13 Kasım 2024 Çarşamba

Allah için HİCRET edenler

 Allah için HİCRET edenler

Veysi ERKEN Dr.

İslam insanın her anını ve her fiilini tanzim eden, edecek olan hükümleri ihtiva eder.

Hicret ve cihad bu çerçevede ele alınır.

“Müminler Allah ve Rasûlüne iman ederler, sonra da şüpheye düşmezler. Hak yolunda malları ve canları ile cihad ederler. İşte sadakat sahibi kimseler bunlardır" (el-Hucûrât, 49/15) buyrulur.

İnsanın hayatında, cehdinde “hicret” de vardır.

Hicret hem maddi hem de manevi boyuttadır. Kötülüklerden, fena işlerden iyiliğe yönelmek hicret olduğu gibi, mekân değişikliği şeklinde olabilir.

Hicrette niyet önemlidir. Makbul olanı Allah için olanıdır.

“Biz bir şeyi murat ettiğimizde sözümüz “ol!” demekten ibarettir, o da hemen oluverir. Zulme uğramaları yüzünden Allah uğrunda göç edenleri muhakkak ki biz bu dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz; âhiret ecri ise elbette daha büyük olacaktır. Keşke bilseler! Onlar güçlüklere katlanan, rablerine güvenen kimselerdir. Nahl 40-42”

Ayetlerden anlaşılacağı üzere “hicret” kolay bir hadise değildir. Güçlükleri, yoklukları, hasretleri içinde barındırır.

Dolayısıyla “Hicret” gayesine göre anlam kazanan bir kavramdır. Bunun için “kişinin hicreti niyetine göredir” diye buyurmuş yüce peygamber.

Amaç ve hedefler ulviyse hicret güzeldir. Güzel günlerin muştusudur. Zulüm diyarından uzaklaşmanın bir ifadesidir.

Her asırda ve her devirde “hicret” olmuştur ve olacaktır. Fıtratın gereğidir. Mükemmelliğin arayışıdır.

Düşünüyorum.

Acaba geçmişin hicretleri mi zordu yoksa günümüzün? Cevaplandırılması zor bir sualdir. Karşılaştırmak zor olsa da, bugünün hicreti daha zor olsa gerek. Gazze, Türkistan, Arakan ve diğer mazlum beldelerin insanı hicretin ve ilticanın zorluklarını, yokluklarını hücrelerine kadar yaşıyorlar.

Bugünün hicretleri daha zor diye düşünüyorum.

Neden mi?

Neden belli.

Geçmiş asırlarda pasaport derdi, kabul derdi yoktu da ondan. Mevzuat hazretleri bireyin önüne bir kalkan gibi dikilmezdi.

Ya şimdi? Zulme uğradığın yeri terk etmen kolay değil. Seni kabul edecek bir yer bulsan bile zulüm diyarından çıkışın kolay değil. Seni ezenler kolay kolay yakanı bırakmaz. Posaya çevirmek isterler seni.

Önce pasaport işlemleri ve akabinde her türlü eziyet.

Son yılların muhacirleri, sabileri, çocukları, ihtiyarları işte bunu yaşamaktalar.

Vatanları işgal edilenlerin, soykırıma uğratılanların, topraklarında her gün hicret etmeye zorlananların, işinden olanların hicretlerindeki dram büyük, tarifi zordur.

 Asrımızın muhacirlerinin yaşadığı işte bu dramdır.

 Muhacirlerin yaralı duyguları tamir olur mu?

Zor hem de çok zor.

Duyguların tamiri zor bir zanaat.

 Her insanın harcı değil bunu başarmak.

 Ya vatana avdet.

 Bu da zor.

Yaralanan duyguları, kırılan kalpleri bir daha tamir olur mu? Muhacirlerin dönüşleri muhteşem olur mu acaba?

Temennimiz, duamız ve cihadımız muhacirlerin vatanlarına dönmeleri içindir.

Allah için hicret edenler, hicrete zorlananlar, Gazzeliler, Filistinliler, Türkistanlılar, Arakanlılar, Afrikalılar ve bütün mazlumlar hicretiniz mübarek, dönüşünüz muhteşem olsun.

Selam ve Sabırla... 13.11.2024

Tecrübelilere Danışın Oltaya Takılıp Yem Olmayın

 Tecrübelilere Danışın Oltaya Takılıp Yem Olmayın

Veysi ERKEN Dr.

“Senden önce de ancak kendilerine vahiy indirdiğimiz kişileri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız bilgi sahibi olanlara sorun. Nahl-43”

Allah bilgi sahibi olanlara sormamızı istiyor.

Tabii ki, bilgiyi elde etmek için tecrübeli olanlara, bilgiyi elde etmek için gayret edenlere, Hz. Muhammed Mustafa’nın sünnetini bilip uygulayanlara sormak ve danışmak gerekir.

