5 Ocak 2024 Cuma

TİLKİ TUZAĞI

 TİLKİ TUZAĞI*

Bürokrasiyi anlamak isteyenlere

Veysi ERKEN Dr.

Tilkinin çok kurnaz ve avlamak istediğine tuzak kuran bir hayvan olduğu söylenir. Her halde bürokrasideki bu kurnazlığa ve desiselere vurgu yapmak için kitabına “Tilki Tuzağı” ismini koymuştur Selami Çekmegil.

Kitap gerçekten bir harika.

Bir yönü ile Türkiye’deki oligarşik bürokrasi ile batıdaki uygulamaların mukayesesi.

Kitaba;  sohbetlerin genelde “Türkiye’nin neden bu halde olduğu” ile ilgili tespitle başlar ve yöneticilerin tasarrufu bilerek yanlış bir şekilde halka yansıttığını şu örnekle anlatır.

Yöneticiler bir liralık kalemden tasarruf edelim diyerek, makam odalarını donatır, kuruluş kokteylleri verir, lojmanda keyf çatar, makam araçlarıyla gezerek böylece tasarruf eder.

Bu nefis misal bile Türkiye’deki oligarşik bürokrasiyi anlatmaya yeter. Oligarşik yapılanmayı tasvir için Yavuz Bülent Bakiler’in “Devlet denince hep vergi geldi aklıma, Jandarma denince kırbaç”  mısralarını kullanır ve batıdaki “İngiltere’de, devlet vatandaşın hizmetinde bir kurum olarak çalışır. En üst kamu görevlisinin en sade vatandaşa yazdığı yazıda ve dilekçesine verdiği cevapta, sadık hizmetkârınız (your obedient servant) diye imza attığı bir dünyada, devletten maaş alan en basit bir görevlinin, kendini devletten para alamayan toplum bireylerinin hükümdârı gibi gördüğü ve tahakküm ettiği, azarlamaktan çekinmediği ülkemizde bu hedefe ulaşmanın bile ilk şartının insan olmak ve hele vatandaşına, kardeşine insanca ve insafla davranmak olduğunun görülememesi ne hazin bir çelişkidir” misaliyle karşılaştırır.

İngiliz memurları sadece cevabî yazılarda değil, uygulamalarda da vatandaşa, hatta yabancıya da sadık hizmetkârlık yaptığını hanımının orada doğum yapmasıyla da izah eder. Selami beyin hanımı hamile olarak İngiltere’ye giriş yapar ve adımını atar atmaz sağlık takibine tabi tutulur, evine hemşireler gönderilir, hastahane’ye usulüne uygun götürülür, Türkçe bilen bir hemşire bulunur ve en önemlisi “inancına uygun yemek” çıkarılır.

Acaba ülkemizin hangi kurumunda, özellikle sağlık ve eğitim kurumlarında böyle bir muamele ile karşılaşabiliriz diye sormadan edemiyor insan.

Benim gördüğüm kadarıyla her kurumumuzda “hıyererşik ilahlık” giriş kapısında başlar, yanılıyor muyum acaba?

Tabii ki, bu misal batının vahşi yüzünü temize çıkarmaz. Ama bilelim ki, batılılardan görmediğimiz vahşi uygulamaları ülkemizde görmekteyiz. Acı olan bu.

Kitap İngiltere’deki hatırattan sonra Selami beyin Türkiye’deki yaşadıklarıyla devam eder. Özellikle babasının 27 Mayıs darbesine muteakib gözaltına alınması ve Sivas’ta beş ay haksızca tutuklu kaldığı dönem itibarıyla “güçlü”lerin uygulamalarını ortaya koyması açısından önemlidir.

Selami Bey İhtilalin güçlü Albayı Alparslan Türkeş’e mektup yazar ve babasının uğradığı haksızlığı dile getirir.  Türkeş cevabi telgraf gönderir. Bir gün Sait beyin dükkânını basan ceberrutlar telgrafı tezgâhın üzerinde görür ve bir şey yapmadan gider. Bu misal ilahlık taslayanların “güç” karşısında nasıl kedileştiğini gösterir.  Selami Bey bu durumu “Zaten geri kalmış toplumlarda hep böyledir. Kaba saba davranan görevli –yetkililer arkanızda bir kuvvet vehmederlerse medenileşiverir, insanca davranır” diye ifade eder. Ve bürokrasinin bu genel tutumunu İngiltere’de yaşadığı bir olayla da açıklar  “Bürokratlar böyledir. Normal vatandaşın işini bitirmek anormaldir, güçlünün işini ise bitirmemek. Bir batılı düşünür halk için böyle diyormuş: ‘Halk bir fahişe kadın gibidir, güçlünün altına yatar’ ama ben bu sözü bürokratlara daha çok yakıştırırım. Genelde bürokrat ancak güçlüyü üstüne alır; güçsüzü değil.” tespitinde bulunur.

Darbe ile aile düzeni sarsılan Çekmegil ailesinin oğlu Selami mücadeleden vazgeçmez ve çalışarak okula devam etmek ister. Bu arzu ile sınavlarını kendi yapan Hukuk ve İlahiyat Fakültelerinin imtihanına girer, hukuku kazanır, ilahiyatı kazanamaz. Bu ifade size dinî bilgisi yeterli olan birisi için garip gelebilir, ama kader bu şekilde tecelli etmiştir.

