31 Mayıs 2025 Cumartesi

İyiliğe Aracı (şefaatçi) olmak

 İyiliğe Aracı (şefaatçi) olmak

Veysi ERKEN Dr.

Dünyevî işlerde aracı/arabulucu daim olarak olmuş ve olmaya devam etmektedir. İçtimai/sosyal hayatın gereğidir.

Allah, insanlar arasında iyiliğe aracı olmamızı ister. Kötülüğe aracı olmanın bedelini onun misliyle olduğunu ifade eder.

Ayette, “Kim güzel bir işe aracılık ederse ondan kendisi için bir nasip olur; kim de kötü bir işe aracılık ederse onun da buna denk bir payı olur. Allah her şeyi koruyup hakkını vermektedir. Nisâ-85”

Ayet şu şekilde tefsir edilmektedir. “Türkçede şefaat daha ziyade âhiretteki aracılık ve özellikle de Hz. Peygamber’in, hem bütün insanlara (hesaba çekilmenin, yargılanmanın bir an önce başlaması, bekleme sıkıntısının son bulması için) hem de ümmetinin günahkârlarına (günahlarının bağışlanması için) Allah nezdinde yapacağı aracılık mânasında kullanılır.

Kur’an’da ve Arapça’da ise şefaatin buna ek olarak daha geniş bir mânası vardır: İki kişi arasında görülecek bir iş, elde edilecek bir fayda veya önlenecek bir zarar konusunda üçüncü bir şahsın devreye girmesi, aracı olması, hatırını ve gücünü kullanarak sonuç elde etmeye teşebbüs etmesidir.

88. âyette geleceği üzere müminler, bazen Müslüman olmayan kimseler için de bu mânada şefaatte bulunuyorlardı. Ayrıca hemen her zaman toplum içinde aracılık faaliyeti sürdürülmüş ve aracılar bulunmuştur.

Özellikle hukuk, adalet, ehliyet ve emanet duygusu ve şuurunun ve bunlara dayalı uygulamaların ikinci plana atıldığı; güçlü, hatırlı, yakın olanların –haklı veya haksız olarak– işi bitirdiği dönemlerde, bu mânada toplum ahlâkının zaafa uğradığı zamanlarda şefaat (adam bulma, torpil kullanma) yaygın, normal, hatta zaruri hale gelmektedir.

Âyet hem tarihî hem de evrensel olarak şefaat konusunda bir kural getirmektedir: Şefaat kötü, çirkin ve yasak değildir; ancak meşrû, hukuka ve ahlâka uygun olmalı; iyi, başkası aleyhine haksızlık doğurmayacak bir sonucun hâsıl olması için yardım mânası ve amacı taşımalıdır. Böyle olan şefaatin ecri vardır. Hâsıl olan iyilik ve ecirden şefaat sahibi (buna aracılık eden, hatırını ve imkânını kullanan) kimseler de nasip alırlar.

Haksız bir talebin, kötü sonucun gerçekleşmesi için yapılan aracılık da yapana sorumluluk getirir; haksıza, zâlime, kötülük edene verilen cezanın benzeri bir ceza ona da verilir. https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nis%C3%A2-suresi/578/85-ayet-tefsiri

Ayetin tefsirinden de anlaşılacağı üzere “iyiliğe” aracılık/şefaatçilik edene o iyilikten bir nasibi/ payı olur, ecrini alır.

Kötülüğe aracılık edene ise o kötülüğün bedeli sadece kötülüğü işleyenlere değil, aracılık edene de misliyle bedeli ödetilir.

Mümin Müslüman ve insan olan kötülüklere değil, iyiliklere aracılık eder. İyiliğe kavuşmayı diler.

Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir. Âl-i İmrân-92” ayetinin gereği infakını, aracılığını/şefaatini iyilik ve iyiliğin yaygınlaşması için kullanır.

Selam ve Sabırla… 31.05.2025

KALBİNİ KORU*

 KALBİNİ KORU*

Veysi ERKEN Dr.

Kalbin, gönül'ün kötülüklerden korunması Allah’ın rızasını kazanmak için bedeninden korunmasından önceliklidir.

*Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nden naklen kalbi korumanın ehemmiyetini şöyle bildirmektedir:

“Dünyada insan iki şeye muhtaçtır.*

Onlardan biri, Bedenini helâk olmaktan koruyup selâmete erdirmektir. 

Diğeri, Kalbini helâkten koruyup (manevî) gıdasını vermektir.

