Serdengeçtiler oldukça...
Veysi ERKEN Dr.
Merhum Arif Nihat Asya;
Sen
ne geçebilirsin yardan, anadan, serden…
Senin
de destanını okuyalım ezberden…
Haberin
yok gibidir taşıdığın değerden…
Elde
sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın…
Fatih’in
İstanbul’u fethettiği yaştasın.!” diye tavsif ediyordu SERDEN GEÇENLERİ.
Merhum Hasan Karakaya “Mal”dan, “mülk”ten
ve “ser”den geçen merhum Osman Yüksel’i “usve” gösterir inanmış serden
geçenlere.
Evet.
Serdengeçtiler var oldukça “İ’layı
Kelimetullah için nizamı âlem davası bitmez. Ümmet ve millet gün olur birliği
ve âlemde nizamı sağlar.
Serden geçenlere “usve” olan Osman Yüksel şöyle anlatılır.
“Merhum Serdengeçti, arkasında
iz" bırakmış bir insandır... Hem "yazıları" hem de
"yaşantısı" ve özellikle de "esprili kişiliği" ile!..
Meselâ; "Geldi İsmet, kesildi kısmet" sözü ona aittir...
"İsmet"ten kastı, sadece İsmet İnönü değildir elbet!.. Eşinin adı da
"İsmet"tir ve bir türlü "çocukları" olmaz!..
Bu yüzden de şöyle der:
"İki İsmet'ten çok çektim.
Biri Hürriyet'imden etti, biri Zürriyet'imden!'
Gerçekten de;
Merhum Osman Yüksel'in "ikinci" ve hatta "birinci" adresi
hep "hapishaneler" olmuştur!.. Hayatının büyükçe bir kısmını
hapishanelerde geçirmiştir.
Hatta denilir ki;
"Merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek hiç hapse girmeyi istemezdi, merhum
Serdengeçti de hapisten çıkmayı!"
"VAY
MÜRTECİ VAYY!"
İşte bugün, onun ölüm yıldönümü... Onu, çeyrek asır önce, evet 10 Kasım 1983'te
kaybettik... Hiç hoşlanmasa da, o; "halktan biri"ydi, bir "halk
çocuğu" idi. "Zengin"lerin davetlerinde hep tedirgin olmuş,
"fukara Sofraları”nda ise rahat bir nefes almıştır!..
1917'de Akseki'de doğdu...
Asıl adı Osman Zeki Yüksel'dir...
Merhum Osman Yüksel Serdengeçti, Gülünç Hakikatler isimli eserinin "İrtica
ve Komünizm" başlıklı makalesinde şöyle diyor:
"Din düşmanlığının taktiği de demokrasi ile beraber değişti!.. Eskiden
dine, mukaddesata açıktan açığa sövüyorlardı. Şimdi demokrasi var, iş halka,
oya dayanıyor. Türk milleti Müslüman’dır. Bunun için açıktan açığa
sövemiyorlar." (S.80)
Aynı eserin 82. sayfasında ise şöyle diyor:
"İrtica!.. İrtica!.. İrtica!.. Farmasonların, dönmelerin, Bolşeviklerin
bitmez tükenmez nakaratı... Nerede ise insan daireden evine dönemeyecek... Öyle
ya... Hemen karşınıza bir inkılap softası çıkacak soracak:
-
Nereye gidiyorsun?
- Eve dönüyorum.
- Vay mürteci vay!.."
YÜZÜ VE POPOSU HOŞ, GERİSİ BOŞ!
Meselâ, bir sözü var ki, geçerliliğini hâlâ koruyor.
Bir yazısında şöyle diyordu:
"Size özgürlük vereceğiz diyerek kadınları 'kafes arkası'ndan çıkaranlar,
onları sokakta kafeslemeye başladılar!"
Hâlâ öyle değil mi?..
"Sokakta kafeslemek" için "özgürlük" vaadleriyle
kandırılmadı mı kadınlar?!?
Sonra da;
"Kafes arkası"ndan çıkarılıp, bir "meta" olarak
kullanılmaya başlanmadı mı?..
