1 Ocak 2015 Perşembe

Mevcut Kelime Hazinesiyle Felsefe Yapılabilir mi?




Mevcut Kelime Haznesiyle Felsefe Yapılabilir mi?

Veysi ERKEN

            Başkalarının konuşmaları hakkında yazı yazmayı pek sevmem. Bazı istisnalar hariç umumiyetle bu umdeme riayet etmeye çalışırım.
            Geçenlerde Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan dil ile ilgili bir konuşma yaptı.
            Üzülerek belirtmeliyim ki, bazı arkadaşların gözleri, kalpleri, kulakları ve zihinleri mühürlenmiştir diye düşünüyorum. Ayette bahsedilen uvzuların mühürlendiğinden bahsedilmektedir.
            Eğer uzvular mühürlenmeseydi. Okuduklarını veya dinleyip işittiklerini çarpıtrmazlardı.
            Sayın Erdoğan konuşmasında “Türkçe’nin mevcut kelime haznesiyle felsefe yapamazsınız” dediği halde bu ifade yokmuş gibi konuşmanın çarpıtılması akla ziyandır.
            Buna rağmen çarpıtanlar vardır.
            Bilerek çarpıtanlar için Allah ıslah etsin dedikten sonra konuşmanın ajanslara yansıyan metnini, bazı felsefecilerin bu konuşma ile alakalı görüşlerinin dile getirildiği link’i ve mevcut kelimelerin kifayetsizliğini/ yetersizliklerini gösteren bir metni paylaşacağım.
            Konuşma metni:
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkçe'nin bilim ve felsefe için yetersiz bir dil olduğunu söyledi. Dil devrimini eleştiren Erdoğan "Türkçe'nin mevcut kelime haznesiyle felsefe yapamazsınız Osmanlıca, İngilizce, Fransızca Almanca kelimelere başvuracaksınız" dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 24 Nisan 2012 günü yaptığı konuşmada ise Türkçe ile felsefe yapılmaz diyenleri ‘ırkçı’ olarak nitelemişti.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda düzenlenen TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödül Töreni'nde bir konuşma yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan "Kendi değerlerine sahip çıkmayan bir millet sadece esir olur" dedi. Türkiye'nin en büyük sıkıntıyı dilde yaşadığını savundu. 
Erdoğan Dil Devrimi'ni eleştirdi:  
"Dilimizden inancımıza kadar ne kadar kendimiz olursak o kadar üreten oluruz, öncü oluruz, lider oluruz. Bizim son derece bilim yapmaya müsait bir dilimiz varken bir gece yattık kalktık o dilimiz yok. Şimdi yabancı dillerle bilim öğreten bir ülke durumundayız. Binlerce kelime ve kavram unutuldu, sözlüklerden çıkarıldı. Dil yapısı törpülendi. Türkçe'nin mevcut kelime haznesiyle felsefe yapamazsınız Osmanlıca, İngilizce, Fransızca Almanca kelimelere başvuracaksınız. Bunları aşmak zorundayız, bu sorunlar devlet eliyle değil bilim insanları eliyle aşılacaktır. Onların yetiştireceği talebeler bilim ahlakına sahip bir toplum inşa edecek."

2 YIL ÖNCE ERDOĞAN: TÜRKÇE İLE FELSEFE YAPILMAZ DİYENLER IRKÇI…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 24 Aralık 2014 günü bu sözleri söylerken, 24 Nisan 2012 günü yaptığı konuşmada ise tam tersi ifadeleri kullanmış, Türkçe ile felsefe yapılmaz diyenleri ‘ırkçı’ olarak nitelemişti.
24 Nisan 2012 günü Türkiye Yazarlar Birliği, Türk Dil ve Edebiyatı Derneği ve Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen ‘Anayasanın Dili’ Sempozyumu’nda konuşan Erdoğan, “Diller arasında bir ayrıma gitmek, açık söylüyorum bir ırkçılıktır. Zaman zaman söyleniyor, ‘Türkçe ile felsefe, bilim yapılmaz, bilim dili kurulmaz’ deniyor. Bunların tamamı ırkçılık kokan açıklamalardır. Irkçılık ihtiva eden bir düşünüş biçimidir. Dünyadaki tüm diller gibi Türkçe de zengin kelime hazinesiyle, bu dili konuşan herkese sonsuz, sınırsız, engin bir muhayyile sunabilecek güce sahiptir” ifadelerini kullanmıştı. http://www.haberkita.com/siyaset/cumhurbaskani-erdogan-turkce-ile-felsefe-yapamazsiniz-h241639.html

