Her Şeye Din Ekseninden Bakmak
Veysi ERKEN
Son yazımın başlığı “Müslüman’ın Sorunu Kur’anı Yaşamamasıdır” biçiminde
idi.
Bu başlık bile Müslüman’ın
zihinlerinin ne kadar tutsak olduğunu gösterdi. Esasında bu konu ile ilgili
epey yazı yazdım. Buna rağmen bu konuya defalarca dönmek gerekir. Zira
Müslüman’ın zihni işgal edilmiştir.
Bir arkadaşımın şu ifadesi zihinlerin
nasıl işgal altında olduğunu açıklamaya yeter.
Arkadaşım “Her şeye din ekseninden bakmak bizatihi dinin kendisini sorun haline
getirmiştir” diyor.
Samimiyetinden şüphe etmediğim
arkadaşıma bir kitabı tavsiye ettim. Kitabı bütün okuyucularıma tavsiye
ediyorum.
Kitap sosyal bilimler alanında
zihnimizin nasıl işgal edildiğini, edilgin hale nasıl getirildiğimizi, sosyal
hayatımızın hangi yabancı değerler üzerinde inşa edildiğini ortaya koymaktadır.
Syed Farid Alatas’ın “Sosyal Bilimlerde Alternatif Söylemler
Avrupa Merkezciliğe Cevaplar”(1) isimli kitabı Âdem Bölükbaşı tarafından
Türkçeye çevrilmiştir.
Bu kitaptan sadece iki kavramı kullanarak
neden Müslüman’ın her şeye din ekseninden bakmak mecburiyetinde olduğunu ortaya
koymaya çalışayım.
Kitapta geçen “tutsak zihin” ve “Akademik
Bağımlılık” kavramları konunun izahı için yeterlidir.
Maalesef zihinlerimiz tutsak,
akademik dünyamız bağımlıdır.
Sosyal bilimler içinde telakki
edilen ve medeniyetleri şekillendiren hukuk, iktisat, eğitim, kültür, felsefe,
psikoloji, sosyoloji vs. ilim dalları belirli ilkelere göre doktrine edilir.
Bütün sosyal bilimlerin doktrine
edilmesi, bir amaca yönelik olması ve belirli ilkelerden hareket edilmesi
kaçınılmazdır.
Şimdi konumuzu açıklığa kavuşturacak
birkaç soruyu gündeme getirelim.
İnsan niçin eğitilmelidir, ticaret
hangi ilkelere göre şekillenmelidir, hukuk insan ilişkilerini neye göre
düzenlemelidir, sosyoloji toplumsal ilişkileri hangi kurallarla izah etmelidir,
felsefe bilgi, varlık ve ahlakı ne ile izah etmelidir.
Bu soruları çoğaltmak mümkündür.
Ve medeniyet tasavvuru inşa etmek
isteyenler bu soruları belirli ilkeler ve yöntemlerle çoğaltmak
mecburiyetindedir.
Geçmişimizde Maturidiler,
Ebuhanifeler, İbn Haldunlar, Buhariler, Ali Kuşçular, El Cezeriler, İbrahim
Hakkılar bu soruları sorarak İslam medeniyetimi oluşturmaya çalışmışlardır.
Camiler, külliyeler, hanlar,
kervansaraylar, köprüler ve şehirler bu anlayışla şekillenmiştir.
Robot çalışmaları, tedavi
yöntemleri, astronomi çalışmaları, uçuş tecrübeleri tutsak olmayan zihinlerle
gerçekleştirilmiştir.
Bugünkü çıkmazımız zihinlerimizin
tutsak edilmişliği ve akademik dünyamızın bağımlılığıdır. Akademik dünyamız
sosyal konuların tamamını bize dayatılan kavram, ilke ve yöntemlerle izaha
kalkışmakta ve bu yüzden çuvallamaktadır.
Bugün ülkemizde sorulduğu zaman
nüfusun yüzde yüzüne yakının Müslüman olduğu ifade edilir.
Soruyorum size iktisadi ve sosyal alanda,
eğitim hayatında, batı yaşayışıyla, sosyal değerleriyleve hukukuyla düşünmeyen,
orijinal olan kaç sosyal bilimcimiz var?
Maalesef düşündüğünü, fikir ve bilgi
ürettiğini zannettiğimiz akademik dünyamız taklitten öte bir şey ortaya
koyamamaktadır.
Bizden adam olmaz, ancak batının
şablonlarını kullanabiliriz anlayışı tutsaklığın göstergesidir.
Peki, neden bu durumdayız.
Sebebi gayet basittir.
İlim adamı dediklerimiz batının
bakış açısıyla yetiştirilmiş ve devşirilmiştir.
Ülkemizde yapılan orijinal
çalışmalar kabul görmemektedir. Tezlerin tamamı taklitten ve tekrardan
ibarettir.
Batı dilleri, özellikle İngilizce
mukaddes dil haline getirilmiş, batı ülkelerinde yapılan tezler mutlak doğru olarak
addedilmektedir.
Mesela; “Sınavsız ve Sınırsız okul” dediğimizde anlaşılmak istenmemekte,
batı örnek verilmektedir.
Hâlbuki bizim medeniyetimizin
inşasında bilgi edinme ve beceri geliştirme hakkı sınırsız kabul edilmektedir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
ayeti maarif sisteminin kurgusu için yeterlidir.
Batının değerleri ile düşündüğümüzde
insanımızın önünü tıkamayı öğrenim hakkını gasp etmeyi marifet bilmekteyiz.
Kısaca zihni tutsak olmayanlar her
şeyi Kur’an eksenli düşünmek ve hayata geçirmek mecburiyetindedir.
Çalışmalarını ve medeniyet kurgusunu kendi kavram, ilke ve yöntemleriyle
gerçekleştirmek zorundadırlar. Şunu söyleyebiliriz ki, “inancın ve buna bağlı değerler sisteminin yerini iyice belirlemeksizin
ve bu noktaya hak ettiği vurguyu yapmaksızın İslam medeniyetinin doğuşunun,
gelişmesinin ve yayılmasının anlaşılması” (2) mümkün değildir.
Kısaca; medeniyetimizin gelişim ve
çöküş süreçlerini iyi tahlil ettiğimizde, gelişimin Kur’an eksenli, çöküşün
eksen kaymasının sonucu olduğunu görürüz.
Hâsılı kelam, adalete, hakka ve
hukuka dayalı bir şekilde nizam-ı âlemi tasavvur ve tahayyül eden kişi ve
gruplar mihverlerini İslam’a asıl ifadesiyle Kur’ana istinad ettirmek
mecburiyetindedirler.
Selam ve Sabırla…
1- Syed Farid Alatas, Sosyal Bilimlerde Alternatif Söylemler
Avrupa Merkezciliğe Cevaplar, Ter: Âdem Bölükbaşı, Matbu Yayınları,
İstanbul-2016
2- İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İslam Medeniyeti
Tarihi, TDV Yayınları, Ankara-2015, s.4.