15 Mart 2021 Pazartesi

KÜLTÜREL DEĞİŞİM

 

                KÜLTÜREL DEĞİŞİM

     Dr. Veysi ERKEN  

                    Uzun Bir Yazı, Sabırsızlar okumasın         

             Giriş  

          Her toplum ve topluluk hızlı veya yavaş bir şekilde farklılaşmakta ve halden hale geçmektedir. Grup hayatı ne kadar dinamik, etkileme ve etkilenmeye açık ise farklılaşma o kadar hız kazanır.

            İnsanlık tarihi incelendiğinde farklılaşmanın toplumdan topluma, topluluktan topluluğa değişik şekillerde ve değişik sebeplerle gerçekleştiği müşahede edilir. Farklılaşmanın sosyal hayatın hangi boyutunda olduğu veya olması gerektiği sürekli bir şekilde araştırma ve tartışma konusu yapılmaktadır. Grup hayatındaki farklılaşmaların bir kısmının tartışma konusu yapılması kaçınılmazdır. Çünkü farklılaşma sonucunda oluşan yeni hayat normlarının her zaman eskisinden iyi, mükemmel ve işe yarar olduğu söylenememektedir.

            Grup hayatındaki farklılaşmaya bu zaviyeden baktığımızda karşımıza hemen “ kültür” mefhumu çıkar. Bu sebeple evvel emirde “kültür” mefhumu ile neyi kastettiğimizi ortaya koymak durumundayız.

    

           Kültür  

    

Kültür mefhumu değişik şekillerde tanımlanmaktadır. Ancak tanımların tamamının ortak yönü fert ve toplumların hayat tarzları ve onların belirleyicileri durumunda olan “muharrikler ve saikler” etrafında toplanmaktadır. Buradan hareketle birkaç değişik tanımdan yola çıkmakta fayda görmekteyiz. Mümtaz Turhan, kültür mefhumunun üç mânâ ifade ettiğini belirtmektedir(1).

            1-İnsanın hayatında içtimai yoldan tevarüs ettiği maddi ve manevi unsurlar.

            2-Ferdi inceliğin daha ziyade konvansiyonuna tabi bir ideali ifade eder. Kültürlü insan         

            3-Grubun sahip olduğu manevi kıymetler.

            C.Wissler, kültürü “bir halkın yaşama tarzı” biçiminde tarif eder(2). Erol Güngör’e göre “kültür bir inançlar, bilgiler, his ve heyecanlar bütünüdür, yani maddi değildir. Bu manevi bütün, uygulama halinde maddi formlara bürünür. Mesela, dini inançlar cami, namazlardaki beden hareketleri, dini kıyafet vs. şeklinde görünür”(3). Tariflerden anlaşılacağı üzere “kültür” gerek fert, gerekse grup bazında ilke ve kurallara istinat eden bir yaşayışı ifade etmektedir. Buradan hareketle denebilir ki, “kültürel değişim” ilke ve kurallardaki farklılaşmayı belirtir. Mesela; geçmişte toplumu oluşturan fertler;

                                    “ Önce selam, sonra kelam,

                                       Önce refik, sonra tarik.”

İlkesini benimsemiş olduklarından, selamsız ve destursuz bir yere girmezlermiş ve beraber olabilecekleri arkadaşlarını seçmeden yola çıkmazlarmış. Bugün bu ilke varlığını devam ettiremediğinden olsa gerek, ani dostluk(!) ve arkadaşlıklar(!) zuhur etmektedir. 

 

                Kültürün Sabitleri

    

Her kültürün kendini devamlı kılacak değişmez “sabit” ilke ve kurallarının olması gerekir.  Kültür dokusunun ve yaşayış tarzının belirleyicileri olan “ilke ve kurallar” sağlam ve değişmez bir kaynağa istinat etmemekte ise esen rüzgârın yönüne göre şekil alan ağaçlara ve denizin dalgalarına dönerler. Değişken ilke ve kurallara istinat eden  “hayat tarzı” köşeli olmaktan çıkarak yuvarlaklaşır. Böylece değişken ilke ve kurallara göre hayat felsefesini oluşturan fert ve toplumlar “çok yüzlü” tavırları rahatlıkla takınırlar. Çıkara dayalı ilişkiler ön plana çıkar. Zira ilke ve kuralları sağlam olmayan kültürler “Yüz” kavramı gibi belirsizlik taşır. Misali açacak olursak “Yüz” bir sayı mıdır? Bir emir midir?  Sima mıdır? Dikkat edilirse “yüz” kavramı net ve tek bir anlam ifade etmemektedir. Yüz kavramında olduğu gibi,hayat tarzının belirleyicisi kabul edilen kültürün “ilke ve kuralları” net ve herkes için aynı şeyi ifade etmiyor veya edemiyorsa hayat “yüzsüzleşir,anlamsızlaşır ve çekilmez bir hal alır. Ortak doğrulara ulaşılamaz

 

            İlke ve Kuralların Önemi

 

Fert ve toplumların yaşayış tarzlarının vazgeçilmezleri olan kültürel ilke ve kurallar grupların varlıklarını devam ettirmelerinde birinci amil iken, yıkılmalarının da birinci amili haline gelebilirler. Bunun en belirgin delilleri tarihten “sodom ve gomor”dan, günümüzden ise fuhşiyatı meşrulaştıran Bosnalıların, Beyrutluların yıkılışları ile Batı medeniyetinin ve hayranlarının yavaş yavaş sürmekte olan çöküşlerinden verilebilir. Bahsi geçen kültürlerde, yani yaşayış tarzlarının ilke ve kurallarında oluşan köksüz “değişme”ler nedeniyle hayat anlamsızlaşmış ve bütün mukaddesler etkisini kaybederek grupları çökertme noktasına getirmiş olduğu görülür. Çünkü ortak düşünce ve birlik duygusunun dayandığı temel kaynak; kültür değerini yitirmiştir.

