritesi altında olması gerektiğini savunmayı içerir.

Laikos'un karşıtı "clericus", yani hiyararşik olarak Katolik dininde emir-komuta zinciri içinde papaya dayalı, hukukî, siyasal, sosyo-ekonomik kural ve ilkeleri olmayan Ruhban(lar)dır”(**)

Yaptığı tanıma göre İslam’da hiyerarşik bir din sınıfı olmadığını, İslam dini anlayışında bireylerin eşit hak, yetki ve sorumluluklara sahip olduğunu dolayısıyla tanımda bir sorun olduğunu ifade etmemle iletişimsizlik had safhaya ulaştı.

Sahi laikliğin neresindeydik?

Sefa Mürsel bu konuyu şu şekilde dile getiriyordu 1982’de: “Tatbikatta keyfiliklere alet edilebilen bir tabirin tarife kavuşturulmasından kim ne zarar görebilir? Her şeyden evvel hukuk saygısı böyle bir açıklığı gerektirmez mi? Öyle ise, bu konudaki suskunluk, kasıt derecesindeki hareketsizlik ne manaya geliyor? Bir prensibin belirsizlik içinde bırakılması ve bu haliyle bir baskı kaynağı olarak işletilmesi halinde hukuk devletinden ve saygısından nasıl bahsedilebilir? Ferdin dinî ve vicdanî hayatı üzerinde mücerred prensipleri bir tehdit ve baskı unsuru olarak tutmaya kimin hakkı vardır?

Hukuka bağlı bir devlette açıklık, samimiyet, hoşgörü hâkim olmak gerekir. Mefhum ve müesseselerin bir tarifi, manası ve sınırı olur. O halde kabulünden bu yana laikliği gerek anayasalarda, gerekse kanunlarda tarifsiz ve muğlâk bırakmaktan güdülen maksat nedir? Bu tutuma hukuk sınırları içinde bir mana vermeye imkân yoktur.

Laikliği tarifsiz bırakan devlet, kendi vatandaşına dini hayat için bir meşruluk ve serbestlik sınırı çizmekten niçin uzak kalmayı tercih ediyor?  Din ve vicdan hürriyetine laiklik adına bir açıklık ve teminat getirmek o kadar zor iş midir?”(***)

Safa Mürsel’in tespitlerinin üzerinden yirmi sekiz; laik’lik tanımı yüzünden Hamza EROĞLU ile yaşadığımız iletişimsizliğin üzerinden tam otuz yedi yıl geçti, laiklik ilkesinin anayasaya girişinin üzerinden ise yetmiş yıl.

Ve hala laikliğin tanımı yok. Ama mağdur çok. Namaz kıldın laikliğe aykırı. Oruç tuttun laikliğe aykırı. Okulda öğrencilere namaz kılma yeri belirledin laikliğe aykırı. Sağa baktın laikliğe aykırı, sola baktın laikliğe aykırı.

Cidden merak ediyorum. Belirsizliğin temelinde İslam’ın Katolikliğe, Ortodoksluğa veya bir başka anlayışa dönüştürülme isteği mi var? Yoksa mağdurlar ordusu oluşturma talebi mi? Ve acaba egemen güçler bilerek mi belirsizliğin sürmesini sağlıyorlar?

Mağduriyetlerin devamı egemenlerin zevki için gerekli mi?

Soruyorum bütün hukukçu, politikacı ve yazarlara. Laikliği tanımlamak bu kadar zor mu? Hukuk Fakültelerinde hukuku öğretenler acaba belirsizliği gidermede neden katkı sağlamıyorlar.

Laiklik yüzünden aramızda oluşan engeller ne zaman ve nasıl ortadan kalkacak. İletişim engelinin kaldırılması için çabanız ve bir tanımınız var mıdır?

Sahi size göre “laiklik" nedir ey hukukçular? 03.06.2007

 -----------------------------------------------------

(*)İdare Hukuku, Prof. Dr. Hamza Eroğlu, A.İ.T.İ.A.,Yayınları, Ankara 1978, S.65-66

(**).”  http://www.sevde.de/islam_Ans/L/laiklik.htm

(***)Laikliğin Neresindeyiz?, Safa Mürsel, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul 1982, s.59.