Aksi takdirde her zaman küçük, tecrübesiz balıklar gibi oltaya takılabilir, dünyevileşenlere, heva ve hevesini ilah edinenlere yem olabiliriz.

Bu konuyla ilgili bir yazıyı aziz dostlarımdan biri olan Muşir Bey gönderdi. Muşir olduğunda istişarede bulunduğum bir dost.

Okuyun oltaya takılıp yolunuzu şaşırmayın.

“Oltaya Takılan Balık?!...  

Bir avcı avlanmak için gölet'e gitti, hazırladığı iğne düzenekli oltayı nehre attı. Bir balık onu görünce yemek için hemen o tarafa yöneldi. Oradaki büyük bir balık ona engel oldu ve oltaya dokunmamasını söyledi. Ona oltanın içinde göremeyeceğin gizli bir diken vardır, onu yediğin anda boğazına saplanır, bin defa çırpınsan da kurtulamazsın diye uyardı. 

"Suyun kenarında oturan avcı bu ince ipten senin tuzağa düştüğünü fark edecek, sen acı çekerken o mutlu olacak, bu ince iple seni çıkaracak, bıçakla parçalara ayıracak. Seni ateşte biber baharatı ile pişirecek. On parmaklı insanlar otuz iki dişleriyle seni çiğneyip yutacak; bu senin sonun olacak…"

Büyük balık uyarısını yaptıktan sonra oradan uzaklaştı. Küçük balık nehirde araştırmaya başladı, avcı yoktu, ateş yoktu, iştah açıcı yağ yoktu, biber baharatı yoktu, on parmaklı otuz iki dişli adam yoktu, hiçbir şey yoktu. 

Küçük balık bu büyük balık cahil, taş devrinden bahsediyor diye başladı söylenmeye… Söylediklerinde doğruluk payı yok. Kendim araştırdım ve söylediği hiçbir şeyin doğru olmadığını buldum. Kişisel gözlemimdir sadece görünene inanırım. Ne söylenirse hemen inanıyoruz. Bu modern bilim çağında eski moda teoriler benimseniyor.

Kendi kişisel gözlemlerine güvenerek oltayla dalga geçti. Çatalı ısırdı ve acı içinde çırpınmaya başladı. O çırpınırken avcı ipi çekti ve balığı çıkardı. Yaşanan olaylar büyük balığın dediğini doğruluyordu. 

Peygamberler ölüm dikeninden sonra insanın başına gelen gaybın tüm hallerini ve olayları detaylı bir şekilde anlatmışlardır.

Büyük balık gibi bilge insanlar, Peygamberlerin sözlerini takip ederek yaşamaya çalışırlar.

Küçük balık gibi farklı ideolojileri olanlar ise Peygamberlerin yolunu bırakıp kendi ürettikleri düşüncelere göre yaşantılarını sürdürürler. Ölüm dikeninin kendilerini sokmasından sonra gerçeği ancak anlarlar. 

Balık sudan çıktı ve geri dönmedi.

İnsan dünyayı terk etti ve geri gelmedi.

Değerlendirebileceğin Tek Zaman Bu!...”

Umarım ki küçük balıklar gibi Siyonist haçlı zihniyetlilerin, bilim adamı, ideolojik lider diye yutturulanların oltalarına takılıp yok olmaya doğru yol almayız. Aksine Peygamberimizin sünnetine uygun yaşayan, bilen ve uyaranların tembihatına uyarak hayatımızı idame ettiririz.

Selam ve Sabırla… 13.11.2024

 

12 Kasım 2024 Salı

Gazze ve Aksa Davası Her Müslüman’ın ve İslam’ın Davasıdır

 Gazze ve Aksa Davası Her Müslüman’ın ve İslam’ın Davasıdır

Veysi ERKEN Dr.

İslam selam ve gönülleri fetih dinidir.

Mümin Müslümanlar “selam” ve “gönüllerin Fethi”ni esas alır ve buna göre dayanışma ve yardımlaşmaya çalışır. Davaları İ’lay-ı Kelimetullah için nizam-ı âlemdir.

Bunun için dayanışma,  yardımlaşma ve cihad içinde olmalıdırlar, olmak mecburiyetindedirler “… bir topluma karşı duyduğunuz kin, sakın aşırı gitmenize sebep olmasın. İyilik ve takvâ hususunda yardımlaşın, günah ve haksızlık yolunda yardımlaşmayın. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın cezası çetindir. Maide-2” ve “Allah’a ve resulüne iman edersiniz, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Saff-11”  ayetlerine iman ederler, cehd halinde olurlar ve gereğini yapmaya çalışırlar.

Onun içindir ki Gazze, Aksa, Doğu Türkistan ve bütün mazlumların davası davalarıdır.