 

            Değişme ve Değişim

 

            Kültürlerin “sabit” muharrikleri yanında değişimi sağlayıcı muharriklerinin de bulunması gerekir. Ancak farklılaşmanın ve farklılaşma yönünün kavranabilmesi değişme ve değişim ile neyin kastedildiğinin izahı gerekir. Zira

 Değişme ve değişim mefhumları hemen hemen her ferdin günlük olarak kullandığı kelimelerdir. Değişmenin kaçınılmaz olduğunu tekellüm etmeyen yok gibidir. Günümüzün sihirli kavramı olan değişme “başka bir biçime ya da duruma girme”(4) olarak tarif edilmektedir. Değişme bir hâlden başka bir hâle değişimi ifade ettiğine ve değişimin her halükarda gerçekleştiğine göre acaba bununla kastedilen farklılaşma her zaman olumlu olarak yorumlanabilir mi?

            Değişme, bir biçimden ve durumdan başka bir biçime ya da duruma girme olduğuna göre;

            Tebeddülü mü?

            Tahavvülü mü?

            Teferrukku mü?

            Teceddüdü mü?

            Tağayyuru mu?

             Tealiyi mi?

            Terakkiyi mi?

            Tereddiyi mi?

            İnhirafı mı? İnhitatı mı ifade etmektedir? Yukarıda sıralanan kavramlardan hareketle “değişme ve değişim” kavramlarının belirsizliklerle dolu olduğu rahatlıkla söylenebilir. Değişim kavramı tıpkı “yüz” kelimesi gibi köşesizdir. Her mânâya çekilebilir.

            Değişim müspet manayı tazammun eden tekâmül, teali, terakki, teceddüt anlamında kullanılıyorsa,          her kültür ve sosyal yapı için gereklidir. Hayat dinamik olduğuna göre yenilenme ve yükselme kaçınılmaz bir zorunluluktur. Kendini bu manada yenileyemeyen kültürler başka kültürlerin tesiriyle asliyelini ve safiyetini kaybedebilir. 

            Değişim, şayet, inhiraf, inhitat, tereddi gibi anlamlara gelebilecek hususları ihtiva ediyorsa, değişim grupların sonunu hazırlar.

            Değişime yukarıda belirtilen zaviyelerden baktığımızda, kültürde yani yaşayış tarzında değişmesi ve değişmemesi gereken hususların bulunmasının kaçınılmaz olduğu sonucu çıkar. Bu endişeden olsa gerek Gökalp, kültür ve medeniyet ayırımına gider ve değişmesi gereken unsurları medeniyet, değişmemesi gereken unsurları kültür öğeleri olarak kabul eder. Gökalp bu ayırımı esas alarak kültürü “Halkın an’anelerinden, teamüllerinden, örfünden, şifahi ve yazılı edebiyatından, lisanından, musikisinden, dininden, ahlakından, bedii ve iktisadi mahsullerinden ibarettir” biçiminde tarif eder(5).       

            Değişim, ilke ve kurallardaki farklılaşmayı ifade ettiğine göre, değişim herkes tarafından teceddüt yönünde ele alınıp yorumlanamazsa ilke ve kurallarda oluşacak farklılıklar sosyal yapıları derinden olumsuz bir şekilde etkileyerek, yapının biçimini, işleyişini, hedefini ve gayelerini tahrip edebilir. Zira “sosyal yapı”yı oluşturan ilke ve kurallarda karşılıklı bağımlılık hâkimdir. Karşılıklı bağımlılık, sosyal yapının tarifinden rahatlıkla anlaşılabilir. Zira sosyal yapı “aralarında fonksiyonel bağlar ve karşılıklı bağımlılık (interdependence) bulunan ve birbirini tamamlayan parçalardan meydana gelen bir bütün” olarak tanımlanabilir(6).

     Karşılıklı bağımlılık sebebiyle kültürün herhangi bir ilke veya kuralında meydana gelen değişim sosyal yapıdaki unsurlardan en az birinin fonksiyonunu azaltabilir veya çoğaltabilir. Kültürel değişim, sosyal yapının;

     Rol ve statü,

     Nüfus,

     Ekonomik yapı,

     Örf ve adet,

     Teknoloji,

     Eğitim kurumları,

     Kişilik,

     İletişim sistemleri

            Dil, gibi unsurlarında farklılaşmaya yol açabilir(7). Mesela, toplumdaki ilkelerin bir kısmının değişmesi sebebiyle nüfus yapısında ciddi farklılaşmalar görülmekte ve bundan nüfus artış hızı olumsuz etkilenmektedir.

