"SERDENGEÇTİ"
(26. 07. 1917-10 Kasım 1983)*
Veysi ERKEN
İnsanın
hayatını etkileyen, hatta kişinin kahramanı haline gelen şahsiyetler vardır.
Benim de pek
çok kahramanım olmuştur. Lisede öğrenci iken okuduğum kitaplardan epey
etkilenmişliğim vardır. Özellikle, “Bir
Nesli Nasıl Mahvettiler”, “Mabetsiz
Şehir” ve “Hasana mektuplar”. Hasana mektuplar merhum Abdurrahim Karakoç
ağabeyinin, diğerleri merhum Osman Yüksel, nam-ı diğer SERDENGEÇTİNİN eseridir.
Bir lise
öğrencisi için önemli kahramanlar.
Nasip oldu.
İkisi ile de tanıştım.
Merhum
Abdurrahim ağabeyle birlikte aynı gazetede yazdık, sofrayı paylaştık.
Merhum
Serdengeçti ile bir teşehhüd miktarı tanışmış olsak da kahramanlığı benim için
devam ediyor.
Bugün
rahmet-i rahmana intikalinin sene-i devriyesi.
Onunla
ilgili yazı yazmaya oturduğumda imdadıma Dr. Mehmet Güneş yetişti. Güneşin
yazısı gerçekten enfestir.
Yazı
yazmaktansa bu yazıyı siz dostlarla paylaşmak istedim.
* “O;
"Allah, millet ve vatan
yolunda" serden geçen, Tek Parti Dönemi'nin jakoben uygulamalarına hiç
kimsenin ses çıkaramadığı devirlerde zâlimlere karşı kelle koltukta savaş açan
bir îman ve aksiyon âbidesi, Anadolu'nun mücâdele meşalesi, Türk'ün
kısıl/a/mayan en pervâsız sesi, Turan illerinin hüzün dolu sevdâ nefesi, dâvâ
adamlığının ve ideâlizmin son efsânesiydi.
O; Ötüken'den yola çıkıp Mekke'nin
Tevhîd nûruyla yıkanan, "Dîn ü
devlet mülk ü millet" uğruna sebîl ettiği hayatı ve âbide şahsiyetiyle
bayraklaşan bir bayrak adamdı.
O; kendisine isim olan Dergisi'nin
kapağına "Allah'tan başka kimseden korkmaz" yazan, bir ömür ehl-i
küfür ve Türk düşmanlarıyla mücadele eden, gözünü daldan budaktan, çağdaş Firavun'lar
karşısında sözünü dudaktan sakınmayan Haydâr-ı Kerrar yürekli, Hz. Hamza
duruşlu, Kürşad tabiatlı, Yunus gönüllü tek kişilik bir orduydu.
O; "mukaddes yüke hamal"lık yapan, "yalnız Hakk'a ve hakîkate secde eden", ok gibi dosdoğru
olan, imanı kadar millî öfkesini de zalimlerin yüzüne karşı; "Alçaklara çatarız biz / Zulme kafa
tutarız biz / Zindanlarda yatarız biz / Bize Serdengeçti derler" diye
haykıran ve sanki Akıncılar çağından 20. yüzyıla gönderilmiş olan gerçek bir
destan kahramanıydı.
O; Türkçe'ye hâkimiyeti, şair
duyarlılığı, his zenginliği, engin kültürü, millî ülküleri ve ideâlist
düşüncesiyle kaleminini Zülfikâr, cümlelerini tüfek, nüktelerini fişek gibi
kullanan ve secîli üslubu, muazzam ironisi ve müthiş ifâdeleriyle nesri
şiirleştiren müstesnâ bir erbâb-ı kalemdi.
O; Ay Yıldızlı bir aşkı gönül
gönderinde dalgalandıran ve "Türk'üz! Türk doğduk! Türk kalacağız!.."
diyen "Toros Yüzlü" bir
Türkmen yiğidi ve "Bizim derdimizi ekalliyetler, dönmeler, vatansızlar,
Bolşevikler anlamaz" diye ekleyen bozkurt duruşlu bir çatal yürek, bir
bükülmez bilekti.
O; dünyada, dünyayı ve dünyalığı
gözünden silmiş, dâvâ adamının malla mülkle, parayla pulla işi olmadığını,
olmaması gerektiğini cümle âleme göstermiş, dünyayı dünyada boşayıp
gittiği için inandığı gibi yaşamış, yaşadığı gibi inanmış, günümüzde sıkça
görüldüğü üzre "lâf ile dünyaya nizâmât" vermemiş, hânesinde
"bin türlü teseyyüp" bulundurmamış, makam ve menfaat için değişim
geçirmemiş, kula kulluk etmemiş, iktidarlara yalakalık yapmamış, zenginliğe
katiyen meyletmemiş, "üç beş arşın kefenlik bez için servete ne lüzum
var" demiş, "bir lokma, bir hırka" anlayışıyla yaşamış, dünyada
bir tek dikili ağacı olmamış, eline geçen paraları okuttuğu öğrencilere
harcamış, son mal kırıntısı olan İstanbul Aksaray'daki evini ve kitaplarının
telif haklarını da Türk Edebiyat Vakfı'na hîbe edip hesabını vereceği dünya
malı bırakmadan Âlem-i Cemâl'e yürümüş kamil bir mü'min ve mümtaz bir ülkü
deviydi.
O; "sekiz defa mahpus, bir defa mebus olan", mahpusluğa alıştığı
kadar mebusluğa alışamayan, aktif siyasetin içinde bile "dönekliğin Meclis kapısında başladığı" seviyesiz
politikayı hiç sev/e/meyen, "cebi
dolarlı, boynu yularlılardan" olmayan, "fakir fukaraya karşı fevkalâde cömertken, kendi nefsine hep cimri
davranan", kılık kıyafetine hiç önem vermeyen, hiç kravat takmayan,
protokolden hiç hoşlanmayan, rindâne bir hayat yaşayan, sözü özüne, özü sözüne
uygun olan, "Mâsum
Anadolu'nun" tertemiz bir evlâdı,
"Âsım'ın Nesli"nin numûne-i imtisâli ve kelimenin kâmil mânâsıyla
Alperen olan tam bir Müslüman Türk'tü."
O; nüfus kayıdındaki ismi
"Osman Zeki Yüksel" olsa da, Türk milletinin gönül defterine
silinmez sevgi kalemiyle ve altın yaldızlı büyük harflerle yazılmış olan
OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ'ydi...
Yüreği kefeninden daha beyaz olan
KIBLE YÜREKLİ, "GÜL" GÖNÜLLÜ, HİLÂL BAKIŞLI, TURKUAZ DÜŞÜNCELİ BU
GÜZEL İNSAN; bundan 35 yıl önce 10 Kasım 1983 günü Hakk'a vuslat için 66
yaşında Dâr-ı Bekâ'ya hicret etti...
Osman Yüksel Serdengeçti; ölüm
tarihiyle de son nüktesini yapıp, hayatı da 66'ya bağlayarak "Özlediği Âlem"e şehbâl
açtı...
Rûhu şad, mekânı Cennet, makâmı âli
ve kabri Cennet bahçelerinden bir bahçe olsun...
Yüce Rabb'imiz rahmet ve
mağfiretiyle, Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm da şefkat ve şefâatiyle perdepûş
eylesin. Âmin...
SERDENGEÇTİ ve cümle
geçmişlerimizin, şehitlerimizin rûhu için el-Fâtiha...
Mezarı: Cebeci Asrî Mezarlığı 4.
Kapı, 560. Ada, 451. Kabir ANKARA”
Selam ve
Sabırla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?