Müslüman Müminleri “bir tarağın dişleri gibi eşit, bir binanın tuğlaları gibi kenetlenmiş, bir bedenin azaları gibi birbirine duyarlı olmaya davet eden bir inancın mensupları”dırlar ve Gazze, Aksa davasında hem İslami hem de insanî kıymet hükümlerini yeniden yaşama ve yaşatma hususunda gayret ve cehd göstermek mecburiyetinde olduklarına inanırlar.

Merhum Necip Fazıl bu dava anlayışını şöyle belirtir.

“İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;

Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;

Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;

Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;

Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,

Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.

Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,

Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?

Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..”

Evet.

Dava büyük ve her Müslüman’ı, insan olanı kapsar.

Müslüman bu davanın gereğini yapmakla mükelleftir gücü ve imkânı nispetinde. Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz; lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır. Bakara-286” ayeti açık bir şekilde yüklenebileceklerimizden sorumlu tutulacağımızı belirtmektedir.

Demektir ki yapabileceklerimizden ve yapabilecek iken yapmadıklarımızdan sorumlu tutulacağız ve ister lehimizde olsun veya aleyhimizde olsun kazandıklarımız bize aittir.

Hâsılı kelam Gazze ve Aksa davası her Müslüman müminin ve insan olarak kalanların davasıdır.

Dava şuurunda olanlara selam olsun.

Selam ve Sabırla… 12.11.2024

Gazze ve Mücahidler Münafıklara da direniyor

 Gazze ve Mücahidler Münafıklara da direniyor

Veysi ERKEN Dr.

Münafıklar Hz. Muhammed Mustafa’nın s.a.s etrafında toplananlara, yanında olanlara dağılmaları için yardım edilmemesi gayretinde oldular. Münafıklar hakkında şu ayetler dikkat çekicidir.

“Onlar yeminlerini kalkan edinip Allah yolundan yan çizmişlerdir. Onların yaptıkları ne kadar çirkin! Şöyle ki, onlar sözde inandılar ama gerçekte inkâr ettiler; bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir; artık anlayıp kavrayamazlar. Onlara şöyle bir baktığında dış görünüşleri sana iyi bir izlenim verir; konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Ama onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir (böyle güvendeymiş gibi görünürler). Her gürültüyü kendilerine yönelik sanırlar. Asıl düşman onlardır, onlardan korun! Allah kahretsin onları! Nasıl da haktan yüz çeviriyorlar! Onlara “Gelin, Allah’ın resulü sizin için bağışlama dilesin” dendiğinde başlarını çevirirler ve büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün. Bağışlanmaları için Allah’a dua etmişsin veya etmemişsin onlar için birdir. Allah onları asla bağışlamayacaktır. Şüphesiz Allah günaha saplananları doğruya eriştirmez. Onlar, “Resûlullah’ın yanındakilere geçimlik bir şeyler vermeyin ki etrafından dağılıp gitsinler” diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır; ama münafıklar anlamıyorlar! Münâfikûn 2-7

Müslümanların içinde bulunan münafıkların tutumu değişmez. Onlar daimi olarak fitne, fücur, ifsad ve fısk peşindeler.

Aksa Tufanından beri münafıkların tutumu daha da belirginleşmiştir. Aksa, Kudüs, Gazze ve Filistin mevzuu bütün Müslümanları davası olduğunu bildikleri halde nifak ve ifsad hareketlerine, fiillerine ve eylemlerine devam ediyorlar ve edeceklerdir.

Münafıklar dün Hz. Muhammed’in s.a.s. etrafındakilere yardımı, geçimliği nasıl engellemeye çalışmışlarsa bugün de Gazzelilere yapılmaya çalışılan yardımı engellemeye çalışıyorlar, “soykırım dini”nin müntesipleri olan Siyonist haçlıların emirlerine amade oluyorlar, onlar için ajanlık yapıyorlar ve ifsadlarına devam ediyorlar.

Maalesef Müslümanların bir kısmı boş kütük mesabesinde olan bu münafıkların kalıplarına bakarak sözlerine kani oluyorlar.

Münafıklar cihad edenlere, Allah yolunda olanlara, infak ve yardım edenlere her zaman engel olmaya çalışmışlardır ve çalışacaklardır. Ayetlerde; “İki ordunun karşılaştığı günde başınıza gelenler, Allah’ın izniyle oldu ve bu, müminleri belli etmek içindi. Bir de münafıkları ortaya çıkarması içindi. Onlara: “Gelin, Allah yolunda savaşın yahut hiç olmazsa nefsinizi ve malınızı korumak üzere savunmada yer alın!” denilmişti de, onlar: “Savaş olacağını bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik” dediler. Bu tutumlarıyla onlar o gün imandan çok inkâra yakındılar. Çünkü kalplerinde olmayan şeyi ağızlarıyla söylüyorlardı. Elbette Allah, onların içlerinde gizlediklerini çok iyi bilmektedir. Kendileri evlerinde oturup savaştan geri kaldıkları yetmiyormuş gibi, üstelik savaşıp şehit düşen kardeşleri hakkında da: “Sözümüzü dinleselerdi öldürülmezlerdi” dediler. Onlara de ki: “Eğer doğru söylüyorsanız, haydi ölümü kendi başınızdan savın da görelim!”  Âl-i İmrân 166-168” tarif edilir.

