Mevcut Kelime Haznesiyle Felsefe Yapılabilir mi?
Veysi
ERKEN
Başkalarının
konuşmaları hakkında yazı yazmayı pek sevmem. Bazı istisnalar hariç umumiyetle
bu umdeme riayet etmeye çalışırım.
Geçenlerde
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan dil ile ilgili bir konuşma yaptı.
Üzülerek
belirtmeliyim ki, bazı arkadaşların gözleri, kalpleri, kulakları ve zihinleri
mühürlenmiştir diye düşünüyorum. Ayette bahsedilen uvzuların mühürlendiğinden
bahsedilmektedir.
Eğer
uzvular mühürlenmeseydi. Okuduklarını veya dinleyip işittiklerini çarpıtrmazlardı.
Sayın
Erdoğan konuşmasında “Türkçe’nin mevcut
kelime haznesiyle felsefe yapamazsınız” dediği halde bu ifade yokmuş gibi
konuşmanın çarpıtılması akla ziyandır.
Buna
rağmen çarpıtanlar vardır.
Bilerek
çarpıtanlar için Allah ıslah etsin dedikten sonra konuşmanın ajanslara yansıyan
metnini, bazı felsefecilerin bu konuşma ile alakalı görüşlerinin dile
getirildiği link’i ve mevcut kelimelerin kifayetsizliğini/ yetersizliklerini gösteren
bir metni paylaşacağım.
Konuşma metni:
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan,
Türkçe'nin bilim ve felsefe için yetersiz bir dil olduğunu söyledi. Dil
devrimini eleştiren Erdoğan
"Türkçe'nin mevcut kelime haznesiyle felsefe yapamazsınız Osmanlıca,
İngilizce, Fransızca Almanca kelimelere başvuracaksınız" dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 24 Nisan 2012 günü yaptığı konuşmada ise Türkçe ile
felsefe yapılmaz diyenleri ‘ırkçı’ olarak nitelemişti.
Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda düzenlenen TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik
Ödül Töreni'nde bir konuşma yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan "Kendi
değerlerine sahip çıkmayan bir millet sadece esir olur" dedi. Türkiye'nin
en büyük sıkıntıyı dilde yaşadığını savundu.
Erdoğan Dil
Devrimi'ni eleştirdi:
"Dilimizden
inancımıza kadar ne kadar kendimiz olursak o kadar üreten oluruz, öncü oluruz,
lider oluruz. Bizim son derece bilim yapmaya müsait bir dilimiz varken bir gece
yattık kalktık o dilimiz yok. Şimdi yabancı dillerle bilim öğreten bir ülke
durumundayız. Binlerce kelime ve kavram unutuldu,
sözlüklerden çıkarıldı. Dil yapısı törpülendi. Türkçe'nin mevcut kelime
haznesiyle felsefe yapamazsınız Osmanlıca, İngilizce, Fransızca Almanca
kelimelere başvuracaksınız. Bunları aşmak zorundayız,
bu sorunlar devlet eliyle değil bilim insanları eliyle aşılacaktır. Onların
yetiştireceği talebeler bilim ahlakına sahip bir toplum inşa edecek."
2 YIL ÖNCE ERDOĞAN: TÜRKÇE İLE FELSEFE
YAPILMAZ DİYENLER IRKÇI…
Cumhurbaşkanı
Erdoğan, 24 Aralık 2014 günü bu sözleri söylerken, 24 Nisan 2012 günü yaptığı
konuşmada ise tam tersi ifadeleri kullanmış, Türkçe ile felsefe yapılmaz
diyenleri ‘ırkçı’ olarak nitelemişti.
