YATAY BİR
Mİ‘RAC: “HİCRET”*
Veysi Erken
“Hicret”in mana
ve mefhumuyla anlaşılması babında kıymetli dostum Dr. Mehmet Güneş beyin
anlatımıyla gönül dostlarını baş başa bırakıyorum.
“1444. Hicrî
yılın; bütün insanlığa hidâyet, hayır, huzur ve bereket getirmesi niyazıyla…
“Gül Devri”nden bâkî kalan, “Peygamber
ikliminden mahrem mânâlar fısıldayan”, çölün yüreğinde mütebessim güller
açtıran, “Yesrib”i, Kâinâtın Solmayan Gülü’nün nûruyla “Medîne-i Münevvere”ye tedvîr eyleyen ve adı “Hicret” olan insanlığın bu en kutlu yürüyüşünün sene-i
devriyesinde yâdımıza Ârif Nihad Asya’nın “Seccâden
kumlardı…” diye başlayan o muhteşem nât-ı şerifinin bu mübârek yolculuğu
şiir diliyle tasvîr ederken;
“Ne oldu ey
bulut,
Gölgelediğin
başlar?
Hatırladın mı
ey yol,
Bir Azîz
Yolcu’yla
Aşarak dağlar,
taşlar,
Kafile kafile,
kervan kervan
Şimâle giden
yoldaşlar?
Uçsuz bucaksız
çöllerde,
Yine, izler
gelenlerin,
Yollar
gideceklerindir.
Şu Tekbir
getiren mağara,
Örümceklerin
değil;
Peygamberlerindir,
meleklerindir...
Örümcek ne
havada
Ne suda, ne
yerdeydi...
Hakk’ı
göremeyen
Gözlerdeydi!” diyen dizelerini terennüm ve tefekkür ediyoruz.
İslâm Tarihi’nin en önemli hâdiselerinden birisi olan ve
nübüvvetin 13. yılında gerçekleşen “Hicret”
hakkında -kendi tefekkür dünyamızda- âcizâne şu yorumları yapıyoruz:
“Hicret”; sadece
bir mekân değişikliği değil, insanlığın hayat takviminde dönüm noktası olan
büyük bir kıyâm, yeni bir başlangıç ve muazzam bir inkılâptır.
“Hicret”; Mekke’deki
13 yılın hâtırasını yüklenmiş ve Medîne’de “Gül” Medeniyeti’nin sırlarını
yüreğinde saklamış olan Muhammedî bir “İz” ve peygamberî bir sancaktır.
“Hicret”;
Câhiliyye karanlığını nûrâ tebdîl eden, Mekke’deki dayanılmaz çileyi kendi
içinde Tevhîdî bir aşka tenvîr eyleyen ve îmânı teslîmiyete, teslîmiyeti
tevekküle, tevekkülü de “Hasbünallâhü ve ni’mel vekîl” şuuruna eriştiren bir
müjdeli şafaktır.
“Hicret”;
Allah (c.c.) için yola çıkmanın, Allah(c.c.)’ın nizâmını bütün insanlığa
duyurmak ve gönülleri İlâhî aşkla doyurmak için yapılan bir yönelişin “Gül”
kokulu besmelesidir.
“Hicret”; “..Kâfirler istemeseler de Allah
nûrunu tamamlayacaktır.” Âyeti’yle İslâm’ın kıyâmete kadar bâkî kalacağı
müjdesinin vahiyle tescillenmiş mukaddimesidir.
“Hicret”; Hakk’a bağlılığın ifâdesi, Allah(c.c.)’a yöneliş ve İslâm’ı
doya doya yaşama özleminin bir netîcesi, günâhlardan kaçış ve mâsivâdan
uzaklaşmanın bir göstergesidir.
“Hicret”; dünyanın hayat takviminde bir dönüm noktası olmasının
yanında; İslâm şafağının bütün dünya üzerinde tulû etmesi için başlatılan bir
kutlu yolculuğun ayak sesidir.