 Felsefecilerin görüşü Sorun bugünkü Türkçe'de
Erdoğan'ın "Türkçe'nin mevcut kelime haznesiyle felsefe yapamazsınız" açıklamasını felsefe profesörlerine sorduk. Onlara göre de Türkçe'yle felsefe yapılır ama bugünkü Türkçe'yle değil. http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/sorun-bugunku-turkcede
Ve;
Mevcut kelimelerin halu pür melalini gösteren bir metin/mektup. Bu mektup Sayın Oğuz Çetinoğlu beyefendiye hitaben C. Yakup Şimşek tarafından yazılmıştır.
“19 Kasım 2014 tarihli Önce Vatan Gazetesi’nde yayınlanan ‘Bir Kitap okumaya teşebbüs ettim…’ Başlıklı yazınızı okudum.
Evet, günümüzde ‘yoğun’ kelimesinin asıl mânâsı dışında ve olmadık yerlerde kullanılışı hakkındaki tesbitleriniz isabetli ve çok faydalı. Aynı teşhis, -bilhassa mücerret mefhumları karşılayan- ‘uydurma’ kelimelerin neredeyse tamâmı için konabilir. Bunların kaahir ekseriyeti -maymuncuk gibi- hemen her kapıyı açmak için kullanılıyor. Bakın, kendi hazırlamakta olduğum ve “Uydurukça Lügati” benzeri bir ad vermeyi düşündüğüm nâçiz kitabımda yer alacak uydurma kelimelerden yalnızca birkaçı (algı, aşama, önemli) günümüz Türkçesinde hangi kelimelerin yerini tutuyor, kaç mefhumu yutuyor görün:
ALGI: idrâk, derk, fehm, anlama, anlayış, kavrama, kavrayış, müdrike; zan, sanma; tasavvur; telâkkî, bakış, görüş, fikir, düşünme, mülâhaza; inanç, îtikaad; mefhum,Mânâ
AŞAMA: safha, merhale, had, kerte; mertebe, rütbe, pâye, mesâbe, derece, derecât, basamak, adım; eşik; fasıl; silsile, vaziyet, hâl; istihâle; ilerleme, gelişme, inkişaf, neşvünema, tekâmül, terakkî, yükselme, kalkınma
           ÖNEMLİ: mühim, ehemmiyetli, hâiz-i ehemmiyet; başlıca; îtibarlı, mûteber, müreccah; istisnâî, müstesnâ, kıymetli, değerli, mümtaz, seçkin, mukaddem, muhterem, üstün, hâs, havâs, fazîletli, şerefli, meziyetli; azîz; önde; lüzumlu, gerekli, faydalı, yararlı; olmazsa olmaz, vazgeçilmez, şart, farz, vâcib, lâbüd; hassas; vahim, vahâmetli, korkulu, tehlikeli, netameli; âcil; ciddî; kayda değer, iddialı, dikkate değer, çok sayıda, çok miktarda, epey, fevkalâde; ağır, okkalı; sayılı, hatırı sayılır, ensesi kalın; güçlü, tesirli; bâriz; temel, esas, esaslı; mâruf, meşhur
Bir dil için en vahim hâllerden biri, kelimelerin belli bir yönü işâret edemeyişidir. Böylece maymuncuk gibi kullanılmasıdır. Bu da -aslında- mefhumları ifâde etmeye gücünün yetmeyişidir ki böyle bir dil vâsıtasıyla anlatmak, anlamak ve anlaşmak mümkün olmaz.
Türkçemiz -milyon kere yazıktır ki- şimdi bu çıkmaza büyük ölçüde saplanmış vaziyettedir. Asıl sâhibinden kaanunsuz ve uygunsuz olarak, cebren ve hîleyle alınıp bir müteahhidin ihtirasları için dozer paletleri altında çiğnenmiş güzelim bir bahçe gibi perîşandır.
‘Dil İnkılâbı ’ dediğimiz hâdise nedir? Kelime uydurmak (var olan bir kelimenin yerine geçsin diye yeni bir kelime îmâl etmek), mevcut bir kelimeye başka bir kelimenin mânâsını vermek, asırlarca önce ölmüş olan bâzı kelimeleri hortlatmak, 5 -6 kelimeyi yalnızca bir kelimeyle karşılamaya çalışmak… Buna benzer gayretlerin devlet gücüyle ve resmî metinlerden başlanarak gösterilmesi binlerce lâfzın mânâlarıyla bağlarını koparmış; sonra da binlerce lâfız-mânâ arasında yeni, ânî ve sun’i bağlar kurmak mecburiyetinde kalınmıştır.