24 Nisan 2012 günü
Türkiye Yazarlar Birliği, Türk Dil ve Edebiyatı Derneği ve Ankara Büyükşehir
Belediyesi tarafından düzenlenen ‘Anayasanın Dili’
Sempozyumu’nda konuşan Erdoğan, “Diller arasında bir ayrıma gitmek, açık
söylüyorum bir ırkçılıktır. Zaman zaman söyleniyor, ‘Türkçe ile felsefe, bilim
yapılmaz, bilim dili kurulmaz’ deniyor. Bunların tamamı ırkçılık kokan
açıklamalardır. Irkçılık ihtiva eden bir düşünüş biçimidir. Dünyadaki tüm
diller gibi Türkçe de zengin kelime hazinesiyle, bu dili konuşan herkese
sonsuz, sınırsız, engin bir muhayyile sunabilecek güce sahiptir” ifadelerini
kullanmıştı. http://www.haberkita.com/siyaset/cumhurbaskani-erdogan-turkce-ile-felsefe-yapamazsiniz-h241639.html
Felsefecilerin
görüşü
Sorun bugünkü Türkçe'de
Erdoğan'ın
"Türkçe'nin mevcut kelime haznesiyle felsefe yapamazsınız"
açıklamasını felsefe profesörlerine sorduk. Onlara göre de Türkçe'yle felsefe
yapılır ama bugünkü Türkçe'yle değil. http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/sorun-bugunku-turkcede
Ve;
Mevcut kelimelerin halu pür melalini gösteren bir metin/mektup. Bu mektup Sayın Oğuz
Çetinoğlu beyefendiye hitaben C. Yakup Şimşek tarafından yazılmıştır.
“19 Kasım 2014
tarihli Önce Vatan Gazetesi’nde yayınlanan ‘Bir Kitap okumaya teşebbüs ettim…’
Başlıklı yazınızı okudum.
Evet, günümüzde ‘yoğun’ kelimesinin asıl mânâsı dışında ve olmadık yerlerde kullanılışı hakkındaki tesbitleriniz isabetli ve çok faydalı. Aynı teşhis, -bilhassa mücerret mefhumları karşılayan- ‘uydurma’ kelimelerin neredeyse tamâmı için konabilir. Bunların kaahir ekseriyeti -maymuncuk gibi- hemen her kapıyı açmak için kullanılıyor. Bakın, kendi hazırlamakta olduğum ve “Uydurukça Lügati” benzeri bir ad vermeyi düşündüğüm nâçiz kitabımda yer alacak uydurma kelimelerden yalnızca birkaçı (algı, aşama, önemli) günümüz Türkçesinde hangi kelimelerin yerini tutuyor, kaç mefhumu yutuyor görün:
Evet, günümüzde ‘yoğun’ kelimesinin asıl mânâsı dışında ve olmadık yerlerde kullanılışı hakkındaki tesbitleriniz isabetli ve çok faydalı. Aynı teşhis, -bilhassa mücerret mefhumları karşılayan- ‘uydurma’ kelimelerin neredeyse tamâmı için konabilir. Bunların kaahir ekseriyeti -maymuncuk gibi- hemen her kapıyı açmak için kullanılıyor. Bakın, kendi hazırlamakta olduğum ve “Uydurukça Lügati” benzeri bir ad vermeyi düşündüğüm nâçiz kitabımda yer alacak uydurma kelimelerden yalnızca birkaçı (algı, aşama, önemli) günümüz Türkçesinde hangi kelimelerin yerini tutuyor, kaç mefhumu yutuyor görün:
ALGI: idrâk, derk, fehm, anlama, anlayış, kavrama, kavrayış,
müdrike; zan, sanma; tasavvur; telâkkî, bakış, görüş, fikir, düşünme, mülâhaza;
inanç, îtikaad; mefhum,Mânâ
