7 Aralık 2025 Pazar

…Olmak… Kalmak-1

…Olmak… Kalmak-1

Veysi ERKEN Dr.

Bizim anlayışımıza göre bir fikre, tefekküre, inanca mensubiyet, aidiyet dairesine girmek kolaydır. Önemli olan o inançta kalmak, ilke ve kurallarını daim olarak yaşamak ve orada kalmaktır.

Bir kişi “Eşhedu enla ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammedun resulullahBen şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve ben yine şahitlik ederim ki Hz. Muhammed, O'nun kulu ve Resulüdür/” demesiyle Müslüman olur, Şehadet kelimesi ile Müslüman olan vahyi ve sünneti yaşamazsa Müslüman kalmaz, kalamaz.

Bu tipler ancak münafık, fasık, facir olur.

Bu bağlamda daha önce “ülkücülük” mefhumu ile ilgili bir yazı yazmış ve münafıklar yüzünden zeyl yazmak durumunda kalmıştım.

ÜLKÜCÜ KİMDİR? ÜLKÜCÜLÜK NEDİR? veÜLKÜCÜ KİMDİR?”E ZEYL yazılarının tekrar yayınlanmasında fayda var diye peş peşe tekrar neşrediyorum

Hani bir söz var. “Ettekraru Ahsen velev kâne yüz seksen”

Evet.

ÜLKÜCÜ KİMDİR? ÜLKÜCÜLÜK NEDİR?

Bazı kavramlar vardır ki, insanların -hem birey hem de grup olarak- hayatlarını şekillendirir. Bir yerde şekillendirmekle kalmaz onun yaşayış tarzı ve kültürü olur.

Türk-İslam birliği medeniyeti içinde coğrafyası daralmakla birlikte bizim için çok önemli olan ülkemizde etkili olan ve yaşayış tarzına dönüşen kavramlardan birisi de “ÜLKÜCÜ” lüktü.

Ülkücülüktü diyorum. Çünkü bu kelime son yıllarda örselendi ve ayaklar altına alındı. Buna rağmen -ben tarifime ve yaşayışıma göre- hala ülkücüyüm.

Evet.

Ülkemizin son yıllarına damgasını vuran kavramlardan birisiydi “ülkücü”lük.

Bireylerin hayatını şekillendirdiği kadar toplumun ekseriyetinin hayatını şekillendirmişti.

Sevsin sevmesin toplumun bütün kesimlerini etkilemişti.

Kitleler bu kavramla heyecanlanıyor, duygulanıyor bazıları ise ürküyordu.

Ülkücü olmak kolay değildi ülkemizde.

Çünkü Ülkücülük büyük bir meziyeti, kararlılığı ve cesareti ifade ediyordu. Cazibesi çok yüksekti.

Ülkücülük İlayı Kelimetullah doğrultusunda Âleme nizam verme sevdasıydı. Adaleti âlemin bütününde hâkim kılma davasıydı. Yerli ve yabancı conilerin zulümlerini durdurma azmiydi.

Kendini bilen ve Karakoç ağabeyimin ifadesiyle dağa taşa “Hak yol İslâm yazacağız” diyen herkes ülkücüyüm demeye can atıyordu, diyenler kolay çoğalıyordu ülkemizde. Çünkü : “Ülkücü, beyninin her hücresine işlemiş olan düşünceler -değerler- iktidar olmadıkça “muhalif olma” dürüstlüğünü terk etmeyen insan” olarak bilinirdi.

Ülkücülük kâmil bir Müslüman olma çabasıydı

Ülkücü ömrünün hiç bir döneminde karşısında olduğu sistemle işbirliği yapmaya tenezzül etmeyen insan” tipini temsil ediyordu.

Ülkücü “kendini ısıran köpeği beslemeyen” bir tip idi ve medyadaki tapınak şeytanlarına rest çeken “cesur yürek”lerin numunesiydi.

Ülkücü gizli mahfillerin düşmanıydı. Ülkücüler haksızlığa, uğursuzluğa ve zulme boyun eğmeyenler olarak bilinirdi toplum katmanlarında.

Kısada ülkücü “Müslüman’ca dik” durandı.

Ülkücüler “dik” oldukları için mazlumun dostu, zalimin düşmanıydılar ülkede. Zalimler hep onlardan çekinirlerdi.

Bu anlayış son yıllara kadar devam etti. Bu kavram o kadar etkiliydi ki, her kesim kendini ülkücülere göre konumlandırır idi.

Zaman ve zemin değişti. Ülkücüleri temsil iddiasındaki parti iktidar oldu ve her şey ortaya döküldü.

Tıpkı, baştaki peruğun yere düşmesi ve kelin görünmesi gibi.

İktidar ortağı olanların ilkesiz davranışı ve despotizmin temsilcilerine ram olmaları “ülkücü”lük anlayışına ve kültürüne büyük bir darbe vurdu.

Adı geçen partinin üst yönetiminin yıllar öncesinden “ülkücü”lerin ilke ve ülkülerini terk etmiş olduğu gerçeği bir türlü anlatılamamıştı ülkücülere.

Esasında “ülkücü”lerin ekseriyeti malum parti yönetiminin yaşamış olduğu ilkesizliği bir türlü kabullenemiyordu.

Grup taassubu, “ülkücü”lerin doğru düşünmelerine engeldi. Bu durum son iktidar tecrübesine kadar devam etti.

Ülkücü hareketin üst yönetimini oluşturan ve “ülkücü”lükle yakından uzaktan ilgisi olmayan grubun despotizme teslim olmaları “tevil” edildi. Ülkücü dostlarla sohbetlerimizde hep yöneticilerin bir bildiğinin var olduğu “zırva”sı terennüm edildi. Hala tevil edenler var.

Doğru söylüyorlardı ama eksik söylüyorlardı dostlar.

Yöneticilerin bir bildiğinin var olduğu doğruydu.

Ve bildikleri “ülkücü”lerin bildiklerinden farklıydı. İşte bu noktada ülkücüler yanılmış veya yanıltılmıştı. Çünkü malum yönetim ülkücü, beyninin her hücresine işlemiş olan düşünceler -değerler- iktidar olmadıkça “muhalif olma” dürüstlüğünü terk etmeyen insanlar değildi.

Artık ülkücü(!) yöneticiler, “ömrünün hiç bir döneminde karşısında olduğu sistemle işbirliği yapmaya tenezzül etmeyen insan” tipini temsil etmiyordu.

Bırakın muhalif olmayı, onlar sistemin mutemet parçasıydılar.

Yazıklar olsun.

Bunca emek bunun için miydi?

 Ne dersiniz aziz ülküdaşlar bu zillet bitecek mi?

 Ülkücülüğün tarihini yazanlar ne düşünürler acaba?

 Ülkücüler kendilerine musallat olan teslimiyetçilerden ve sistemle entegre olanlardan kurtulacaklar mı?

Ülkücülük gerçek anlamda tekrar ihya olacak mı?

 Ve…

İnsanlar gururla ülkücüyüm diyebilecekler mi?

 Selam ve Sabırla... 07.12.2025

NOT: Bu yazı 25.08.2005 tarihinde yayınlanmıştır.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?