“Hicret”; bir şehirden başka bir beldeye yapılan fizîkî bir mekân
değişikliği olmayıp; Allah(c.c.)’a îmânın, bâtıldan uzaklaşıp Hakk’a, hakîkate
yönelmenin, sadakat ve teslimiyetle, sabır ve sebâtla, inanç ve ihlâsla yeni
ufuklara doğru Tevhid üzre yürümenin en kâmil irâdesidir.
“Hicret”; zorluk ve sıkıntıdan, rahatlık ve kolaylığa erişmek için
yapılan sıradan bir yolculuk değil, Rızâ-i Bârî’ye erişmek gâyesiyle mallarıyla,
canlarıyla cihat edenlerin; yurdunu, yuvasını, evin, barkını inanç değerleri
uğruna gözünü kırpmadan terk etmesidir.
“Hicret”; terk etmeden gidilemeyeceğini; inanmadan varılamayacağını;
ayrılmadan kavuşulamayacağını; yola çıkmadan buluşulamayacağını; fedâ etmeden
nâil olunamayacağını; çile çekmeden, ter dökmeden, bedel ödemeden, sa’y ü
gayret göstermeden hedefe ulaşılamayacağını bütün cihana gösteren mukaddes bir
yolculuktur.
“Hicret”; aslâ bir ricat olmayıp, bu muazzez seferin arka plânını
oluşturan ve sarsılmaz temellerini Efendimiz’in Mekke’deki İslâm’ı ilk tebliğ
dönemlerinden îtibaren büyük bir cesâretle ikmâl ettiği “Îman en büyük
imkândır.” Nebevî ölçüsünün hayat bulduğunu eşsiz bir kıyâmdır.
“Hicret”; aslâ küffardan “kaçmak” değil; kutsî değerler uğruna müspet
şartlar oluşturabilmek, hayırlı bir faaliyet yapabilme imkânlarının tükendiği
yerden, yeni imkânların üretileceği bir bölgeye intikâl etmek, yeni bir güç ve
enerji elde edebilmek, yeni bir hamle yapabilmek ve yeni bir yükselme rampasına
ulaşabilmek gâyesiyle “şartlara teslim olmayıp, şartların teslim alınacağı” bir
bölgeye “göçmek”tir.
“Hicret”; hayat suyunun kaynağı olan Mekke-i Mükerreme’den; îmana
susamış dudakları suya kandırabilmek ve risâlet ırmağının en mübârek pınarının
Medîne-i Münevvere’den çağlayıp bütün insanlığa âb-ı hayat sunabilmek için,
İlâhî müsâadeyle yapılan muazzez ve mübârek bir cihattır.
“Hicret”; İslâm’a dar gelen yerleri bırakıp, Allah(c.c.)’ın arzındaki
her bölgeye Hakk’ı tebliğ etmek için yeni bir mekânda kürsü kurmak gâyesiyle
yola çıkmak; İbrâhimî bir îman ile Hâcer(r.aa.)’den İsmâil(a.s.)’e,
İsmâil(a.s.)’den Zemzem’e ulaşmak, Muhammedî bir inançla Yesrib’i Medîne yapmak
ve Medîne-i Münevvere’den cihâna yayılan îman nûruyla beşeriyeti “Gül”
Medeniyeti’ne kavuşturmaktır.
“Hicret”; tedbirin
aslâ takdiri bozamayacağını bilmesine rağmen, esbâba tevessülün her türlü
gereğini eksiksiz olarak yerine getiren ve muhafızı Allah (c.c.) olanların aslâ
mağlup edilemeyeceğini bütün cihâna bildiren ve tarihin akışını kökünden
değiştiren bir ulu fermandır.
“Hicret”; anlatması kolay, fakat anlaşılması ve yaşanması çok zor
olan, içinde sayısız sırlar, kutlu mesajlar ve nice hikmetler saklayan, dünden
yarını kucaklayan, ebedî saâdet kapılarını aralayan ve “Gül Devri”ne köprüler
kurup kapılar aralayan bir tayy-i mekândır.
