Hasan Onat’ı Rahmetle Yâd Ederken: Din İnsan İçindir
Veysi Erken
Sınıf arkadaşımız Hasan Onat vefat etti. El'an Ankara'da olmadığından hastalığından haberim olmadı.Haberi gece en son beraberce ziyaret etmek istediğimiz arkadaşımız Orhan Çobanoğlu verdi. Rabbulalemin rahmet ve merhametiyle muamele etsin.
Hasan hoca öğrenciliğinden itibaren gayretli bir arkadaşımızdı. İlahiyat fakültesine yolum düştüğünde kendisini ziyaret ettiğim arkadaşımdı.
Onunla ilgili yazı yazabilirim. Çünkü 1974 yılında başlayan tanışıklığımız günümüze kadar devam etti. Pek çok hatıramız var.
İki noktaya temas edeceğim yeter.
Birincisi kendisinin alanı itibarıyla çalıştığı konuyu vurgulama tarzıyla ilgilidir.
Merhum “Şia” ile ilgili çalıştı. Tezi konusunda epey sohbetimiz oldu. Özellikle “Şia” anlayışının ilk dönemde itikadi ve fıkhî olmadığını, Emevi döneminde başlayan bir siyasi anlayış olduğunu vurgulaması önemli bir çalışma idi.
İslam âleminin birliği için konunun bu şekilde izah edilmesi ve kabul ettirilmesi elzemdir.
İkincisi malum 28 Şubat döneminde İlahiyat ve İmam Hatipler üzerinde korkunç baskılar vardı. O dönemde İslam’ı tahrip için İlahiyat Fakültesine raporlar ısmarlanıyordu.
İslam’ı bağlamından koparmak için “din-insan” eksenli bir rapor isteniyordu. O sıralarda ziyaretine gitmiştim.
Bu konu açılınca kendisine şunu söyledim.
Evet, sizden rapor isteniyor ama yamuk bir rapor. Yazmayın. Çünkü Allah “mabuda” hayatını fıtratına uygun yaşasın diye kural, ilke ve değer vaz etmiştir. Sizden bunun inkârı yönünde yazı isteniyor.
Müslüman hayatını vahyin ilke, kural ve değerleriyle yaşamalıdır dediğimde o bunu yazamayız bazıları buna karşı çıkar.
Bunun üzerine kendisine “Din İnsan İçindir” başlıklı bir köşe yazısı yazacağımı ifade ettim. Fazla uzatmaya gerek yok.
Evet.
Vahiy insanlar içindir. Dün olduğu gibi bugün de buna inanıyorum.
O günde yazdığım yazıyı merhum sınıf arkadaşım Hasan Onat’ı rahmetle yâd ederken tekraren yayınlıyorum.
“İnsan, birey veya grup olarak hayatını “değer”, “ilke” ve “kurallar”a göre tanzim eder. Bu bağlamda düşünüldüğünde “din insan için bir araçtır”. Zira din ilke, değer ve kurallar bütünlüğüdür. İnsanlar, din denilen ilke ve kurallar bütünlüğünü “temel amaç”larını gerçekleştirmek için uygularlar. Bu “din” kavramını kabul eden bütün insanlar için geçerlidir.
Müslümanların kesip yedikleri “inek”leri “değer” olarak kutsal kabul eden bir hindunun kabulü “temel amacını” gerçekleştirmeye yöneliktir. Bir Hindu bu değere kaynaklık eden kuralı uygulamakla nirvanaya ulaşacağını, böylece kurtulacağını düşünür.
Bu tür kabuller sadece beşeri kabul edilen dinlerin dindarlarına has olmayıp bir Hıristiyan, Yahudi veya Müslüman için de aynen geçerlidir. Ağlama duvarının yanında ibadet eden bir Yahudi, çarmıha gerilen Hz. İsa’nın öğretilerini kabul ettiğini ileri süren bir Hıristiyan veya İslam’ı bütüncü nizam olarak kabul eden bir Müslüman kuralları hayatının tanzimi için bir araç görür. Bu bağlamda Hazreti Muhammedi hatem’ul- enbiya kabul ve buna iman eden birey veya grup “temel amaç”larını gerçekleştirmeyi düşünür.