AŞAMA: safha, merhale, had, kerte; mertebe, rütbe,
pâye, mesâbe, derece, derecât, basamak, adım; eşik; fasıl; silsile, vaziyet,
hâl; istihâle; ilerleme, gelişme, inkişaf, neşvünema, tekâmül, terakkî,
yükselme, kalkınma
ÖNEMLİ: mühim, ehemmiyetli, hâiz-i ehemmiyet; başlıca; îtibarlı, mûteber, müreccah; istisnâî, müstesnâ, kıymetli, değerli, mümtaz, seçkin, mukaddem, muhterem, üstün, hâs, havâs, fazîletli, şerefli, meziyetli; azîz; önde; lüzumlu, gerekli, faydalı, yararlı; olmazsa olmaz, vazgeçilmez, şart, farz, vâcib, lâbüd; hassas; vahim, vahâmetli, korkulu, tehlikeli, netameli; âcil; ciddî; kayda değer, iddialı, dikkate değer, çok sayıda, çok miktarda, epey, fevkalâde; ağır, okkalı; sayılı, hatırı sayılır, ensesi kalın; güçlü, tesirli; bâriz; temel, esas, esaslı; mâruf, meşhur
Bir dil için en vahim hâllerden biri, kelimelerin belli bir yönü işâret edemeyişidir. Böylece maymuncuk gibi kullanılmasıdır. Bu da -aslında- mefhumları ifâde etmeye gücünün yetmeyişidir ki böyle bir dil vâsıtasıyla anlatmak, anlamak ve anlaşmak mümkün olmaz.
ÖNEMLİ: mühim, ehemmiyetli, hâiz-i ehemmiyet; başlıca; îtibarlı, mûteber, müreccah; istisnâî, müstesnâ, kıymetli, değerli, mümtaz, seçkin, mukaddem, muhterem, üstün, hâs, havâs, fazîletli, şerefli, meziyetli; azîz; önde; lüzumlu, gerekli, faydalı, yararlı; olmazsa olmaz, vazgeçilmez, şart, farz, vâcib, lâbüd; hassas; vahim, vahâmetli, korkulu, tehlikeli, netameli; âcil; ciddî; kayda değer, iddialı, dikkate değer, çok sayıda, çok miktarda, epey, fevkalâde; ağır, okkalı; sayılı, hatırı sayılır, ensesi kalın; güçlü, tesirli; bâriz; temel, esas, esaslı; mâruf, meşhur
Bir dil için en vahim hâllerden biri, kelimelerin belli bir yönü işâret edemeyişidir. Böylece maymuncuk gibi kullanılmasıdır. Bu da -aslında- mefhumları ifâde etmeye gücünün yetmeyişidir ki böyle bir dil vâsıtasıyla anlatmak, anlamak ve anlaşmak mümkün olmaz.
Türkçemiz -milyon
kere yazıktır ki- şimdi bu çıkmaza büyük ölçüde saplanmış vaziyettedir. Asıl
sâhibinden kaanunsuz ve uygunsuz olarak, cebren ve hîleyle alınıp bir
müteahhidin ihtirasları için dozer paletleri altında çiğnenmiş güzelim bir
bahçe gibi perîşandır.
‘Dil İnkılâbı ’
dediğimiz hâdise nedir? Kelime uydurmak (var olan bir kelimenin yerine geçsin
diye yeni bir kelime îmâl etmek), mevcut bir kelimeye başka bir kelimenin
mânâsını vermek, asırlarca önce ölmüş olan bâzı kelimeleri hortlatmak, 5 -6
kelimeyi yalnızca bir kelimeyle karşılamaya çalışmak… Buna benzer gayretlerin
devlet gücüyle ve resmî metinlerden başlanarak gösterilmesi binlerce lâfzın
mânâlarıyla bağlarını koparmış; sonra da binlerce lâfız-mânâ arasında yeni, ânî
ve sun’i bağlar kurmak mecburiyetinde kalınmıştır.