    Yukarıda yapılan izahattan sonra denebilir ki, kültürel değişim iki yönlü tezahür edebilir. “Gelişme” ve “Çözülme”. Hayat tarzının “sabit” kural ve ilkelerine bağlı kalınmak suretiyle “norm”ve “değer”lerdeki beğenilen, kabul edilen ve istenilen yöndeki farklılaşmalar gelişmeyi, beğenilmeyen, birlik ve dayanışma ruhunu zedeleyen yöndeki farklılaşmalar çözülmeyi ifade eder.

 

         Kültürel Değişim Türleri

 

            Fert ve toplumların yaşayış tarzını derinden etkileyen bazen “gelişme”lerine bazen de “çözülme”lerine zemin teşkil eden kültürdeki değişimi üçe ayırmak mümkündür. Buradaki ayrıştırma fert ve toplumların değişimdeki iradelerinin etkileriyle doğru orantılıdır. Bu bağlamda kültürel değişim;

1-Serbest,

2-Mecburi,

3-Planlı olmak üzere tasnif edilebilir.

 

            1-Serbest Kültürel Değişim: Serbest kültürel değişim, bir grubun veya toplumun sahip olduğu norm ve değerlerin dışında kalan norm ve değerlerle teması neticesinde, zorlayıcı, baskıcı ve totaliter bir neden olmadan kendi serbest iradesiyle norm ve değerlerinde meydana getirdiği değişim biçimidir. Serbest kültürel değişim nüfus artışı, icatlar, iç ve dış göç, kitle iletişiminin yaygınlık kazanması gibi nedenlerle gerçekleşebilir. Bu tür değişim “gelişme” veya “çözülme” biçiminde ortaya çıkabilir.

 

            2-Mecburi Kültürel Değişim: Mecburi kültürel değişim, bir grubun veya toplumun sahip olduğu norm ve değerleri zorla, baskı veya şiddetle değiştirme ve yerlerine başka norm ve değer ikamesi şeklinde görülür. Mecburi kültürel değişimde asıl olan grubun iradesi değil değişimi isteyenlerin baskıcı, zorlayıcı tutum ve şiddetleridir. Bu tür kültürel değişim genel anlamda çözülmeyi beraberinde getirir.

 

            3-Planlı Kültürel Değişim: Planlı kültürel değişim genel anlamda bir grubun yönetimlerince önceden kararlaştırılan hedefler doğrultusunda “maksatlı” bir süreçte gerçekleştirilen farklılaştırmalardır. Bu tür kültürel değişim uzun süreli olup, grubu oluşturan fertler tarafından fark edilmemektedir. Planlı kültürel değişim yönetimde bulunanların zihniyetlerine göre “gelişme” veya “çözülme” biçiminde gerçekleşebilir.  

    

      Kültürün Sabitleri Neler Olmalıdır?

 

   Kültür fert ve grubun hayat tarzını ifade ettiğine göre, bunun temel belirleyicilerinin başında “inanç ilke ve kuralları” gelir. Bu özellik bütün fert ve gruplar için geçerli olan bir durumdur. Kültür mefhumuna bu şekilde yaklaştığımızda, onu oluşturan temel “saik” ve “muharrik”lerin  değişmemesi gerekir.

 

             Kültürün Sabitleri Değişirse Ne Olur?

 

            Kültürün temel saik ve muharriklerinde meydana gelen değişmeler “yaşayış tarzı”nın tamamını etkiler. Eğer temel saikler değişirse inançlar değerlerini kaybeder; benimsenen ilkeler inançları şekillendirmeye başlar. İbaha başlar. “Dinikum dinarıkum” sözü revaç bulur. Erol Güngör bu durumu “kültürümüzde ticaret yapmak kültürün temel esprisi olan din içinde manalı bir yeri olan bir faaliyet idi. Bugün ticaret hayatı tamamıyla iktisat prensiplerine göre işleyen dünyevi bir meşgale haline gelmiş, din ise bu hayata giren insanların zaman zaman başvurdukları bir kurtuluş durumuna girmiştir” biçiminde ortaya koymuştur(8).

            Gerçekten Cenab-ı Allah’ın vazettiği temel saikler ticareti (ticaret kültürünü) şekillendirmiyor veya şekillendiremiyorsa dünyevileşme (sekülerizasyon) hayata yön verir. Ticari işlerde ibaha başlar. Hatta konuyu misillendirecek olursak ticari işlerde “yedi kocalı hürmüz”ün bir koca ile yetinmediği gibi ver Allah’ım denilmeye başlanılır. Böyle bir anlayış hâkim olunca helal-haram fark etmez yeter ki, zenginlik olsun; dünyevi mal ve şöhret yığılsın.

            Yaşayışın temel muharrikleri değişince insanlar kendilerine vazedilenlerin bir kısmına inanmamaya başlar ve inanç ilkelerini kendi heva ve hevesine göre yorumlamaya başlar. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de “Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası ancak dünya yaşantısında rüsvalık (rezillik)tır, kıyamet gününde ise en şiddetli azaba duçar olup itilmektir Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir. (Bakara Suresi/85). Hayat tarzının belirleyicileri olan saik ve muharriklerin birbiriyle ilintisi fazladır. Bu nedenle birisinde meydana gelen veya getirilen değişiklik diğerlerini de etkilemektedir.