Bu gerçeği idrak eden mü’min Müslüman Mücahitler yardımı sadece Allah’tan bekliyor. Ayette;  “Allah size yardım ederse artık sizi yenecek hiçbir kimse yoktur; eğer sizi yardımsız bırakırsa O’ndan sonra size kim yardım edebilir? Müminler yalnız Allah’a güvensinler. Âl-i İmrân 160” buyrulur.

Aksa tufanının mücahitleri de bunu yapıyorlar ve yardımı sadece Allah’tan bekliyorlar. Müslüman müminler münafıkların nifak ve ifsadlarını boşa çıkararak yardım etmeye çalışıyorlar.

Hâsılı kelam Gazze ve Gazzeli Aksa Tufanı mücahidleri sadece “soykırım dini”nin müntesipleri olan Siyonist haçlılara karşı değil, içimizdeki münafıklara karşı da cihad ediyorlar.

Selam ve Sabırla... 12.11.2024

11 Kasım 2024 Pazartesi

Konserler, Heykeller, Resepsiyonlar Yasaklanmalıdır

Konserler, Heykeller, Resepsiyonlar Yasaklanmalıdır

Veysi ERKEN Dr.

İsrafın her türlüsü yasaklanmalıdır. “yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez. A’raf-31 ve “Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma! Çünkü savurganlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan da rabbine karşı çok nankördür. İsra 26-27

Bilhassa Kamu kuruluşları marifetiyle yapılan her türlü israf yasaklanmalıdır.

Özellikle konserler, heykeller, resepsiyonlar ve bütün israfa sebep olan faaliyetler yasaklanmalıdır ki yoksula, yolda kalmışlara hakları verilebilsin.

Evet.

İsraf kaynakları kurutulmalı, israfa sebep olan kurum ve kuruluşların yöneticileri görevden alınmalıdır.

Bunu geçmişte de yazdım, anlattım ve ifade ettim. Şimdi Belediyeler başta olmak üzere israf ve şeytan kardeşliği tavan yaptı.

Ahmet Refik israfı ve eğlenceyi şöyle tasvir ediyordu. “İstanbul’un, yaratılışı zevk ve sefaya yatkın şairleri:

Ahâli izz ü devletde, re’aya emn ü râhatde, Hüner erbâbı rif’atde, cihan yek-pare nûrânî

Nağmesiyle, zevk alarak, lâlelerin şen renklerine bakmaktan, her tarafı, şafak renginde görüyorlardı; fakat hakikat bunun aksi idi. Şairlerin gördükleri parlaklık, İstanbul’un Saraylarında ve mesirelerinde, hanımların çapkın ve baştan çıkarıcı bakışlarında idi. Vilayetler, gene sefil ve perişan; halk, gene ekmek parasına muhtaç; müstebit valilerin zulmü altında ağlıyordu” Lâle Devri, Ankara 1973, s.99.

Maziye bir yolculuk.

Resepsiyon ve konserler; şekliyle şemalıyla bize yabancı uygulamalar. Sizi bilmem, ama ben, resepsiyonları ve konserleri hiç sevemedim, onlara katılmayı da zül addettim. Sürekli uzak dururum. Televizyonda bile seyretmekten hoşlanmam.

Resepsiyon ve konserler kasvetin, halktan kopuşun, ikiyüzlülüğün, sahte dostlukların sergilendiği ziyafetler geçidi ve eğlencelerdir. O ziyafetlerde ve konserlerde bulunanlarla konuştuğunuzda iştirakçilerin ekseriyeti sadece zevahiri kurtarma niyetiyle katıldıklarını ifade ederler. Görünmeyen “Güç”ten ürkme ve korkma resepsiyonda bulunmanın bir nedenidir onlar için. Resepsiyonda bulunmama, cezalandırılmanın, terfi ettirilmemenin en önemli sebebidir. Geleceğin âlî (!) hizmetleri için oralarda bulunmak bir zorunluluktur adeta.

Esasında Resmi ziyafeti ifade eden resepsiyon ve konser adı altında düzenlenen faaliyetlerin kamu malının ve parasının çarçur ve hebâ edilmesinin, millî kültürden kopuşun ve uzaklaşmanın bir göstergesidir.

Tereddütsüz denebilir ki, “Halka rağmen halk için” diyerek halktan kopanların ve ahkâm keserek halka zulmedenlerin bir resmigeçididir resepsiyon ve konserler.