Müslüman’ın Örtüsü Gayrı Müslimlere ve Münafıklara Batıyor

 Müslüman’ın Örtüsü Gayrı Müslimlere ve Münafıklara Batıyor

Veysi ERKEN Dr.

Her din ilke ve kurallardan oluşur.

İslam vahiyle belirlenen ilke ve kurallar ile bu ilke ve kuralları uygulayan, yaşayan ve bizlere öğreten Hz. Muhammed Mustafa’nın sav sünneti demektir.

Dolayısıyla Müslüman bütün fiillerini, eylemlerini, davranışlarını, söz ve hareketlerini bu ölçülere göre ayarlamakla mükelleftir.

Hakikat bu olduğu halde İslam hakkında gayrı Müslimler (özellikle Türkiye’de) konuşur, Müslüman’ın nasıl davranacağını dikte eder, etmeye çalışır.

Maalesef yıllardır bu böyle devam ediyor ve gayrı Müslimler, münafıklar vazgeçmiyor. İnsanların zihinlerini bulandırmaya çalışıyorlar.

Seçimlerden sonra gayrı Müslimlerin ve münafıkların tekrar azdıklarını, şirretliklerini arttırdıklarını, duaya, ezana, minareye, örtüye, Müslüman’ın giyimine musallat olmaya çalıştıklarını görüyoruz, okuyoruz.

Misal olsun diye ÖRTÜ konusunu ele alalım.

Örtünmek fıtridir. İnsan çıplak doğar ve fıtri olarak örtünür.

İslam, fıtrilik gereği insanın örtüsünü ölçülü bir şekilde ayarlar. Peygamber ve hanımların yaşayışları bizim için bir ölçüyü ifade eder. “Ey peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer günahtan sakınmak istiyorsanız sözü edalı bir tavırla söylemeyin ki, kalbinde çürüklük olan kimse ümide kapılmasın. Ayrıca düzgün söz söyleyin. Evlerinizde oturun ve daha önce Câhiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayın, namazı güzelce kılın, zekâtı verin, Allah’a ve resulüne itaat edin. Ey peygamber ailesi! Allah sizi sadece günah kirlerinden arındırmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Hânelerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti dilinizden düşürmeyin. Allah bütün incelikleri ve gizlilikleri bilir, her şeyden haberdardır. Ahzâb 32-34” Ayetlerinde belirlenenler bizim için, Müslüman için ölçüdür.

Tabii ki, hitap hem erkeklere hem de hanımlaradır ve haramdan korunma her iki cinse telkin edilir.

“Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Bu onlar için daha arındırıcıdır. Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır. Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Dışarıda kalanlardan başka ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, başka kadınlar, hizmetlerinde bulunan köleleri ve câriyeleri, cinsel arzusu bulunmayan erkek hizmetçiler, kadınların cinselliklerinin farkında olmayan çocuklar dışında kimseye süslerini göstermesinler. Yürürken, gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz! Nur 30-31

Müslüman için örtünme hem evin içinde hem de evin dışında olan ve olması gereken olgudur. Özellikle evin dışına çıkıldığında tacizden korunmak için bir giyim tarzından bahsedilir. Ölçü tanınıp rahatsız edilme olarak belirlenmiştir. Ayette; Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini üzerlerine bürünsünler. Bu, tanınıp rahatsız edilmemeleri için en uygun olanıdır. Allah ziyadesiyle bağışlamakta ve çok esirgemektedir. Ahzâb-59” buyrulur.

Ayetler açık bir şekilde yaşayış kaidelerini belirliyor ve huzurun kaynağıdır. Gayrı Müslimler ve münafıklar bundan rahatsızdır.

Gayeleri ülkemizde huzursuzluğu arttırmak ve İslam’ı gönüllerden silmektir.

Bizler Allah’ın nurunu tamamlayacağına inanıyoruz ve özellikle münafıklaşmış kitleye artık tevbe ve istiğfar ediniz, örtüye, minareye, camiye, cemaate ve İslam’a saldırmaktan vazgeçiniz, İslam’la İslamlaşınız diyoruz.

Selam ve Sabırla… 09.05.2024

YENİ ANAYASA 2073 YILINDA

 YENİ ANAYASA 2073 YILINDA

Veysi ERKEN Dr.

