17 Ekim 2022 Pazartesi

Kime Hitab? Ehl-i Namusa mı? Herkese mi?

 Kime Hitab? Ehl-i Namusa mı? Herkese mi?

Veysi Erken

“Namuslu”, “Dolap Beygiri” gibi filmleri seyredenleriniz bilir.

Namuslu olmak ve kalmak isteyenlerin hikâyesi anlatılır.

Dürüst ve namuslu olarak yaşayan bir memurun, adı namussuza çıkınca yaşadığı itibar(!) konu anlatılır namuslu filminde.

Anlaşılıyor ki, Siyonizm dininin Kapitalizm mezhebinde “namuslu” olanlar değil, “namussuz” olanlar itibarlıdır(!)

Eh ne diyelim.

Bizim inancımızın gereği, Müslüman şartlar ne olursa olsun “dürüst”, “ahlaklı” ve “namuslu” kalmak ve yaşamak mecburiyetindedir.

Müslüman mevcut ve dayatılan “şartlar”a göre değil, “ahlaki” ilkelerine uymayı ilke edinir ve o ilkelere göre yaşar, yaşamaya çalışır.

Bilindiği üzere Hz. Muhammed Mustafa’ya sav Mekke müşrikleri tarafından pek çok tekliflerde bulunulmuştur. Aldıkları cevap şu idi. “Güneşi sağ elime, Ay’ı sol elime verirseniz davamdan vazgeçmem”

Evet, bizler onun ümmeti isek davamızdan, İslami ilke ve yaşayıştan vazgeçmemeliğiz, vazgeçemeyiz. Vazgeçersek kâfirlere, münafıklara, fasıklara benzemiş ve hatta aynileşmiş oluruz.

Bunun için hitabımız hep ehl-i namus’a ve ehl-i namus kalmak isteyenlere olmuştur ve olacaktır. Biliyoruz ve inanıyoruz ki, “emr-i bi’l-maruf ve nehyi an’il munker” her mümin Müslüman’ın görevidir ve hitapla mükelleftir.

Yıllar önce ehl-i namus’a hitap etmiştim. Hitabım bu gün de geçerlidir ve tekrar ediyorum.

“Kötülüğün, haksızlığın ve menfaatperestliğin revaçta olduğu ve toplumsal kabul haline dönüştüğü yerlerde doğru olmak ve doğru kalmak zordur. Hatta “ehl-i namus” olarak kalmak isteyen birey ve gruplar enayi telakki edilir.  Enayilik nitelemesi pahasına ehl-i namus olarak kalmak ve bunu bir hayat tarzı biçiminde devam ettirmek isteyenler bulunur. Bu tür insanların sayısı azdır.

Evet! Hırsızlığın, uğursuzluğun, fuhşun ve her türlü rezilliğin revaç bulduğu ve teşvik edildiği ortamlarda  mevki” ve “makam” sahibi olup da namuslu kalanların sayısı gerçekten azdır.

Mevcut durum görüşümüzü doğrulamaktadır. Atsız’ın ifadesiyle bir sokak kaltağı uğruna değerler ve ülküler değişmekte, dostluklar bir kemiğin ardınca giden itler gibi terk edilmektedir.

“Kanımız aksa da zafer İslam’ın”  ve “Çağrımız İslam’da dirilişedir” diyen kitlenin şuuru ve aklı ortadan kalkmış, yerine korkaklık, pısırıklık ve uyuşukluk duyguları hâkim olmuştur.

Uyuşukluk ve teslimiyet öyle bir raddeye ulaşmıştır ki yunan aşığı zibidi zaptiyelerin kolladığı ve ortağı olduğu “yarasa”lar deterjanla analarından doğdukları andaki temizliklerine kavuşturulur olmuştur.

Teslimiyet tam olunca verilebilecek bütün tavizler verilmiş, verilecek taviz kalmamıştır. Zibidi zaptiyeler ve yarasalar emreder erkeğimsi olanlar yerine getirir. Olan biten zulümleri düşündüğümüzde erkeklerin maşa olarak kullanıldığını görmekteyiz.

Toplumsal tahribat hiçbir devirde bu boyutlara ulaşamamıştı. Duygulardaki tahribatın büyüklüğünü tek başına toplumun yüzde doksan dördünün başka ülkede yaşama isteği açıklar niteliktedir.

Esasında bizi kahreden yunan âşıkları ve yarasalar değil, onlara maşalık edenlerdir. Çünkü yunan âşıkları ve yarasalar asla milletimizi ve değerlerimizi sevmemiştir. Sevmelerini beklemek abesle iştigaldir.

Bütün bunlara rağmen “ilke”lerini ve “ülkü”lerini muhafaza eden az sayıda ehl-i namusun olduğu söylenmektedir.

İşte böyle bir ortamda az da olsa ehl-i namusun var olduğunu biz de kabul etmek istiyoruz ve onlara sesleniyoruz.

Evet...

Var iseniz.

Hitabımız sizedir ey ehl-i namus, ey ehl-i vicdan ve ey ehl-i insaf.

Kendinizle hesaplaşınız.

Yaptıklarınızın ve desteklediklerinizin listesini çıkarınız ve icmal çizgisiyle önünüze koyunuz.

Hatalarınız mı çok, yoksa sevaplarınız mı?

Bu suali defalarca kendinize sorunuz ve...

Ve...

Cevabınız olumsuz ise, bir başka deyişle hatalarınızın ve günahlarınızın çokluğuna hükmetmiş iseniz.

Kısaca; insaftan bir parça sizde kalmışsa; kalpleri mermerleşen, akıl ve insaf ölçülerini kaybederek  “boğazdaki aşiret”e ve “dönme”lere ram olmuş grubunuza etkiniz yoksa onu terk ediniz. Zorbalığa ve zulme daha fazla iştirak etmeyiniz.

Milleti Türk-Kürt, Sünni-Alevi gibi tasnife tabi tutarak bölmek isteyenlerin bugün sürdürdükleri ayırımcılığı ve bölücülüğü görünüz. Fikren ve zihnen belki de bedenen satılıkların, inançlarından dolayı toplumun büyük çoğunluğunu parya haline getirmelerine seyirci olmayınız. Bir avuç aşiret mensubu bölücünün zulmüne ortaklıktan vazgeçiniz.

Ey ehl-i namus!

Sessiz kalarak grubunuzun zulüm karşısındaki sessizliğine ve teslimiyetine iştirak etmeye devam etmeyiniz. Adaletin, vicdanın ve insafın sesi olmazsanız bir gün bir avuç zümrenin zulmü sizi de kavurur.

Ey ehl-i namus ve’l-insaf!

Unutmayınız ki, siz haksızlıklar karşısında sustukça  “susma sustukça sıra sana gelecek” sözü hükmünü icraya devam edecek, felaketler tahammül sınırını aşacak ve aşiretin zorbalığı sizi de yok edecektir.

Selam ve Sabırla...  2000.”

     

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?