9 Mayıs 2024 Perşembe

Tanımsız “Laik”lik Tanımlanabilecek mi Acaba?

 Tanımsız “Laik”lik Tanımlanabilecek mi Acaba?

Veysi ERKEN Dr.

Yüzlerce kitap, binlerce makale yazıldı 1937 yılında Anayasaya girdiği ifade edilen “laik”lik üzerine. Hala yazılmaya devam ediliyor...

Yıl 2007.

Tartışma halen sürmekte.

Tam yetmiş yıl geçti.

Dört harften ibaret bir kelime üzerinde anlaşamıyoruz. Anlaşmamızı zorlaştırıyor bu kelime. Yabancı bir dilden ithal edildi tanımsız olarak. Tanımlanmış olsaydı iletişim ve anlaşma kolaylaşmaz mıydı?

Şüphesiz ki, evet.

Yabancı ve tanımsız kelimeler engel kabul edilir iletişimde. İletişim uzmanları özellikle yabancı ve tanımsız kelimelerden kaçınılmasını tavsiye ederler.

İletişim insan hayatının en önemli unsuru.

İnsanlar konuşa konuşa anlaşır (ya da anlaşamaz) ve iletişimde bulunur derler. Ama her zaman iletişim kurmak mümkün olmuyor. Bazen iletişim engelleri bilerek çıkarılıyor bireylerin karşısına. Herhalde bu durum, engellerin olduğu bir toplumda egemenlerin daha rahat olmasından kaynaklanıyor.

Sözlü iletişimde söylediklerimiz karşımızdaki kişinin, grubun anlayışına göre anlam kazanır veya kaybeder.

Ya yazılı iletişimde?

Yazılı iletişim “kelimelere” yüklenen anlamın açıklığı, berraklığı, şeffaflığı, anlaşılırlığı veya bu niteliklerin zıtlığı ile anlam kazanır veya kaybeder. Kazanan veya kaybeden toplumun bütünüdür bazı durumlarda.

Kelimeler kavramlaştırılırken şeffaf ve anlaşılır bir şekilde tanımlanmışsa yazılı iletişim kolaylaşır toplumda, herkes aynı anlamı verir kelimelere. Hayat kolaylaşır. Toplumda hukuk daha kolay hâkim olur. Yargılar ve yargılamalar berraklaşır. Özellikle hukuk için önemlidir şeffaf ve anlaşılır tanımlar ve kavramlar.

Değilse hukuk iletişiminde hayat zorlaşır ve binlerce mağduriyete yol açar yargılar ve yargılamalar.

Yönetim gücünü elinde bulunduran egemenler genelde şeffaf ve anlaşılır iletişim dilinden ve kavram tanımlamalardan fersah fersah kaçar. Bilirler ki, şeffaf ve açık anlamlar egemenliklerini zorlaştırır. Sorumsuzluklarını bertaraf eder. Yetkilerinin sınırını çizer. Onların yetkilerini belirli sınıra çeker, keyfi uygulamalarını bitirir.

İşte yazılı iletişimimizi ve hukukumuzu zorlaştıran bir kelimedir Laiklik.

“Laik”lik.

Sıkça kullanılan tanımsız bir kelime. Bir iletişim engeli olarak ilk olarak yüksek lisans programında karşıma çıktı. Yıl 1979.

Alan Kamu Yönetimi.

Ders İdare Hukuku.

Dersin hocası. Hamza EROĞLU. Profesör unvanlı. Hamza Eroğlu’na göre Laik Devlet: “vatandaşlarının dünyevî, beşeri ihtiyaçları ile ilgilenen ve bunları karşılamaya çalışan devlet demektir.

Laik devlet anlayışı, din ve vicdan hürriyeti ile bir arada yürüyebilir. Din ve vicdan hürriyeti olmazsa laik devletten bahsedilemez.

Türkiye’de devletin laikliğinin sadece siyasî alanda gerçekleşmesine karşılık, idari bakımdan din devlete bağlı tutulmuş ve bir kamu hizmeti olarak teşkilatlandırılmış”(*) demekti.

Derste Laik Devletten bahseden hocamıza laikliğin tanımını yapmasını istediğimde aramızda iletişim engeli başladı.

Tanımı yoktu “laik”liğin. Süre istedi ve sorumu haftaya cevaplayacağını söyledi. Tam bir hafta sonra hocamız laikliğin tanımını kiliseye göre yapıyordu. Tıpkı bugün olduğu gibi. Herkes ulaşabilir. İşte size bir tanım. “Bireysel ve toplumsal hayatın yönlendiricileri olarak din ve dünya otoritelerinin etki ve egemenlik alanlarının birbirlerine irca edilemez bir biçimde saha ve sınırlarının ayrılması; din ve devletin hak, yetki görev ve yürütme gücünün yerine getirilişinde birbirlerine karşı tamamen bağımsız davranmasını sağlayan siyasî, hukukî ve idarî kural.

