6 Aralık 2020 Pazar

Âdemce veya İblisçe Tavır

 

Âdemce veya İblisçe Tavır

Veysi Erken

            Cenab-ı Allah yeryüzündeki halifesinin atası Hz.Adem’i yarattıktan ve ona eşyanın isimlerini öğrettikten sonraki dönem insanoğlu için “sınav”ın başlangıcı olmuştur. Zira âdem kibirlenen ve büyüklenen İblise kanmış ve cennetten çıkarılmıştır.

          Beşerdeki tavırlar cennetten çıkarılmayla başlar.

         Âdemin zürriyetinden gelen insanın birbirinden farklı tavra sahip olduğu görülür. Birisi “hata ve günah”lardan “tövbe”, öteki “hata ve günah”larda ısrar tavırlarıdır. Tövbe tavrı “ademî” hata ve günahlarda ısrar  “iblisî”dir. Çünkü âdem işlediği günahtan dolayı pişmanlık duymuş ve tövbe etmiştir. İblis ise isyanında ısrar etmiş ve direnmiştir.

            Bu iki tavırdan birisi insanın hayat çizgisinde baskın olabilir. İnsanın hayatında “tövbe” tavrı baskın ise, birey veya grup davranışlarında yanlışlardan dönme her zaman mümkün olur. Bireyin veya grubun görüşlerinde ve hazırladıkları yazılı metinlerinde değişmeler beklenebilir. Yanlışlarda ısrarcı olmazlar.

            İnsanın hayatında “iblis”i tavır varsa “dediğim dedik, çaldığım düdük” mantığı hâkim olur ve görüşlerdeki hatalar kutsanır. “Metin hatalı da olsa altına imza atmışsanız sahip çıkın” ifadesi “iblis”çe tavrın yansımasıdır.

          “Halka rağmen” ilkesini düstur edinenlerin tavrı iblisçedir. Alperenler bunları tahlil edip etraflarına bildirmekle mükelleftirler. Zira “halka rağmen”ciler tıpkı iblis gibi halkı kandırıp zulmün artmasına sebep olduktan sonra köşelerine çekildikleri ve yeni kumpaslar peşinde koştukları çok görülmektedir.

            Esasında bir ülkenin yönetiminde bulunanların tavrı “iblis”çe ise o ülkede yaşayan bireyler ve gruplar için hayat çekilmez olur.

            Sonuç olarak ülkenin kurtuluşu ve insanların mutluluğu için yapılması gereken icraat “iblis”i tavırlıları yönetim alanlarından uzaklaştırmaktır. Gelin bunu el birlikle becerelim.

 

             İktidar Spor

            Tarihi süreç içinde yönetme gücünü elinde bulunduranları tahlil ettiğimizde değişik manzaralarla karşılaşırız. Özellikle bilgiye erişimin kolaylaştığı bu zaman diliminde yönetimlerin nasıl şekillendirildiği ve medya şeytanları tarafından halkın nasıl kandırıldığını daha iyi görmekteyiz.

      Özellikle tapınakçılar kurdukları merkezler, finans kuruluşları ve kurumlarla ülkelerde “iktidar spor” diye takımlar kurdurmaktalar. Soros’un icraatlarını takip edenler bunu hemen fark eder.

     Tabi ki, her takımda olduğu gibi “iktidar spor” takımlarında da “as” oyuncular ve “takım kaptan”ları olurmuş. Genel anlamda “iktidar spor” takımlarının oyun düzenleri ve kazanma hırsları takımların asıl sahibi olan tapınakçıların duruşlarına göre değişir.

            Takım sahibi, bazı ülkelerde iktidar spor oyuncularının kural dışı oynamalarını pek ala isteyebilir. Halk spor canından bezdirebilir. İktidar spor takımında “as” oyuncu veya “takım kaptanı” olmak “serbest oyun ve hareket”i sağlamaya yetmez. Asıl olan takımın sahiplerinin görüşleridir ve onlar ne derse oyun ona göre kurulur.

            Bana kalırsa, halk, iktidar sporunun gerçek sahibi olduğunu ve takımını  “derin devlet”ten kurtarmak durumundadır. Aksi takdirde mevcut takım sahiplerinin emirleri doğrultusunda halk, iktidar sporun “as” ve “kaptan” oyuncularından daha çok tekme yer.

