31 Aralık 2011 Cumartesi

Bir Model Şahsiyet: S. Ahmet Arvasi

Bir Model Şahsiyet: S. Ahmet Arvasi

Veysi ERKEN

"Âlimin ölümü âlemin ölümü"dür nazarımızda. Takvimler 1988 yılının 31 Aralık gününü gösterdiğinde çağımızın Alperenlerinden âlim, mütefekkir ve mürebbi S.Ahmet Arvasi hocamız vuslata erdi. O hep "Hakk" ile olmuştu. Her kulun "Hakk" ile olması derdinde idi. Onun için Cenabı Allah’ın emri doğrultusunda şanlı peygamberi "usve" edinmiş ve bu yönü ile "usve" olmaya çalışmıştır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ayette şu şekilde “usve” olarak takdim edilmiştir. “Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren). Andolsun ki, sizin için ve Allah'a ve ahiret gününe (Allah'a ulaşma gününe) ulaşmayı dileyen ve Allah'ı çok zikredenler için, Allah'ın Resûl'ünde güzel bir örnek vardır. Ahzab 21”
Peygamberin örnek alınması demek onunu bütün yönlerini, tavır ve hareketlerini benimseme ve yaşama demektir.
Merhum Arvasi hoca bunu yapmaya çalışmış ve davranışlarıyla şanlı peygamberimizin izini sürdürmeye çalışmıştır.
Dolayısıyla O her şeyi ile gençliğe bir "usve" günümüzün ifadesiyle "rol model" olmuş bir Alperen'di.
O, bir siyasetçi, eğitimci, muallim ve mürebbilik sıfatlarıyla mücadele etmiş ve örnek şahsiyet olmaya çalışmıştır.
Bilindiği üzere “örnek şahsiyetler”ini kaybeden veya “kötüleri örnek” alan toplumların çöküntüleri kolaylaşır. Toplumumuzdaki çöküntüyü anlamak için örnek olarak takdim edilenlere bakmak yeterli olsa gerek.
Merhum hocamız milletimizin önüne kötü örneklerin konulması ile mücadele etmiş ve kendisi model davranışlar sergilemiştir.
Eserleri ortada.
O ardında bıraktığı Türk-İslam Ülküsü, Hasbihal, İlmihal ve diğer eserleriyle model olmuş ve olmaya devam etmektedir.
Vefatının üzerinden 20 seneden fazla zaman geçmesine rağmen eserleriyle “model şahsiyeti” devam etmektedir.
O geçici olanla değil ebedi olanın hükümleriyle örneklik peşindeydi.
Onun için eserleriyle topluma ve insanlığa "rol model"liği devam etmektedir.
Kısaca; Şanlı Peygamberimizin(s.a.v.) izini takip eden merhum hocamızın bir ülküsü vardı. O ülkü gençlerimizin Kur'an ahlakı ile ahlaklanmaları idi. Merhum hocamızın elli altı yıllık hayat kesitinin tamamı buna adanmıştır.
Hulasa hayata damgasını vurmak isteyenlerin bilmeleri gereken bir şahsiyet ve dava adamıdır S. Ahmet Arvasi.
Çağımızın Yesevisi ve Alpereni ruhun şad mekânın cennet olsun.
Selam ve Sabırla.

25 Aralık 2011 Pazar

Kadınlara Silah Kullanma Eğitimi

Kadınlara Silah Kullanma Eğitimi

Veysi ERKEN

Televizyonda haberleri izlerken Şefkat-Der yöneticisinin açıklamaları dikkatimi çekti. Dikkatle izlendiğinde bazılarına absürt gelen teklifleri ilgimi çekti.

Teklifleri kadınlara silahın, bir diğer ifadeyle tabancanın nasıl kullanılacağı eğitiminin verilmesiyle ilgiliydi.

Şefkat Derneğinin yöneticisi kadınlara “silah kullanma eğitimi verilmelidir” derken aynı zamanda gerekçelerini sıralıyordu.

“Kadına yönelik şiddetin azaltılması için savunma reflekslerinin arttırılması silah kullanabilmeye bağlıdır. Kadın kendini savunabilmelidir” diyordu.

Ben şahsen bu gerekçelerle kadınlara yönelik böyle bir teklifte bulundukları ve atış poligonları ile anlaşma arayışlarına girdikleri için dernek yöneticilerini kutluyorum.

Bence kadınlara sadece eğitim değil silah da verilmelidir.

Ancak kadınlara yönelik olan bu teklif doğru olmakla birlikte eksiktir.

Eksikliği şuradan kaynaklanmaktadır diye düşünüyorum.

