İslam Dünyasının Meseleleri ve Çözüm Yolları Sempozyumu- 2
Veysi ERKEN
27-29 Haziran 2022 tarihleri arasında Türk Ocakları İstanbul Şubesi tarafından Ali Emiri Kültür Merkezinde “İslam Dünyasının Meseleleri ve Çözüm Yolları” Başlıklı bir sempozyum (keşke Türkçe olan bilgi şöleni denilseydi) düzenlendi. Birncisi 2016 yılında düzenlenmiş.
El’an İstanbul’da bulunmam hasebiyle iştirak ettim. Elbette iyi niyetli bir sempozyum olarak düşünülmüş ve değişik ülkelerden tebliğleriyle katılanlar olmuştur.
Ancak programı takip ettiğim kadarıyla “tebliğler” kuşatıcı değildi. Genel anlamda Türkiye’de yaşanılan meseleler ile ilgiliydi. Bunu Batı Trakya’dan katılan müftü’de dile getirdi.
Her şeye rağmen sempozyumu düzenleyenlere teşekkür ediyorum. Keşke müzakerelere bütün parti liderleri tebliğci olarak çağırılsaydı. Sadece açılış konuşmaları için değil. Maalesef programa açılış konuşması yapmak üzere Kılıçdaroğlu davet edilmiş ve Kılıçdaroğlu İmamoğlu-Canan ikilisiyle katılmıştır. Bu da tartışmalara vesile olmuş. Bu durum sempozyuma gölge düşürdü diyebilirim.
Gelelim esas konuya.
Kanaatime göre İslam dünyasının esas ve tek meselesi tefekkür zemininin Kur’an ve sünnetten kaydırılmasıdır. Karşılaştığı bütün sorunlara başka zeminlerde çözüm arar hale dönüştürülmüştür. Eğitim, sanat, tıp, ekonomi, teknoloji, küreselleşme vs konularda batı/batıl ekseninde çözüm aradığı müddetçe sorunlar büyüyerek katlanacaktır. Yıllar önce bir yazımın başlığı “Müslüman’ın Sorunu Kur’anı Yaşamamasıdır” biçiminde idi.
Bu başlık bile Müslüman’ın ve Müslüman dünyanın zihinlerinin ne kadar tutsak olduğunu göstermeye yetmiş idi. Esasında bu konu ile ilgili epey yazı yazdım. Buna rağmen bu konuya defalarca dönmek gerekir. Zira Müslüman’ın zihni işgal edilmiştir.
Bir arkadaşımın şu ifadesi zihinlerin nasıl işgal altında olduğunu açıklamaya yeter.
Yazımı okuyan akademisyen bir arkadaşım “Her şeye din ekseninden bakmak bizatihi dinin kendisini sorun haline getirmiştir” diye zırvalamıştı.
O günlerde samimiyetinden şüphe etmediğim arkadaşıma bir kitabı tavsiye ettim. Kitabı sempozyuma katılan bütün katılımcılara tavsiye ediyorum.
Kitap “sosyal hayat” ve sosyal hayatın düzenleyicisi kabul edilen “sosyal bilimler” alanında zihnimizin nasıl işgal edildiğini, edilgin hale nasıl getirildiğimizi, sosyal hayatımızın hangi yabancı değerler üzerinde inşa edildiğini ortaya koymaktadır. Kitapta ortaya konulan yaklaşım İslam dünyası için kapsayıcıdır. Bir tek ülke için değil genel olara sorun/meseleleri ve bakış tarzını ortaya koymaktadır.
Syed Farid Alatas’ın “Sosyal Bilimlerde Alternatif Söylemler Avrupa Merkezciliğe Cevaplar”(1) isimli kitabı Âdem Bölükbaşı tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
Bu kitaptan sadece iki kavramı kullanarak neden İslam dünyasının sorunlarının arttığını, çözüm bulamadığını ve Müslüman’ın her şeye neden din ekseninden bakmak mecburiyetinde olduğunu ortaya koymaya çalışayım. Belki sempozyuma katılanlar okur ve çözüm yolları geliştirir. Konuyu kitaptan bahisle daha önce şu şekilde ortaya koymuştum.
Kitapta geçen “tutsak zihin” ve “Akademik Bağımlılık” kavramları konunun izahı için yeterlidir.
Maalesef zihinlerimiz tutsak, akademik dünyamız bağımlıdır.
Sosyal bilimler içinde telakki edilen ve medeniyetleri şekillendiren hukuk, iktisat, eğitim, kültür, felsefe, psikoloji, sosyoloji vs. ilim dalları belirli ilkelere göre doktrine edilir.
Bütün sosyal bilimlerin doktrine edilmesi, bir amaca yönelik olması ve belirli ilkelerden hareket edilmesi kaçınılmazdır.
Şimdi konumuzu açıklığa kavuşturacak birkaç soruyu gündeme getirelim.
İnsan niçin eğitilmelidir, ticaret hangi ilkelere göre şekillenmelidir, hukuk insan ilişkilerini neye göre düzenlemelidir, sosyoloji toplumsal ilişkileri hangi kurallarla izah etmelidir, felsefe bilgi, varlık ve ahlakı ne ile izah etmelidir.
