28 Kasım 2012 Çarşamba

Başörtüsü Olmadan Asla



     Başörtüsü Olmadan Asla

Veysi ERKEN


Başörtüsü konusunu yazmaktan cidden yoruldum. Yetmişli yıllardan beri süren zulüm bir türlü nihayete ermiyor. En son ilk ve ortaöğretim okullarında okuyanların kılık kıyafetleri ile ilgili düzenleme yapıldı. Bu düzenleme ile başörtüsü hukuksuz bir şekilde yönetmelikle yasaklanmış oldu.
Bugünün hatasını yıllar önce Kur’an Kursları konusunda MHP yapmıştı. Bedeli belli. Aynı akıbet AK partiyi bekliyor.
Bilinmelidir ki, başörtüsü tecezzi etmez bir biçimde halledilmeli. İsteyen herkes istediği şekilde okuyabilmeli, çalışabilmelidir.
Bu konuda 2005 yılında aynen şunları yazmıştım. Bugün de geçerlidir ve sizlerle paylaşıyorum.
“Yaşayanların yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğu varsayıldığı halde “başörtüsü” konusu neden halledilemiyor?
Yöneticilerin büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu düşünülen bir ülkede İslâmî şiar olan “başörtüsü” neden öcü olarak gösteriliyor?
Kısaca...
Toplumun yarısını oluşturan kadınlarla kimler uğraşıyor?
Niçin uğraşıyor?
Özellikle Güney Afrika’dan gelen Natal Organization of Women başkanı E’la Gandhi ve Dünya Din ve Barış Konferansı (WCRP)’nın koordinatörü Saydoon Nisa Sayed hanımefendileri dinledikten sonra bir kere daha anladım ki, bu konu ile ilgili sorunlar tamamen yönetimle ilgilidir.
Başörtüsünü drama dönüştüren ve yönetimle ilgili olan iki grup söz konusudur. Bu grupların etkisi kırılmadıkça İslam’la Müslümanlaşanların huzura kavuşmaları beklenemez.
Gerçekte iktidarı elinde bulunduran ve yönetimi etkileyen birinci grup kadını “meta” olarak görür. Onun için kadınların kişilik haklarından birisi olan  “hürriyet alanları”nda kendilerini tatmin edecek tarzda görünmelerini ister.
Kadın onlar için zevklerin tatmin vasıtasıdır. Bu yüzden iffetin ve namusun simgelerinden birisi olan örtüye ve örtünmeye karşıdırlar.
İkinci grup ise toplumun değer yargılarıyla çatışma halinde olanlardan oluşur. Bunlar İslam ile ilgili olan her şeye ve her uyanışa düşmandırlar. Oligarşik özellikli olan bu grup kadının sahip olduğu değerleri yıkarak toplumu “değerler”ine yabancılaştırmak ister.
Unutulmamalıdır ki, dün Fransız askerinin saldırısına maruz kaldığı için milletin işgale direnme sebebi olan başörtüsünü sorun haline getiren bu iki gruptur.
Özellikle ikinci grubun tahribatı sinsidir. Bazen sureta haktan görünürler.
İkinci grup asırlardır varlığını sürdürmekte olup örtüye karşı çıkış ve duruşlarını muhtelif kişi ve kurumları harekete geçirerek ifa eder.
İçine sızdıkları grup, cemaat ve kurumları harekete geçirerek toplumu pasifize ederek değerleri yıkarlar.
Bunun en tipik örnekleri milli görüş,  erkekler(!) taifesi, malum cemaat ve oligarşik çeteden oluşan bürokrasidir.
“Başörtüsü furuattır” zırvasının, başörtüsünün mecliste çözülüp atılmasının ve başörtülü eşlerinden ve inançlarından dolayı kurumlarından uzaklaştırılanlar için onlar disiplinsiz oldukları için atıldılar nitelemelerinin oluşturduğu tahribat meydandadır.
Bilinmelidir ki, bütün bu nitelemelerde bulunanlar gruplara sızan “gayrı Müslim” unsurlardır. 
Bu grupların temel hedefi “gayrı Müslim” toplum oluşturmaktır. Vasıta kıldıkları kişilerin ekseriyeti bu senaryonun sahneleniş tarzından gafildir.
Evet!
Kadınlara yönelik işkence ve ayırımcılık boyutuna vardırılmış olan “başörtüsü” konusu yukarıda bahsettiğimiz grupların eseridir.
Yıllardır “başörtüsü”nü sorun ve çatışma alanı haline getiren bu zihniyetin tuzaklarına düşüldüğünden sorun çözülememektedir.
İktidar sahibi olduğu zannedilenlerce sorunun çözüleceğini zannetmek safdilliktir.
Bunun temel nedeni muktedir olamayan iktidarların “gerilim yaratmayalım” temeline dayanan ve korkularını ortaya koyan yaklaşımlarıdır.
Bilinmelidir ki, bu konu gerilim konusu değildir. Bu konu bir “insan hakkıdır ve tecezzi (alanlara ayırma) kabul etmez”. Başörtüsü konusu her alan ve her yer için çözülmeli ve gündemden çıkarılmalıdır.
Artık bu konuyu çözmenin zamanı gelmiştir demiyoruz. Zamanı geçmiştir bile.
Unutulmamalıdır ki, başörtüsü bir insan hakkıdır. Kişiliğe bağlıdır ve devredilemez.
           Ve bilinmelidir ki,
           İnsan hakları devlet-birey ilişkisinin konusudur.
          Özellikle devlet örgütünü oluşturan kurumların yönetimini elinde bulunduranlara sesleniyoruz.
          Kurumlara sızan gayrı Müslimleri faş ediniz ve oyunlarını bozunuz.
          Bu vebal omuzlarınızdadır.
          Bu konu “konsensüs- uzlaşma” konusu değildir.
          Bu konu “halka rağmen” diyen zihinleri, beyinleri tapınakçılara bağlı ittihatçı artığı oligarşik çete ile düşünülecek “konsensüs”  değildir.
          Bu konu inanan Müslümanların konusudur.
          Ve......
          İnanan Müslümanlar haykırıyor.
          Başörtüsü olmadan asla!”
          Selam ve Sabırla.................