Acaba kadına yönelik şiddet ve cinayetler neden artmakta. Silahı kullanma eğitimi verildiğinde kadınlara yönelik cinayet ve şiddet azalacak mı?

Bence azalmaz.

Zira kadınlara yönelik cinayet ve şiddetin sebepleri bilinmeden silah kullanabilme eğitimi sorunu çözmez.

Bence değerlerin yaşanması konusunun araştırılması gerekir.

Şu sorunun sorulması elzemdir diye düşünüyorum.

Acaba ailede dini değerlerin yaşanması veya yaşanmaması ile cinayetlerin artma veya azalması arasında bir orantı var mıdır?

Varsa Cinayet ve şiddeti arttıran yaşantı biçimleri nelerdir.

Cinayet ve şiddeti azaltma hangi değerleri kazandırma ile mümkündür.

Bence silah kullanma eğitimi bu bağlamda ele alınmalı ve gerçekleştirilmelidir.

Bunları bir eğitimci gözü ile ifade etmemin sebebi şudur.

Cinayet veya şiddet mağduru kadınların aile yaşantısına ve toplamsal hayattaki konumlarına baktığımızda genel olarak dini değerlerin zayıflığı veya yokluğu ile karşılaşırız.

Ailede dini değerler ne kadar az ise şiddet eğilimi de o derecede artmaktadır.

Bunu tahlil etmek durumunda olmamız gerekir.

Habere konu olan teklife ben bu gözle bakıyorum.

Evet…

Kadınlara silah kullanma eğitimi verilmelidir. Bunun yanında aile bireylerinin tamamına ve özellikle erkeklere dini değerler eğitimi verilmelidir.

Böyle bir yaklaşım sergilenmezse “kadınlara silah kullanma eğitimi” tek başına bir işe yarayabileceğini düşünmüyorum.

Selam ve Sabırla….

18 Aralık 2011 Pazar

Yardımcı Doçentler, Başörtüsü ve Yalan Dizisi

Yardımcı Doçentler, Başörtüsü ve Yalan Dizisi

Veysi ERKEN

İnsanlar vekil veya yönetici olunca niye değişir, niye yalancı olur.

Anlayabilmiş değilim.

Yalancı sıfatı ile sıfatlanmış bu insanlara baktığımızda “ben eski ben değilim” der gibi tavır takınırlar.

Bunları niye yazıyorum.

Hukuksuzluğun inançlı olduğunu söyleyenlerin elinde de nasıl şekillendiğini göstermek için yazıyorum.

Tarihe not düşmek için yazıyorum.

Yardımcı Doçentlerin dramı 30 yıldır sürüyor. İktidar olmayan siyasi görüş kalmadı. Hepsinin içinde akademik personel var. Ama hiçbir iktidar Yardımcı Doçentlerin sorununa el atmadı. Sorunlarını çözmedi.

Akademik hayattan politikaya transfer olanlar geçmişlerini unuttu. Çoğu eski ben değilim havasında.

Seksenli yıllarda çıkarılan YÖK Mevzuatı çerçevesinde Yardımcı Doçentler en fazla 3. Dereceye kadar yükselebiliyorlar. Yardımcı hizmet kadrosunda olanlar bile birinci dereceye yükseltildikleri halde en yüksek öğretim kademesi olan doktorayı bitiren binlerce Yardımcı Doçent 3. Dereceden emekli olmak durumunda kalıyor. Nihayet “3 Mart Perşembe günü 27823 sayılı resmi gazete”de yayınlanarak yürürlüğe giren kanun değişikliği ile Yardımcı Doçentler 1. Dereceye kadar terfi edebilecekleri hükme bağlandı.

Aradan aylar geçti hala fiiliyat yok. Yardımcı Doçentler hala mağdur. Ne zaman giderileceği meçhul.

İşte halimiz.

Gelelim Başörtüsü konusu. Hakaretler, itilmeler kakılmalar devam ediyor. Yöneticiler seyrediyor.

Vekiller sessiz.

Yahu kanun çıkarmak gerekiyorsa iki satırlık kanunu çıkarmak bu kadar mı zor? Alın size bir kanun metni.

“Bir kişiyi kılık kıyafetinden dolayı aşağılayan, işkenceye maruz bırakan, mobbing uygulayana en ez otuz yıl cezaya verilir ve meslekten atılır”

Beğenmediyseniz siz daha açıklayıcısını hazırlayın ve kılık kıyafet işkencesini bitirin.

Yeter artık istismardan vazgeçiniz.

Bir diğer yalan eğitim fakültesi mezunları ile ilgili. Güya bütün partiler öğretmen adaylarının atanmasını istiyormuş. Külliyen yalan. Hepiniz iktidar oldunuz. Bunun mümkün olmadığını hepiniz biliyorsunuz. Buna rağmen yalana devam.