Kalbin gıdası:

 Mevlâ’nın muhabbet ve marifetini elde etmektir. Çünkü *Kalbin ihyâsı; Rabbi’ni, yaratıcısını bilip bulması, ona candan yönelip muhabbet etmesiyledir. 

Kalbin helâk olması ise yaratıcısından gafil, habersiz olması ve mâsivâya (Allah’tan gayrı şeylere) meyletmesidir. Nefsin hevâsına (gayrimeşrû arzularına) uyup dünyaya kapılmasıdır. 

Beden, kalbin kalıbı ve zarfı olduğu için onu dahi korumak lâzımdır.

Fakat asıl olan ve kendisine hizmet edilmesi gereken, kalpdir (gönüldür). "Ben yerlere -göklere sığmam, fakat Mü'min kulumun Kalbine sığarım."  Bu mânâyı nâtıktır/ anlamına gelir.

Beden ise ikinci derecededir ve hizmetçidir.

Nitekim hacıların hac yolunda bineği deve olduğu gibi, kalbin bineği de bedendir. Hacının develerine yem ve su verip, tımarlarını yapması, hızlı sürmeyip onlara iyi bakması gerekir. Bu sayede o develer üzerinde, huzur içinde, gideceği yere varır. 

Aynı şekilde "irfân yolunun yolcusu" da başta temizliğe, haram - helâl hassasiyetine riâyet ederek, yeme-içmede ve uykuda orta bir yol üzere olup, bedeninin hakkını vererek onu gözetmelidir.  Böylece vücudunun sıhhatiyle kalbi, zevk ve huzur içinde kavuşmak istediği yere, Cenâb-ı Hakk’ın rızasına, yüksek mânevî derecelere ulaşabilsin.

Yine hac yolcusu, yolu bırakıp da gece gündüz sadece devesinin hizmetiyle meşgul olursa, Kâbe’ye ulaşamaz. Ebediyen hasret ve pişmanlık içinde kalır. 

Bunun gibi irfân yolunun yolcusu da ömrünü sadece bedeninin ve nefsinin zevkleri peşinde harcarsa; yeme-içmede, uyumada, giyinmede, evlenmede ve ev edinmede, nefsin ihtiyacından fazla hazlara yönelirse Hakkın marifetine vâsıl olamaz.”

Duâmız:

Hayy ve Kayyûm, Zül Celâli ve'l İkrâm olan Yüceler Yücesi Rabbimiz ilmimizi ve hilmimizi, nûrumuzu ve feyzimizi ziyadeleştir. Bedenimizi kalbimize aracı kıl, kalbimiz nurunla temizlensin, rızana nail olsun.

Bizleri zahirî ve batınî bütün nîmetlerinle rızıklandır ve Salihlerle beraber haşreyle.

Selam ve Sabırla… 31.05.2025

 

 

30 Mayıs 2025 Cuma

Tek Çare İTÖ’yü Tasfiye Etmektir

 Tek Çare İTÖ’yü Tasfiye Etmektir

Veysi ERKEN Dr.

Gazze’de, Filistin’de, Türkistan’da, Miyanmar’da ve dünyanın pek çok yerinde her gün vahşet, katliam, soykırım, işgal gerçekleştirilmekte ve sürdürülmektedir.

Soykırımlar canavarca ve “esfel”ce yapılmaktadır.

Bunları yapanlar Yahudiler ve müşriklerdir.

Ayette “Kuşku yok ki iman edenlerin, insanlar içinde en amansız düşmanlarının Yahudiler ve şirk koşanlar olduğunu göreceksin. Maide-82” yapıları ortaya konulmaktadır.

Bunların bir tek gayeleri vardır.

Yeryüzünü fesada uğratmak, soykırımı gerçekleştirmek, insan neslini yok etmek ve her şeyi sömürmektir.

Onlara “Yeryüzünde düzeni bozmayın” denildiğinde, “Hayır, biz yalnızca ıslah edenleriz. Biline ki, gerçekten bozanlar onların ta kendileridir. Bakara 11-12”

Evet.

Bu müfsitlerin soykırımını ve sömürüsünü durdurmanın bir tek yolu ve çaresi vardır.

Siyonistleri, kışlalarını ve örgütlerini tasfiye etmektir.

İTÖ denilen örgütün beynini dağıtmak ve kollarını koparmaktır.

Bilinmelidir ki, İsrail bir devlet değildir.

İsrail bir terör örgütüdür.

Beyniyle, kollarıyla birlikte tasfiye edilmelidir ki, insanlık huzur bulsun, sömürülmekten kurtulsun.