19 Kasım 2012 Pazartesi

Devlet ve Kendini Kutsal Sayanlar



Devlet ve Kendini Kutsal Sayanlar

Veysi ERKEN

            Eğiticiler unutulurken kamu adına iş gören bürokratların gelirleri her iktidar döneminde şişirilmiş, imtiyazları arttırılmış, lojman, makam aracı, sosyal tesis emirlerine verilmiş ve temsil giderleri adı altında kendilerine bolca paralar aktarılmıştır.
            Son dönemlerde kamu binalarına yapılan yatırımlar, kira adı altında belirli kişilere aktarılanların hesabı tutulamaz olmuş.
            “Yiyin efendiler yiyin bu hanı iştiha sizin” anlayışı had safhaya ulaşmış.
            Bunlar neden yapılıyor dersiniz?
            Cevabını Rothbard veriyor.
            Rothbard devletin tanımını yaptıktan sonra bürokratların neden zenginleştirildiklerini şu şekilde açıklar.
“Devlet toplumun içinde yer alan ve belli bir toprak üzerinde güç ve şiddet kullanımı konusunda tekel iddiasında bulunan bir örgüttür; devlet özellikle de toplumdaki, gelirini gönüllü katkılardan veya sunduğu hizmetlerin bedelinden değil de cebir yoluyla elde eden  yegâne örgüttür. Başka bireyler ve kurumlar kendi gelirlerini mal ve hizmet üretimiyle ve bu mal ve hizmetlerin başkalarına barışçı bir şekilde ve gönüllü satımı yoluyla elde ederken, Devlet kendi gelirini cebri yoldan, yani hapishane ve süngü kullanarak veya bunlarla tehdit ederek elde eder. Gelirini elde etmek için güç ve şiddete başvuran Devlet genellikle daha da ileri giderek tek tek vatandaşlarının başka eylemlerini de düzenler ve emreder.”
“Devlet bir kere kurulunca, hâkim grubun veya “kast”ın problemi yönetimlerini nasıl sürdürecekleri olur. Onların modus operandi’si güç olurken, temel ve uzun vadeli problemi ideolojiktir. Görevde kalabilmek için, her devlet (sadece “demokratik” olanı değil) tebasının çoğunluğunun desteğine sahip olmak zorundadır. Bu desteğin, belirtilmelidir ki, aktif coşku olması gerekmez; o pek ala kaçınılmaz bir tabiat kanununa boyun eğermişçesine pasif bir teslimiyet de olabilir. Fakat bu bir tür kabul (onay) anlamında destek olmalıdır; aksi halde sonunda azınlıkta olan Devlet yöneticilerine halkın çoğunluğunun aktif direnişi daha ağır basabilir. Yağmacılığın üretim fazlasından desteklenmesi zorunlu olduğundan, Devleti kuran sınıfın –tam zamanlı bürokrasinin- ülkedeki oldukça küçük bir azınlık olması gerekir; mamafih, Devlet toplumdaki önemli gruplar arasından elbette müttefikler de satın alabilir. Bundan dolayı, egemenlerin birinci görevi  vatandaşların çoğunluğunun aktif veya teslimiyetçi (uysal) kabulünü garanti etmektir.