Bu merasimleri seyrettikçe tıpkı “Lâle Devri”nde olduğu gibi, Anadolu insanının nasıl soyulup soğana çevrildiğini daha iyi anlıyor ve kavrıyorum. Halkın kesesinden vergi adı altında toplanan paraların bir kaç bin kişinin zevki için nasıl saçıldığını gösteriyor resepsiyon ve konserler.

Halka rağmen debdebe, zevk ve eğlence.

Kimin parasıyla?

Ve ne adına?

Vatandaşın parasıyla ve çağdaşlık adına.

Resepsiyon ve konserler kendini devlet olarak görenlerin halka tepeden bakanların ve dalkavukluk yapanların buluşma yerleridir adeta. İltifatlar, gülücükler, bakışlar, cilveler ve dostluklar hep sahte. Her şey yalana ve dolana dayalı. Koca devlet, bu tür ziyafetlerle ve konserlerle heba edilmekte.

Bir yanda kuru ekmeğe muhtaç olanlar, ekmeğin kurusuna bile talim edemeyenler; öbür tarafta senin, benim, kısaca bizim paramızla zevk u safa içinde tepinenler.

Bu çarpıklığı sordun mu karşına hemen âlî menfaatler çıkar.

Aman; âlî menfaatlere halel gelmesin. Onların dokunulmazlıkları var. Kimin âlî menfaatleri, bunu soramazsın. Çünkü resepsiyoncular ve konserciler çok fedakâr olup, bizim yerimize düşünüyorlar(!), yiyorlar, içiyorlar ve zevk u safa içinde yaşıyorlar.

Hatta hastalıklardan korunmamız için bizim yerimize aşı olmaktan bile çekinmezler resepsiyoncular ve konserciler.

Onlara yaptıklarının “hikmeti” asla sorulmaz. Sorulamaz.

 Devlet, bir han-ı iştahâdır onlar için. Kabaran iştihanın tatmini için araziler, fabrikalar, makamlar ve mevkiler kolayca pay edilir. Hem de zorlanmadan.

Vesselam. 13.11.1998”

Maziye bir yolculuk yapılmış oldu. Selam ve Sabırla… 11.11.2024

Bize Bırakılan İki Şey: Kur'an ve Sünnet

 Bize Bırakılan İki Şey: Kur'an ve Sünnet

Veysi ERKEN Dr.

İnsanlar arasında- hem ferdi/bireysel hem de topluluk/camia olarak- ihtilaflar ortaya çıkabilir, çıkar.

İhtilaflar muhtelif sebeplerle zuhur edebilir, eder.

Önemli olan “ihtilaf”ların hangi “ölçüt/kıstas”larla çözüme kavuşturulacağıdır.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de İslam toplumlarında “mezhep”, “tarikat” kavramlarıyla “ihtilaf”lar arttırılmaya, kavgalar ve nizalar çıkarılmaya, bölünme ve tefrikalar çoğaltılmaya çalışılıyor.

Maalesef “soykırım dini”nin müntesipleri olan Siyonist haçlı zihniyetinin elemanları, piyonları, uşakları bunda muvaffak da oluyorlar.

Esasında biz Müslümanlara ve bütün insanlığa iki ölçüt/kıstas emanet olarak bırakılmıştır. Bu iki ölçüte uyarsak fitneci, münafık fasıklar başarılı olamaz.

Bunlar bellidir. “Kur’an ve Sünnet”

Hz. Muhammed Mustafa  (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız: Bunlar, Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.”

Demek ki, bize bırakılan iki ölçüt vardır. Kur’an ve sünnet.

Bunlara uyduğumuz müddetçe yolumuzu şaşırmayız, aramızdaki “ihtilaf”ları, nizaları, anlaşmazlıkları daha kolayca çözer, mezhep ve tarikat ihtilaflarını gideririz.

Yüce Rabbimiz âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah ve Resûlü, hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, mutlaka bu çağrıya icabet edin! Bilesiniz ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilesiniz ki, hepiniz Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.” Enfâl-24”

Demek ki, davete icabet Müslüman için farzdır, insanlık için gereklidir. Başka ayetlerde “Ey peygamber! Seni tanık, müjdeci, uyarıcı, izniyle Allah’a çağırıcı ve etrafını aydınlatan bir ışık olarak gönderdik. Ahzâb 45-46”

İslam tefrika ve ihtilafı tasvip etmez, en aza indirmeye çalışır. İhtilaf halinde “tağut”a değil  “Kur’an ve sünnet”e müracaat edilmesini emreder.

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ülü’l-emre de.

Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah’a ve peygambere götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir. Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Onu tanımamaları kendilerine emredildiği halde tâgūtun önünde mahkemeleşmek istiyorlar. Şeytan da onları büsbütün saptırmanın yollarını arıyor. Onlara, “Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin” denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.   Nisâ-59-61” ayetlerinde bu durum açık bir şekilde belirtilir.

