28 Şubat 2022 Pazartesi

28 Şubat: Feryadın ve Zulmün Tavan Yaptığı Gün

 28 Şubat: Feryadın ve Zulmün Tavan Yaptığı Gün

Veysi ERKEN 

Zulmü ve zalimi unutturma. Unutursan tekrar zulme uğrarsın. Zira unutmak pusudur.

12 Eylül 1980 günü Siyonist haçlı zihniyetinin zalimleri çocuklarımız başardı diye haykırıyorlardı.

Sevinç çığlıkları yükseliyordu tapınakçılardan ve uşaklarından.

Yüz binlerce masumun kanına girilecekti bir daha.

Ve yüz binlerce mağduriyet ve mazlumiyet yaşatıldı insanımıza Eylül fırtınasında, Kenan tufanında.

Yetmedi.

Tiranlar, tapınakçılar, haçlılar bir daha piyonlarını, uşaklarını, kölelerini ve maşalarını devreye soktu.

Bu sefer darbenin “post”u yapılıyordu “hostl”ar tarafından.

Tarih 28 Şubat 1997 yılını gösteriyordu.

“Host”lar bunun bin yıl süreceğini söylüyordu.

Evet.

Siyonist haçlı zihniyetinin piyonları, uşakları ve tapınakçıları topyekûn savaştan bahsediyordu evlerinde, yurtlarında, mekânlarında, köşelerinde ve dahi manşetlerinde.

Kısaca her yerde.

Evet, hostlar marifetiyle değerlerimize, dinimize ve yaşayışımıza bir kere daha topyekûn savaş açılmıştı.

Destekçileri belliydi.

Beceremiyorlarsa çekilsinler diye haykırıyorlardı Siyonist haçlı zihniyetinin Müslüman görünümlü uşakları.

Değerlerimiz, duygularımız ve hayatımız yıkıldı, yakıldı.

İslam’ı gönüllerden silme ve yok etme projesiydi 28 Şubat.

Planlayıcıları arasında “furuat”çılarla “teferruat”çılar vardı.

Millet bu iblisleri Müslüman zannediyordu.

Meğerse içimizdeki yılanlar, çıyanlar ve haşhaşilermiş.

Bilindiği üzere yapmak zor, yıkmak kolay.

Her şeyimizi yıkmaya çalıştılar.

Bir daha yıktılar duygularımızı uşaklar, piyonlar ve hostlar. Onulmaz yaralar açtılar duygularımızda, heyecanımızda ve ahlakımızda.

İ’layı Kelimetullah’ın anlamını unutturdular.

Artık uzatılabilecek dalımız bırakılmadı adeta. Uzanabileceğimiz “dallar” da meğerse çürükmüş.

Benzer mağduriyetler ve mazlumiyetler bir kere daha yaşatıldı aziz milletimize. On yılda bir Milleti perişan etmeye yeminlilerdi haçlının piyonları.

Yıllar geçti. 25 yıl geçti.

Darbecilerden hesap sorulmadı. Mağduriyetler giderilmedi. İnsanımızın duygu, düşünce ve heyecanı tamir edilemedi.

Darbeciler ve uzantıları idam cezalarına çarpıtılmadılar. Bugünlerde seslerini daha fazla yükseltmeye başladılar yeniden.

Tahribatlarını sürdürüyorlar bütün müesseselerde.

Aile çökertildi.

Felaket büyüyor.

Adeta unutuldu 28 Şubatlar.

Hâlbuki unutmak pusuydu.

Bu gerçeklik asla gözden ırak tutulmamalı.

Tutulduğu için 27 Nisanlar, 15 Temmuzlar devreye sokuldu.

Mağdurlar ve mazlumlar unutuldu bir köşede. Bir kısmı yusufiyelerde terk edildi. Güven, itimat ve heyecan yerle yeksan oldu devamında.

Kalıcı hasar oluştu milletin vicdanında, ahlakında, huyunda ve hissiyatında.

En acısı mağdurların bir kısmı darbecilere benzedi. Zalimlerin fiillerini benimsedi, onlar gibi olmaya başladı.