Tek çareyi uygulamak için bütün liderler, devletler, milletler bir araya gelmelidir. Soykırımı ve sömürüyü bu yolla durdurmalıdır.

Merhum Mehmet Akif “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol. Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol” diyor.

Başka yol ve çare bilmiyoruz.

Çare İTÖ’yü tasfiyedir.

Selam ve Sabırla… 30.05.2025

Kötülüğün İyilikle Savılması/ Defedilmesi

 Kötülüğün İyilikle Savılması/ Defedilmesi

Veysi ERKEN Dr.

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş! Bu sonuca ancak sabırlı olanlar ulaşabilir, yine buna ancak (erdemlerde) büyük pay sahibi olanlar ulaşabilir. Fussilet, 34-35

Ayetleri şöyle tefsir edilmektedir. “Zemahşerî, kötülüğün en güzel davranışla savılmasını şöyle açıklar: “Biri sana kötülük ettiğinde onu affetmen bir iyiliktir; ama bundan da iyi olanı, onun sana yaptığı kötülüğe iyilikle karşılık vermendir... Eğer bunu yaparsan amansız düşmanın sıcak bir dost haline gelir” (III, 392). … Âyette bir bakıma şöyle buyurulmuş olmaktadır: “Ey Muhammed! Sana yakışan davranış iyilik, onlara yakışan da kötülüktür. İyilikle kötülük bir olmaz; yani eğer sen iyilik yaparsan dünyada saygınlığı, âhirette de sevabı hak edersin; onlar da (kötülükleri sebebiyle) bunun tersini hak ederler. Şu halde onların kötülüklere yönelmeleri senin iyiliği sürdürmene engel olmamalıdır... Onların barbarca ve câhilce hareketlerini bütün tutumların en güzeliyle savmaya bak; eğer onların kötü huylarına karşı sabrını ısrarla sürdürür, terbiyesizliklerine öfkeyle, verdikleri zararlara eza ve cefa ile karşılık vermezsen bir gün gelir onlar da kendi kötü huylarından dolayı utanır, o çirkin davranışlarını da artık terk ederler” (XXVII, 126-127).

Hz. Âişe, bir soru dolayısıyla Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu bildirmiştir (Müslim, “Müsâfirîn”, 139); Kur’an-ı Kerîm de Resûlullah’ı Müslümanlara bir davranış modeli olarak gösterdiğine göre (Ahzâb 33/21) her müslümanın iyiliğe en güzel davranışla karşılık vermek gibi yüksek erdemlerle donanması ahlâkî bir görevdir; buna göre âyet, bütün Müslümanlar için bir ahlâk ilkesi koymaktadır.

Nitekim 35. âyetin ifade tarzından da bu anlaşılmaktadır. Bu âyette ayrıca kötülüğe iyilikle karşılık vermenin, nefse ağır geldiğine, ama aynı zamanda yüksek bir ahlâkî hedef olduğuna da işaret edilmekte, bu hedefe ulaşmanın birinci şartının da sabır olduğu belirtilmektedir. Âyetteki “büyük pay sahibi olanlar” anlamına gelen ifade, bu bağlamda sabrın yanında onu destekleyici mahiyetteki ahlâkî erdemlerle bezenmiş olanları ifade etmektedir (İbn Âşûr, XXIV, 295). …

Özellikle bireysel özgürlüklerin öne çıkarıldığı yönetimlerde bu özgürlüklerin anarşiye dönüşmemesi için hakkına razı olmak, bağışlamak, yardımlaşmak, sıkıntıları paylaşmak vb. feragat örneği davranışların geliştirilmesine, bunun için de insanların bu yönde eğitilmelerine büyük ihtiyaç vardır. Bu yapıcı davranışların en ileri derecesi, kişinin kendisine yapılan bir kötülüğü cezalandırması mümkün olduğu halde bunu yapmak yerine bağışlama yolunu seçmesi, hatta kötülüğü iyilikle karşılama yüceliğini gösterebilmesidir.

İslâm ahlâkında bu erdemin adı hilimdir. Nitekim İbn Atıyye âyetteki kötülüğe iyilikle karşılık vermeyi öğütleyen kısmın, “bütün ahlâk güzelliklerini ve hilim çeşitlerini” kapsadığını belirtir ve selâm verme, öfke duygusunu bastırma, alacak-verecek ilişkilerinde kolaylaştırıcı olma gibi güzel davranışları bu çerçevede değerlendirdikten sonra Abdullah b. Abbas’ın şu sözünü aktarır: “Mümin kişi bu erdemli işleri yaparsa Allah onu şeytanın etkilerinden korur, düşmanının dahi ona saygı duymasını sağlar” (V, 16). Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in feragate dayalı ahlâkî tutumu ile siyasî ve sosyal başarıları arasında kesin bir ilişkinin bulunduğu görülür.