            Kültürün ilke ve kuralların birbiriyle ilintisini gösteren önemli bir delil de, Cahiliye döneminin insanlarının “Kur’an’ın dediği doğru, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sözleri (Hadisleri) doğru, benim alışkanlıklarım doğru değil, yaşayışım benliğimle uyuşmuyor”(9) gerçeğini benimsemeleriyle hayat tarzlarının bütününde ortaya çıkan durumdur. Kur’an ve Sünneti esas ittihaz eden anlayışta “ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.”(Fatiha/4) ilke olunca toplum hürriyetine kavuşmuş olur. Toplumda var olan her türlü zorbalık, tahakküm ve tasallut yerini hilm ve kardeşliğe terk eder. Zira yukarıdaki ayeti ilke edinen gruplarda “üstünlük ancak takva iledir.” (Hucurat/13) anlayışı yerleşmeye başlar.

            İnancın ilke kuralları hayat tarzının belirleyicisi olmaktan çıkarsa, fertler yaşadığı gibi inanmaya başlar. Zira “İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanmaya başlar” ilkesi her fert ve grup için geçerlidir. Bu ilke, kültürdeki yozlaşmayı, inhirafı veya yozlaştırılmayı açıklar. Mesela; kültürümüzde yer alan “sözünde durmak” ilkesi, günümüzde yerini günün icabatına uymaya terk etmiştir. Johnstone’ın “onların arasında senet alıp vermek gibi bir adet yoktur. Türk’ün sözü onun senedidir. Borcunu reddetme ve sahtekârlık yoktur.(10) tespitinin günümüzde de geçerli olduğunu kimse ileri süremez.

   

            Kültürdeki İnhiraf

 

             Ülkemizdeki kültürel değişim genel olarak inhiraf şeklinde tecelli ettirilmiştir. İnhiraf tarzındaki değişim hâkim zihniyetin hayatımıza yeni temel ilke ve kurallar aramasından kaynaklandığı söylenebilir. Batılılaşma adı altında bir Avrupalı kafası ve zihniyeti oluşturulmaya çalışıldı. Avrupalı kafası ve zihniyeti ilke ve kurallarımızı yansıtmamakta idi. Bunun için kültürel değişim gerekliydi. Kültürel değişimde nihai hedef alınan Avrupa kafası ile ilgili Peyami Safa “Avrupa kafasını şu üç büyük tesir vücuda getirmiştir. Yunan, Roma ve Hıristiyanlık. Bu üç tesiri yaşamamış olanlar Avrupa’nın göbeğinde otursalar Avrupalı olamayacakları gibi, aksine bu üç tesirden doğma bir kafaya sahip insanlar da hangi kıt’a üstünde yaşarlarsa yaşasınlar Avrupalı sayılırlar (11) tespitinde bulunur. Hatta bu kafa uğruna İslam’ın Hıristiyanlıktan kaynaklandığının (!) ispatına çalışılır(12).

            Kültür, bir yaşayış tarzı olduğu ve hem ferdin şahsi hayatını, hem de grupla olan hayatını ilgilendirdiğini ifade etmiştik. Ferdi hayatı ilgilendirdiği farz edilen ilke ve kuralların aynı zamanda içtimai veçhesi de bulunmaktadır. Mesela ferdin oruç tutup tutmaması kendisini ilgilendirir; ancak ramazan ayında açıkta ve umumun değerlerini hiçe sayar bir şekilde yemek toplumu ilgilendirir. Denebilir ki, hem ferdi hem de grubu aynı anda ilgilendiren kültür saiklerinin sayısı çok fazladır; bunların birisinde inhiraf tarzındaki bir farklılaşma beraberinde çöküşü getirir.

 

          Kültürel Değişim Nasıl Olmalıdır?

 

            Hayat dinamik ve teknolojide gelişme hızlı olduğu müddetçe kültürel değişim kaçınılmazdır. Değişim kaçınılmaz olduğuna acaba değişim nasıl olmalıdır sorusu her zaman sorulacaktır. Değişimin müspet olabilmesi, serbest ve değişmezlerle gerçekleştirilmesi gerekir. Kültürün değişmezleri söz konusu değilse, hayat tarzı her değişim dalgasında bir veya birkaç ilkesini kaybederek anlamsızlaşır. İlkesiz değişim hayat tarzını nasıl anlamsızlaştırıyorsa, yenilenme, tekâmül etme boyutunda değişimi yakalayamayan kültür kısırlaşır; hayatı çekilmez hale getirir. Yenileşemeyen hayat tarzında gelenek, örf, adet ve tarih normatifleşir. Normatifleşmede fertler yanlışta ısrar etme hastalığına tutulur. “Babalarımızdan, atalarımızdan ve büyüklerimizden böyle gördük, böyle duyduk” anlayışı hâkim olarak, “büyük”lerin (!) hezeyanları, heyecanları, duygu ve düşünceleri kutsallaştırılır.

