İrfani Bakış ve anlayış
Veysi ERKEN Dr.
Hayatını adamıştı öğrencilere. Öğretmen arkadaşları bunu görüyor ve ayrılmasına üzülüyorlardı. Geniş bir bahçesi, kalabalık derslikleri ile şehrin en büyük okulunun hem öğretmeni hem de müdür yardımcısıydı. Üç buçuk yılı aynı okulda geçmiş, yuvasına ve eşine kavuşmak istiyordu.
Nurettin öğretmen öğrenciyken evlendirilmiş ve mezuniyetinden önce iki evladı
dünyaya gelmişti. Tayini şehrin donanımlı, geniş bahçesi ve otuz iki dersliği olan okuluna çıkmış ve orada başlamıştı talim ve terbiyeye.
Nurettin öğretmen kısa sürede okulun en başarılı ve sevileni olmuştu. Gece gündüz öğrencileriyle ilgileniyor, dertlerine derman olmaya çalışıyor, yardımlarına koşuyor, idarecilere yardımcı oluyordu. Bunun için çok seviliyor ve okuldan ayrılmasını istemiyorlardı.
Müdür yardımcısı Fevzi, Nurettin beye dönerek, hocam tayininizi durdursan, burada kalsan okul ve öğrenciler için çok iyi olacak. Geçen süre içinde okula ve öğrencilere kattığı değer ve sağladığın başarı ortada. İstiyorsan bütün öğretmenler ve öğrenciler tayininin durdurulması için dilekçeler verelim. Milli Eğitim müdürlüğü de buna hazır. Gideceğin yer küçücük. Biliyorum gideceğin yer ailene, eşine ve çocuklarına yakın, orada sıkılırsın.
Nurettin hoca bunu çok düşünmüştü. Alışmıştı okuluna ve öğrencilerine. Türkiye’nin en başarılı okullarından birisi olmuştu gayretiyle. Mezun ettiği öğrencilerin pek çoğu üniversite imtihanına kazanarak İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e ve diğer şehirlere gitmişler ve Nurettin hocalarına mektuplar yazıyorlardı. Ayrılmak kolay değildi.
Sıla özlemi ağır bastı. Yıllardır ailesinden, eşinden ve iki küçük yavrusundan uzaktaydı. Kararlıydı. Artık çok sevdiği okulundan, öğrencilerinden, ilk göz ağrısındanayrılacaktı, yeni ufuklara yelken açacaktı. Eşyalarını denkleştirdi. Zaten doğru dürüst yükü yoktu.
Okulla ilişiğini kesti, biletini aldı ve vedalaşarak yola revan oldu. Aktarmalı yolculuk yapacaktı. Tayininin çıktığı küçücük kazaya doğrudan giden vasıta yoktu. Eşyasını otobüsün bagajına yerleştirdi, koltuğuna oturdu, derin bir düşünceye daldı.
Gideceği yer kendi çocukluğunun geçtiği, ailesinin oturduğu kazaya yakındı. Ama oranın yabancısıydı. Gideceği yer eski bir yerleşim yeri değildi. İlk önce tren istasyonu yapılmış, zamanla etrafına yerleşenler olmuş ve siyasilerin telkiniyle önce nahiye sonra ilçe yapılmıştı.
Nurettin öğretmen bu düşüncelerle derin bir uykuya daldı ve ineceği garajda kendini buldu. Çok yorgundu. Buna rağmen bir an önce tayini çıktığı ilçeye varmak ve görevine başlamak istiyordu.
Cebinde ancak tren yolculuğuna yetecek parası vardı. Bir an önce tayin edildiği okulda görevine başlamak ve maaşını almak istiyordu. Bineceği trenin garı yakındı. Yükünü omuzlayarak, küçücük valizini eline alarak gara gitti, biletini aldı ve trenin hareket saatini bekledi.
Cebinde parası kalmadığı için yiyecek, içecek bir şey alamadan yola revan oldu. Nurettin öğretmen bir çay bile içemeden yola koyulmuş olmuştu. Çaysızlık Nurettin hoca için onulmaz bir dertti. Çay içmediği zaman baş ağrısından duramaz oluyordu. Bu halde sabahı sabah etti ve bu halde tayin edildiği ilçeye vardı.
Sabahın erken saatiydi. Okul mesaisi daha başlamamıştı daha. Okula gitmek için zamanı vardı. Karşısına bir çay ocağı çıktı. Çay ocağı ilçenin tek çay ocağı imiş meğerse.
Sabah sabah karşına çıkan çay ocağı için Nurettin hoca çok sevindi. Çay içebilecekti. Heyhat cebinde bir kuruş parası yoktu. Cesaretini topladı ve ocağa girdi.
Selam verdikten sonra küçücük bir sehpanın kenarına oturdu ve çay istedi. Çay geldi, hatır soruldu, başka müşteriler geldi. Nurettin hoca birkaç bardak çay içti. O arada mesai başlamış gidip görevine başlamak istiyordu. Ama içtiği çayların ücretini ödeyecek parası yoktu.
Nurettin hoca bir fırsatını bularak çay ocağından parayı ödemeden ayrıldı. Çaycının dalgınlığına getirdiğini sanıyordu. Nurettin hoca çay ocağından doğruca okula gitti, göreve başlama işlemlerini tamamlattı ve ilk maaşını saymandan aldı.
Nurettin öğretmen parasını ödemediği çayın parasını nasıl ödeyeceğinin hesabını vereceğini düşündü uzunca. Adeta çay ocağından sıvışmıştı ve onun mahcubiyetini duyuyordu.
Cebinde parası vardı, cesaretini toplayarak çay ocağına gitti. Aynı sehpanın kenarına oturarak keyifle yedi sekiz bardak çay içti. Sonra çay ocağı sahibine çıkıştı. Yahu daha önce geldim, dört bardak çay içtim, seni göremediğim için parasını veremeden gittim, sen herkese böyle davranırsan iflas edesin.
Çay ocağı sahibi munis bir ifadeyle cevap verdi. Hocam gelişinden anladım. Parasız iyi bir insan olduğunu, çayı nasıl bir mahcubiyet içinde içtiğini de gördüm. Düşündüm. Bu arkadaş haram lokma peşinde değildir. Parası olunca getirir, onun için seni görmezden geldim. Görmediğimden değil.
Anadolu insanımız böyledir. İrfanıyla görür, halden anlar ve çay parasını ödemeden gideni görmezlikten gelir, taciz etmez. İrfani anlayış insanı insan yapan bir değer olarak o ilçemizde devam ediyordur.
Çay muhabbeti daha sonra dostluğa evirildi. 22.04.2025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?