Milleti oyalamanın yollarından biridir ANAYASA değişikliği isteği

Her seçim dönemi veya seçimlerden sonra Anayasa değişikliği veya toptan yenileme ile ilgili demeçler tekrar piyasaya sürülür.

Anayasa değişikliği teklifleri yüksek sesle dillendirilir.

Yakınmayan veya gündeme getirmeyen parti başkanı yok.

80’li yıllardan beri tecrübelerimiz gösteriyor ki, gerçek anlamda Anayasa’nın değiştirilmesini, İslam’la barışık, inancı ve değerlerine uygun bir anayasa arzulayan yok.

Dillerde pelesenk olmuş Anayasa kelimesini heceleyerek okuyorlar ve anlıyorlar anlaşılan.

“A na YASA.”

“A” bilindiği üzere şaşkınlık halinde kullanılır.

A A A deriz bazen.

A doğru mu söylüyorsun gibi.

“Na” olumsuzluk eki ve “hayır” anlamındadır.

“NAçâr” çaresiz gibi

“YASA” kanun yerine kullanılan bir kelime.

NA yasa var ortada.

Tabii ki şaşkınlık ifadesini ekleyerek söylüyorlar.

Esasında deniliyor ki bizler yeni, milli, yerli bir anayasa istemiyoruz.

Hakikatte her seçim döneminde “A ne YASA”yı dillendiriyoruz ve milleti oyalıyoruz diyorlar.

Seksenli yıllardan beri “A ne YASA” değişikliği dillendirilir ve millet kandırılır.

Biliyoruz ki, yüz binlerce demeç verilmiştir. Binlerce panel, bilgi şöleni, konferans düzenlenmiştir.

Hepsinin ortak paydası “A na YASA”dır.

Yani değişiklik ve yeni bir ANAYASA istemiyoruz denilmiştir.

Anayasa değişikliği konusunda hep ipe un serilmiştir.

Yıllardır Anayasa nasıl yapılamaz ve değiştirilemez diye zaman harcandı. Millet oyalandı. Tekrar piyasaya sürüldü değişiklik lafları.

Kanaatime göre değişiklik 2073 yılına yetiştirilir.

Dostlar için yazıyorum.

Samimi olan partiler arasında uzlaşma aramamalıdır. Her parti kendi metnini hazırlamalı, halka sunulmalı ve metinler tartışılmalıdır. Uzlaşma sağlanırsa tek metin halinde, değilse birden fazla metin olarak halkın oylamasına sunulmalıdır.

Maziden bir misal. 12 Haziran 2011 seçimlerinden önce yapılmış bir konuşma. “Tüm muhalefet partileri, sivil toplum kuruluşları ve medyaya sesleniyorum. Gelin bütün bu ön yargıları bir kenara bırakalım, ön şartları bir kenara bırakalım, geçmişteki olumsuzlukları bir kenara bırakalım, özgürce konuşalım, tartışalım, tekliflerimizi ortaya koyalım. Birbirimizin önünü kesmek değil, birbirimizi tamamlamak için çalışarak mümkün olan uzlaşmanın ürünü bir yeni anayasa metni hazırlayalım.

Çalışmayı en geniş anlamda yapalım. Herkesle konuşalım. Halkımın her bir ferdinin 'bu benim anayasamdır' diyeceği bir anayasayı geniş bir konsensüsle yapalım. En temel sorunlarımızdan biri olan anayasamızı tamamen kendi irademizle yapabileceğimiz dosta, düşmana gösterelim. İçine düştüğümüz tartışmalardan nasıl çıkılacağını da göstermiş olacağız. Aksi takdirde yıllarımız sorunlar, sıkıntılar içinde formül bulma arayışlarıyla geçip gidecek. Kaportası yamulmuş, motoru sürekli tekleyen bu arabayı bırakalım ve sıfır kilometre yepyeni bir araçla yolumuza devam edelim.” diyor.

https://www.yeniasir.com.tr/politika/2011/06/25/butun-onyargilari-bir-kenara-birakalim Bu ifadeler doğruydu ama her seçimden sonra partiler taahhütlerini unuttu. Dün yeni Anayasa gerekliliğinden bahsedenler bugün bahaneler aramaktalar. Her seçim dönemi böyle heba edilmektedir. Aradan kaç yıl geçti.