            Değişik sebeplerle çevrede ve çevrenin içinde yer alan hususlarda meydana gelen farklılaşmalar hayatın yenilenmesini zorunlu kılar. Özellikle yenilenme ferdin ve toplumların hayat tarzlarının belirleyicisi olması gereken dini hayat için de gereklidir. Çünkü “ bir dini hayat, kendini yenileyemez, içine yeni tecrübeler katarak zenginleşemez ve yeni ifade yolları bulamazsa, insanlar ona olan ilgilerini yavaş yavaş kaybedebilir, hatta ona bütünü ile yabancılaşabilirler(13). Gerçekten fertlerin kendini yenileyemeyen hayat tarzlarından uzaklaştıkları bilinmektedir.

            Kültürde yenilenme olarak ifadesini bulan değişim ne kadar faydalı ise inhiraf manasını tazammun eden değişim de o kadar tahripkârdır. Geçmişimizde “Cehd” saiki yerine yenileşme adına “Dünyadan Kam Almak”

ilkesi kültürümüze hâkim olunca bir lale soğanı için ailelerin dağıldığı anlatılır(14).  

            Değişimin teceddüd yerine tereddi biçiminde gerçekleştiği toplumlarda, sosyal hayatın dokusunu oluşturan ilke ve kurallar zedelenir. Toplumlar böyle bir değişim sonucunda güzel vasıflarını kaybeder ve yok oluşa yönelir. Mesela, Türk toplumunun ahlaki ilkelerinden biri olan ve geleceğin ailesini belirleyecek olan davranış kalıbı yerine “flört” hoş görülmeye ve müsamaha ile karşılanmaya başlanmasının sonucunda fuhuş artmış ve toplumda çözülme başlamıştır.

    

     Kültürel Değişimi Oluşturan Faktörler

 

Kültürel değişimi oluşturan faktörler pek çoktur. Bu faktörlerin en önemlilerinden birisi, toplumun ferde tatmin edici bir hayat ilkeleri dizisi sunamaması veya mevcut kültürün ferde nitelikli hayat ilkeleri dizisi sunamadığının benimsetilmesidir.

            Bu durumu din değiştirenlerle ilgili misallerle izah etmek mümkündür. İslam’ı seçen Gerald :“Din, kiliseye veya bir başka yere haftada 1-2 saat gitmekten ibaret olamaz. Müslüman olmadan önce bile bunun doğru olamayacağını düşünüyordum. İslam’ı tanıyınca ‘İşte hayatın tümünü kapsayan bir din!’dedim kendi kendime. Hem maddi. hem manevi yönü vardı. Bu ikisi arasında bir denge kurulmuştu... Eğer Allah’a inanıyorsanız, bu inanç noksansız olmalıdır. Eğer bir gün öleceğinize ve hesap vereceğinize inanıyorsanız, her şey bu gerçeğe göre şekillenmelidir. Din hayatın bir bölümü olmamalı... İslam sadece maneviyat değildi. Eşinize nasıl davranacağınızı, çocuklarınızı nasıl yetiştireceğinizi, insanları nasıl selamlayacağınızı, misafirlerinize nasıl davranacağınızı belirliyordu. Bütün bunlar, üzerinde düşündüğüm konularda bana bir şeyler söylüyordu. Yani İslam’ı kabule musaittim”(15).    

            Denebilir ki, kültürel normlar, özellikle hayatın bütününü kuşatan dini normlar ferdi tatmin etmiyorsa, fert kültürel değişime daha kolay bir şekilde uğrar.

Kültürel değişimin bir başka veçhesi de, mevcut kültürün ferdin ve toplumun ihtiyaçlarına cevap veremediğinin fertlere ve topluma empoze edilmesi, hatta buna zorlanmasıdır. Batıcıların tavrı Türkiye’de böyle bir değişime yol açmıştır. Peyami Safa bu empozeyi; “kültür ve medeniyet olarak ne varsa, klasik denizin kıyılarında Yunan, Sion, Roma ve barbar kanından doğan bu Avrupa’dadır. Bütün diğer milletler düşüncelerini, adetlerini ve politikalarını oradan alıyorlar. Bir Çinli erkek Londra’daki insanlar gibi, bir Çinli kadın Paris’teki insanlar gibi giyiniyor.

Geri tarafı da öyle: Kanunlar, silahlar, endüstriler de aynı modayı takip ediyor. Bütün yeni düşünce, bilgi, sanat ve ahlak, ne varsa hepsini bugünkü insanlığın hayatını, tek başına bu Avrupa ve klasik denizin kıyıları yaratmıştır”(16) biçiminde açıklar.

            Kültürel değişimin bu veçhesi ülkemizde ileri derecede uygulanmış ve fertler buna inandırılmaya çalışılmıştır. Hatta bunda büyük ölçüde başarı sağlanmış ve kültürel ilke ve kurallarımız tahrip edilmiştir. Onlara göre kültürel değişim böyle olmalı idi. Çünkü “garb medeniyeti, bütün metodu, tekniği, Hıristiyan an’anesi ve muaşeretiyle bölünmez bir bütündür”(17).