           Şüphesiz, desteği garanti etmenin bir yolu kazanılmış iktisadi çıkarlar yaratmaktır. Bundan dolayı, Kral tek başına hüküm süremez; onun, hükmetmek için gerekli olan, devlet cihazının  -tam zamanlı bürokrasi veya yerleşik asalet gibi- unsurlarına sahip olan hatırı sayılır bir taraftarlar grubunun da var olması zorunludur. Fakat bu yine de ancak istekli destekçilerden oluşan bir azınlığı garanti eder, hatta devlet yardımları ve başka ayrıcalıklar sağlama yoluyla destek satın alınması bile çoğunluğun rızasını elde etmeye yetmez. Çoğunluğun rızasının temini için, kendi devletlerinin iyi, akla uygun -en azından kaçınılmaz- ve elbette düşünülebilecek başka seçeneklerden daha iyi olduğuna ilişkin ideolojiye çoğunluğun ikna edilmesi gerekir. “Entellektüeller”in hayati sosyal görevi bu ideolojinin insanlar arasında teşvik edilmesidir. Çünkü insan kütleleri kendi fikirlerini yaratmaz veya bağımsız olarak bu fikirlerle düşünmez, fakat entelektüeller topluluğunun kabul edip yaydığı fikirleri pasif olarak takip ederler. Böylece entelektüeller toplumdaki “kanaat-oluşturucular”dır. Kanaatleri şekillendirmek de Devletin en çaresizce ihtiyaç duyduğu şey olduğundan, Devlet ile entelektüeller arasındaki kadim ittifakın temeli de açık hale gelmektedir. 
Devletin entelektüellere ihtiyacı olduğu açıktır; açık olmayan, entelektüellerin niçin Devlete ihtiyaç duyduklarıdır. Basit bir şekilde söylemek gerekirse, entelektüelin geçimi serbest piyasada hiçbir zaman garanti değildir; entelektüelin insan kütlelerinin değer ve tercihlerine bağımlı olması kaçınılmazdır; kütlelerin karakteristik özelliği ise onların genellikle entelektüel meselelere ilgi duymamalarıdır. Oysa Devlet entelektüellere Devlet cihazı içinde güvenli ve daimi bir mevki –ve dolayısıyla güvenli bir gelir ve saygın bir statü- sunmaya isteklidir. Çünkü entelektüeller artık bir parçası haline geldikleri Devlet yöneticileri için yerine getirdikleri önemli fonksiyon karşılığında cömertçe ödüllendirileceklerdir.”
“Devlet ve onun aydınlarının tebalarını kendi yönetimlerini desteklemeye ikna ve teşvik eden çok çeşitli argümanlar geliştirilmiştir. Bu argümanların başlıcaları şöyle özetlenebilir: (a) Devlet yöneticileri büyük ve hikmetli adamlardır (onlar “ilahi hakka dayanarak” yönetirler, onlar insanların seçkinleridir; onlar “bilimsel uzmanlar”dır), iyi fakat basit tebaadan çok daha büyük ve bilgedirler ve (b) büyük bir devlet tarafından yönetilmek kaçınılmazdır, mutlak olarak zorunludur ve devlet çökmesi halinde ortaya çıkacak tarife gelmez kötülüklerden çok daha iyidir.  Devletin Anatomisi, Murray N. Rothbard, Çeviren: Mustafa Erdoğan Liberal Düşünce, Sayı 36, Güz 2004.
Olanı biteni birde bu gözle okursak politikacıların ve bürokratların bitmez tükenmez iştahlarını daha iyi anlarız.
Selam ve Sabırla…

Not: Dostların “Devletin Anatomisi” isimli makalenin tamamını okumalarını tavsiye derim. Devletin Anatomisi, Murray N. Rothbard, Çeviren: Mustafa Erdoğan Liberal Düşünce, Sayı 36, Güz 2004.