Kur’an-ı Kerîm’in affetme, kötülüğe iyilikle karşılık verme gibi öğütleri bireysel hakların ihlâliyle ilgili olup kamu haklarını kapsamadığı bizzat Hz. Peygamber’in uygulamalarından anlaşılmaktadır (meselâ bk. Buhârî, “Menâkıb”, 32; “Hudûd”, 10, 12; Müslim, “Hudûd”, 8, 9; “Fezâil”, 77); daha sonraki müslüman devlet ve hukuk adamlarının görüş ve uygulamaları da bu yönde olmuştur.  https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Fussilet-suresi/4252/34-35-ayet-tefsiri

Selam ve Sabırla… 30.05.2025

 

 

Hayat Bu…

 Hayat Bu…

Veysi ERKEN Dr.

Hayat, HAYY’ lığı, diriliği ifade eder.

HAYY olmak hem maddi hem manevi boyutludur. Bedeni ve ruhidir. Bizler “Sizler cansız iken size O hayat verdiği halde Allah’ı nasıl inkâr edebiliyorsunuz? Sonra sizi öldürecek, sonra diriltecek, sonra O’na götürüleceksiniz. Bakara-28” ayetine iman ediyoruz.  Bizi dirilten de öldüren de Allah’tır.

Onun içindir ki "Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Allah içindir. En’am-162” ayetine göre amellerimizi güzelleştirmeye, Allah’ın rızasını kazanmaya çalışıyoruz.

Hayat bu…

Bazen güneş gibi parlar, bazen buz gibi soğur.

Bazen yağmur gibi rahmete bürünür, bazen kar gibi üşütür.

Bazen fırtınaya, borana dönüşür bazen sükûnetin merkezi olur.

Darb-ı meselin insan hayatında yeri vardır. Bazı sözler kalıcı etki yapar. Tıpkı suyun mermerde iz bıraktığı gibidir.

Bir dostum bana Giordano Bruno’un hayatımızı ve gidişatımızı izah etmeye çalışan sözlerinden derlenmiş bir demek gönderdi. Sizlerle paylaşayım.

Hayatımızdaki "İki şey" hakkındaki sözleri, bugün de değerlerinden hiçbir şey kaybetmemiş...

İki şey 'Kalitesiz İnsan'ın özelliğidir:

1- Şikâyetçilik

2- Dedikodu 

İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:

1- Bakış açısını değiştirmek

2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek...

İki şey yanlış yapmanı engeller:

1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek

2- Hak yememek 

İki şey kişiyi gözden düşürür:

1- Demagoji (laf kalabalığı)

2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)

İki şey insanı 'Nitelikli İnsan' yapar:

1- İradeye hâkim olmak

2- Uyumlu Olmak 

İki şey 'Ekstra Değer' katar:

1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak

2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek. 

İki şey geri bırakır:

1- Kararsızlık

2- Cesaretsizlik 

İki şey başarının sırrıdır:

1- Ustalardan ustalığı öğrenmek

2- Kendini güncellemek 

İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:

1- Niyetin saf olması

2- Ruhsal farkındalık 

İki şey milyonlarca insandan ayırır:

1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak

2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek

İki şey gelişmeyi engeller:

1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat)

2- Felakete odaklanmış olmak

İki şey çözüm getirir:

1- Tebessüm (gülümseme)

2-Sükût (susmak) 

İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:

1- Anne

2- Baba

İki şey geri alınmaz:

1- Geçen zaman

2- Söylenen söz

İki şey ulaşmaya değerdir:

1- Sevgi

2- Bilgi

İki şey "hayatta önemli olan her şey" içindir:

1- Nefes alabilmek

2- Nefes verebilmek”

Sonuç "Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Allah içindir. En’am-162” diye bildiğimiz ölçüde anlamlı ve değerlidir.

Selam ve Sabırla… 30.05.2025

29 Mayıs 2025 Perşembe

En Azgın İki Düşman

 En Azgın İki Düşman

Veysi ERKEN Dr.