Terim olarak lâiklik, Yunanca "laikos" sıfatından elde edilmiştir. Yunanca’da din adamı sınıfından olmayan, halktan kişilere "laikos" denilmekteydi. Lâtince’ye "laicus" ondanda Fransızca’ya "laigue" olarak intikal etmiştir. Terim, sözlük anlamıyla; din adamı sınıfından olmayan şahıs, dini olmayan şey, düşünce, sistem ve prensip demektir.

Terim, ilkçağ Yunan medeniyetinden sonraki yüzyıllarda, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde, dini düzenle kurulmuş bir toplumsal yapıda, din adamları sınıfı (clerici) dışında kalan müminler topluluğuna yunanca "laikoi" İtalyanca "laici" denilmekteydi. Fransızca’daki laicite, laic, laicisme sözcükleri bu kökten gelmiştir. İngilizce’deki "secularism", "secular" kelimeleri de dünyevî (ci) lik, dünyaya ait anlamında lâikliği karşılamaktadır. Ancak din-devlet ilişkisi bakımından secularizm ile lâiklik arasında hassas bir ayırım söz konusudur. Lâiklik Yunanca bir kökten gelip, Katolik, Ortodox ve Fransız kültüründe kullanılmasına karşılık; secular, Lâtince kökenli olup Protestan, Anglikan Kilisesi, İngiliz ve Alman kültüründe kullanılmıştır. Secularism din ve devlet (Kral)'in ayrı ayrı özerk ve bağımsız kurumlar olmalarını savunurken; lâiklik, Katolik Hıristiyanlığın etkili olduğu dil ve ülkelerde dinin devletin mutlak otoritesi altında olması gerektiğini savunmayı içerir.

Laikos'un karşıtı "clericus", yani hiyararşik olarak Katolik dininde emir-komuta zinciri içinde papaya dayalı, hukukî, siyasal, sosyo-ekonomik kural ve ilkeleri olmayan Ruhban(lar)dır”(**)

Yaptığı tanıma göre İslam’da hiyerarşik bir din sınıfı olmadığını, İslam dini anlayışında bireylerin eşit hak, yetki ve sorumluluklara sahip olduğunu dolayısıyla tanımda bir sorun olduğunu ifade etmemle iletişimsizlik had safhaya ulaştı.

Sahi laikliğin neresindeydik?

Sefa Mürsel bu konuyu şu şekilde dile getiriyordu 1982’de: “Tatbikatta keyfiliklere alet edilebilen bir tabirin tarife kavuşturulmasından kim ne zarar görebilir? Her şeyden evvel hukuk saygısı böyle bir açıklığı gerektirmez mi? Öyle ise, bu konudaki suskunluk, kasıt derecesindeki hareketsizlik ne manaya geliyor? Bir prensibin belirsizlik içinde bırakılması ve bu haliyle bir baskı kaynağı olarak işletilmesi halinde hukuk devletinden ve saygısından nasıl bahsedilebilir? Ferdin dinî ve vicdanî hayatı üzerinde mücerred prensipleri bir tehdit ve baskı unsuru olarak tutmaya kimin hakkı vardır?

Hukuka bağlı bir devlette açıklık, samimiyet, hoşgörü hâkim olmak gerekir. Mefhum ve müesseselerin bir tarifi, manası ve sınırı olur. O halde kabulünden bu yana laikliği gerek anayasalarda, gerekse kanunlarda tarifsiz ve muğlâk bırakmaktan güdülen maksat nedir? Bu tutuma hukuk sınırları içinde bir mana vermeye imkân yoktur.

Laikliği tarifsiz bırakan devlet, kendi vatandaşına dini hayat için bir meşruluk ve serbestlik sınırı çizmekten niçin uzak kalmayı tercih ediyor?  Din ve vicdan hürriyetine laiklik adına bir açıklık ve teminat getirmek o kadar zor iş midir?”(***)

Safa Mürsel’in tespitlerinin üzerinden yirmi sekiz; laik’lik tanımı yüzünden Hamza EROĞLU ile yaşadığımız iletişimsizliğin üzerinden tam otuz yedi yıl geçti, laiklik ilkesinin anayasaya girişinin üzerinden ise yetmiş yıl.

Ve hala laikliğin tanımı yok. Ama mağdur çok. Namaz kıldın laikliğe aykırı. Oruç tuttun laikliğe aykırı. Okulda öğrencilere namaz kılma yeri belirledin laikliğe aykırı. Sağa baktın laikliğe aykırı, sola baktın laikliğe aykırı.

Cidden merak ediyorum. Belirsizliğin temelinde İslam’ın Katolikliğe, Ortodoksluğa veya bir başka anlayışa dönüştürülme isteği mi var? Yoksa mağdurlar ordusu oluşturma talebi mi? Ve acaba egemen güçler bilerek mi belirsizliğin sürmesini sağlıyorlar?

Mağduriyetlerin devamı egemenlerin zevki için gerekli mi?