Kâh "jilet" reklamında, kâh "otomobil lastiği" reklamında
kullanılmadı mı?.. Hâlâ kullanılmıyor mu?..
"Kafes
arkası"ndan çıkarılan kadınların kimi "yatakta" buldu kendini,
kimi de "batak"ta!..
Alın işte;
İngiliz televizyonu BBC'nin kıdemli kadın habercilerinden Kate Adie bile, bir
zamanlar şöyle demişti:
"Yüzü ve poposu hoş, gerisi boş kadınlar işe alınıyor!"
İngiliz kadını böyle ise, varın Türkiye'deki kadının halini siz düşünün!..
"Kadının adı yok!" diyordu bir kadın yazar!..
Çok doğru!..
Ya "90-60-90" ölçüsü, ya göğsü, ya da "kalça"ları var!..
Ama, "adı" yok!..
Geçenlerde bir gazeteci; adına "lolita" denilen körpecik bir
"lise öğrencisi"nden söz ediyordu!?.
"Fizik 10, kimya sıfır!"
Hayır, "ders" olan "fizik"ten değil, "vücut
fiziği"nden söz ediyordu!..
Zaten;
Kim
bakıyor ki "müzik" veya "kafanın içi"ne!..
"Fizik düzgün" ise, koy sepete!..
Yeter ki;
"Yüzü ve poposu hoş" olsun, gerisi "boş" olsa da olur!..
"Kadına bakış" işte bu!..
İşte tüm bunlar, rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti'nin ne kadar "ileri
görüşlü" ve ne kadar "sıradışı" bir insan olduğunu ortaya
koyuyor!..
Evet;
Osmanlı döneminde "kafes arkasında" idi kadınlar!..
Sonra;
"Özgürlük" vaadiyle dışarı çıkarıldılar!..
Tabiî;
"Sokakta kafeslenmek" için!..
Var mı aksini iddia eden?..
KRAVATI
BELİNE TAKAN ADAM!
Serdengeçti
dergisinde bu imzayla çıkan yazılarından dolayı bu soyadla tanındı. Ankara'da
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde 2. sınıf öğrencisi iken Mayıs 1944'te
meydana gelen olaylara karıştığı için öğrenimi yarıda kaldı.
Serbest
bırakılınca fakülteye başvurarak öğrenimine devam etmek istediyse de kendisine
izin verilmemesi üzerine Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e hitaben,
"Yüksek makamın alçak vekiline" sözleriyle başlayan bir dileçe yazdı.
Dilekçeyi bakana verme cesaretini kimse bulamadı. Osman Yüksel, yeniden
hapishaneye gönderildi. Hapisten çıkınca ünlü Serdengeçti dergisini çıkarmaya
başladı. Pek çok sayısı toplatılan bu dergide çıkan yazıları nedeniyle hakkında
çok sayıda dava açıldı ve sık sık tutuklanıp serbest bırakıldı.
AP
listesinden Antalya milletvekili seçilerek, parlamentoda görev yaptı.
(1965-1969), "Batılılaşmayı protesto" için Meclis'e, kravatsız geldi
ve "Kravatsız milletvekili" olarak da ün kazandı.
"Kravat" dayatmasına isyanını, "kravatı beline dolayarak"
Genel Kurul'a girmesi ile gösterdi.
Serdengeçti, tepkiler üzerine, "Madem kravat takmak şart, ha boynuna
takmışsın ha beline... Ne fark eder!" diyerek, "şekilci
anlayış"la dalgasını geçti.
“TÜRK
MATBUATI YOKTUR!”
Merhum
Serdengeçti'nin, 1949'da kaleme aldığı "gazetelerimiz" adlı yazısında
çarpıcı tespitler yer alıyor: "Bu milletin bir derdi var, bir değil bin
derdi var. Bu dertlerin başında, şu demokrasi devrinde Müslüman Türk'ün
davasını benimseyen, onun derdini kendine dert edinen, onun isteklerini,
ihtiyaçlarını dile getiren bir tek, amma bir tek yevmi gazetenin bulunmayışı
geliyor.