Bu konuda Ömer Dinçer doğru bir laf sarf etmiş. Öğretmen adayları başka iş yapsın dedi. Hemen yalancılar korosu harekete geçti. Ömer Dinçer'i perişan etmek istiyorlar.

Yahu ataması yapılmayan sadece öğretmen adayları mı?

500 binden fazla iktisat, işletme, hukuk, mühendislik mezunu ne olacak niye kimse bunlardan bahsetmiyor. Bahsi geçen okulların mezunları bu ülkenin vatandaşı değil mi?

Bilgi edinme ve beceri kazanma ile istihdam edilme arasında her zaman doğru orantının olmadığını bilmiyor musunuz? Bal gibi biliyorsunuz. Ama “eski ben değilsiniz” değiştiniz ve yalancılaştınız.

Yalan söyleme temel vasfınız.

“Vicdani red” ve “bedelli”den bahsetmiyorum. Bu konudaki yalancılığınızdan bahsetmeyeceğim. Kaç yüzlü olduğunuz belli değil zira.

Son bir yalandan bahsedeyim bari.

Güya herkes emeğin hakkının verilmesinden yana. Özellikle iktidardakiler mangalda kül bırakmıyor.

Bazılarına bakıyorum yazılarında bile “amilin(çalışanın) alın teri kurumadan hakkı olanın verilmesi gerekir” mealindeki hadisi kullanıyor. Uygulamaya gelince yazı yazan patronlar da dahi “yalancılar” sınıfına giriyor.

Bedava yaz diyenlerin başında hadisten bahseden yalancılar geliyor. Anlayacağınız üzere bunlar da kapitalistler gibi bunlar da sömürücü ve yalancı.

Evet, aziz okuyucular.

Yazı için ücret almayan bir kişi olarak “dönüşen ve taaddi eden”lerden usandım.

Yalan dizisinin parçası olanlardan cenabı Allah’a sığınıyorum.

Başka melcemiz yok.

Selam ve Sabırla…

11 Aralık 2011 Pazar

2011 Yılı “İNSAN HAKLARI ÖDÜLLERİ”

2011 Yılı “İNSAN HAKLARI ÖDÜLLERİ”

Veysi ERKEN

Yeryüzünün tamamında “insan”ı yaratıldığı “hâl” üzerinde bir değer olarak kabul etmek ve onun “hakları”nı teslim etmek dilde kolay olsa da fiilde kolay olmamaktadır.

Ayrımsız olarak insanın haklarının savunulduğu alanda düşünmek, yürümek ve faaliyet göstermek cerbezelidir.

Buna rağmen bu alanda mücadele eden, hayatını feda edenler ve bedel ödeyenler vardır ve var olacaktır.

İnsanlığın bidayetinden beri “kabil”lere karşı “Habil”ler olmuş ve Cenabı Allah’ın maruf ölçüleri ve hudutları çerçevesinde “insan” ve “hak ve özgürlük”leri savunulmuştur.

Bunun için teşkilatlanmalar olmuş ve olmaya devam edecektir.

Zulüm var oldukça “mazlum ve mağdur”u savunacak teşkilatlar da olacaktır.

Önemli olan “hasbi” olmaktır “hesabi” değil.

İşte insanın hak, hukuk ve özgürlüklerini “hasbi” olarak savunan bir kuruluş.

Adı MAZLUMDER.

Ödül takdim gecelerine davet ettiler.

Geçen sene de katılmıştım.

Verdikleri ödüller ve dalları gerçekten güzel tespit edilmiş.

Tabiidir ki, ödülü hak eden binlerce kişi vardır.

Herkese verilemez.

Bilinen şudur ki, ödüller semboliktir.

Keşke herkese verilebilmiş olsa.

Bu sene verilen ödüller biraz daha anlamlı. Zira evrensel tarzda düşünülmüş. Başörtüsü mazlumu ve mağduru “Merve Kavakçı” Amerika’dan geldi geceye. Zalimlerin baskısıyla ülkesini terk etmek mecburiyetinde kalan bir mağdure.

Örtü mücadelesinin evrenselleşmesine katkı sağlamış bir mazlume. Vefa ödülünü elbette ki hak etmiştir. O ödülünü bütün mazlumlar adına almıştır. O sadece mücessem bir nişanedir.

Güney Afrika’da şehit edilen “İmam Abdullah Harun” da vefayı hak etmiş. Hayatı bilinmeli ve gençlere “usve” olarak sunulmalıdır.

Ya “Muhammed BUAZİZİ”.