İman edenlerin, kâmil bir şekilde Allah’a teslim olanların, hakkı tebliğ edenlerin en amansız düşmanı Yahudiler ve müşrikler olarak belirtilir.

Ayette “Kuşku yok ki iman edenlerin, insanlar içinde en amansız düşmanlarının Yahudiler ve şirk koşanlar olduğunu göreceksin. Maide-82”

İman edenlere düşmanlıkları kalplerindeki hastalıktan ileri gelir. Helvadan yaptığı puta tapan ve sonra yiyenlerin ruh hali düşmanlıklarının belirtisidir.

Müşrik ve Yahudilerden her türlü düşmanlık sudur eder. Onları uyarmak fayda sağlamaz, yeryüzünü fesada uğratmak temel anlayışlarıdır. Ayetlerde “İnkâr edenleri uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, asla iman etmezler. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de kalın bir perde bulunmaktadır ve onlar için büyük bir azap vardır. İnsanlardan bazıları da vardır ki inanmadıkları halde “Allah’a ve âhiret gününe inandık” derler. Akıllarınca Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya kalkışıyorlar; hâlbuki onlar farkında olmadan yalnızca kendilerini aldatmış oluyorlar. Kalplerinde bir bozukluk vardır, Allah da onlardaki bozukluğu arttırmıştır. Yalan söylemeleri yüzünden, kendilerine acı veren bir azap da vardır. Onlara “Yeryüzünde düzeni bozmayın” denildiğinde, “Hayır, biz yalnızca ıslah edenleriz. Biline ki, gerçekten bozanlar onların ta kendileridir, ama farkında olmuyorlar. Onlara “Diğer insanlar gibi siz de iman edin” denildiğinde, “Akılsızların inandıkları gibi biz de inanalım mı?” derler. Biline ki, asıl akılsızlar onlardır, fakat bilmezler. İman edenlerle karşılaşınca “inandık” derler, şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise “Biz sizinleyiz, biz yalnızca alay etmekteyiz” derler. Asıl onlarla alay eden ve azıp saparak dolaşmalarına izin veren Allah’tır. Doğruya karşılık sapkınlığı satın alanlar işte onlardır. Bu sebeple ticaretleri kâr etmemiş ve doğru yolu da bulamamışlardır.” derler. Bakara-6-16

Ayetlerde belirtildiği gibi Yahudiler, müşrikler, münafıkların bir tek gayeleri vardır. İman edenlere düşmanlık ve yeryüzünü fesada uğratmak, yakmak, yıkmak ve sömürmektir.

Bunun için onlar ve uşakları için sevgi beslememek, onları dost edinmemek şarttır, farzdır.

Ayetlerde “Ey iman edenler! Eğer benim yolumda cihad etmek ve hoşnutluğumu kazanmak üzere yola çıkmışsanız, benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri kendilerine sevgi göstererek dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmektedirler; üstelik rabbiniz Allah’a iman ettiniz diye peygamberi ve sizi (yurdunuzdan) çıkarıyorlar. Ben sizin gizlediklerinizi de açıkladıklarınızı da bildiğim halde onlara gizliden gizliye sevgi besliyorsunuz. İçinizden kim bunu yaparsa bilsin ki doğru yoldan sapmıştır. Onlar sizi bir yakalasalar size düşmanca davranırlar, elleriyle ve dilleriyle size kötülük etmeye çalışırlar ve isterler ki sizler de hakkı inkâr edesiniz. Kıyamet gününde yakınlarınız da çocuklarınız da size asla fayda vermeyecek. Allah aranızda hükmünü verecek. Yapıp ettiklerinizi Allah görmektedir. Mümtehine, 1-3

Hâsılı kelam.

Bilinmelidir ki, müminlerin en azılı düşmanları Yahudiler ve müşriklerdir. Düşmanlıkları açıktan ve sinsi bir şekilde devam etmektedir. Tek gayeleri yeryüzünde fesadı arttırmak, insanları soykırıma uğratmak, vatanlarını işgal etmek ve her imkânlarını sömürmektir.

Müminin görevi bunları tasfiye etmeye çalışmaktır.

Selam ve Sabırla… 29.05.2025

Aile Konusunda Felaket Var Tedbir Yok

 Aile Konusunda Felaket Var Tedbir Yok

Veysi ERKEN Dr.

Tedbir. Kadını “ev hanı” ve “ana/anne” yapmaktır.

Annelere, çocuğunu hane içinde yetiştirene destek olmak, maaş bağlamaktır.

