Muhsin Başkan: Baki
Kalan Kubbede...
Veysi ERKEN Dr.
“İnsan ölür kalır
eseri”
demiş atalarımız.
Bu
dünyadan hicret edip nisyana uğramayanların sayısı az.
Firavunlar
ve nemrutlar zulümleriyle, peygamberler ve varisleri de iyilikleri, tebliğleri,
usvelikleri ve irşatlarıyla unutulmaz, nisyana uğramaz.
Asırlarca
anılırlar bıraktıklarıyla.
Önemli
olan iyi eser bırakmak ve güzel anılmak.
İşte
hayatıyla güzel eser bırakan bir dost. O, zikre dalmış her şey diyordu. Kendisi
de bu zakirlerden biriydi.
“Zikre dalmış her
şey” diyen
bir dostun, tanıdığın, gönüldaşın ardından yazmak zor. Ölümüyle gönülleri
birleştireni, büyük birliği gerçekleştireni anlatmak kolay değil. Hele hele
şehid bir cinayet sonucunda şehid olduğuna inandığım birinin hayatından
kesitleri kaleme almak hiç kolay değil.
Evet,
Muhsin Yazıcıoğlu şehittir inşallah.
“Ölüm güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?” diyenlerdenim. O sonsuzluğun
sahibine, âlemlerin rabbine kavuştu suikast neticesinde.
“Ölümüm dirimden daha
çok İslam’a hizmet edecektir” diyenlerin yolundaydı O.
“Selam gönülleri
birleşenler, selam uzaklarda dertleşenler” diyen şairin dediği gibi gidişiyle
gönülleri birleştirdi. Uzaklarda dertleşenleri kaynaştırdı.
Yazıcıoğlu’nu
herkesin yazdığı gibi dillendirmeyeceğim. Onu tanıklık ettiğim birkaç yönüyle
anlatmaya çalışacağım ki, tarihe not düşelim. Bilinmeyen yönlerini bilinir hale
getirelim.
Merhum
başkanla ortak hatıralarımızın hepsini yazmaya kalkışsam bir kitap olur. Tarihe
tanıklık babından yaşanmış sadece birkaç hadiseyi anlatıyım ki, merhum
anlaşılsın, model olarak sunulsun.
Yolumuzun
ilk kesişme zamanı ülküdaşım ve hemşerim Metin Olgaç’ın şahadeti münasebetiyle
oldu.
Metin
Olgaç, Yazıcıoğlu gibi “Mefkûremiz
göklerde dalgalanan bir sancak, Allahın huzurunda eğiliriz biz ancak” diyen beşerlerdendi. Metin Olgaç’ın zaafı
vardı ailesine karşı. Sözümü dinlemedi ve Batman’da ikamet eden ailesinin
yanına gitti.
Avdetinde Malabadi
köprüsünü geçemeden Diyarbakır ilinin Silvan ilçesinde kahpe bir saldırıya
hedef olarak şehid düştü.
İşte
Muhsin başkanla ilk mülaki oluşumumun nedeni ülküdaşımızın şehadetinden sonra
yapılacaklar içindi.
O
dönemde Muhsin Genel Başkandı Ülkü Ocaklarında. Ben ise Ülkü-Köy’ün Genel Sekreteri
idim.
Metin’in
şehadetinden sonra da birkaç kez görüştük. Dik duruşu yüzünden okunuyordu daima.
Aradan
yıllar geçti. İslami hassasiyetleri zayıf olan dostlarla yollarımız ayrıldı.
Ülkü Ocakları başkanı Muhsin medrese-i Yusufiye'de tedrisatını tamamlayıp dik
duruşundan bir şey kaybetmeden mezun oldu.
Yine
siyaset ve Allah’ın rızasına matuf hizmete devam.
Eski
dostlarla olmuyordu, devam edemedi o günün partisinde.
Seçildiği
partisinden ayrıldı. MİSK kokan milli,
İslami, sivil ve katılımcı bir hareketi başlattı arkadaşlarıyla.
İlk
günden itibaren destek olanlardan biriydim.
İlk
telkinim partiden ayrılmalarından dört gün sonra oldu.
Cuma
namazında Kocatepe camiinde karşılaştık. Ona geçmiş üzerinde ve geçmişin
kavramlarıyla siyaset yapmamasının gereklerini izah ettim.
Yollarımız
tekrar kesişmişti. Büyük Birlik hareketi totaliter zihniyetleri red hareketi
idi ve Türkiye’de ilkti.
Dik
duruşun adıydı Büyük Birlik. Sorgusuz sualsiz ve robotça davranışlara karşı bir
“isyan ahlakı hareketi”ydi.
Büyük
Birlik hareketine inananlar şunu öğrenmişlerdi. Ülkemiz farklılıkları
bünyesinde barındıran bir kilim gibiydi ve iki buçuk metrekarelik hücreler gibi
bölüşülebilmeliydi.
Yıl
1996. Refah yol hükümeti için destek söz konusu. Toplantıya davet edildik.
Çünkü bu harekette meşverete önem veriliyordu ve görüşlerimiz onlar için
önemliydi.
Merhum Başkana ve
topluluğa dönerek şöyle ifade ettim fikirlerimi.
Görüyorum
ki, çok sıkıştınız. Destek olmasanız Müslümanların iktidarına engel olmakla
itham edileceksiniz. Destek olursanız eski dostlarınız tarafından başka türlü
itham edileceksiniz. Siz en iyisi karşılıksız fakat şartlı destek veriniz.