Varın hesap edin.

Yıl 2024

Varsa hazırlattığınız metni tartışmaya açınız ve partiler arasında mutabakatı değil, milletin mutabakatını arayınız.

Böyle bir yöntemi izlerseniz eminim ki, bütün partiler de uymak mecburiyetinde kalacaklardır. Daha fazla milleti oyalayıp aldatamayacaklardır. Millet onları zorlayacak.

Netice-i kelâm mevcut yöntemle, uzlaşma arayışlarıyla Anayasa yapmanın bir hayal ve aldatmaca olduğunu kabul ediniz ve varsa metinlerinizi halkın gündemine getiriniz. Halk okusun, tartışsın ve uygulanır görürse oylarıyla kabul etsin.

Yoksa değişiklik 2073 yılına kalmış olur.

Kim öle, kim kala…

Selam ve Sabırla… 09.05.2024

           

7 Mayıs 2024 Salı

"İsrail’i durdurmalıyız. Ya barışla ya da zorla..."

 "İsrail’i durdurmalıyız. Ya barışla ya da zorla..."*

Veysi ERKEN Dr.

Doğru bir ifade "İsrail’i durdurmalıyız. Ya barışla ya da zorla..."

Vicdan, iman ve ahlak sahibi olan herkes bu ifadeyi onaylar ve gereğinin hemen yapılmasını bekler. Vahşeti durdurma seferinden kaçınan, seferi başlatmayan yeryüzündeki bütün yöneticiler ve yetkililer sorumludur. Yeryüzünde Müslüman kabul edilen bütün liderler sorumludur.

Bizler katiller sürüsünün durdurulması için ne yapılması gerekiyorsa maddi ve manevi olarak katkı sağlamaya hazırız.

Evet.

İsrail terör örgütü behemehâl durdurulmalı ve işgal ettiği her yerden sökülüp atılmalıdır. * https://twitter.com/habertoplumsal/status/1787769061104898477

Çünkü tahammül kalmadı.

İnsan olan anlar. Şeytanlar, moizin torunları hariç her insan tahammülün kalmadığını bilir.

Evet, gerçekten “tahammül kalmadı” ve Hakan Fidan’ın söylediğinin gereği yapılmalıdır.

Anlaşılıyor ki, yeryüzünde Gazze için harekete geçecek yöneticiler ve liderler kalmadı.

Gazze için gerçekten “tahammül” kalmadı. Tahammül kalmadı diyenler vardır elbette.

Ama icraat ve harekete geçme yok.

Doğruyu söylemek yetmiyor, "İsrail’i durdurmalıyız. Ya barışla ya da zorla..." ifadesinin gerçekleşmesi için sefer, seferberlik, boykot, eylem ve harekete geçme zamanıdır.

Geçmiştir bile

Şimdi konuşmak değil sefer ve İsrail terör örgütünü efendileriyle beraber durdurma zamanıdır.

Öyle bir “sefer” ki, Siyonist küresel haçlı zihniyetini ve onun İsrail terör örgütünü darmadağın edecek bir seferberlik lazımdır, insan olanlar için şart, Müslümanlar için farzdır.

Bir sefer olmalıdır ki, içimizdeki fetöit Siyonistleri, tapınakçıları ve münafıkları da kahr-u perişan etsin.

Tahammül kalmadı. Tahammül; “zorlayıcı dış etkenlere karşı koyabilme gücü, dayanma, kaldırma, olumsuz, zor, kötü, güç durumlara dayanabilme gücü, katlanma, kaldırma, bir duruma, zorluğu ve kötülüğe karşı sabır” demek.

Gazze’de tahammül kalmadı.

Gazze’de katliam, zulüm, vahşet, işgal, kırım, soykırım devam ediyor, tahammül kalmadı ve dünya seyrediyor.

Vahşeti barışla veya zorla durdurmak için hemen harekete geçilmelidir.