Sizin ele aldığınız “yoğun” kelimesinin yoldan çıkması da bu
kargaşanın mahsûlüdür. O kelime Kaamûs-ı Türkî’de şöyle yer alıyor: YOĞUN: sıfat 1. koyu, kalın, kesîf, sulb. 2.
kalın, kaba, galîz: yoğun boyun. 3.
yontulmamış, ham, kaba, terbiyesiz: yoğun adam. 4. İri, azîm, cesîm”
Demek ki Türkçede ‘yoğun’ kelimesi ancak bu mânâlarda
kullanılırsa doğru kullanılmış olur. Fakat binlerce lâfız-mânâ arasında yeni,
ânî ve sun’î bağlar kurmak gayretiyle darmadağın edilen dilimizin tabii
kelimeleri de bu zelzeleden nasîbini almış, maymuncuk muâmelesine mâruz
kalmıştır. İşte ‘yoğun’ da bunlardan biridir. Hemen söylemeyi ihmâl etmeyelim
ki dilimizin ‘tabii’ kelimeleri içinde bu bahtsızlığı yaşayanlar uydurukça
olanlara nisbetle devede kulaktır.
Asıl ve sinsi
hastalık, maymuncuk kelimelerle yayılmaktadır. Şöyle bir düşünün: Uydurma
‘olay’ kelimesi, nerdeyse ‘şey’ kelimesinin tahtına oturmadı mı? ‘Dershâne
olayı ’, ‘aşk olayı ‘, ‘vergi olayı ’, ‘spor olayı ’, ‘gazete olayı ’, yazı
olayı... Her kelimenin yanına bir ‘olay’ eklemek âdet oldu. Şimdilerde ise ‘süreç’ kelimesi bu ‘olay’ın tahtını sallıyor. Herkes bunu
istediği mânâda kullanıyor.
Oğuz Beyefendi,
‘Bir kitap okumaya teşebbüs ettim, dünyam
karardı…’ dediğiniz ve ‘Sinir sistemimin felç olmasını önleyebilmek için
tamamını okumaya cesaret edemediğim kitabın ilk 10 sayfasında önemli gördüğüm
10 Türkçe hatâsı şunlardı:” ifâdesinden sonra sayıp tashîh ettiğiniz “10 Türkçe
hatâsı” aslında mukadder…
Sizin gördüğünüz hatâ, bir binânın temelindeki
çöküşün yukarı katlardaki akisleridir: sıvanın yer yer çatlaması, pencerelerin
yerinden oynaması, camların kırılması, kapıların kapanmaması… Hâsılı, temeldeki
hasârı gidermedikçe yukarıların düzelmesi nafile…
Demem o ki, Türkçenin
dûçâr olduğu illetten kurtuluşu pansumanla falan olmaz. Bu dilin yazılı
metinlerinde -en az 6 yüzyıl boyunca- ‘de’ ve ‘da ’ ların, ‘ki ’lerin ayrı /
bitişik yazılması, has isimlerle kendinden sonra gelen hece veya heceler
arasında kesme (’) işâreti kullanılıp kullanılmaması, cümle tamamlanınca nokta
konup konmaması gibi hususlar bir mesele olarak görülmüyordu. Görülmüyordu,
fakat -bugün ‘anlatım bozukluğu’ gibi tâbirlerle isimlendirilen- ifâde
kusurları o devirlerde yok gibiydi. Okudukları metni anlamayanların
anlamayışları noktalama, büyük / küçük harf vb. sebeplerden değildi.
Kelimelerle mânâlar arasındaki irtibat belliydi ve sağlamdı.
Oğuz Bey, derdimiz
çok büyük, fakat bunu görüp hisseden kişiler çok az ve gittikçe de azalıyorlar.
Siz bu derdin farkında olanlardan birisiniz.
Sakın derdinizi
unutmayın, pes etmeyin. ‘Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük…’
Saygılarımla…http://www.haberhilal.com/yazar-KITBIYAT-6137/”
Saygılarımla…http://www.haberhilal.com/yazar-KITBIYAT-6137/”
Sahi “Türkçe’nin mevcut kelime haznesiyle felsefe
yapamazsınız” ifadesini çarpıtmaya devam edecek misiniz?
Selam ve Sabırla…01.01.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?