Bilindiği üzere “kapitalizm dini” kadını sokağa sürüklemiştir, metalaştırmıştır, köleleştirmiştir.

Bu gerçek kabul edilmedikçe sonuç alınmaz,alınamaz.

Uygun tedbir alınmazsa felaket azalmaz, aksine artar.

Sadece nüfus artış hızı azalmaz, aile yıkılır devlet mezarlığa gider.

 Doğrudur.

“Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete” sözü topluma mal olmuş ve felaketi izah ediyor.

Nüfusla ilgili başarısızlık sadece “kemiyet/nicelik” ile ilgili değildir. Asıl felaket “keyfiyet/nitelik” tedir.

Özetle kadını sokağa mahkûm etmekle, ev hanlığını bitirmekle hem kemiyet hem keyfiyet anlamında felakete sürükleniyoruz.

Ülke yokluğa doğru sürükleniyor, aile tahrip ediliyor, değerlerinden, İslam’dan kopuk, hatta düşman sayılabilecek bir nesil yetişiyor, yetişti denilebilir.

İki yönlü bir başarısızlık var ortada.

Yakınma var tedbir yok.

Bilinmelidir ki, tedbir kadını aileye “ev hanı” yapmaktır. Evin düzenini kurmasını sağlamaktır. Maddi anlamda dışarıya mahkûm etmemektir. Evinde oturan, nitelikli çocuk yetiştirmeye çalışanı yüksek gelirle, maaşla desteklemektir.

“Ev hanı” olanlara maaş bağlamaktır.

Kadınları “hane”ye Han” yapmaktır.

Tedbir budur.

Yıllar önce şöyle yazmıştım. Aileyi Yıkarsanız Devlet de yıkılır Vatan da biter” diye.

Misal vermiştim. “Mevcut iktidar döneminde maddi yatırımlar ciddi anlamda arttı ve gerçekleşti. İmar faaliyetleri arttı. Yol, köprü, hastahane, okul ve savunma sanayinde artışlar  yılların ihmalini giderdi diye

Evet.

Ahmak, aptal, art niyetli veya hain olanlar hariç bu durumu görmeyen yok

Maddi boyuttaki büyüme ve gelişme kapitalist ekonomik anlayış yüzünden toplumun bütün kesimlerine adil bir şekilde yansımasa da bir gerçektir.

Hani "bizim aile" diye bir filim vardı ya.

Maddi zenginliği temsil eden, paradan, maddi imkân dışında bir gerçek tanımayan Saim bey vardı.

Zengindi.

Ama aileden kopuk ve hayattan kopuk bir kişilik.

Maddi olarak o karaktere büründük devletçe.

Ve yedi çocuklu bir aile. "Bizim aile"

En iyisi yedi çocuklu fakir ailenin reisi Yaşar Ustanın Saim beye hitabını hatırlatarak devam edeyim 

"4 çocuklu Yaşar Usta ile 3 çocuklu Melek Hanım, mahallelinin ısrarıyla evlenirler. Ama çocukları bu durumdan hoşlanmaz... Münir Özkul’un, gelininin (üvey oğlu ) babası zengin işadamına “Sen milyarder, fabrikalar sahibi Saim Bey! Sen mi büyüksün? Hayır, ben büyüğüm. Sen bir hiçsin. Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil sevgiyle bağlıyız” dediği o film..."

Bir tarafta bizim aile, diğer tarafta maddenin dışında bir şey tanımayan güç.

Hitaptan anlaşılacağı üzere aile sevgiyle oluşur ve devam eder, maddi refahla değil.

Evet.

Maddi olarak belki Saim Bey gibi bir devletimiz oldu, oluyor. Yani bizim aileyi bilmeyen, bilmek istemeyen, dağıtmaya çalışan bir yapı.

Bir başka deyişle,

Yaşar usta gibi bir babayı yok ettik, ediyoruz. Ana olacakları köleleştirdik, köleliği teşvik ettik. Kadını “ev hanı” olmaktan uzaklaştırdık.

Birbirine parayla değil, sevgiyle, şefkatle, merhametle ve sadakatle bağlı aileyi dağıtıyoruz.

Ne ile?

Dışarıdan ithal ettiğimiz kanun ve ilkelerle.

Topluma dayatılan yaşayışla.

Yerli ve millî olmayan medya ile.

Şiddet, cinayet, boşanma, evlenmeme, evden uzaklaştırılma arttı, artıyor.

 Hem de katlanarak.

Kısaca aile yıkılıyor, dağılıyor, parçalanıyor. Fırtına kar ve Boran'a dönüştü.