            Kültürel değişimin bu şekli toplumun bütün “sabit” olması gereken değerlerini tahrip eder, değiştirir ve toplumu tanınmaz hale getirir. “Garbtan getirdiğimiz medeni adetler arasında Hıristiyan an’aneleri de vardır. Garb takvimi ve Avrupa muaşereti Hıristiyan’dır. Latin harflerini kabul ve -mesela Üniversite gibi- garb tabirlerini ve ıstılahlarını Arab'ınkilere tercih ettikten sonra bütün adetleri ve sembolleri, İslam beynelmileliyeti içinden çıkarak, Hıristiyan beynelmileliyeti içine girmiş oluyoruz”(18) tespiti kültürel değişimin tereddi şeklini yansıtmaktadır.

 

Zorlayıcı Kültürel Değişimin Sonuçları

 

            Toplumun yaşayış tarzının ilke ve kurallarını değiştirmeye zorlanması, onu çifte yaşayışa sürükler. Ömer Hayyam’ın;

       “Bir el Kur’an’da, bir el kadehte

       Bazen helale, bazen harama müptelayız.

       Şu gök mavisi, mermer kubbe altında biz,

       Ne kıpkızıl kâfir, ne de tam müslümanız”(19) dörtlüğü çifte yaşayışa ve “çok yüzlülüğe” bir örnektir.

 

            Kültürel Değişimin Başlangıcı Ve Süreci

 

            Kültürel değişim bazen bir ilke veya kuralın değişmesi veya zorla değiştirilmesiyle başlar. Böyle bir değişimin nerede ve nasıl biteceği belli olmaz. Çünkü kültürel ilke ve kurallar domino taşları gibi birbiriyle ilintilidir.

             Kültürel değişim bir günde olup biten bir hadise değildir. Bir süreç olarak uzun zaman diliminde gerçekleşir. Bilhassa farklı kültürlerin kaynaklarıyla olan temasta kaynak karışımı veya güçlü kültüre mukavemet edememe sebebiyle “değişim” oluşur.

Kaynak karışımı sebebiyle olan kültürel değişimi Seyit Kutub : “Kaynaklar birbirine karıştı! Daha sonra gelen nesillerin beslenme kaynaklarına Grek felsefe ve mantığı, İran düşünce ve mitolojisi, Yahudi hurafeleri, Hıristiyan metafiziği ve başka kültürlerin, medeniyetlerin tortuları karıştırıldı... Bu yabancı unsurların tümü Kur’an-ı Kerim tefsirine, Kelam ilmine, Fıkıh’a, Fıkıh usullerine karıştırıldı. Ve işte o ilk nesilden sonra gelen nesiller, o karma karışık kaynaklarla muhatap oldular”(20) biçiminde açıklamaktadır.

            Kültürel değişim, kültürlerin temasında genelde güçlü kültürün tesiri yönünde gerçekleştiği bilinir. Güçlü kültürler zayıf kültürleri etkilerler. (Güçlü olmak, haklı, doğru, geçerli ve tutarlı olma anlamında anlaşılmamalıdır. Burada

Güçlü olmak, şu veya bu sebeple başka kültürleri etkileyebilme özelliği anlamında kullanılmaktadır.) Mesela; umumi olarak “batı kültürü” biçiminde

tanımlanan değerler sistemi ve yaşayış tarzı gücü sebebiyle diğer kültürleri etkilemekte ve onları tahrip etmektedir.

             Kültürel değişimin başlangıcı olan ilke ve kural farklılaşması çeşitli faktörlere bağlı olarak gerçekleştiği yukarıda ifade edilmişti. Belirtilen faktörlerin yanında Savaş, Deprem, Göç gibi tabii faktörlere, dayatma, teknolojinin gelişimi ve kitle iletişiminin yaygınlaşması gibi sebepler de kültürel değişimi oluşturur. 

             Savaş, Deprem ve Göç gibi faktörlerle gerçekleşen kültürel değişim, toplum hayatını büyük oranda etkilemez. Hatta bazı durumlarda toplumu oluşturan fertler arasında dayanışma ve yardımlaşma duygularının gelişmesine sebep olarak olumlu etkide bulunabilir. Kültürel değişimi olumsuz yönde oluşturan faktörlerin başında dayatmalar gelmektedir. Dayatmalar toplumun dışından kaynaklanabildiği gibi, toplumun içinde bulunan toplumdan kopuk elitist, jakoben ve oligarşik bir grup tarafından gerçekleştirilebilir. Dış dayatmalara örnek Amerikalı beyazların Afrikalı zencileri köleleştirmelerinde ve A.B.Devletlerinin Japonya’yı işgalinden sonra Japonlara anayasa tanzimi gösterilebilir. İç dayatmalara misal ise ülkemizde tek parti dönemindeki uygulamalar gösterilebilir. “Bir Nesli Nasıl Mahvettiler” isimli eserde dayatmaların sonucunda oluşan kültürel değişim (kültürel tahribat) vazıh bir şekilde anlatılmaktadır. Eserde dayatmalarla gerçekleşen kültürel değişim sonucunda oluşan bir neslin ve devamının dramı şu şekilde özetlenmektedir. “Sözde ilim, asrilik, modernlik, inkılâpçılık perdesi arkasında oynanan bu oyunlar, serdedilen bu fikirler, yapılan bu telkinler hakikatte ruh gibi, iman gibi, şeref, haysiyet gibi, bütün insani varlığımızı, seciyemizi aşağılara doğru çeken, menfi yıkıcı propagandalardı. Sık sık tekâmülden bahseden bu insanlar, tekâmülü ters tarafından anlıyorlar;sırasıyla cemadattan, nebatattan, hayvanattan insana doğru yükselecek yerde insanı, insanlığı hayvana, hayvanlığa,doğru çekiyorlardı!... Alt yapının bel aşağısının, felsefesini, fikriyatını yapıyor, ellerine teslim edilen genç çocukları hakikat diye müspet ilim diye, bunları telkin ediyorlardı. Her fırsatta alabildiğine din, iman, mukaddesat, tarih, mazi düşmanlığı yapıyorlar, gençliğe zamanın kör ve sağır şer kuvvetlerini ebedi hakikatlermiş gibi takdim ediyorlardı. Çocuklar mektebe gidiyor, çocuklar mektebi bitiriyor, gençler ortaokullara-liselere devam ediyorlar, hayata hazırlanıyorlardı ama hangi hayata? Niçin, nasıl, nereye? İşte bu suallerin cevabı yoktu!... İnsanın hayvani maddi varlığını aşan, her sual cevapsız kalmaya mahkûmdu. ‘İnsanlar insanlara, insanlar menfaate, insanlar maddeye tapıyorlardı.’Hakikat bundan ibaretti. Böylece namütenahiye giden, Allah’a giden, ebediyete giden her yol kapanmış, insan hayvani behimi varlığı, ihtirasları, insiyakları içinde tepinip duruyor, tepindikçe, saplandığı bataklığa daha beter batıyordu Allah’ı ayakkabının içine kadar sokan, korkunç bir sukut.

