Ehl-i Namusa Hitab
Veysi Erken
Kötülüğün, haksızlığın ve menfaatperestliğin revaçta olduğu ve toplumsal kabul haline dönüştüğü yerlerde doğru olmak ve doğru kalmak zordur. Hatta “ehl-i namus” olarak kalmak isteyen birey ve gruplar enayi telakki edilir. Enayilik nitelemesi pahasına ehl-i namus olarak kalmak ve bunu bir hayat tarzı biçiminde devam ettirmek isteyenler bulunur. Bu tür insanların sayısızdır.
Evet! Hırsızlığın, uğursuzluğun, fuhşun ve her türlü rezilliğin revaç bulduğu ve teşvik edildiği ortamlarda “mevki” sahibi olup da namuslu kalanların sayısı gerçekten azdır.
Mevcut durum görüşümüzü doğrulamaktadır. Atsız’ın ifadesiyle bir sokak kaltağı uğruna değerler ve ülküler değişmekte, dostluklar bir kemiğin ardınca giden itler gibi terk edilmektedir.
“Kanımız aksa da zafer İslam’ın” ve
“Çağrımız İslam’da dirilişedir” diyen kitlenin
Şuuru ve aklı ortadan kalkmış, yerine korkaklık, pısırıklık ve uyuşukluk duyguları hâkim olmuştur.
Uyuşukluk ve teslimiyet öyle bir raddeye ulaşmıştır ki yunan aşığı zibidi zaptiyelerin kolladığı ve ortağı olduğu “yarasa”lar deterjanla analarından doğdukları andaki temizliklerine kavuşturulur olmuştur.
Teslimiyet tam olunca verilebilecek bütün tavizler verilmiş, verilecek taviz kalmamıştır. Zibidi zaptiyeler ve yarasalar emreder erkeğimsi olanlar yerine getirir. Olan biten zulümleri düşündüğümüzde erkeklerin maşa olarak kullanıldığını görmekteyiz.
Toplumsal tahribat hiçbir devirde bu boyutlara ulaşamamıştı. Duygulardaki tahribatın büyüklüğünü tek başına toplumun yüzde doksan dördünün başka ülkede yaşama isteği açıklar niteliktedir.
Esasında bizi kahreden yunan âşıkları ve yarasalar değil, onlara maşalık edenlerdir. Çünkü yunan âşıkları ve yarasalar asla milletimizi ve değerlerimizi sevmemiştir. Sevmelerini beklemek abesle iştigaldir.
Bütün bunlara rağmen “ilke”lerini ve “ülkü”lerini muhafaza eden az sayıda ehl-i namusun olduğu söylenmektedir.
İşte böyle bir ortamda az da olsa ehl-i namusun var olduğunu biz de kabul etmek istiyoruz ve onlara sesleniyoruz.
Evet...
Var iseniz.
Hitabımız sizedir ey ehl-i namus, ey ehl-i vicdan ve ey ehl-i insaf.
Kendinizle hesaplaşınız.
Yaptıklarınızın ve desteklediklerinizin listesini çıkarınız ve icmal çizgisiyle önünüze koyunuz.
Hatalarınız mı çok, yoksa sevaplarınız mı?
Bu suali defalarca kendinize sorunuz ve...
Ve...
Cevabınız olumsuz ise, bir başka deyişle hatalarınızın ve günahlarınızın çokluğuna hükmetmiş iseniz.
Kısaca; insaftan bir parça sizde kalmışsa; kalpleri mermerleşen, akıl ve insaf ölçülerini kaybederek “boğazdaki aşiret”e ve “dönme”lere ram olmuş grubunuza etkiniz yoksa onu terk ediniz. Zorbalığa ve zulme daha fazla iştirak etmeyiniz.
Milleti Türk-Kürt, Sünni-Alevi gibi tasnife tabi tutarak bölmek isteyenlerin bugün sürdürdükleri ayırımcılığı ve bölücülüğü görünüz. Fikren ve zihnen belki de bedenen satılıkların, inançlarından dolayı toplumun büyük çoğunluğunu parya haline getirmelerine seyirci olmayınız. Bir avuç aşiret mensubu bölücünün zulmüne ortaklıktan vazgeçiniz.
İnsanların örtülerinden, küpelerinden veya pantolonlarından dolayı süründürülmelerine, okullarından, işlerinden, eşlerinden, aşlarından ve sınav merkezlerinin kapılarından uzaklaştırılmalarına sessiz kalmayınız.
Ey ehl-i namus!
Sessiz kalarak grubunuzun zulüm karşısındaki sessizliğine ve teslimiyetine iştirak etmeye devam etmeyiniz. Adaletin, vicdanın ve insafın sesi olmazsanız bir gün bir avuç zümrenin zulmü sizi de kavurur.
Ey ehl-i namus ve’l-insaf!
Unutmayınız ki, siz haksızlıklar karşısında sustukça “susma sustukça sıra sana gelecek” sözü hükmünü icraya devam etmekte, felaketler tahammül sınırını aşmakta ve aşiretin zorbalığı artmaktadır.
Selam ve Sabırla.... 2000 Maziden bir yazı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?