Bu soruları çoğaltmak mümkündür.
Ve medeniyet tasavvuru inşa etmek isteyenler bu soruları belirli ilkeler ve yöntemlerle çoğaltmak mecburiyetindedir.
Geçmişimizde Maturidiler, Ebuhanifeler, İbn Haldunlar, Buhariler, Ali Kuşçular, El Cezeriler, İbrahim Hakkılar bu soruları sorarak İslam medeniyetimi oluşturmaya çalışmışlardır.
Camiler, külliyeler, hanlar, kervansaraylar, köprüler ve şehirler bu anlayışla şekillenmiştir.
Robot çalışmaları, tedavi yöntemleri, astronomi çalışmaları, uçuş tecrübeleri tutsak olmayan zihinlerle gerçekleştirilmiştir.
Bugünkü çıkmazımız zihinlerimizin tutsak edilmişliği ve akademik dünyamızın bağımlılığıdır. Akademik dünyamız sosyal konuların tamamını bize dayatılan kavram, ilke ve yöntemlerle izaha kalkışmakta ve bu yüzden çuvallamaktadır.
Bugün ülkemizde sorulduğu zaman nüfusun yüzde yüzüne yakının Müslüman olduğu ifade edilir.
Soruyorum size iktisadi ve sosyal alanda, eğitim hayatında, batı yaşayışıyla, sosyal değerleriyle ve hukukuyla düşünmeyen, orijinal olan kaç sosyal bilimcimiz var?
Maalesef düşündüğünü, fikir ve bilgi ürettiğini zannettiğimiz akademik dünyamız taklitten öte bir şey ortaya koyamamaktadır.
Bizden adam olmaz, ancak batının şablonlarını kullanabiliriz/kullanmalıyız anlayışı tutsaklığın göstergesidir.
Peki, neden bu durumdayız.
Sebebi gayet basittir.
İlim adamı dediklerimiz batının bakış açısıyla yetiştirilmiş ve devşirilmiştir.
Ülkemizde ve İslam dünyasında yapılan orijinal çalışmalar kabul görmemektedir. Tezlerin tamamı taklitten ve tekrardan ibarettir.
Batı dilleri, özellikle İngilizce mukaddes dil haline getirilmiş, zihinler sömürgeleştirilmiş batı ülkelerinde yapılan tezler mutlak doğru olarak addedilir olmuştur.
Mesela; “Sınavsız ve Sınırsız okul” dediğimizde anlaşılmak istenmemekte, batı örnek verilmektedir.
Hâlbuki bizim medeniyetimizin inşasında bilgi edinme ve beceri geliştirme hakkı sınırsız kabul edilmektedir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayeti maarif sisteminin kurgusu için yeterlidir.
Batının değerleri ve şablonları ile düşündüğümüzden insanımızın önünü tıkamayı öğrenim hakkını gasp etmeyi marifet bilmekteyiz.
Kısaca zihni tutsak olmayanlar her şeyi Kur’an ve sünnet eksenli düşünmek ve hayata geçirmek mecburiyetindedir.
Çalışmalarını ve medeniyet kurgusunu kendi kavram, ilke ve yöntemleriyle gerçekleştirmek zorundadırlar. Şunu söyleyebiliriz ki, “inancın ve buna bağlı değerler sisteminin yerini iyice belirlemeksizin ve bu noktaya hak ettiği vurguyu yapmaksızın İslam medeniyetinin doğuşunun, gelişmesinin ve yayılmasının anlaşılması” (2) mümkün değildir.
Kısaca; medeniyetimizin gelişim ve çöküş süreçlerini iyi tahlil ettiğimizde, gelişimin Kur’an eksenli, çöküşün eksen /zihin ve zemin kaymasının sonucu olduğunu görürüz.
Hâsılı kelam, adalete, hakka ve hukuka dayalı bir şekilde nizam-ı âlemi tasavvur ve tahayyül eden kişi ve gruplar mihverlerini İslam’a asıl ifadesiyle Kur’ana istinad ettirmek mecburiyetindedirler. Keşke sempozyuma iştirak eden tebliğciler bildirilerini bağımsız zihin ve özgür akademik anlayış ile ortaya koyabilselerdi.
Bir diğer tavsiyem sempozyumun açılışında bulunan Kılıçdaroğlu, Ekrem ve Canan’a olacaktır. Bu tür sempozyumlara samimi olarak katılmak istiyorsanız lütfen düşünme tarzınızı Kur’an eksenli zemin üzerinde gerçekleştirmeye çalışınız, böyle bir düşünme zemininiz olursa faydalı olabilirsiniz.
Selam ve Sabırla…
1-Syed Farid Alatas, Sosyal Bilimlerde Alternatif Söylemler Avrupa Merkezciliğe Cevaplar, Ter: Âdem Bölükbaşı, Matbu Yayınları, İstanbul-2016
2-İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İslam Medeniyeti Tarihi, TDV Yayınları, Ankara-2015, s.4.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?