Ve bizler Rabbimizden ancak şunu diliyoruz, kaldıramayacağımız, tahammül edemeyeceğimiz yükü yükleme diyoruz. Ayette; “Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz; lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır. Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi cezalandırma! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Üstesinden gelemeyeceğimiz, tahammül edemeyeceğimiz şeyleri boynumuza borç kılma! Bizi bağışla, ayıplarımızı ört ve bize rahmetinle muamele buyur! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın; artık inkârcı/ kâfir topluluğa karşı bize yardım et! Bakara-286

Sabır ve direnmeyi diliyoruz, üzerimize sabır yağdır diye dua ediyoruz.”Ey rabbimiz! Bize sabırlar ver, üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak canımızı al!” A’raf-126”

Gazze’de imtihan bitmedi mi, öncekilerin imtihanından daha beter imtihandan geçmediler mi? Gazze’liler çok çektiler, sarsıldılar, yok oluyorlar, toprakları, evleri, şehirleriyle beraber.

Geç kalındı, artık gecikilmemelidir. Tahammül kalmadı. Bu vahşet ve soykırım barışla veya zorla durdurulmalıdır artık.

Şimdi sefer zamanıdır. Allah bizi sefere çağırıyor. Seferden kaçınan, seferi başlatmayan yeryüzündeki bütün yöneticiler ve yetkililer sorumludur. Yeryüzünde Müslüman kabul edilen bütün liderler sorumludur.

Allah başta liderleri sefere davet ediyor ve yardımın yakın olduğunu müjdeliyor. “Ey iman edenler! Sizi, elem verici azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve resulüne iman edersiniz, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.  O sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere, adn cennetleri içindeki güzel köşklere koyar. İşte büyük kurtuluş budur. Hoşunuza gidecek bir şey daha var: Allah’ın yardımı ve yakın bir fetih! Haydi, müminleri müjdele. Saff-10-13”

Hâsılı kelam.

Gazze’de tahammül kalmadı, tahammül sınırları binlerce defa aşıldı. Katliam, soykırım, vahşet, işgal ve yıkım her yeri ve her şeyi yerle yeksan etti.

Şimdi sefer, hareket, eylem, vahşeti, soykırımı durdurma ve soykırımcılardan hesap sorma ve zafer zamanıdır.

Katılmayan kaçaktır ve Allah katında sorumludur.

Selam ve Sabırla… 08.05.2024

 

 

Küresel Çeteye Karşı KIYAM farzdır, şarttır

 Küresel Çeteye Karşı KIYAM farzdır, şarttır

Veysi ERKEN Dr.

Küresel Çetenin kıyımı, soykırımı, vahşeti, işgali devam ediyor. Küresel Çetenin merkezi, Amerika, İngiltere ve diğer piyon ülkelerdir. Gazze’deki vahşeti durdurmak için öncelikle Amerika’daki Küresel Çete durdurulmalıdır.

Evet.

GAZZE’DE KIYIM var KIYIM.

Sadece KIRIM değil SOYKIRIM, vahşet, zulüm, işgal, katliam var.

“KIYIM”I durdurmak için Küresel Siyonist çeteye karşı KIYAM şarttır, farzdır.

Kıyam ayağa kalkma, bir işe ve fiile teşebbüs etme, zalime, Siyonist Haçlıya karşı isyan etmedir ve kıyamın zamanıdır.

 Allah; “Zalimlerin yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz! Hûd-113”  buyurur.

Ayet açık zalimlerin yanında olmayın, durmayın, zalimlere karşı sessiz kalmayın, onları topyekûn boykot edin diyor. Böyle bir kıyam inanan ve insan olan için farzdır, şarttır.

Haksızlığa ve hukuksuzluğa maruz kalmış. Hak ve özgürlükleri gasp edilmiş, yurtları talan edilmiş, insanları kıyıma uğramış, açlığa ve susuzluğa mahkûm edilmiş milyonların yaşadığı bölgelerdir Gazze, Doğu Türkistan, Filistin, Arakan vs.

Uğradıkları haksızlığın, soykırımın, şiddetin, vahşetin karşısında Müslümanların ve dünyanın sessiz kalınmasından rahatsızdırlar.

İnsan olan herkes rahatsızdır.

Dünya mazlumlar için ayağa kalkmıyor, kıyam etmiyor, Müslüman zannedilen liderler LÂL kesilmiş, sırt üstü durumda ayağa kalkamıyor. Zalimler ve katiller bu yüzden diz çökmüyor.