Dağılma sureci hızlandı.

Yıkıma engel olmaya çalışanlar var. Direnç var.

Biz aileyiz, aile kalmak istiyoruz değerlerimizle diyenler.

Kadı ev hanı olsun, evinde maaşını alsın, devleti kurtarsın diyenler var.

Ama devlet tersini yapıyor.

Sokağa mahkûm edilenleri teşvik ediyor, onları destekliyor.

Hâsılı kelam.

Bilinmelidir ve unutulmamalıdır ki, Aile yıkılırsa devlet de yıkılır, vatan da biter.

 Bu gerçek asla unutulmamalıdır.

Sevgi üzerine inşa edilmiş ailemizi, bizim aileyi yaşatmak için  geç kalınmış, tamirat zor. Yollar uzun, yollar ince.

Her şeye ve tahribata rağmen bir an önce karar verilmelidir.

Yıkım mı, varlığı devam ettirme mi?

Varlığımızı, devletimizi, vatanımızı, kısaca dünyamızı imar etmek istiyorsak "aile"yi mamur hale getirmek zorundayız.

Evde oturanı, çocuk doğuranı, nitelikli evlat yetiştireni destekleyelim, kendilerine maaş bağlayalım.

Geliniz ailemizi kendi değerlerimize göre inşa edelim, “ev hanı” olanları destekleyelim, maaş bağlayalım, devletimizi ve vatanımızı koruyalım.

Ya istiklal ya izmihlal.

Selâm ve sabırla... 29.05.2025

28 Mayıs 2025 Çarşamba

Sözün en güzelini söylemek

 Sözün en güzelini söylemek

Veysi ERKEN Dr.

İnsanları arasına şeytanların girmemesi için Allah kullarına Resulü vasıtasıyla tavsiyede bulunuyor. “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler; yoksa şeytan aralarına girer. Kuşkusuz şeytan insanların apaçık düşmanıdır. İsrâ-53

Sözün en güzelini söylemek, insanların arasına fitne ve fesada sebep olacak sözlerden, fiillerden, eylemlerden kaçınmak İslami anlamda müminliğin gereğidir.

Müminler sözün en güzelini söylemekle mükelleftirler.

Buna rağmen toplumda güzel söze uymayanlar, münafıklık edenler, kalplerinde zeyğ olanlar olacaktır.

“Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’an) bir kısım âyetleri muhkemdir ki bunlar kitabın esasıdır, diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde sapma meyli (zeyğ) bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te’vil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar. Âl-i İmrân-7” ayetinde belirtildiği gibi bu tipler fitne çıkarmak için çaba harcayacaklar ve harcıyorlar.

Bu tipler Kur’an okunduğu zaman rahatsız olurlar. Bunun için araya perde çekilir.

 “Kur’an okuduğun zaman seninle, âhirete inanmayanlar arasına gizli bir perde çekeriz. Ayrıca onu anlamamaları için kalplerinin üzerine örtüler, kulaklarına da bir tıkaç koyarız. Sen rabbinin Kur’an’daki ismini tek başına andığında canları sıkılmış olarak arkalarını dönüp giderler.

Biz onların seni dinlerken neye kulak verdiklerini, kendi aralarında fısıldaşırken de o zalimlerin, “Siz, sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!” dediklerini çok iyi biliyoruz. Bak işte, senin hakkında ne türlü benzetmeler yapıyorlar! Böylece yoldan saptılar, bir daha da doğru yolu bulamıyorlar. İsrâ, 45-48” ayetleri bunu izah eder.

Münafıklara, müfsidlere rağmen sözün en güzelini söylemekle mükellefiz.

İnanan ve Allah’ın rızasını kazanmak için amel edenler sözün en güzelini leyin bir şekilde söylemekle mükelleftirler ki insanlar dağılıp gitmesinler.

Bu Hz. Muhammed’in sav. yöntemidir.

Ayette “Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever. Âl-i İmran-159“ buyrulur.

Temennimiz ve duamız sözün en güzelini leyin bir şekilde söyleyenlerden ve bununla amel edenlerden olmamız yönündedir.

Selam ve Sabırla… 28.05.2025

Her Adım Gazze ve Kudüs İçin

 Her Adım Gazze ve Kudüs İçin

Veysi ERKEN Dr.

On beş yıl önce Gazze ve Kudüs için büyük bir adım atılmıştı. Mavi Marmara gemisi öncülük ediyordu.

Merhamet yükünü taşıyordu.