Bugün kelimenin hakiki manasıyla ortada 'Türk Matbuatı' diye bir şey yoktur.
Sadece Türkçe çıkan Yahudi menşeli, yabancı ruhlu, yalancı haber veren bir
yığın basma kâğıt tüccarı vardır. 27 yıllık, nefes aldırmaz, kopkoyu bir
tirajlık devrini alkışlayan, gidene söven, geleni övenler bunlardır."
Var mı aksini iddia eden!..
HER
KİŞİNİN DEĞİL, ER KİŞİNİN YOLU!
"Siyasî"
hayatı da hayli renklidir...
Bir dönem Antalya milletvekili seçilen Osman Yüksel Serdengeçti, AP'de
aradığını bulamaz, CKMP'ne katıldığı gün şu konuşmayı yapar:
"Aziz kardeşlerim, üç senedir Meclis'te bulunuyorum. Gördüğüm manzara
kısaca şudur:
Bir tarafta her şeye parmak kaldıranlar, diğer tarafta mukaddesata saldıranlar.
Biri parmak kaldırıyor, biri parmak sallıyor.
Yaranın üzerine parmak basan yok!
İşte biz, bu çatının altında toplananlar, şehadet parmağımızı yaranın üstüne
basmalıyız.
Bu yol her kişinin değil, er kişinin yoludur. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de
'İnanıyorsanız mutlaka üstünsünüz' buyuruyor. Biz inanıyoruz. Hiç ölmeyene,
bitmeyene, tükenmeyene, ebedi olana inanıyoruz.
Arkadaşlar;
Türk Milleti buhranlar, hüsranlar içinde çalkalanıyor ve bir kurtarıcı
bekliyor.
Malazgirt'ten bu yana kaç nesli harcamışız?
Bu topraklar için toprağa düşenlerin çocukları bakımsız, huzursuz, perişan,
esamileri bile okunmuyor...
Biz bu vatanın sıra dağlarını, uçsuz ovalarını, engin denizlerini bir heyecan
tufanı ile yeniden fethedeceğiz. Basü badel mevt!
Bugün onların olabilir ama, yarınlar bizim olacak!"
ASIL
GERİCİ OLAN KİM?
Meclis'e
dair, bir anekdot daha:
O, komünistlere olduğu kadar; hırsızlara, vurgunculara, mütegalibe sınıfına da
düşmandır.
Aşırı solun Meclis'i salladığı yıllarda, (1967) Doğan Avcıoğlu "Yön"
dergisinde "Kim gerici?" diye sorar:
"Madenlerin
millileştirilmesine karşı koyan, yabancı sermaye avukatı, 'Kolej'li şık giyimli
beyler mi; yoksa toprak reformunu savunan kravatsız köylü Osman Yüksel
mi?"
"Cimri" değildir... Hatta "eli sıkı" bile denmez onun
için... Belki, "tutumlu" demek daha uygun olur!..
Osman Yüksel, "paraya değer ver" der, "ama iyi bir uşak gibi
değer ver. Para seni kullanmasın, sen parayı kullan. Lakin saçıp savurma.
Cephede mermisi bitmek üzere olan asker gibi harca. Her attığını hedefe isabet
ettirmeye bak!
Yeri geldiğinde beş kuruşu bile 'harcasam mı harcamasam mı' diye düşüneceksin,
yeri geldiğinde de beş milyonu gözü kapalı atacaksın!.."
Evet, asla "cimri" değildi... "Yeri geldiğinde beş milyonu gözü
kapalı atacaksın" diyecek kadar "fedakâr" ama, "attığını
isabet ettirecek" isen!..
O
GÜNLERİ NE ÇABUK UNUTTUN?
Bu
yönü pek bilinmese de, "fakir talebelere maddi destek" verirdi.
İşte bu fakir talebelerin harçlıklarını alır almaz lokantalara kurulmalarını ve
"pamuklu sigara" tellendirmelerini anlayamaz ve şöyle derdi:
"Benim yanımda okuttuğum bir Mehmetçik bu sene liseyi bitiriyor!..
