Hoşgörü mü? Müsamaha mı?
Veysi ERKEN Dr.
Herkesin diline yerleştirilmiş bir kelimedir “hoşgörü”
Cümlelerimize efendim ben çok hoşgörülüyüm diye başlarız. Başlangıç cümlelerinin akabinde ve detayında “olumsuz”, “kötü” ve “rezil” davranışların bulunduğunu bile bile “hoşgörümü”zü eksik etmeyiz.
Tabi ki, düşünmeden ve şu soruları kendimize sormadan.
Acaba İslami anlamda “hoşgörü” var mıdır? Hoşgörü ile “müsamaha” arasında fark bulunmakta mıdır?
Bunları hiç tartışmıyoruz.
Ben “müsamahakâr” davranırım, çünkü Müslüman’ım. Müsamahakârlığımın hududunu “emr-i bil-maruf ve nehy-i anil-munker” belirler.
Her şeyi hoş görmem mümkün değildir.
Bunu bu şekilde ifade ettikten sonra gelelim hoşgörü kavramının kaynağına. Hoşgörü batı kaynaklı olup ortaçağda “kilise” ve “kilisenin dışında olanlar”ın arasında olan davranış kalıplarının izahında kullanılmıştır.
Bu gerçeği “Kitle İletişim” uzmanı olup dersimize gelen Mesut Özgen beyefendiden öğrendim.
Mesut beyin anlatımına göre kilisenin dışında kalanların ekseriyetinin davranışı sapıklığa, sapkınlığa varacak şekildedir. Homoseksüellerden lezbiyenliğe, hırsızlıktan hortumculuğa kadar uzanan bir davranışlar dizisi.
Kilise bunların ıslahı ile uğraşacağına davranışlarını hoş görmeye başlamış.
Bilinen husus şudur ki, hoş görülen ve beğenilen bir davranış zamanla beğenenin davranışı haline gelebilir. Nitekim homoseksüelliği, lezbiyenliği, hırsızlığı, hortumculuğu ve her türlü ahlak dışı davranışı hoş görenlerin zamanla o davranışları kendilerinin sergilediğine şahit oluyoruz.
Fiil ve eylemlerin tasvibi zamanla yaşanmasına sebep oluyor. Kötülükler bu şekilde toplumda yaygınlık kazanıyor. Bu gerçeği aklımızdan çıkarmayalım.
Bu anlamda ben hoş görülü değilim. İnancımla bağdaşmayan hiçbir davranış ve düşünceye saygılı değilim ve hoşgörü ile karşılamıyorum.
Ve hoşgörülü olmaktan Allah’a sığınırım.
Benim müsamahâkarlığım, kişilere “din” biçmeme konusundadır. Ahlak dışı davranışları yok saymak, görmezlikten ve duymazlıktan gelmek, bireyin ve toplumun çöküşünün başlangıcıdır. Ülkemizdeki çöküş bunu izah etmeye yeter.
Müsamahakârlığımın sınırlarını emir ve nehiy çizgisi, emr-i bil maruf ve nehyi anil munker belirler.
Etrafımı uyarmak. Onları zarif ve güzel ifadelerle intibaha çağırmak vazifemdir.
Bu vazife her Müslüman’ın vazifesidir.
Müslüman ahlaksızlığı hoş gören değil, onları gidermeye çalışandır ki, toplumda kimse kimseye “eliyle, diliyle veya bir başka özelliğiyle” zarar vermesin.
Edeb'li olsun.
Toplumun eminliği “el, dil ve bel” eminliği ile sağlanıyorsa, yıkılışı da “el, dil ve bel” ile gerçekleştirilen ahlak dışı davranışların “hoşgörü”lmesiyledir.
Herkese çağrım şudur.
Lütfen kavramları ve kavramların kaynağını bilelim ve ona göre kullanalım.
Cehalet pek çok yanlış kavramın benimsenilmesine yol açar. Tıpkı toplumumuzda olduğu gibi.
Kelimelerdeki, kavramlardaki bozulma ve anlam kayması felaketlerin kaynaklarından biri olup çöküntüyü beraberinde getirir.
Tıpkı toplumuzda gittikçe şiddetini arttıran çöküntü gibi.
İffet ortadan kalkınca “az hamilelik(!)” mubah görülmeye başlandı maalesef.
Ortaçağdaki kilise davranışının sonuçlarını bugün batı fazlasıyla görmektedir. Babasızların oranı yüzde ellileri geçmiş. Aldatma, hırsızlık, sömürü, lezbiyenlik ve homoseksüellik işin cabası.
Netice-i kelâm, hoşgörüye hayır, emir ve nehiy sınırları içindeki müsamahaya evet.
Selam ve Sabırla… 24.02.2025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?