            Sizce iktidar sporu sahiplenme zamanı gelmedi mi ey halkımız? 

                             

                                       Geleceği Kurgulamak

            Mutlu, güçlü, müessir veya hâkim olmak isteyen “birey” ve “toplum”lar geleceğini tasarlamaya ve kurgulamaya çalışırlar. Tasarım ve kurgulama “niyet”lere göre şekillenir. “Allah’ı mutlak hâkim” olarak kabul eden birey ve grupların gelecek tasarımları ile “dünyayı her şey” gören birey ve grupların kurgulamaları farklıdır.

            Habil ve Kabilden beri gelecek kurgulamaları ve tasarımları bu iki eksende gerçekleşmektedir. Geçmiş ve bugün bu iki eksen çerçevesinde gerçekleştirilmiş kurgulama örnekleriyle doludur.

            Üzülerek belirtmeliyiz ki, gelecek tasarımı ve kurgulaması yapan merkezlerin başında “sion ve tapınak şövalyeleri”nin merkezleri gelmektedir. Sion ve Tapınak şövalyelerinin kurgulamaları tamamen “dünyevî” eksenlidir. Yıkmak, yakmak, yıldırmak ve herkese gözdağı vermek bu eksenin değişmezleridir.

Bu eksendekilerin vazgeçilmez amaçları dünyanın “hâkim”i olmaktır. Her ne bahasına olursa olusun “hâkim” olmak.

            Şirketler, ticarethaneler, holdingler ve diğer güç merkezleri bu hâkimiyet için oluşturulur. Karzai, Saddam, Bush ve benzerleri bunun için yetiştirilir. Katrilyon dolarlar bunun için harcanır. Ülkeler hâkimiyet için yağmalanır.

            Dünyayı eksen olarak kabul edenlerin görüşünde “kendilerinden olmayan insan”a yer yoktur. Onlar “efendi” diğerleri “köle”dir. Kölelerin çoğaltılması için her yerde “tapınak” oluşturulur. Kölelerin efendilerine hizmeti artsın diye tapınağa bağlı olmayanların işi, ticareti, sanayisi ve teknolojisi batırılır.

            Kölelerin çoğaltılması için duygular yok edilir. Mukaddesler ayaklar altına alınır.

           Dünyevî hayatı ilahlaştıran ve kendilerini efendi görenlerin melanetlerini öğrenmek isteyenlerin Amerika’da uygulanan “Yabancı Konuklar Programı”nı ve “mezun”larının icraatlarını incelemesi yeterlidir.

      İpucu mu istiyorsunuz?  İlluminati, Aptal Beyaz Adamlar, İsrail Terör ve Mitler, Apokalipsin Atlıları, Mabet ve Loca,  Tapınak Şövalyeleri isimli kitapları okuyunuz…

     Yetmedi ise bir de Noam Chomsky’in eserlerini okuyunuz.

            Selam ve Sabırla. 14.07.2005    maziden bir yazı

 

Ehl-i Namusa Hitab

 

                               Ehl-i Namusa Hitab

Veysi Erken

 

            Kötülüğün, haksızlığın ve menfaatperestliğin revaçta olduğu ve toplumsal kabul haline dönüştüğü yerlerde doğru olmak ve doğru kalmak zordur. Hatta “ehl-i namus” olarak kalmak isteyen birey ve gruplar enayi telakki edilir.  Enayilik nitelemesi pahasına ehl-i namus olarak kalmak ve bunu bir hayat tarzı biçiminde devam ettirmek isteyenler bulunur. Bu tür insanların sayısızdır.

            Evet! Hırsızlığın, uğursuzluğun, fuhşun ve her türlü rezilliğin revaç bulduğu ve teşvik edildiği ortamlarda  “mevki” sahibi olup da namuslu kalanların sayısı gerçekten azdır.

            Mevcut durum görüşümüzü doğrulamaktadır. Atsız’ın ifadesiyle bir sokak kaltağı uğruna değerler ve ülküler değişmekte, dostluklar bir kemiğin ardınca giden itler gibi terk edilmektedir.