            Artık sen kollarını göklere kaldıramıyor, hep aşağılara indiriyor, hep aşağılarla, aşağılık şeylerle meşgul oluyordun. Hele bir an süren bedeni zevklerden sonraki düşüşlerin, bitişlerin, tükenişlerin, pis kirli yataklara

serilişlerin...  Her gün aynı hayatın tekrarı!... Yemek masası ile 100 numara arasında geçen bir hayat. Sabah-akşam, gece-gündüz ve her şey dümdüz... Basit, yavan... Bayat. Ortada başka bir şey yoktu.

             Mazi, tarih, cinayetlerle dolu ‘kanlı bir harabe’. Allah bir vehim... Ruh bir kuruntu. Ebediyet bir seraptı. O halde sen neye bağlanacak, niçin kimin için yaşayacaktın?!...

            Dünyada her şey yalandı; herkes yalan söylüyor, insanlar devletler birbirini kandırıyordu. Hayat, mücadele gibi şeyler de senin için manasızdı. Akıbeti ölüm olduktan sonra ve ölümle her şey bitecek olduktan sonra. Tabiiye dersinde köşede duran iskelet gözlerinin önünden gitmiyordu. İşte dünyada hakikat olan bir şey varsa bu iskeletti. ‘Liseyi bitirip de ne olacak sanki... Hadi bitti!’ Eh sonra... Üniversite... O da bitti; Ondan sonra... Hayat, mayat. Bunlar bayat laflardı. Hayata atılma. Herkes bunu söylüyordu. Hayata atılma... Sen hayattan çoktan atılmıştın!... Hayatla, cemiyetle, diğer insanlarla arandaki bağ çözülüyor, her şeye nefretle bakıyor, her şeyden nefret ediyordun! Hatta kendi kendinden bile... Kendi kendinle de bir türlü geçinemiyordun...kendini, benliğini aşan, bütün kuvvetler,kıymetler yıkılmış ,iman kaynakları kurumuş,sen kendi kendinle, kendi nefsinle ortada tek başına kalmış, bırakmıştın! Duyduklarına inanmıyor, gözünle gördüklerinden dahi şüpheye düşüyor, görmediğin âlemi büsbütün inkâr ediyordun!... Her attığın adımı tekrar geri alıyor, verdiğin her karardan hemen vazgeçiyordun!...

            Uğrunda bunca kan dökülen topraktan nefret ediyor, göklere, geceleyin yıldızlara bakıyordun. Yanıp sönen, göz kırpan yıldızlar alay ediyorlarmış gibi geliyordu sana... Yiyip-yutan, atıp-tutan, alıp-götüren, çürütüp- bitiren yerler... İnsanlarla alay eden mağrur, yüksek, erişilmez gökler... Bu ikisi ortasında sen!... Şaşkın, harap, bitap!... Ne yapacağını, nereye gideceğini bilmiyordun!... Nice nice ihtirasların çarpıştığı, menfaatlerin kaynaştığı, hayat!...

             İnsanlar. Birbirini atlatan, aldatan, çekiştiren yiyip yutan insanlar... Kalp kapılarının, gök kapılarının, Allah’a giden bütün yolların, servetlerle, şöhretlerle, şehvetlerle, menfaatlerle kapandığı bir cemiyette sen ne yapabilirdin çocuğum, ne yapabilirdin?”(21).      