Adeta “ben artık o değilim” demeye başladı. Dünü unuttu, tanınmaz hale dönüştü.

Kuzuların sessizliğine büründüler dünün mağdurları. Muktedir olduklarını zannetmeye başladı dünün mağdurları.

Unutmanın pusu olduğunu unuttular.

Unutmanın sonucu aynı Siyonist haçlı takımı 15 Temmuzda gösterdi vahşi ve kanlı yüzünü.

Haydutlar bomba yağdırdı milletimizin tepesine.

Siyonist haçlı zihniyetinin 28 Şubatçı piyonları bu sefer fetö ve Müslüman kılığıyla tepemize binmeye çalıştı. Daha sistemli bir şeklide çöktüler bütün değerlerimize.

İslami anlamda imanımızı çaldılar, varlıklarımızı talan ettiler şeytanlar.

Değerlerimizi, inancımızı ve topyekûn İslami hayatı filmiyle, dizisiyle, gazetesiyle, radyosuyla ve diğer araçlarıyla tahrip ettiler, ediyorlar.

Kızlarımıza, kadınlarımıza ve evladımıza musallat oldular, oluyorlar.

Ve hala unutulmuşluk, hafıza kaybı.

Bugün 28 Şubat. 25 yıl geçti.

Şimdi unutmayı unutma zamanı. Mazlum ve mağdurları hatırlama ve hatırlatma zamanı.

Postundan, hotsundan, moderninden veya fetösünden hesap sorma zamanıdır demiyorum, zaman geçiyor.

Evet, bütün darbecilerin ve uşakların beli kırılma zamanı. Darbecileri inlerinden çıkarma ve teşhir zamanı.

Tecavüzcüsünden, katiline, darbecisinden bombacısına kadar bütün hainlerden hesap sorma zamanı.

Bütün etkili, yetkili ve vekiline sesleniyorum.

Bugün 28 Şubat.

Mazlumlar hatırlanmalı, mazlumiyetlerin hesabı sorulmalıdır. Hesap sorulmazsa iblisler milletin tepesine tekrar tekrar çökmeye çalışacaklardır.

Bu böyle biline.

Katillerden, ırz düşmanlarından, tecavüzcüden ve darbeciden bireyler hesap sorabilmelidir.

Bilindiği üzere gerçek anlamdaki hukukta bireylere karşı işlenen suçlarda devletin suçluyu affetme yetkisi yoktur ve olamaz.

Bireyin kendisi affeder veya suçlunun cezasını çekmesini ister.

Biz fertler olarak bizi mağdur eden bütün Siyonist haçlı zihniyetinin uşakları olan darbecilerin cezalandırılmasını istiyoruz.

28 Şubat 1997’de namlusunu millete çeviren tanka nasıl selam durmadıysak bugünde durmuyoruz, durmayacağız biiznillah ve darbecilerin cezalandırılmasını aynı duygu ve heyecanla talep edeceğiz.

Darbeciler yaptıklarının bedelini ödemelidirler. Bu dünyada ve ukbada.

 Bedenleriyle mallarıyla.

İdam gündeme getirilmeli ve hainler hesabını vermeli.

Unutulmamalıdır ki, bugün 28 Şubat.

Bugün her türlü darbeciden hesap sorma günü olmalı.

İster post, ister host olsun. Görünümü ne olursa olsun.

Selam ve Sabırla… 28.02.2022

 

27 Şubat 2022 Pazar

Temel Karamollaoğlu Erbakan’ın Yolundaymış

 Temel Karamollaoğlu Erbakan’ın Yolundaymış

 Veysi ERKEN

Atalar sözü. “arkadaşını söyle kim olduğunu söyleyeyim” diye meşhur bir tespit vardır.

Buradan hareketle Karamollaoğlunun gidişatına bakmamız gerekir.

İncelediğimizde Murat Bardakçı’nın ifadeleriyle “jön Türker”in parçası. Şimdi merhum Erbakan’ın yolunda olduğunu söylüyor.