6 Kasım 2012 Salı

Hac: Bir Tevhid Eylemi



Hac: Bir Tevhid Eylemi

Veysi ERKEN

            Cenabı Allah bizi “Haram ve Emin” olarak vasıflandığı “Beyt”ine davet etti. Huşu içinde “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk. Lebbeyk La Şerike Leke Lebbeyk. İnnel Hamde ven’nimete Leke vel’Mülk. La Şerike Leke” diyerek davete icabet ettik.
            Rabbimden dileğim bu icabetin katında makbul olmasıdır. Salih kulları, evliyası ve asfiyasına bizleri de ilhak etmesidir.
            Hac ibadeti, pek çok yönüyle izah edilebilir.
Her yönüyle tasviri mümkündür.
Haccın tasviri ve İslam coğrafyasına izahı “tevhid eylemi” yönü ile yapılmalıdır diye düşünüyorum.
Evet.
Hac gerçekten bir tevhid eylemidir.
Renklerin, dillerin, meşreplerin, mezheplerin varlıklarını devam ettirdikleri, birbirlerini yok etmeye çalışmadıkları, buna mukabil aynı ilaha, kıbleye ve ilkelere yöneldikleri bir tevhid eylemi.
Sağımda Zenci, solumda Malay, Önümde Fars, Arkamda İngiliz hepsi aynı kıbleye yönelmiş ve aynı şeyi terennüm ediyor.
“La İlahe illallah"
Bir başka yönüyle kendini Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli, Zeydi, Şii olarak nitelendirenler aynı safta, aynı tevhid eyleminde.
Ya cinsiyet.
Kadın ve Erkek aynı safta namaz kılıyor, aynı Ka’be etrafında tavaf ediyor.
Genci, yaşlısı, çocuğu ihtiyarı aynı huşu içinde.
Hacc bu yönüyle anlaşılmalı ve ümmete anlatılarak yaşatılmalıdır ki, ümmet şuuru oluşsun ve yeryüzünde İslam’ın sedası üstün olsun.
Hac bir tevhid eylemidir.
Emin bir beldedeki tevhid eylemidir.
Herkesin emniyette olduğu bir yerdir.
Kötülüğün neredeyse sıfırlandığı bir mekândır.
Haram bir bölgedir.
Bazı fiillerin tamamen yasaklandığı bir ibadettir.
İhramlı olan kavga etmez, hayvanlara ve bitkilere zarar vermez.
Kısaca çevre de emniyettedir.
Hac bir tevhid eylemidir.
Zenginin, fakirin, sabinin ihtiyarın iki parçalık dikişsiz elbiseye büründüğü bir eylemdir Hac.
Zenginin fakire bir üstünlüğünün olmadığının delilidir ihram ve Hacc.
Haktan, hukuktan bahsedenlerin, kendini insan hakları aktivisti olarak nitelendirenlerin, eşitlik, kardeşlik, adalet terimlerini dillerinde pelesenk edenlerin  “Hac"tan alabilecekleri çok şey vardır.
Böyle bir tevhid eyleminde kendileri de hayat bulur.
Hac ibadetini şuurlu ifa edenlerin gönlünde bir tek büyük vardır.
Her şeyin yaratıcısı ve hâkimi “Allah”
Dilerde ve gönüllerde bir tek cümle oluşur.
Allahu Ekber Allahu Ekber Allahu Ekber ve lillahil Hamd.
İttiba sadece Allah’a ve onun resulunedir.
Temennimiz Hac ibadetini ifa edenlerin bu şuurla beldelerine dönmüş olmalarıdır.
Şuurlu dönüş “Tevhid Eylemi”nin hayat bulmasıdır.
Bir başlangıçtır Hac.
Bu “Değer”i yaşamak herkese nasip olsun inşallah.
Selam ve Sabırla.