            “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”  ve

            “Çağrımız İslam’da dirilişedir” diyen kitlenin

Şuuru ve aklı ortadan kalkmış, yerine korkaklık, pısırıklık ve uyuşukluk duyguları hâkim olmuştur.

            Uyuşukluk ve teslimiyet öyle bir raddeye ulaşmıştır ki yunan aşığı zibidi zaptiyelerin kolladığı ve ortağı olduğu “yarasa”lar deterjanla analarından doğdukları andaki temizliklerine kavuşturulur olmuştur.

            Teslimiyet tam olunca verilebilecek bütün tavizler verilmiş, verilecek taviz kalmamıştır. Zibidi zaptiyeler ve yarasalar emreder erkeğimsi olanlar yerine getirir. Olan biten zulümleri düşündüğümüzde erkeklerin maşa olarak kullanıldığını görmekteyiz.

            Toplumsal tahribat hiçbir devirde bu boyutlara ulaşamamıştı. Duygulardaki tahribatın büyüklüğünü tek başına toplumun yüzde doksan dördünün başka ülkede yaşama isteği açıklar niteliktedir.

            Esasında bizi kahreden yunan âşıkları ve yarasalar değil, onlara maşalık edenlerdir. Çünkü yunan âşıkları ve yarasalar asla milletimizi ve değerlerimizi sevmemiştir. Sevmelerini beklemek abesle iştigaldir.

            Bütün bunlara rağmen “ilke”lerini ve “ülkü”lerini muhafaza eden az sayıda ehl-i namusun olduğu söylenmektedir.

            İşte böyle bir ortamda az da olsa ehl-i namusun var olduğunu biz de kabul etmek istiyoruz ve onlara sesleniyoruz.

            Evet...

            Var iseniz.

            Hitabımız sizedir ey ehl-i namus, ey ehl-i vicdan ve ey ehl-i insaf.

            Kendinizle hesaplaşınız.

            Yaptıklarınızın ve desteklediklerinizin listesini çıkarınız ve icmal çizgisiyle önünüze koyunuz.

             Hatalarınız mı çok, yoksa sevaplarınız mı?

            Bu suali defalarca kendinize sorunuz ve...

             Ve...

 Cevabınız olumsuz ise, bir başka deyişle hatalarınızın ve günahlarınızın çokluğuna hükmetmiş iseniz.

             Kısaca; insaftan bir parça sizde kalmışsa; kalpleri mermerleşen, akıl ve insaf ölçülerini kaybederek  “boğazdaki aşiret”e ve “dönme”lere ram olmuş grubunuza etkiniz yoksa onu terk ediniz. Zorbalığa ve zulme daha fazla iştirak etmeyiniz.

            Milleti Türk-Kürt, Sünni-Alevi gibi tasnife tabi tutarak bölmek isteyenlerin bugün sürdürdükleri ayırımcılığı ve bölücülüğü görünüz. Fikren ve zihnen belki de bedenen satılıkların, inançlarından dolayı toplumun büyük çoğunluğunu parya haline getirmelerine seyirci olmayınız. Bir avuç aşiret mensubu bölücünün zulmüne ortaklıktan vazgeçiniz.

             İnsanların örtülerinden, küpelerinden veya pantolonlarından dolayı süründürülmelerine, okullarından, işlerinden, eşlerinden, aşlarından ve sınav merkezlerinin kapılarından uzaklaştırılmalarına sessiz kalmayınız.

            Ey ehl-i namus!

             Sessiz kalarak grubunuzun zulüm karşısındaki sessizliğine ve teslimiyetine iştirak etmeye devam etmeyiniz. Adaletin, vicdanın ve insafın sesi olmazsanız bir gün bir avuç zümrenin zulmü sizi de kavurur.

            Ey ehl-i namus ve’l-insaf!

            Unutmayınız ki, siz haksızlıklar karşısında sustukça  “susma sustukça sıra sana gelecek” sözü hükmünü icraya devam etmekte, felaketler tahammül sınırını aşmakta ve aşiretin zorbalığı artmaktadır.

            Selam ve Sabırla....  2000  Maziden bir yazı