Hâsılı kelam.

Bize bırakılan iki emanet vardır.

Bunlar “Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed Mustafa’nın s.a.s sünnetidir.

Kur’an ve sünneti hayatımızın ölçüsü, yaşayışımızın feneri olarak gördüğümüz, kabul ettiğimiz, iman ettiğimiz takdirde aramızdaki “ihtilaf”ları çözmemiz kolaylaşır. Ayrılığa düşmeyiz, merhum Abdurrahim Karakoç’un ifadesiyle secde-i rahmanda birleşiriz.

“Birleşin,

 Ey yolları Kur'an'da birleşenler

Birleşin,

İtikatta, imanda birleşenler

 Ayrılık yakışmıyor, bölünmek günah size

Birleşin,

Ey Secde-i Rahman'da birleşenler”

Birleşenler tefrikaya düşmez, aralarındaki ihtilaf azalır.

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız. Âl-i İmrân-103” ayetine uyar, Kur’an ahkâmını ve sünneti uygular.

Şimdi ve her zaman Bize bırakılan Kur’an ve Sünnet’e uyma zamanıdır.

Selam ve Sabırla… 11.11.2024

Kötü Arkadaş İnsanı Pisliğe Çevirir

 Kötü Arkadaş İnsanı Pisliğe Çevirir

Veysi ERKEN Dr.

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, vahyine uyun, yaşayın ve doğrularla beraber olun. Tevbe-119” buyrulur.

Doğru arkadaş ve çevre seçimi çok önemlidir ve insanı şekillendirir, "şakile"sini etkiler.

“Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” ifadesini boşuna söylememiştir ecdadımız.

Arkadaş ve çevre nefsimize telkinlerde bulunur, nefsimizin şekillenmesinde etkisi olur.

Etki hem “iyi” hem de “kötü” olabilir.

Arkadaş iyi ve güzel vasıflara sahipse etkisi iyi, kötüyse etkisi kötü olur.

Ayetlerde nefse iyi ve kötü yeteneklerin yerleştirildiğine ve nefsini arındıranların kurtuluşa ereceği, kötülüklere boğanların ise ziyanda olacağı belirtilir. “Nefse ve ona düzen verene; Ona kötü ve iyi olma yeteneklerini yerleştirene ki, Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere boğan da ziyan etmiştir. Şems 7-10

Evet.

Kötü arkadaş nefsi, insanı kötülük ve pislik çukuruna yuvarlar, sebep olur.

Kötü arkadaşın etkileri bir divanenin diliyle şu şekilde izah edilir.

“Zavallı kimsesiz ve coşkun bir divâneyi, birkaç dost bir kenara sohbete, bir bahçeye işrete alıp giderler. Divâne bunlarla giderken yolda bir adam pisliği (b*k) görüp zincirden boşanmış gibi bunları kor kaçar. Aradan günler geçer, Divâneyi bir yerde bulurlar.

“Behey divâne!” deyip yanına gelirler. “Şu bizden ne gördün ve hatırına getirdin ki, bizimle ne hoş giderken ve âdetçe sohbet ederken bizi koyup kaçtın” derler.

Divane:

“O adam pisliği bana nasıl bir söz söyledi işittiniz mi?

Dedi ki:

“Be adam nereye gidersin ve bunlarla ne sohbet edersin? Doğrusu ben bir güzel lokma ve temiz yiyecek idim; bir lahza bunlarla yakın ve beraber olup bir saat yanlarında oturdum, işte beni bu şekle, bu hale ve bu kisve’te soktular.”

 

Şiir

 

Şol refik-i bed ki şerrü’n-nâsdur

Nâs sanmasun anı nesnâsdur

Gûl gibi âdemi idlal ider

Taşrası insan içi vesvâsdur. (Kötü arkadaş, insanların en fenası (Şerlisidir) İnsanlar onu kötü yaratılışlı bir hayvan zannetmesin. Şeytan gibi adamı sapıtır. Dışı insan içi şeytandır.)  s.84 Latifeler, Lamii-zâde Abdullah Çelebi, Hazırlayan, Abdullah Çalışkan, Tercüman 1001 temel Eser, İstanbul 1978.

Hâsılı kelam kötü arkadaş şeytan hükmündedir. Onunla hemhal olan “pislik”e dönüşür.

Kötü arkadaşla hemhal olmayalım ki, şeytanların adımlarını takip etmekten uzak durabilelim.

Ayette. “Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytana ayak uydurursa bilsin ki, o edepsizliği ve kötülüğü emreder. Allah’ın lutfu ve rahmeti sizinle olmasaydı içinizden hiçbir kimse günahtan asla arınamazdı, fakat Allah dilediğini arındırır; Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir. Nûr-21” buyrulur.