Gerçekten herkes ve her vicdanlı ayağa kalkmalı, ayağa kalkan üniversite gençliği gibi ve mazlumların ayağa kalkmasına yardımcı olmalıdır, farzdır, şarttır.

Evet, insan olarak birbirimizin hakkını sınırsız bir şekilde sahiplenmek ve savunmak durumundayız. Kıyam etmeliyiz ve mazlumları ayağa kaldırmalıyız ki, kıyım ve soykırım son bulsun, kıyımcılar, küresel çete ve uşakları yok olsun.

İslamiliğin ve insaniliğin gereği budur.

Zaman mazlumların, Gazze'lilerin ayağa kalkmalarına yardım etmek için KIYAM zamanıdır.

Ki, zalim, katil, vahşi, soykırımcı Küresel Siyonist haçlı zihniyetliler diz çöksün, dünya huzur bulsun.

Zalimlerin, katillerin diz çökmesi, küresel çetenin yok olması için BOYKOT ve KIYAM şarttır, elzemdir, farzdır.

Zalimlerin her şeyini mümkün olduğunca boykot etmek ve onlara karşı KIYAM etmek her Müslüman’ın ve insanın görevidir.

Bilinmelidir ki, sessiz kalmak pusudur, yok oluştur, zalime destektir.

Hele hele nemelazımcılık münafıklıktır.

Hz. Ali r.a asırlar önce. “haksızlık karşısında susan hem hakkını hem de şerefini kaybeder” diye tembihte bulunmuştu.

Mazlumların yanında yer almamak, onları desteklememek, susmak ve nemelazımcılık tavrını sürdürmek münafıklıktır, katillerin, soykırımcıların, vahşilerin yanında yer almak ve yok olmaktır.

Evet.

Mazlumların kurtuluşu ve ayağa kalkışı vicdanlı olanların “neme lazım” tavrını bırakmalarına ve zalimlerin diz çökmelerini sağlamalarına bağlıdır.

Şimdi zalimleri, katilleri, vahşileri, soykırımcıları, Küresel çetecileri diz çöktürme zamanıdır.

Hâsılı kelam.

Evet.

Merhum Necip Fazıl’ın ifadesiyle;

“Yol onun varlık onun, gerisi hep angarya;

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! .”

Yüz üstü sürünmekten kurtulup Küresel Siyonist haçlı çetesine karşı KIYAM etme vaktidir.

 KAMETİ ve İSTİKAMETİ belli olan bir KIYAM şarttır.

Hidayete ve özgürlüğe yol açacak bir kıyam.

Selam ve Sabırla… 07.052024

Özgür Özel Devlet Bahçeli İle Görüşecekmiş

Özgür Özel Devlet Bahçeli İle Görüşecekmiş

CHP’liler CHP Zihniyetini Terk Edebilir mi?

Veysi ERKEN Dr.

Özgür Özel Başkan Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra Devlet Bahçeli ile görüşecekmiş.

Bu görüşmeler hayra yorumlanabilir mi? CHP’lilerin zihniyetlerini terk etmelerine vesile olabilir mi?

Bu tür görüşmelerin hayra yorumlanabilmesinin bir tek şartı vardır diye düşünüyorum.

CHP’liler CHP zihniyetine “LA” diyebilirlerse bu tür görüşmelerin ülkeye hayrı olur. Aksi takdirde faydası olmaz.

Bilindiği üzere bir insanın veya grubun değişebilmesi için hayatını tanzim eden ilke ve kurallarının terk edilmesi zorunludur

Bu durum bütün inanışlar ve ideolojiler için geçerlidir.

Tarihten misal verecek olursak Müslümanlaşanlar öncelikle “LA” diyerek hayatlarını tanzim eden ilke ve kuralları terk etmişler, putlarını kırmışlar ve “La ilahe illallah Muhammed Resulullah” ilkesini benimseyerek yaşayışlarını benimsedikleri yeni ilke ve kurallarla tanzime başlamışlardır.

Bu misal bütün fertler ve gruplar için geçerlidir.

CHP’liler için de aynı şey geçerlidir.