“Hicret”; mü’minlerin îman ettikleri gibi yaşamak ve hayatlarıyla
temsil edip, hâlleriyle tebliğ ettikleri İslâm ile insanları müşerref kılmak
için mallarını, mülklerini, yurtlarını, yuvalarını terk ederek, maddî
servetlerini Mekke’de bırakıp, inandıkları değerleri yanlarında götürenlerin ve
“Yesrib”i “Medîne-i Münevvere” hâline getirenlerin “Bir Hilâl uğruna” yazdığı
“Gül” kokulu bir destandır.
“Hicret”; vatan
sâhibi olmak için değil, gittiği toprakları îman nûruyla yoğurarak o yerleri de
vatan kılmak ve “İslâm Yurdu”na dönüştürmek için yapılan bir kutlu yürüyüştür. Bu sebeple Mekke’den Medîne’ye göçen Ashâb-ı Kirâm orada
ilâ-nihâye kalmamış, İ’lâ-yı Kelîmetullah Sancağı’nı daha da yükseklere taşımak
ve Allah (c.c.) ve Resûlü(s.a.v.)’nün ismini güneşin doğduğu her yere
duyurabilmek aşkı ve cehdiyle sefer etmiştir.
“Hicret”; İlâhî aşkla yapılan
ve gittiği her yere îman, ihlâs, hidâyet, muhabbet, umut ve hayat taşıyan “bir
mübârek sefer”dir. Böyle olduğu için de İslâm Târihi’nde her zaman ‘hayatla hicret, hicretle hayat’ hep iç
içe olmuş; “tebdil-i mekân” hiç
durmamış ve “Hicret” hep devam etmiştir. Bu sebeple Vedâ Hutbesi’ni dinleyen
yüz yirmi dört bin sahâbîden sâdece on bini Medîne’deki Bakî’ Kabristanı’nda medfundur. Sahâbe-i Kirâm; İslâm’ı tebliğ için
Şam’dan Yemen’e, Belh’ten Bizans’a, İran’dan Tûran’a, Şimâlî Afrika’dan Uluğ
Türkistan’a, Kıbrıs’tan Anadolu’ya kadar çok geniş bir coğrafyaya hicret ederek
gönül fethine çıkmışlar, ayak bastıkları her yeri îmanın âsûde iklimiyle
buluşturmuşlar, gittikleri beldelerde “Muhammedî Güller”i goncaya durdurmuşlar
ve en çorak toprakları bile gülistâna dönüştürmüşlerdir.
“Hicret”, Sevr Dağı ile Yesrib Şehri arasında yapılmış olan sıradan
bir yolculuk aslâ değildir. Zîrâ Âdemoğlunun en mükerrem, en muazzez ve en
muhteşem kıyâmı olan bu kutlu yürüyüşün ayak izleri sâdece Mekke-Medîne
arasındaki dağ yollarında ve kum tepelerinde kalmamış, dünyanın dört bir yanına
ulaşmış ve “Kadem-i Resûl” sultanların başına tâc, ölü gönüllere ilâç olmuştur.
“Hicret”;
İslâm güneşinin insanlık ufkunda
bütün ihtişâmıyla parlayarak arzın dört bir yanını aydınlatması için Yesrib
semâlarında irtifâ kazanmaya başlayan, umuda hayat katan ve hayatı umutlandıran
münevver bir seferin; “Yolları göklere bağlayan perçin”idir.
“Hicret”; insanlığı îman çağına ulaştıracak İlâhî bir çağrının bütün
dünyada mâkes bulması için, Rabbanî emirle başlayan bir sa’ydan yansıyan semâvî
güzelliklerin gönüllere en gümrah bir biçimde aksetmesidir.
“Hicret”; beşeriyete âb-ı hayat sunabilmek için; göz, gönül, alın ve
akıl teri dökenlere; “Yol O’nun, varlık
O’nun, gerisi hep angarya” diyerek yola çıkanlara bahşedilen bir zafer
gülümsemesidir.
“Hicret” şafağının gurûbu hiç olmayacak, aydınlığı kıyâmete kadar devam
edecek, Medîne semâlarından başlayıp bütün dünyayı baştanbaşa kuşatacak ve
insanlık ufkunda ebediyyen parlayıp yüreklerini aşka getiren ve getirecek olan
bir nur şûlesidir.