O bedenen yok.

Diktatörlere karşı kendini feda etmiş ve bir meş’ale olmuştur.

Bir çiçekle bahar başlamış diktatörlerin dünyasında.

Ya darbecilere hukuk dersi veren Sacit Kayasu.

Yerinde bir seçim.

Her hukukçu darbecileri ve darbe heveslilerini mahkum ettirmelidir. Hiç olmazsa tevessül etmelidir. Mücadelene bereket Sacit bey.

Ya Mescid’ul- Aksa’nın bekçisi Raid Salah.

O ümmetin direnci.

Aksa her Müslüman’ın sevdası. Raid SALAH. Siyonist rejime karşı vazifeyi ifa eden bir hak ve özgürlük aktivisti. Bizlere sadece selamını değil Kudüs’ün fütuhat tefekkürünü yolladı.

Selam sana Ey Raid SALAH.

İnan Suver.

O gençliğini mahpushanede geçiren bir aktivist.

Ve sona doğru.

Ahmet Altan ve Cevdet Kılıçlar.

Darbecilerin korkulu rüyası Ahmet Altan.

Elbette ki, düşündüklerinin hepsine katılmak durumunda değiliz. Ama herkesin takdirini toplayacak bir darbe ve darbeci karşıtı.

Son dört yıla bakacak olursak bu ödülü çoktan hak etmiştir.

Basın dalındaki en güzel seçim her halde merhum Cevdet Kılıçlar’a verilen ödül olsa gerek.

O sefine-i Marmara ve ashabını yeryüzüne duyuran bir şehit.

Ecri ukbada.

Mekânı cennettir inşallah.

Ödülleri evrenselleştiren Mazlumder yöneticilerine teşekkür ediyorum.

Her şeye rağmen ayrımsız, ihlalsiz ve imtiyazsız bir dünyada özgürce yaşamak ümidiyle ödülsüz günler temenni ederim.

Selam ve Sabırla…

7 Aralık 2011 Çarşamba

Derin Çete

Derin Çete

Veysi ERKEN

Ahmet Yenilmez’i pek çoğumuz tanırız.

Geçenlerde Ahmet Bey “tiyatro’da ergenekonvari yapılanma var” diye bir ifade kullandı. Kıymetli dostumuz Ahmet Bey haklı.

Ergenekonvari yapılanma var. Çete var.

Adına ister Ergenekon, ister derin deyin fark etmez.

Ülkemizin insanlarına kast eden ve musallat olan beyni dışarıda olan bir çete var.

Yıllar önce çete ile ilgili bir yazımın başlığı “ahtapot ve kolları” idi. Gerçekten de çete her yere kollarını uzatmış bir ahtapot durumunda.

Çete sadece tiyatroda değil, her yerde var.

Üzülerek belirtmeliyim ki, çete faaliyetlerini arttırmış durumda. Şike kanunu bile bunun yeterli bir göstergesi.

İkinci Habur olur diyor Şamil Tayyar.

Şamil bey de haklı.

Şamil bey de bu yapıları iyi bilir.

İnsanımıza kıyan yapıların ne kadar iç içe olduklarını imza attığı pek çok eserinde dile getirmiştir.

Bir misal daha;

Çete o kadar etkilidir ki, medya el değiştirdiği halde yapı aynı kalır.

Değerlerimizi tahrip etmekte olanlar dini bütünlerin (!) medyalarında arz-ı endam etmeğe devam eder.

İşte çetevari düzenin bir göstergesi daha.

Ahmet Bey haklı;

Tiyatroda kimin şöhret olacağına çete karar verir.

Değerlerini yaşamayı ve yaşatmayı isteyenlerin şöhreti engellenir.

Çünkü çete kullanabileceği baldırı çıplak kişiliksiz birey ister.

Kim çeteye ram olursa o şöhret olur.

Şamil bey haklı;

Basın kuruluşlarına, bürokrasiye, ticarete, sanayi alanlarına, tiyatroya bakın hep aynı resimle karşılaşırsınız.

Siz istenilenden daha fazla bilgiye, birikime, zekâya, tecrübeye vs. sahip olsanız bile önünüzde barikat kurulur.

Köşeleri tutan yazar müsveddelerine bakınız, karaladıklarına bir göz atınız dediklerimi hemen kavrayacaksınız.

Son bir misal farklı görünümde sunulan tartışmacıların çıktıkları programlara bakınız Türkiye’yi ve çeteyi anlarsınız.

Güya olayları tartışıyorlar.

Aslında görevleri aynı.

Milletin zihnini bulandırmak.

Ahmet Bey haklı.

Ama…

Selam ve Sabırla…