Siyahların Dramı*
Veysi
ERKEN
“İnsanlık tarihi inançlarının, kültürlerinin, renklerinin,
ırklarının, ilmî ya da siyasî düşüncelerinin farklılıklarından dolayı, toplu
halde veya münferit olarak kurşuna dizilen, yakılarak, linç edilerek, ya da
işkence yapılarak öldürülen milyonlarca insanın acı öyküleri ile doludur”
diyor Sayın Abdulbaki Keskin “Siyahların Dramı” isimli eserinin ön
sözünde. ( Özgürlük şarkısını terennüm eden herkese tavsiyemdir. Bu kitabı
bulunuz ve okuyunuz. V.e.)
Üniversitelerin
kapısında zulme uğrayan, saçından tutularak sürüklenen, eğitim hakkı çağdaşlık
ve bilmem ne adı altında gasp edilenleri televizyonlarda seyrettikçe aklıma hep
Afrika asıllı Amerikalı Müslümanların yani “Siyahların
Dramı” aklıma gelir.
Köleliğin,
ırk, renk ve inanç farklılığının tarihe karıştığının varsayıldığı bir ülkede,
herkesin eşit haklara sahip olduğunun ilan edildiği bir zamanda “başörtüsü veya bir başka sebepten”
insanlar mağdur ediliyor, hakarete uğruyor ve ruhî depresyonlara sürükleniyorsa
ayırımın bölücülüğün devam ettiğinin bir kanıtı olsa gerek.
Vah!
Zavallı insanlık vah!
İnsanlığın var olduğunu zannediyordum. Meğerse
insaf, merhamet, vicdan ve dahi bilumum duygular körelmiş, mazlumların ızdırabı
üstüne tamtam dansları yapılır olmuş.
Lise
öğrencilerinin bile düşünce özgürlüğünün, insan haklarının olmadığı inancına
kapıldıkları ve onları haklı çıkaracak Siyahların aşağılandığı, hor görüldüğü,
işkenceye tabi tutulduğu zamanda, “kiliseler, mezarlıklar, hasta haneler, hapishaneler,
okullar, eğlence yerleri, parklar, tuvaletler, merdivenler, çıkış ve giriş yerleri,
asansörler, taşıtlardaki yerler, tüm insan faaliyetlerini ilgilendiren mekânlar,
hatta beyazlara ait ‘pet’ denilen ve evlerde bulundurulan kedi veya köpek gibi hayvanlarla,
siyahlara ait bu nevi hayvanların defnedildikleri mezarlıklar bile ayırt
edildiği”(s.17) bir döneme mi dönüyoruz?
Güzelim vatanımda da insanlar “siyah-beyaz” diye ayırıma mı tabi tutuluyor?
Acaba siyah kabul edilenlerin oranı kaçtır? Yüzde doksan beş mi?
Hep
bu sorular aklıma geliyor.
Ve ülkemin “siyah İnsanları”na(!) yapılan zulmü insanlık adına sorguluyorum.
Acaba
bu zulümlerden ülkemiz ne kazanıyor. Bilimsel çalışmaları mı, icatları mı,
dünyadaki itibarı mı yoksa bilemediğimiz bir yönü mü yükseliyor? Yoksa hayat
pahalılığı mı azalıyor? İnsanlarımızın yüzü gülüyor da biz mi fark edemiyoruz? Görünen
manzara şudur ki, ülkemiz bu zulümlerden bir şey kazanmadığı gibi insanının,
vatandaşının güvenini de kaybetmektedir.
Yazık, bu millete, bu ülkeye, bu güzelim
insanlara.
Bu
zulümden, bu işkenceden ancak Türk milletinin düşmanları ve onların yerli
uzantısı olan oligarşi fayda görür.
Tabi ki, geçici fayda. Zira hiç bir zulüm
ebediyen payidar olmamıştır ve olmayacaktır da. Bu ilahi hükmü hiçbir zalim
değiştiremez.
Gün
gelir güzel ülkemin “siyah”
muamelesi gören güzel insanlarının yüzü güler. Kendilerini bu ülkenin yegâne
sahibi zanneden sahte “beyaz”lara
rağmen. Merhum Necip Fazıl’ın dediği gibi bu tekerlek tümsekte kalmayacak...
Vesselam.
*Keskin,
Abdulbaki. Siyahların Dramı Afrika Asıllı Müslümanlar, TDV yayını, Ankara 1998.
Not: Bu yazı 12.06.1998 tarihinde
yazılmış ve Gündüz Gazetesinde yayınlanmıştır. O günlerde ülkemizde İslam’ı
yaşamaya çalışanlara A.B.D. içinde yaşayan ve zenci diye tabir edilenlere
yapılan zulmün benzerine maruz kalanlar için yazılmıştı. O gün sessiz kalanlar
için 22 yıl sonra tekraren yayınlıyorum.
Ülkemizde değişen şartlar vardır.
A.B.D. ise tamamen zalimlerin hâkim
olduğu ülke olma özelliğini devam ettiriyor.
Siyahlar yine ayakta. Farkı şudur.
Bugün siyahlar için beyazlar da ayakta. İnşallah özgür günleri görecekler ve
hiçbir ayrımcılığa maruz kalmayacaklar.
O günlerin en yakın zamanda
gerçekleşmesi için Dua halindeyim. Rabbulaleminden niyazım budur. Hududullah
dairesinde mutlak özgürlük. V.e.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?