Siyonist katiller ve uşakları durduruldu. Katliam yapıldı gemide.

Yetkililer sustu, sessiz kaldı.

Fetöitler “otoriteden/İsrail denilen Siyonist kışlasından” izin alınmalıydı diye algı operasyonu başlattılar.

Müslüman görünümlü münafık olduklarını ortaya koydular.

Yine bir faaliyet ve hareket başlatılmak isteniyor.

“Her adım Gazze ve Kudüs için” bu faaliyet engellenmemeli, harekete geçilmeli ve Siyonistlerin tepelerine “ebabil kuşları” misali İHALAR, SİHALAR, TİHALAR gereğini, siccinleri yağdırmalı, Gazze ve Kudüs’e merhamet yüklerini ulaştırmalıdır.

Engel olan bütün yöneticiler ve etkililer dinen, ahlaken, insanî olarak sorumludurlar. Zalimlerin, katillerin, soykırımcıların ortağı olmuş olurlar.

Evet, on beş yıl önce “merhamet yüklü” sefinenin içinde yer alanların bir tek gayesi vardı.

Başta Gazze’de olmak üzere dünyada tevhidi, özgürlüğü ve barışı adaletle sağlamak idi. Zaten geminin yolcuları renkleriyle, farklı dil ve dinleriyle, giyim ve kuşamlarıyla bunu ortaya koyuyorlardı.

Siyasi ve ideolojik kaygılardan uzak bir kardeşlik paydası vardı.

“Küresel vicdan”

“Ortak Payda” İnsanlığın vicdanını adalet ve özgürlük için taşımaktı.
Fakiri zengini, Hıristiyan’ı Müslüman’ı, Yahudi’si Ateisti, Türk’ü Kürdü, Boşnağı İngiliz’i, başı açığı, örtülüsü kısaca “adalet” ve özgürlük” sevdalıları hep bir sefinede buluşmuştu.

Siyonist katillerin, vahşilerin, soykırımcıların, insan olmayanların karizmalarını çizmiş, efsanelerini ve yenilmezliklerini bitirmişti sefinenin yolcuları.

Bugünlerde “her adım Gazze ve Kudüs için” hareketi Siyonist kışlayı dağıtmalı, katilleri tasfiye etmelidir.

Bu mümkündür.

Allah’a teslim olan, rızasını kazanmak isteyen adım atmaya hazırdır.

Malıyla ve canıyla hazırdır.

Yeter ki, yöneticiler ve sorumlular engelleri kaldırsın, yollar açıktır desin.
On bey yıl önce gemidekiler esfel Siyonistlere ve uşaklarına direndiler.

Dua aldılar ve zafere erdiler. Siyonist efsane çözüldü.  Siyonist zihniyetin tamamen çökmesi ve yok olması için Gazi Hanefi Sinan’ın tabiri ile dört damlaya ihtiyaç var.
1-Kandamlası

2-Mürekkep damlası

3-Ter damlası

 4-Gözyaşı damlası

Evet, dört damla insanlığın kurtuluşuna vesile olacak inşallah.

Şehid ve gazilerin kanı, Müslüman âlimlerin mürekkebi, Adaleti arayanların katkı ve yardımları için terleri ve mustazafların( gücü yetmeyen, çocuk, kadın, ihtiyar vs.) gözyaşı. Bu dört damla merhamete dönüşerek insanlığı katillerden temizleyecek inşallah.

Sadece bunları değil tesanütü(dayanışma, yardımlaşma) ve isarı (başkasını kendine tercih etme) öğrendik gazilerden.

On beş yıl önce olduğu gibi bugün “her adım GAZZE ve Kudüs için” diyenlerde de bu damlalara sahip.

Bu adımlara engel olan, olacak olan, destek olmayan, Siyonistleri ve uşaklarını BOYKOT etmeyen her yönetici, fert, devlet sorumludur, günahkârdır, katillerin destekçisidir.
Hadi “GAZZE ve KUDÜS için adım” atmaya, adımları çoğaltmaya, yürüyüşü zaferle taçlandırmaya.

Bizler ümitsiz değiliz.

“İnanan, hicret eden, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katındaki mertebeleri pek büyüktür. Muradına erecek olanlar da onlardır. Rableri onları kendi rahmeti, hoşnutluğu ve cennetleriyle müjdeliyor, onlar için orada kesintisiz nimetler vardır Tevbe, 20-21” gerçeğine iman ediyoruz.

Selam ve Sabırla… 28.05.2025