Akseki'nin Çimi köyüne kayıtlı. Akdağ eteklerinde barınan Hacı Ahmatlı Aşireti'nden
bir çadır çocuğu. Toroslar'da gaz lambası, fener dahi görmeyen delikanlı sadece
üç senedir şehirde...
Ankara'da kalıvermekle her şeyi değişti.
Elbise
beğenmez, ayakkabı beğenmez.
Hele benim kıyafetimi, yaşayışımı hiç beğenmez.
Efendim, lüks apartmanlarda oturmalıymışım! Koltuklar şöyle olacak, perdeler
böyle olacak.
Yok, naylon gömlek kuşanmalı, yok sivri burunlu iskarpin almalıymışım! Bir
mebusa yakışır mıymış bu hayat!..
Ey Yörük yavrusu diyorum: Donsuz gezdiğin, kıl çadırda yattığın, deve güttüğün
günleri ne çabuk unuttun? Kökünden ne de çabuk koptun? Memlekette bu kadar
yersiz, yurtsuz, aç, çıplak varken senin arzuladığın gibi keyif sürmemiz reva
mı?"
CENNET
BEDAVA, TALİBİ YOK!
Sadece
"kökünden kopanlara" değil, "nefsî arzuları peşinde koşanlar"a
da acır, üzülür ve "Bu ne iştir anlayamadım" derdi;
"Meyhane parayla, umumhane parayla,
kumarhane parayla, gazino, sinema, tiyatro hep parayla.
Hâlbuki camiler bedava, mescidler bedava, türbeler bedava, kütüphaneler bedava,
selam, sohbet, muhabbet hepsi bedava.
Kısacası cennet bedava talibi yok, cehennem parayla ama, onun için sıraya
giriyorlar."
Rahmetli namaza titizlikle hazırlanır, tekbir aldı mı dünyadan kopar, kimin
huzurunda olduğunu bilir, vücudunu ürpertiler sarar.
Selam verdi mi ferahlar, yüzüne tatlı bir sükûnet gelip oturur, vazifesini
yapmış insanların huzurunu yaşar.
“TİTRE
VE KENDİNE DÖN!”
Gördüğünüz
gibi; merhum Serdengeçti, bir "halk adamı" olduğu kadar, aynı
zamanda, bir "münevver"di!.. Yani, günümüzün moda değimiyle
"aydın"dı...
Topluma ve bu toplumun değerlerine "yabancı" değil, tam bir
"yerli" idi...
"Hastalığı ile dalga geçecek" kadar da, "kendisiyle barışık
biri" idi...
"Esprili bir kişilik"ti, bir "mizah ustası" idi...
Meselâ;
"Hastalığın neydi" diye soranlara, "Valla araba markası gibi bir
şey!.. İnsanın ah benim de bir parkinsonum olsa diyesi geliyor" gibi
latifeli cümlelerle geçiştirir, sıkıntı anlatmaktan asla hoşlanmazdı... Derdini
de "derdi veren kadar" sever, Allah'ı "kullara şikâyet
etmekten" korkardı...
Malum, "parkinson"da eller titrer, parmaklar kontrolden çıkar...
Gülerek "ibret alın" der; "bir
zamanlar dünyayı karıştıran Serdengeçti, şimdi çayını bile
karıştıramıyor!"
Hastanede ziyaretine gelen Alparslan Türkeş'e, "bak senin en sadık
adamın benim" diye fısıldar, "Ne
vakit 'Ey Türk titre ve kendine dön' dedin, o gün bugündür titriyorum"
demiştir!..
Osman Yüksel bir gece karanlıkta su aranırken düşer, kalçasını kırar.
Yatış o yatış, bir daha kalkamaz.
10
Kasım 1983 günü Hakk'ın rahmetine kavuşan merhum Serdengeçti; Cebeci Asri
Mezarlığı'ndaki mütevazı kabrinde yatar...
Lütfen, ruhuna bir Fatiha...10.11.2007”
Umarım
ki, merhum Osman Yüksel’i örnek alırsınız.
Rabbulalemin
rahmet ve merhametiyle muamele etsin duasıyla.
Selam
ve Sabırla… 10.11.2025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?