“Ben Cellâtlarımdan Çok Yaşayacağım.”
Ömer Muhtar
Televizyonun karşısına geçip film seyretme alışkanlığım zayıf olmakla birlikte bazen tavsiye bazen de merak saikiyle film seyrederim. Yıllar önce seyrettiğim Ömer Muhtar filminin kareleri aklıma geldi. Aslında her karesi üzerine düşünülecek ve bir yazı yazılabilecek kadar nitelikli bir film. Her gösteriminde fırsat bulurlarsa gönüldaşların seyretmesini tavsiye ederim.
Bu filmin her karesi bir yazı konusu olabilir dedim ama günün mana, ehemmiyet ve gelişmelerine binaen benim üzerinde duracağım bir karede geçen tek cümle vardır.
Ömer Muhtarın yirmi yıllık mücadelesinden sonra esir düştüğünde, İtalyan komutanın kendisini teslimiyete ve işbirliğine davet etmesine verdiği “Ben Cellâtlarımdan Çok Yaşayacağım” cevabını teşkil eden cümledir.
Evet......
Unutulmamalıdır ki, tarih boyunca “haklılar daima cellâtlarından çok yaşamışlardır” tıpkı Ömer Muhtar’ın İtalyan komutana söylediği gibi.
Haklı olan, inancında sebat ettiği müddetçe güçlüdür ve cellâttan uzun yaşar. İki dik durandan biri Berit dağlarında şehid edilmesine rağmen cellâtlarından daha diridir ve yaşamaya devam ediyor. Diğeri de bütün tuzaklara rağmen cellâtlardan uzun yaşayacaktır.
Zulüm on yıllarca da sürse zalimler abad olmaz ve olmayacaklardır.
On yıllardır sürdürülen zulme rağmen örtülüler, okulundan atılanlar, işinden edilenler, aşından mahrum bırakılanlar, fişlenenler haklılar. Fişleyenler, andıçlayanlar ve sessiz kalanlar haksızdır ve cellâtlar konumundadır.
Ve....
Örtülüler, İslamî inanışa sahipliğinden ve yaşayışından dolayı mağdur olanlar, İmam- Hatip mezunu oluşundan dolayı memuriyetten tard edilenler, Kur’anı öğrenmesi yasaklananlar cellâtlarından uzun yaşayacaklardır. Tapınakçıların emrine girip cellâtlaşan bütün taifelere ve korkaklara rağmen.
Tarih, cellad’a dönüşen pek çok taife ve mensubuna rağmen haklı olanların çok yaşadığına şahit olmuştur.
Dün Allahsızlar Cemiyeti kuran nemrutlar, Leninler, Stalinler, firavunlardan oluşan cellâtlar nasıl mağdurlar ve mazlumlar karşısında yok olmuşlarsa, yerli cellâtlar da iplerini çektikleri mazlumlar karşısında yok olup gideceklerdir.
Bugün büyük tapınağın emir kulu ve şövalyesi olan “yerli görünümlü” taife cellâtlığının bedelini ödeyecektir. Bu ilahi adaletin gereğidir.
İlahi adalet, ilkelerini ve ülkülerini terk ederek zalimlerin maşalığına dönüşen nice cellâdın esamisinin okunmadığını bize göstermiştir.
İlahi adaletin tecellisinden ne “yerli görünümlü” taife ne “dönme” anaları, ne de seksenlik nemrut danişleri bu akıbetten kurtaramayacaktır.
Haksızlığa boyun eğen, haksızlığa piyon ve maşa olarak cellâtlaşan “yerli görünümlüler hem haklarını hem de şereflerini kaybetmişlerdir. Artık iflahları mümkün değildir. Bir zamanların meşhur benzetmesiyle “pınar suyuna lağım suyu karışmış ve pınar suyu lağıma dönüşmüştür.” Lağıma karışmalarından beri her şeyleriyle mülevves olmuştur tapınakçı maşaları.
Tavandaki mülevveslik tabana tam sirayet etmeden -her şeye rağmen- özünde pınarlık kalmış olanlara ve Türkiye’deki tüm iyi insanlara bir tek tavsiyemiz vardır.
Bir an önce lağımlardan kurtulmaya çalışınız. Lağımlaşan tavanınızı hortumcuları, soyguncuları, danişleri, “dönme” anaları ve tapınaklarıyla birlikte yokluğa mahkûm ediniz. Onların piyonu olacağınıza cellâtlara karşı mağdurlarla hareket ediniz ki, sizlerde cellâtlardan uzun yaşayasınız.