Sizin ele aldığınız “yoğun” kelimesinin yoldan çıkması da bu kargaşanın mahsûlüdür. O kelime Kaamûs-ı Türkî’de şöyle yer alıyor: YOĞUN: sıfat 1. koyu, kalın, kesîf, sulb. 2. kalın, kaba, galîz: yoğun boyun. 3. yontulmamış, ham, kaba, terbiyesiz: yoğun adam. 4. İri, azîm, cesîm”
Demek ki Türkçede ‘yoğun’ kelimesi ancak bu mânâlarda kullanılırsa doğru kullanılmış olur. Fakat binlerce lâfız-mânâ arasında yeni, ânî ve sun’î bağlar kurmak gayretiyle darmadağın edilen dilimizin tabii kelimeleri de bu zelzeleden nasîbini almış, maymuncuk muâmelesine mâruz kalmıştır. İşte ‘yoğun’ da bunlardan biridir. Hemen söylemeyi ihmâl etmeyelim ki dilimizin ‘tabii’ kelimeleri içinde bu bahtsızlığı yaşayanlar uydurukça olanlara nisbetle devede kulaktır.
Asıl ve sinsi hastalık, maymuncuk kelimelerle yayılmaktadır. Şöyle bir düşünün: Uydurma ‘olay’ kelimesi, nerdeyse ‘şey’ kelimesinin tahtına oturmadı mı? ‘Dershâne olayı ’, ‘aşk olayı ‘, ‘vergi olayı ’, ‘spor olayı ’, ‘gazete olayı ’, yazı olayı... Her kelimenin yanına bir ‘olay’ eklemek âdet oldu. Şimdilerde ise ‘süreç’ kelimesi bu ‘olay’ın tahtını sallıyor. Herkes bunu istediği mânâda kullanıyor.
Oğuz Beyefendi,
 ‘Bir kitap okumaya teşebbüs ettim, dünyam karardı…’ dediğiniz ve ‘Sinir sistemimin felç olmasını önleyebilmek için tamamını okumaya cesaret edemediğim kitabın ilk 10 sayfasında önemli gördüğüm 10 Türkçe hatâsı şunlardı:” ifâdesinden sonra sayıp tashîh ettiğiniz “10 Türkçe hatâsı” aslında mukadder…
 Sizin gördüğünüz hatâ, bir binânın temelindeki çöküşün yukarı katlardaki akisleridir: sıvanın yer yer çatlaması, pencerelerin yerinden oynaması, camların kırılması, kapıların kapanmaması… Hâsılı, temeldeki hasârı gidermedikçe yukarıların düzelmesi nafile…
Demem o ki, Türkçenin dûçâr olduğu illetten kurtuluşu pansumanla falan olmaz. Bu dilin yazılı metinlerinde -en az 6 yüzyıl boyunca- ‘de’ ve ‘da ’ ların, ‘ki ’lerin ayrı / bitişik yazılması, has isimlerle kendinden sonra gelen hece veya heceler arasında kesme (’) işâreti kullanılıp kullanılmaması, cümle tamamlanınca nokta konup konmaması gibi hususlar bir mesele olarak görülmüyordu. Görülmüyordu, fakat -bugün ‘anlatım bozukluğu’ gibi tâbirlerle isimlendirilen- ifâde kusurları o devirlerde yok gibiydi. Okudukları metni anlamayanların anlamayışları noktalama, büyük / küçük harf vb. sebeplerden değildi. Kelimelerle mânâlar arasındaki irtibat belliydi ve sağlamdı.
Oğuz Bey, derdimiz çok büyük, fakat bunu görüp hisseden kişiler çok az ve gittikçe de azalıyorlar. Siz bu derdin farkında olanlardan birisiniz.
Sakın derdinizi unutmayın, pes etmeyin. ‘Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük…’
          Saygılarımla…http://www.haberhilal.com/yazar-KITBIYAT-6137/
Sahi “Türkçe’nin mevcut kelime haznesiyle felsefe yapamazsınız” ifadesini çarpıtmaya devam edecek misiniz?
Selam ve Sabırla…01.01.2015



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?