Soruyorum bütün hukukçu, politikacı ve yazarlara. Laikliği tanımlamak bu kadar zor mu? Hukuk Fakültelerinde hukuku öğretenler acaba belirsizliği gidermede neden katkı sağlamıyorlar.

Laiklik yüzünden aramızda oluşan engeller ne zaman ve nasıl ortadan kalkacak. İletişim engelinin kaldırılması için çabanız ve bir tanımınız var mıdır?

Sahi size göre “laiklik" nedir ey hukukçular? 03.06.2007

 -----------------------------------------------------

(*)İdare Hukuku, Prof. Dr. Hamza Eroğlu, A.İ.T.İ.A.,Yayınları, Ankara 1978, S.65-66

(**).”  http://www.sevde.de/islam_Ans/L/laiklik.htm

(***)Laikliğin Neresindeyiz?, Safa Mürsel, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul 1982, s.59.

Müslüman’ın Örtüsü Gayrı Müslimlere ve Münafıklara Batıyor

 Müslüman’ın Örtüsü Gayrı Müslimlere ve Münafıklara Batıyor

Veysi ERKEN Dr.

Her din ilke ve kurallardan oluşur.

İslam vahiyle belirlenen ilke ve kurallar ile bu ilke ve kuralları uygulayan, yaşayan ve bizlere öğreten Hz. Muhammed Mustafa’nın sav sünneti demektir.

Dolayısıyla Müslüman bütün fiillerini, eylemlerini, davranışlarını, söz ve hareketlerini bu ölçülere göre ayarlamakla mükelleftir.

Hakikat bu olduğu halde İslam hakkında gayrı Müslimler (özellikle Türkiye’de) konuşur, Müslüman’ın nasıl davranacağını dikte eder, etmeye çalışır.

Maalesef yıllardır bu böyle devam ediyor ve gayrı Müslimler, münafıklar vazgeçmiyor. İnsanların zihinlerini bulandırmaya çalışıyorlar.

Seçimlerden sonra gayrı Müslimlerin ve münafıkların tekrar azdıklarını, şirretliklerini arttırdıklarını, duaya, ezana, minareye, örtüye, Müslüman’ın giyimine musallat olmaya çalıştıklarını görüyoruz, okuyoruz.

Misal olsun diye ÖRTÜ konusunu ele alalım.

Örtünmek fıtridir. İnsan çıplak doğar ve fıtri olarak örtünür.

İslam, fıtrilik gereği insanın örtüsünü ölçülü bir şekilde ayarlar. Peygamber ve hanımların yaşayışları bizim için bir ölçüyü ifade eder. “Ey peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer günahtan sakınmak istiyorsanız sözü edalı bir tavırla söylemeyin ki, kalbinde çürüklük olan kimse ümide kapılmasın. Ayrıca düzgün söz söyleyin. Evlerinizde oturun ve daha önce Câhiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayın, namazı güzelce kılın, zekâtı verin, Allah’a ve resulüne itaat edin. Ey peygamber ailesi! Allah sizi sadece günah kirlerinden arındırmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Hânelerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti dilinizden düşürmeyin. Allah bütün incelikleri ve gizlilikleri bilir, her şeyden haberdardır. Ahzâb 32-34” Ayetlerinde belirlenenler bizim için, Müslüman için ölçüdür.

Tabii ki, hitap hem erkeklere hem de hanımlaradır ve haramdan korunma her iki cinse telkin edilir.

“Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Bu onlar için daha arındırıcıdır. Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır. Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Dışarıda kalanlardan başka ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, başka kadınlar, hizmetlerinde bulunan köleleri ve câriyeleri, cinsel arzusu bulunmayan erkek hizmetçiler, kadınların cinselliklerinin farkında olmayan çocuklar dışında kimseye süslerini göstermesinler. Yürürken, gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz! Nur 30-31

Müslüman için örtünme hem evin içinde hem de evin dışında olan ve olması gereken olgudur. Özellikle evin dışına çıkıldığında tacizden korunmak için bir giyim tarzından bahsedilir. Ölçü tanınıp rahatsız edilme olarak belirlenmiştir. Ayette; Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini üzerlerine bürünsünler. Bu, tanınıp rahatsız edilmemeleri için en uygun olanıdır. Allah ziyadesiyle bağışlamakta ve çok esirgemektedir. Ahzâb-59” buyrulur.

Ayetler açık bir şekilde yaşayış kaidelerini belirliyor ve huzurun kaynağıdır. Gayrı Müslimler ve münafıklar bundan rahatsızdır.

Gayeleri ülkemizde huzursuzluğu arttırmak ve İslam’ı gönüllerden silmektir.

Bizler Allah’ın nurunu tamamlayacağına inanıyoruz ve özellikle münafıklaşmış kitleye artık tevbe ve istiğfar ediniz, örtüye, minareye, camiye, cemaate ve İslam’a saldırmaktan vazgeçiniz, İslam’la İslamlaşınız diyoruz.

Selam ve Sabırla… 09.05.2024