“Hicret”, Kur’an-ı Kerîm’de; “İnanan,
hicret eden, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah
katındaki mertebeleri pek büyüktür. Kurtuluşa erenler de işte onlardır.”
diye ifâde buyurulan kutsî bir tebşir ve bir şeref nişânesidir.
Hâsıl-ı kelâm “Hicret”;
Hakk’a inanç ve teslîmiyetin, kul olma şuurundaki samîmiyetin, ferâgat ve
fedâkârlıktaki fazîletin, tarihin hiç görmediği ve göremeyeceği inanç birliği
ufkundaki uhuvvetin, karanlığı nûra tebdîl etmedeki gayret ve izzetin
oluşturduğu değerler manzûmesinden meydana gelen ve insanlığı îman çağına
ulaştıran “Gül” yüzlü bir medeniyetin mübârek ve muazzez bir muştusudur.
Ve Allah Resûlü(s.a.v.)’nün Hicreti’nin; hem insanlık, hem
de İslâm tarihi açısından bir dönüm noktası olduğunu, emsâli olmayan bir mânâ,
hikmet, keyfiyet ve ehemmiyet arz ettiğini çok iyi bilen Hz. Ömer (r.a.)
Efendimiz; kendi hilâfet döneminde bu kutlu yolculuğun ‘resmî bir takvim ve
yeni bir tarihin başlangıcı’ olarak kabûl edilmesini sağlamış; Müslümanlar da
İslâm’ın ikinci halîfesinden îtibâren “Hicret”i
ümmet-i Muhammed için yeni bir mîlat olarak görmüş ve o günden bugüne de “Hicrî Takvim” kullanılmaya
başlanmıştır.
Bu duygu ve düşüncelerle; sessiz, sedâsız, garip ve pek çok
kişinin haberi dahi olmadan gelen Hicrî 1444 senesinin;
Kur’ân ve
Sünnet merkezli yeni tefekkürlere,
Kalbimizi
itminâna erdirecek yeni tezekkürlere,
Nîmetin Asıl
Sâhibi’ne hamd ü senâ ile en samîmî teşekkürlere,
Seyyiâtımız
için tevbe-i nâsûha ve “Lâle”ye müştak “Gül” aşkıyla taakkula
Şahıslarımız,
ana babamız, evlatlarımız ve âilemiz için en hayırlı niyetlere ve
nîmetlere,
Emperyalist
kâtillerin zulmü altında her türlü baskı ve işkenceye mâruz kalan cümle soydaş
ve dindaşlarımızın, hassaten Doğu Türkistanlı Uygur Türklerinin, Filistinli,
Kırımlı, Arakanlı kardeşlerimizin ve cümle mazlumların felâhına,
Türk milleti
için birlik, dirlik ve beraberliğe, târihî mefahirimizin yeniden ihyâsıyla Ay
Yıldızlı zaferler getirmesine ve Türk Dünyasının “Dilde, fikirde, işte birlik”
yolunda yeni bir diriliş için kutlu bir çerağ uyandırmasına,
Âlem-i
İslâm’ın; ihtilaftan ittifaka yol bulmasına, adâvetten uhuvvete ulaşmasına,
gerçek anlamda ümmet şuuruna erişmesine, Kâinâtın Solmayan Gülü’nü hakkıyla
anlamasına ve örnek almasına,
İnsanlığı îman
çağına ulaştıracak “Gül Devri”nden günümüze hidâyet nûru taşıyacak, gariplerin
gözyaşını “Gül” yaprağıyla silecek ve mazlumların acısını dindirecek yeni
muştulara, fiilî duâlara ve her alandaki terakkî ve güzelliklere zemin
hazırlayacak gelişmelere vesîle olmasını
temenni ediyorum.
1444. senesinin ve Muharrem-i Şerîf’in cümlemizi Rızâ-yı
Bârî’ye erdirecek amellere ev sahipliği yapması duâ ve niyâzıyla Hicrî
yılbaşınızı tebrik ediyor; Kur’ân ve Sünnetin nuruyla aydınlanan ve Ehl-i
Beyt-i Mustafâ aşkından feyz alan hayırlı ve bereketli bir yıl diliyorum. 1
Muharrem 1444 / 30Temmuz 2022”