Rabbulalemin bizleri pisliğe dönüştürecek kötü, şer ve şeytanlaşmış arkadaşlardan muhafaza etsin, emin eylesin.

Selam ve Sabırla… 11.11.2024

10 Kasım 2024 Pazar

CHP’ye ve Belediyelerine Kayyım Atanmalıdır

CHP’ye ve Belediyelerine Kayyım Atanmalıdır

Veysi ERKEN Dr.

Evet.

Acilen CHP’ye kayyım atanmalı ve parti esaretten kurtarılmalıdır.

Sebebi gayet açıktır.

CHP Mustafa Kemal’in mirasına sahip çıkmıyor aksine sadece istismar ediyor.

Mustafa Kemal’in varisi olduklarını söyleyenler ve iddia edenler onun dediklerini yapmakla mükelleftirler.

Bilindiği üzere kişi ölmeden önce en son söyledikleri vasiyet hükmündedir.

Mustafa Kemal “Ölümüne yakın bir zamanda, ölümünden 15 gün kadar önceki bir zamanda Peygamberimiz hakkında şu veciz sözü söylemiştir:
 "Bütün dünya Müslümanları, Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli; İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli; İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli; zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler." https://www.kadirga.com.tr/ataturkun-peygamberimiz-hakkindaki-sozleri-H1902589.htm

Bu vasiyet devletin belgelerinde mevcuttur ve yıllardır yayınlanmakta olduğu halde CHP’liler gereğini yapmıyor.

Bu söz başta CHP’liler olmak üzere bütün mirasçılarına vasiyet hükmündedir ve bunun gereğini yapmakla mükelleftirler.

Israrla bunu yerine getirmekten imtina ediliyorsa o parti ya kapatılmalı veya kayyım atanarak vasiyetin yerine getirilmesi sağlanmalıdır.

CHP yönetimine sesleniyorum.

Vasiyeti yerine getiriniz.

Vasiyetin gereğini yapmamanız halinde partinizi fesh ediniz, mirası inkâr ediniz ve kendinize yeni bir parti kurunuz.

Etkili ve yetkililere sesleniyorum.

Miras davalarında olduğu gibi ihtilaf halinde nasıl müdahale ediliyorsa CHP vasiyetin gereğini yerine getirmiyorsa kayyım atayınız ve partinin rayına oturmasına yardımcı olunuz.

Bu arada para kuleleri inşa eden, milyarları konserlerde israf eden, hakaretler eden, vergilerini ödemeyen, şehirleri idare etmekten aciz ve sayamayacağımız kadar bataklıklara saplanmışlardan belediyeleri de unutmayınız.

Başta İstanbul ve Ankara Büyükşehir belediyelerine de kayyım atayınız.

Halkın refahı ve huzuru için kayyımlar iş başında olmalıdır.

Selam ve Sabırla… 10.11.2024

Rahmetle Deli Rüzgâr Osman Yüksel Serdengeçti’yi Yâd Ediyoruz

 Rahmetle Deli Rüzgâr Osman Yüksel Serdengeçti’yi Yâd Ediyoruz

15 Mayıs 1917- 10 Kasım 1983

Veysi ERKEN Dr.

“Ben dağların oğluyum,

Tarihim, Niğbolu’yum,

 Fetih, zafer doluyum,

 Deli rüzgâr içimde…” mısralarıyla kendini ve bütün serden geçenleri tanımlar.

Merhum Arif Nihat Asya deli rüzgâr gibi serden geçenler için,

“Sen ne geçebilirsin yardan, anadan, serden...

Senin de destanını okuyalım ezberden...

Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...

Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın...

Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.!” diye haykırıyordu.

Deli Rüzgâr Osman Yüksel “mahvedilen bir neslin sesidir”. Dilinden, dininden, her türlü kıymet hükümlerinden uzaklaştırılmaya çalışılan bir neslin sesi ve kabına sığmayan delikanlısıdır Osman Yüksel.

Yıl 10 Kasım 1983.

Dar-ı bekaya irtihalinin üzerinden tam 41 sene geçti. O hala eserleriyle yaşatılan dramı ve kopukluğu izah ediyor nesillere.

Bir Nesli Nasıl Mahvettiler” diye haykırıyor hâlâ.

“Bir Müslüman çocuğu ilkokula Müslüman başlayıp üniversiteyi ateist olarak bitiriyorsa, bizim başka düşmana ihtiyacımız yok…” tespitinin benzerini ve daha sarihini  yıllar önce yapmış idi merhum Osman Yüksel Serdengeçti.

Bu dünyadan Bir Deli Rüzgâr, Bir Osman Yüksel geçti.

 “Serden geçti”

“Bir Nesli Nasıl mahvettiler” ve “Mabetsiz Şehir” diye haykırdı, nesilleri ve şehirleri kurtarmaya çalıştı. Şehirlerimizin mabetsizleştirilmemesi ve nesillerimizin mahvedilmemesi ve ihyası için mücadele etti ve ahrete irtihal etti. 10 Kasım 1983.