Ve.

Değişmeleri için ilk önce mevcut ilke ve kurallarına “LA” diyebilmeleri bir zorunluluktur.

Zira CHP’lilerin mevcut ilke ve kurallarıyla şekillenen “Kamet” ve “İstikamet”leri bozuktur ve bunlarla düzelmeleri, icraatlarını değiştirmeleri mümkün değildir.

Kısaca Özgür Özel’in Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli ile görüşmesi ilke ve kuralları değişmedikçe bir şey ifade etmez. “Aynı Tas Aynı Hamam” devam eder. Kılıçdaroğlu gider, Özel gelir.

Yıllardır bu böyledir.

İnşallah yanılırız ve CHP’liler bozuk ilke ve kurallarını terk ederek değişirler, yerlileşirler ve İslamileşirler.

Tabii ki, temennimiz sadece CHP zihniyetliler için değil, Komünist, Ateist, Kapitalist, Hıristiyan, Yahudi vs. de geçerlidir.

Herkesin Hz. Muhammed Mustafa’nın sav davetine ve tebliğine tabi olmasını arzu ederiz ve çabamız bu yöndedir.

Kısaca herkes İslam’la İslamlaşabilir, Müslümanlaşabilir ve Müslümanlarla barışabilir.

Tabii ki bu bir iman meselesidir.

Aksi takdirde Müslüman görünümlü pek çok zihniyetler ve münafıklıklar devam eder.

“İman edenlerle karşılaşınca “inandık” derler, şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise “Biz sizinleyiz, biz yalnızca alay etmekteyiz” derler. Bakara-14” ayeti bu zihniyetleri ve sahtekârları tanımlar.

CHP’lilerin icraatlarına baktığımızda CHP’lilerin zihniyetlilerinde bir değişim göremiyoruz.

İçkili kutlamalar, ezan ve camiden rahatsızlık, nikâhlarda dua okuma çabalarına saldırganlık, Kur’an öğretimini yasaklama çabaları, kayırmalar ve bunun birlerce misali davranışlar olumlu bir değişimin olmadığını göstermektedir.

Her şeye rağmen Özgür Özel’in görüşmeleri için iyimserliğimizi muhafaza etmek istiyoruz.

Bekleyip göreceğiz.

Eylemlerini göreceğiz.

İnşallah CHP’liler zihniyetlerini terk ederler, İslam’la İslamlaşırlar ve ülkemizle birlikte bütün dünyaya hayırlı katkılarda bulunurlar.

Selam ve Sabırla… 07.05.2024

 

6 Mayıs 2024 Pazartesi

Tapındıkları PUTLAR, Hevâ ve Hevesler

 Tapındıkları PUTLAR, Hevâ ve Hevesler

Veysi ERKEN Dr.

“Allah hakkında yalan uyduran veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kimse var mıdır? Günah yoluna sapanların kurtuluşu yoktur. Allah’ı bırakıp kendilerine fayda da zarar da veremeyen şeylere tapıyorlar ve “Bunlar Allah katında bizim aracılarımız” diyorlar. Yunus 17-18” ayetlerde buyrulur.

Allah hakkında yalan uyduran, ayetlerini yalanlayan ve kendilerine bile faydası olmayan şeylere tapanlar, putları aracı görenler kimlerdir diye sorulduğunda vereceğimiz cevap gayet açıktır.

İslam’dan uzaklaşanlar, münafıklaşanlar, heva ve heveslerini ilah edinenler vs.

Daha önce ittihatçı zihniyetin devamı olanların İslamî olabilecek fiillere, eylemlere ve ibadetlere tahammülleri yoktur diye yazınca heva ve heveslerini, menfaatlerini ilah edinerek putlara tapar hale gelenler, bilhassa geçmişte beraber olduğumuzu zannettiğimiz münafıklaşan tipler bayağı alındılar.

Evet.

İttihatçı zihniyeti İslami olmayan her türlü tapınmaya açık, İslam’a kapalı bir zihniyettir. Caz, Rock, Yoga, heykel ve İslam dışı her şeyin destekçisidir.

Cami düşmanıdır.

Kur’an öğretiminin düşmanıdır.