Ertesi
gün kürsüden Büyük Birlik hareketi adına haykırdı. Aynen şunu söyledi kürsüden.
“Bizler Müslümanların iktidarını
engellediler” dedirtmeyeceğiz.
Karşılıksız destek bazılarının hoşuna gitmese bile ülkeyi rahatlattı.
Tabi
ki, bu davranış oligarşik çetenin hoşuna gitmedi. Bir şeyler yapılacağı belliydi.
Oligarşik
çete 28 Şubat post darbeyi yaptı “host”ları
vasıtasıyla. Yine dik duruş gösterilmeliydi. Ve gösterildi. 16 Mart 1997 günü mecliste görüştük.
İstanbul'dan gelenler vardı.
Meğerse
insan hakları derneklerinden gelmişlerdi. HDR Başkanı Mehmet Doğan, Mazlum der
İstanbul Şube başkanı Şadi Çarsancaklı ve Ankara’da Osman Yurt. Orada Muhsin
Başkan şunu söyledi. “Namlusu halka
çevrilen tanka selam durmam”
“Namlusu halka
çevrilen tanka selam durmam” bu söz dalga dalga yayıldı ve oligarşik
çeteyi rahatsız etti. Çünkü O
“zulüm Azrail olsa hep hakkı tutacağım. Mukaddes davalarda ölüm bile
güzeldir.” inancına sahipti ve tankın namlusunu halka çevirenlerle mücadele
etmeliydi.
Büyük
Birlik camiası bunu hep gösterdi.
Namluyu
halka çevirenlerle mücadele etti.
Oligarşik
çete boş durmadı. Oligarşik çete Büyük
Birlik tarlasını hep sürmek istedi.
Sızmalar
her zaman mümkündür gruplara. Büyük Birlik içine sızan ve sızdırılanlar uzun
bir süre kalamadı. Kısa sürelerde deşifre olup terk ettiler veya terk
edildiler.
Bizler
kaldık Başkanın etrafında. Bu hareketten hiç kopmadık. Bir dönem yönetiminde
bulunduktan sonra da hiç kopmadık.
Dostluğumuz
“sonsuzluğun sahibine kavuşma” anına
kadar devam etti. Umarım ki, cenneti muallâda Hz. Peygamberin ravzasında da
dostluğumuz devam eder.
Büyük
Birlik gönüllerde büyüktür. Muhsin Başkanın son vuslat kurultayı bunu gösterdi.
Dik
duruş 27 Nisan 2007 e-darbede de gösterildi. Darbecilere karşı yayınlanan karşı
bildiri yankı buldu ve darbeciler pustu. Bildiride şu haykırılıyordu. “Milletin iradesinin tecelligahı olan
TBMM’nin iradesinin dışında hiçbir irade tanımıyoruz.”
Bu
haykırış ve dik duruş darbecileri ürküttü.
Merhum
başkanım, kaht-ı ricalin olduğu her dönemde dik durdu. Eğilmedi. O;“Mefkûremiz göklerde dalgalanan bir sancak,
Allahın huzurunda eğiliriz biz ancak”
diyen beşerdendi.
İnandığı gibi yaşamaya çalıştı fırıldakların
dünyasında.
Tuzak
kurduk diyenlerin mekânında.
Onun için “saniyesine
hükmedemediğimiz bir hayat için ve iki saniye sonra ne olacağımıza dair bir
garantimizin olmadığı dünyada, kirlenmeye fırıldak olmaya değmez” demişti
son konuşmasında.
Fırıldaklar
mevki, makam, şan, şöhret, heva, heves ve şehveti ilahlaştırırken O, “ Dualar gibi yükseliyor ümitlerim”
diyordu.
“Ruhumu dinlendirmek
istiyorum”
diyordu otuz üç yıllık arkadaşım, gönüldaşım ve başkanım.
Sen
ruhunu dinlendirmeye başladın, sonsuzluğun sahibine kavuştun.
Sen
ki, İlayı Kelimetullah diyordun.
Uğrunda
her şeye hazırım diyordun.
Hazırlığın
hitama erdi.
Rabbine ve sevgili peygamberimiz Hz.
Muhammed’e vasıl oldun.
Hz.
Muhammed’in, Selahaddin-i Eyyubinin, Kılıçaslan’ın, Fatihin, Yavuzun ve
milyarlarca evliyanın komşusu oldun inşallah.
Mekânın
cennet olsun.
Mamak
zindanlarında, medrese-i yusufiyelerde üşüyen adam.
Dağlarda
ısındın.
Cennet
vuslat yeridir.
Cennet huzur yeridir.
Cennet,
Allah’ın emri doğrultusunda hayatlarını sürdürenlerin ve cihad edenlerin vuslat
yeridir.
Sen
vasıl oldun.
Bir ahlak ve itidal adamı olarak vuslata
erdin.
Tüm
renklerin ve farklılıkların birlikteliğini savunanın vuslatı böyle mi
olmalıydı?
İlahi
sırları bilemeyiz.
Sen
bir yönünle derviş meşrepliydin. Meşrebine uygun Tacettin Sultana komşu oldun.
Cennet-i
Âlâ’da Hz. Muhammed Mustafa’ya komşusun inşallah. Darısı “emri- bil maruf ve nehy anil munker”i hakkıyla yaşayanlara.
Senden
kalan “kubbede hoş bir seda’dır”
merhum dostum.
Selam
ve Sabırla…
Not: 2009 Şehadeti
münasebetiyle yayınladığım kitaptan.