Tabiri caiz ise; işportacılık yaparak Hukuk Fakültesine devam etmeye çalışırken takdir-i ilahi ile adı deliye çıkmış bir hemşerisinin ricasıyla vekil öğretmenliğe başlar. Bu durum Selami beyin rahatlamasını sağlar.

İşportacılık Selami beye çok şey kazandırmıştır. Takvim satışına girmesi bürokrasi ile serbest ticaret arasındaki farkı daha iyi kavranmasına yol açar ve bürokraside görev almamayı düşünür. Kader ağlarını örer ve Selami Bey bürokraside görev alır.

Selami Bey ticaretle bürokrasi arasındaki farkı şöyle izah eder: “Beş milyon işsizine, heykel dikmekten, kokteyl ve ziyafetlerden tasarruf ederek fabrika açamayan bir ülkenin gelişmemiş yöneticileri de, bu güne kadar habire yasa çıkararak normal vatandaşın teşebbüs imkânlarını baltalamış ve onun önüne iş yapmasını engelleyen büyük barikatlar kurmuştur. Oysa düşünülse, Tacitus’un dediği gibi ‘devlet bozuldukça kanunlar artar’ Lao Tse’nin dediği gibi ‘ne kadar kanun varsa o kadar çok hırsız vardır”

Bürokratik çetenin yapılanmasını Fakülteyi bitirince bir kez daha anlar. Fakülte bitmiş Avukatlık için staj gerekli. Ama o da ne. Kanuna göre staj döneminde çalışmak yasak aylak aylak gezmek serbest.

İşte bir tuzak daha.

Aynı çarpıklık her alanda mevcut. Bunları yazmaya kalkışmak demek birkaç cilt kitap yazmak demektir.

Stajını bitiren Selami Bey askerliğe kadar avukatlık yapayım derken kendini hukuk müşaviri olarak bulur. Böylece bürokrasiyle daha fazla içli dışlı olur ve demokraside çareler(!)in tükenmediğini görür. Kendisinden kurtulmak isteyen bir bürokratın bulduğu çare(!) ile İngiltere ye gider.

İngiltere yeni dostlukların ve tecrübelerin mekânı olur Selami Bey için. Sünnet diye yemeğe tuzla başlayanların midelerini tıka basa doldurarak, doymadan sofradan kalkma sünneti nasıl çiğnediklerini öğrenir. Bir başka tecrübesi de insanların en basit menfaatlerle birçok şeyden nasıl vazgeçtikleriyle ilgilidir. Yarı yolda dostları bırakmak bunlardan birisidir.

İngiltere Selami beye bir şey daha öğretmiştir. Batılılaşanların ne kadar batıllaştığını öğrenir ve kendi Müslümanlığını komplese kapılmadan rahat yaşar.

İngiltere dönüşü bürokraside ilk dersini şu şekilde alır. “sakın ha çok çalışıp, iş bitirip göze gireceğim, terfi edeceğim diye bekleme; ne kadar çok iş yaparsan o kadar hatan olur, en azından eleştirilirsin. İşin az olursa hatan az olur”  Yani bizim bürokratların temel mantığının iş yapmamak üzerine kurulu olduğunu öğrenir Selami bey

Bu tecrübeden de anlar ki, bürokraside “iyi dediklerimiz de iyiliklerini kendi çıkarlarına ters olmadığı sürece muhafaza edebiliyorlar” ve her fırsatta vefasızlık göstererek yamuluyorlar.

Selami Bey; oligarşik bürokrasi çarkını en çok SSK yönetiminde görev alınca öğrenir ve bu çarkta dürüst kalanların nasıl dışlandığını, horlandığını, ezilmeye çalışıldığını ve yalnızlığa terk edildiğini görür.

Sistem, eğitimle kazandırılması gereken vicdani denetimi ortadan kaldırdığından saç ayakları ve ahtapotvari bir şekilde çalışır. Böylece Türkiye’de bürokrat, müteahhit, teknokrat ve siyasetçi bağlamında dönen çarkın suç ve suçlu üretme biçiminde işlediğini görür.

Ve…

Sistemi işletenlerin varlık felsefesinin “kendilerine suç ortağı” arama üzerine kurulu olduğunu fark eder.

Çünkü suç ortakları birbirlerini korumak ve kollamak mecburiyetindedir. Selami Bey bunu görünce şu hadis doğrultusunda kanaati pekişir. “küfürle (İslam dışı bir rejimle) bir toplum idame-i hayat edebilir, ama zulümle asla”

Selami Bey tabiatı, mizacı ve munisliği icabı usanmış ve bürokrasi çarkından ayrılmıştır

Tilki Tuzağı kitabını 01.08.1996 tarihinde okumuş ve Türkiye’deki oligarşik bürokrasi çarkını kavramak isteyen öğrencilerime tavsiye etmiştim. Şimdi anlıyorum ki, bu kitabı herkes okumalı ve herkese tavsiye edilmeli.

Siz hâlâ okumadınız mı?

Selam ve Sabırla… 08.12.2006

Not: Değişen bir şey yok. Tekraren yayınlıyorum. 05.01.2024

* Tilki Tuzağı, Selami Çekmegil, Timaş Yayınları, İstanbul 1991.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?