Lafı uzatmadan söylüyorum gerçekten 1+6’nın parçası, payandası değil de merhum Erbakan’ın yolunda iseniz, “Şahıslarla değil zihniyetlerle uğraşırız. İlke ve prensiplere bağlı kalırız” https://www.bursahakimiyet.com.tr/gundem/muhalefet-partisi-liderleri-erbakan-anmasinda-bulustu-655989 diyorsanız yol arkadaşı kabul ettiklerinize sorunuz. Onlar da Erbakan’ın ilke ve prensiplerine bağlı mıdırlar?

Onlar da yolunuza geldiler mi?

Mesela Çevik Bir’den müşteki olmayan Meral Akşener yolunuzda mı? Milli görüş ilke ve prensiplerine bağlı mı?

Ya Kılıçdaroğlu hangi icraatıyla Erbakan’ın yoluna rucu eyledi, elçilerle düzenli görüşmeleriyle mi? İlke ve prensiplere uyma ile elçilerle görüşmeleri mi anlaşılıyor.

Ya Babacan hala Bilderbergçi mi?

Gültekin Uysalı sormuyorum bile.

Ahmet Davutoğlu’nun hangi tavrıyla Erbakan’ın icraatını devam ettiriyor.

Ya Pervinlerle temasınız onları merhum Erbakan’ın yoluna mı soktu.

Evet, 27 Şubat bir anma ve anlama günüymüş. 2011 yılında vefat etmiş Erbakanı ne kadar anladınız ve takip ediyorsunuz.

Umarım ki yanılırım, refik edindiğiniz kişiler gerçekten merhum Erbakan’ı anlarlar, yerli ve milli olurlar.

Manzara tersini gösteriyor.

Atalarımız “evvelen refik sonra tarik” demişlerdir.

Refikleriniz sağlıklı görünmüyor, bu sebeple de yolunuz doğru değil maalesef.

Umarım ki “kamet” ve “İstikamet”inizi düzeltir ve edindiğiniz kişilerin de “kamet” ve “istikamet”lerinin düzelmelerine vesile olursunuz.

Yarın 28 Şubat zulmünün sene-i devriyesi. Zalimler ve zulümler unutulmuş değildir. Unutturulmamalıdır.

Zira unutma pusudur.

Açılan yaralar derindir, kapanmamıştır.

Duygular ve heyecan öldürülmüştür.

Biraz tefekkür ediniz Sayın Karamollaoğlu.

Kamet ve istikameti bozuk olanlardan beri/uzak olunuz.

Selam ve Sabırla…

 

26 Şubat 2022 Cumartesi

BALKANLARDA TÜRK VARLIĞI VE “YÜCELCİLER”

 BALKANLARDA TÜRK VARLIĞI VE “YÜCELCİLER”                               

                                                                                                                   Doç. Dr. Zeki GÜREL*

*Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü-ANKARA

NOT:  Aziz dosttum. Lütfetti. Yazısını paylaşmam için gönderdi. Bilindiği üzere “UNUTMAK” pusudur.  Unutmamak ve unutturmamak temennisiyle.  27 Şubat 1948’de 74 Yıl önce şehit edilen Şuayip Aziz İshak, Ali Abdurrahman Ali, Nazmi Ömer Yakup, Adem Ali Adem’in  aziz hatırasına. Veysi ERKEN                                                                                                                                                                                                  

                Balkanlar mı? Rumeli mi? Demeliyiz

Balkan Yarımadası, Avrupa Kıtası’nın güneyinde, Akdeniz, Karadeniz, Marmara, Eğe, İyon ve Adriyatik Denizleri arasında yer alan, Arnavutluk, Makedonya, Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Karabağ, Bosna ve Hersek, Hırvatistan, Slovenya, Romanya ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa kesimini de içine alan coğrafyanın bölgenin adıdır. Balkan adı, Bulgaristan’da Yunanca “Haimos”, Slavca “Stara Planina” ve Türkçe “Balkan” denilen dağların adından gelmektedir. “Balkan”, sarp ve ormanlık sıra dağları anlamı taşıyan Türkçe bir kelimedir. Kelimenin hangi Türk Boyundan kaldığı bilinmemekle beraber Bulgar veya Osmanlı Türklerinden kalma ihtimali yüksektir.