İslam’ı din olarak kabul eden bireyin temel amacı Rabb’ul- Alemin olduğuna inandığı Allah’ın rızasını kazanmaktır. Emir veya nehiy türündeki bütün değer, ilke ve kurallar temel amacın gerçekleşmesi için bir araçtır. Kurallar hiçbir şekilde başlı başına “amaç” niteliğini taşımaz. Kurallar “amaç”ları gerçekleştirme vasıtalarıdır.
İster beşeri ister ilahî kaynaktan neş’et etsin bütün anlayış ve inanışlarda ilke ve kurallar bireyin “temel amacı”na hizmet aracıdır.
Bizler Cenabı-ı Allah’ın vazettiği, Hazreti Muhammed’in (S.A.V.) tebliğ ve teşrih ettiği ilke ve kuralların tamamının “temel amaç” için araç olduğunu kabul ediyoruz.
Temel amaç, Allah’ın rızasını kazanmaktır.
Temel amaç Allah’ın rızasını kazanmak olunca zenginlik nisabını ölçüt kabul ederek sadaka veya zekâtını veren bir inanmışın muradı başkası görsün, takdir etsin veya hoşnut olsun değil Allah hoşnut olsun olur. Dolayısıyla sadaka ve zekât kuralı asıl gayenin tahakkuku için bir araçtır.
Din kavramının bütün ahkâmı bu mesabededir. İster ibadet, ister ahlak isterse de muamelat ile ilgili olsun bütün “ahkâm” birey için temel amacını gerçekleştirmenin birer vasıtasıdır.
Beşeri ilişkilerini inandığı dinin “değer”, “ilke” ve “kural”larına göre tanzim etme gayretinde olan birey için değer, ilke ve kuralların birer vasıta olmasından daha tabii ne olabilir?
Farklı inanış “yasalar insan için değil, insan yasalar içindir” sonucunu ortaya çıkarır ki, bu İslam’ın temel esprisine aykırıdır. Bizim tespit ve inanışımıza göre kural işe yaramazsa da kural olsun diye konulmamıştır. Kurallar ve ilkeler insanın mutluluğunu sağlasın ve Rabbinin rızasını kazandırsın diye vardır. Dolayısıyla “insanlar yasalar için değil, yasalar insanlar içindir”.
Bu tespit ister beşerî isterse ilahî kaynaklı olsun bütün sistemler için geçerlidir. İlke ve kurallar birer vasıta değil de birer “amaç” olarak görülürse despotizm ortaya çıkar. Bu İslâmcın kabul etmediği mantık örgüsüdür.
İnsan ve vasıta akışını düzenleyen trafik kuralları “kural” olsun diye konulmaz. Kurallar insan ve vasıta akışının kolaylaştırılması için vazedilir. Burada “temel amaç” ortak hayatın kolaylaştırılmasıdır. Beşeri değer, ilke ve kurallarda yanlışlık ve geçicilik söz konusu olsa da temel amaca hizmet esastır.
Tespitlerimize göre dinî hükümlerin vazedilişinin mantığı da aynıdır. Kendi kendine yetemeyen, kendi hayatını var oluşunun temel amacına göre düzenleyemeyen zalimleşen ve azgınlaşan bireyin hayat akışını “temel amaç” doğrultusunda tanzimine imkân sağlamak için değer, ilke ve kurallar “ayetler” biçiminde vazedilmiştir.
Bir Müslüman için inanış bu şekildedir.
Cenab-ı Allah ayetlerini insanlara “değer”, “ilke” ve “kural” oluştursun ve bunlarla kendileri için belirlemiş olduğu temel amacı gerçekleştirsinler diye vazetmiştir. Bu ayetleri insan kabul veya reddeder. Kabul edenler için ahkâma kaynaklık eden ayetler kurtuluş vasıtası olurken, reddedenler için ayetler bir anlam ifade etmez.
Yukarıda yapılan izahattan netice olarak denilebilir ki, “ din, insana temel amacını gerçekleştirmesine kaynaklık teşkil eden değer, ilke ve kurallar bütünlüğünden oluşan bir araçtır”. 02.10. 2000
Mekânın cennet olsun Hasan.
Selam ve Sabırla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?