    

             Kültürel Değişimi Tahrip Biçiminde Gerçekleştirenlerin Hedefi

 

            Genel anlamda toplumun hayat tarzının ilkelerinden kopuk olarak yaşayanların asıl hedefi toplumu kendilerine benzetmedir. Bu nedenledir ki, kültürü tahrip edip milletin yaşayışını değişime uğratmak isteyenler her zaman milletin “can damarları” mesabesinde olan mukaddes değerleri hedef alırlar. N.S. Banarlı kültürümüzü menfi şekilde değiştirenler veya değiştirmek isteyenler için şu tespiti yapar. “Geçmişte hakan gaflete düşüp tılsımlı taşı Çinlilere verdiği gibi, bugün de düşmanlarımızın bizden çalıp koparmak istedikleri üç büyük tılsım vardır.

            1-Milleti birbirine bağlayan tek ve güzel bir dil,

            2-Türk milletini tam 1000 yıl dünyanın en ahlaklı, en medeni ve en büyük kuvveti haline getiren Türk Müslümanlığı,

            3-Türk çocukları için daima büyük şeref ve güven kaynağı olan, milli tarih ve ecdat sevgisi.”(22).

    

            Kültürel Tahribatın Neticesi: Kimliksizlik

 

            Kültürel değişim milleti ayakta tutan ve onu güçlü kılan tılsımı yok etme yönünde gerçekleşirse gruplarda “ kimliksizlik” belirir. Bizimle ilgili böyle bir değişimin sonucunda oluşan kimliksizliği Der Spiegel dergisi 20.Asrın Türk-Müslüman kimliği başlığı altında “Türk, İsviçre’den alınan medeni kanunlarla aile ve toplum hayatını düzenleyen, İtalya’dan aldığı ceza kanunları ile hukuk sistemini kuran, Fransa’dan aldığı maarif kanunları ile yeni nesiller yetiştiren, Almanya’dan alınan ticaret kanunları ile ticaret ve iktisadını devam ettiren, Amerika’dan alınan savunma ve askerlik kanunları ile ordu ve savunmasını tanzim eden, öldüğü zaman da İslâm kanunlarına göre toprağa gömülen, köksüz bir topluma ait bir insandır”(23) biçiminde özetlemiş bulunmaktadır.

 

            Sonuç

 

            Bir topluluğun hayatiyetini ve varlığını devam ettirebilmesinin yolu kendisini ayakta tutan ve dokusunu oluşturan ilke ve kuralları değişim süreci içinde muhafaza etmekten geçer. Kısaca “değişmezler”le değişimi sağlamaktır. Gerek fert, gerekse toplumların varlıkları kültürlerini “kültür” yapan temel saikler”in muhafazasına bağlıdır. Kültürün değişmemesi gereken saikleri değişti mi kültürel tahribat olur. Böyle bir durumda fert ve gruplar tanınmaz hale gelir. Kültürel değişimin tahribata dönüşmemesi için “değişim”in, merhum Mehmet Akif Ersoy’un:

     “Hani, Ashaba-ı kiram ayrılalım derken

     Mutlaka “sure-i ve’l asrı” okurmuş neden?

     Çünkü meknûn o büyük surede esrar-ı felah.

     Başta iman-ı hakiki geliyor sonra salah

     Sonra hak, sonra sebat işte kuzum insanlık,

     Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık”

 mısralarında terennüm ettiği kültürün “sabit” saik ve muharrikleriyle gerçekleşmesi kaçınılmazdır.  Ankara 1996

 

            Kaynakça 

 

            1-Turhan, Mümtaz: Kültür Değişmeleri, İstanbul 1972, s.35-36.

            2-Turhan, Mümtaz : A.g.e., s.39.

 3-Güngör, Erol: Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Ankara 1980,s.12.

 4-Türkçe Sözlük, T.D.K. yayınları, Ankara 1974,s.208.

            5-Güngör, Erol : A.g.e.,s.9.

            6-Esersek, A: Sosyal Kontrol, Sapma ve Sosyal Değişme, Ankara 1979,s.4.

            7-Tezcan, Mahmut: Sosyal ve Kültürel Değişme, Ankara 1984,s.17.

            8-Güngör, Erol :A.g.e.,s.24.

            9-Özcan, Ruhi: Vahiy Kültürü, İstanbul 1992,s.15.

10-Butter, Johnstone: Türkler (Çev. Hüseyin Çelik),TDV Yayınları, Ankara -1996,s.25.

11-Safa, Peyami: Türk İnkılâbına Bakışlar,II.Baskı, İstanbul Tarihsiz,s.107.

12-Safa, Peyami: A.g.e.,s.148-151.

13-Aydın, Mehmet: Değişim Sürecinde İslâm, İslâmî Araştırmalar Dergisi, c.6, S.4,Ankara 1996.

14-Dinçer, Nahid: Kültür Buhranı, İstanbul 1987,s.38.

15-Köse, Ali: Neden İslâm’ı Seçiyorlar, İSAM yayınları, İstanbul 1997,s.66.

16-Safa, Peyami: A.g.e. ,s.106-107.

17-Safa, Peyami : A.g.e. ,s.94.

18-Safa, Peyami: A.g.e. ,s.101.

19-Vatandaş, Celaleddin: Vahiyden Kültüre, İstanbul 1991,s.347.

20-Seyyid Kutub: Yoldaki İşaretler, İstanbul.

21-Yüksel, Osman (Serdengeçti): Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Ankara 1971,s.55-58.

22-Banarlı, Nihad Sami, Türkçe’nin Sırları, İstanbul 1975,s.237.

23-Zaman Gazetesi.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?