O hayatı “iman ve cihad’tan ibarettir” ve “iman varsa imkân da vardır” diyen seciyelilerdendi. Ahlakı ve yaşayışı bundan ibaretti.

Evet.

Hayat “iman ve cihad”tan ibarettir diyenler için bir üsve/örnek şahsiyet gösterin denildiğinde ilk sıralarda yer alacaklardan birisi merhum Osman Zeki Yüksel gelir.

Namıyla SERDENGEÇTİ

Tabii ki “Serdengeçti” denilmezse kimse bilmez Osman Zeki Yüksel’i.

10 Kasım bir veda günü değil, yeni bir hayatın başlangıcıdır, Rabbulalemine vuslat günüdür merhum Osman Yüksel için.

Mekânı Firdevs cennetidir inşallah.

Osman Yüksel gerçekten Serden geçen bir örnek şahsiyettir. “İman varsa imkân da vardır” diyenlerdendi.

Bilhassa gençler hayatını, mücadelesini ve eserlerini okumalılar, ibret almalılar.

Her kitabının okunması gerekir. Mabedsiz Şehir, Bu Millet Neden Ağlar?, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler?, Ayasofya Davası, Mevlana ve Mehmet Akif, Türklüğün Perişan Hali, Gülünç Hakikatlar, Kara Kitap, Müslüman Çocuğunun Şiir Kitabı, Radyo Konuşmaları, Akdeniz Hilalindir ve SERDENGEÇTİ dergisinin bütün sayıları.

Serden geçti. Bir nesli nasıl mahvettiler diyor. Esasında bir nesli mahvederek ondan sonra gelen nesilleri de mahvettiler. 

Yaşayış tarzlarını, dillerini, dinlerini katlettiler, soykırım uyguladılar.

Nesillere atalarını, dinlerini ve dillerini unuturdular.

Bir nesli nasıl mahvettiler isimli kitabından sadece kısa bir kesit bile işlenen cinayetleri, zihin işgalini ve soykırımı anlatmaya, izah etmeye yeter.

“O günlerde kasabada Kur’an-ı Kerim’i yere atmışlar, yırtmışlar gibi dedikodular alıp yürüyordu. İhtiyarlar “Allah'ım ne günlere kaldık!. diyorlar, gizli, hararetli hara­retli konuşuyorlardı.

Büyüklere göre Deccal ya çıkmış ya çıkacaktı. Olup bi­tenler hayra yorulacak şeyler değildi. Her gün Muhiddini Arabî gibi İslâm büyüklerinin kitabı açılır, “elif,” “lâm,” “mim” gibi rumuzlardan istihraçlar yoluyla neticelere va­rılır, günün hâdiseleri bu zaviyeden mütalâa olunurdu.

Ak sakallı bir ihtiyar, hem ağlıyor, hem söylüyordu. Ben. diyordu, “Üç oğlumu bunun için mi şehit verdim?

Şehit evlâtlarının çocuklarının gözleri önünde, babalarının uğrunda can verdiği, son nefesinde elinden, dilinden düşürmediği. Kur’an-ı Kerim’i yerlere, ayaklar altı­na atsınlar ha!… Kendileri neye inanırlarsa inansınlar, nasıl yaşarlarsa yaşasınlar, fakat bizim dinimize, kitabımıza, işimize karışmasınlar” diye sızlanıyor, bir taraftan da torunlarına “Dışarı bakın oğul kimse olmasın… Son…” diyordu. “Sonra” nın sonu gelmiyor, onun yerine gözlerinden yaşlar geliyordu..”

Evet.

Merhum Osman Yüksel’in dar-ı bekaya irtihalinin üzerinden tam kırk bir yıl geçti.

Buna rağmen eserleriyle, mücadelesiyle ve örnek şahsiyetiyle “İZ” bırakmaya devam ediyor, firavunlara, nemrutlara rağmen.

Bilinen bir gerçektir insanlar ya rahmetle veya lanetle hatırlanırlar.

Nesillerimizi mahvedenlerin lanetle yâd edildiği zamanlarda merhum Deli Rüzgâr rahmetle yâd ediliyor.

Evet.

Merhum Osman Yüksel rahmetle yâd edilenlerin başında yer alır.

Allah’ın rızasını kazanma davası olanlar merhum Osman Yüksel gibi hayatı mücadele ve mücahede ile geçenleri tanıyıp eserlerinden ve mücadele yöntemlerinden faydalanması elzemdir.

Kırk bir yıl sonra da yine rahmetle yâd ediyorum serden geçen “Osman Yüksel Serdengeçti”yi.

Ruhu için, bütün serden geçenleri ervahı için Fatiha okumayı unutmayın

Selam ve Sabırla… 10.11.2024