Ayette bu tiplerin tapınmalarını şu şekilde izah edilir. “Onlar, hizmet ve yönetimine ehil olmadıkları halde Mescid-i Harâm’a müminleri sokmazken Allah onlara niye azap etmesin? Mescidin hizmet ve yönetimine ehil olanlar gönüllerinde Allah korkusu taşıyanlardır, fakat onların çoğu bunu bilmezler. Beytullah’ın yanında onların namazı ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibarettir. Madem öyle, küfrünüze karşılık azabı tadın! Enfal 34-35”

Ayetler açık değil mi?

Ehil olmadıkları halde yönetimde olup ıslıklarla, alkışlarla ibadet ettiklerini sanıyorlar ve eylemlerde bulunuyorlar. Tapınma tarzlarını cazlarla, rocklarla, heykellerle yaymaya çalışıyorlar, heva ve heveslerini tatmin etmeye gayret ediyorlar.

Bu tipler ve münafıklaşanlar cahildirler aynı zamanda.”Onlardan bir kısmı ümmîdir; kitabı bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeyler, bir takım kuruntulardır. Onlar sadece yanlış fikirlere kapılmışlardır. Bakara-78”

Hayatın ve ölümün imtihan vasıtası olduğunu kavrayamayacak kadar echeldirler.

İnanıyoruz ki, Allah hayatı ve ölümü imtihan için yarattı. Islık çalma ve alkışlama için değil. “O ki, hanginizin daha güzel işler yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. Kudreti daima üstün gelen ve günahları çok bağışlayan yalnız O’dur.  Mülk-2”

Putperestliye yönelenlere ayette Onlara şöyle söyle: “Allah’ı bırakıp da bize bir fayda ve zarar vermeyen o sahte tanrılara mı tapalım? Allah bizi doğru yola erdirdikten sonra ökçelerimiz üstüne gerisin geri küfre mi dönelim? Tıpkı, «Bize gel!» diye kendisini yolun doğrusuna çağıran arkadaşları varken, onları dinlemeyip, şeytanların ayartmasına kapılarak yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşan ahmak kimsenin durumuna mı düşelim?” De ki: “Allah’ın gösterdiği yol, en doğru yoldur. Bize Âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredildi.”En’am-71 buyrulur.

Evet.

 

İmtihan dünyasındayız ve kazanmak için heva, heves ve her türlü putperestliği bırakarak Allah’a kulluk bilincinde olmakla mükellefiz. “Ben cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp bana kulluk etsinler diye yarattım. Zariyat-56” ayetinde açıkça belirtilir.

Şeytana kulluk etmememiz ayetlerle izah edilir. Ey Âdemoğulları! Size “Şeytana kulluk etmeyin, o sizin için apaçık bir düşmandır; bana kulluk edin, doğru yol budur” dememiş miydim? Nitekim o şeytan sizden nice nesilleri saptırdı. Hiç aklınızı kullanmıyor muydunuz? Yâsin 60-62”

Ve

Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytana ayak uydurursa bilsin ki, o edepsizliği ve kötülüğü emreder. Allah’ın lutfu ve rahmeti sizinle olmasaydı içinizden hiçbir kimse günahtan asla arınamazdı, fakat Allah dilediğini arındırır; Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir. Nûr-21” ikazıyla şeytanın adımlarına uymamamızın gereği vurgulanır.

Şeytanın adımlarını takip etmenin belirtileri İslami olanı, İslami olabilecek amblemi, duayı, müziği, ibadeti engellemek, zorlaştırmak ve yerlerine cazları, rockları, heykelleri ikame etmektir.

Münafıklaşanlara, heva, heves ve menfaatlerini ilah edinerek putperestliğe yönelenlere diyorum ki, alınacağınıza tevbe ve istiğfar ederek kendinize ve İslam’a dönünüz.

“Birtakım insanlar onlara, “İnsanlar size karşı asker toplamışlar, onlardan korkun” dediler de bu, onların imanlarını arttırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” diye cevap verdiler. Âl-i İmrân-173” ayetinin gereğini yapınız ve seçtiğiniz efendilerinizi yanlıştan döndürünüz.

Dünyevi menfaatlerin esiri ve kölesi olmayınız.

Selam ve Sabırla… 06.05.2024