                “Balkan” kelimesini literatürde ilk kez 1809 yılında Alman coğrafyacısı A. Zeune kullandı. Amacı bu yarımadaya da Apenin ve Priney yarımadaları gibi bölgedeki en yüksek dağlardan hareketle bir ad vermekti. Balkan kelimesini Fransız seyyahı Ami  Boue de eserlerinde kullandı, o da Bulgaristan’daki eski ve koca dağlara Türkler gibi Balkan adını verdi ve bölgeyi Balkanlar olarak adlandırdı. Bütün bu gerçekler ortadayken hala içimizden birileri ısrarla bu bölgeye –Türkçe Balkanlar demek varken- Rumeli niçin derler, bunun şuur altını araştırmak ve bu adlandırmayı kullanmakta ısrarcı olanların gerçek yüzünü de ortaya çıkartmak gerek diye düşünüyoruz.

Dünyanın hâlâ önemli jeo-stratejik bölgelerinden olma özelliğini muhafaza eden Balkanlar’da Türkler M.Ö. 700’lü yıllardan beri mevcudiyetini devam ettirmektedirler. İskitler, Sarmatlar, Hunlar, Kumanlar, Avarlar, Kıpçaklar, Uzlar, Peçenekler, Bulgarlar, Tatarlar, Vardar Türkleri ve Osmanlı adıyla Yörükler, Balkanları coğrafyadan vatana dönüştüren ve bu coğrafyada hâlâ yaşamakta olan Türk kültürünün günümüze kadar gelmesini sağlayan millî yapılardır. Hâlihazırda Balkan yarım adasında Türklerle birlikte Arnavutlar, Yunanlar, Slovenler, Macarlar, Romenler, Ulahlar, Makedonlar, Sırplar, Hırvatlar, Bulgarlar, Boşnaklar, Moldovanlar, Torbejler, Pomaklar yaşamaktadırlar ki, bu milletlerden önemli bir kısmının biyolojik ve kültürel genleri itibariyle Türklükleri konusu tartışmaya açık bir husustur. Belki ilerde bu konuda birkaç yazı ile meseleye açıklık kazandırmamız gerekecektir (Gürel-Gürel, 2016:11-44).

Balkanlardaki Türk varlığı ile ilgili yazılacak çok şey var elbette; ama biz sadece kendisi de bir Balkan Türkü olan Mustafa kemal Atatürk’ün şu şiiriyle bu konuya şimdilik bir nokta koyalım:

“Gafil! Hangi üç asır, hangi on asır

Tuna yıllardır Türk diyârıdır.

Ne vakitten beri diyemem bilmem

Bilinen tarihler bilemez bunu,

Onun söylenmesi asıl tarihe kaldı.

Odur söyleyecek doğrulukları.

Dinleyin sesini asıl tarihin:

Eğri tarihi gömüp, doğru tarihe gidin!” (Göçkün, 1995:16).

 

Balkanları Türklerden arındırma meselesini doğru tahlil edebilmemiz için “YÜCELCİLER” konusuna açıklık kazandırmak gerekecektir. Balkanları Türklerden arındırma çabası, aslında “Şark Meselesi”nin bir parçasıdır. Bunu böyle okumak ve değerlendirmek gerekliliği vardır. 1071 Malazgirt Zaferi ile Müslüman-Türk’ün Anadolu’yu vatanlaştırması sonrasındaki süreçte Batılılar ve Hıristiyan Dünyası “Şark meselesi” kapsamında Türkleri ve dolayısıyla İslâm’ın önünü kesmek için çok uğraşmışlardır. Haçlı Savaşları sonrasında Türklerin Osmanlı adıyla Balkanlar başta olmak üzere Avrupa içlerine kadar ilerlemeleri Şark Meselesi kapsamında önce Türklerden Balkanları kopartmaya çalışmışlardır. Dün olduğu gibi bugün de Balkanlarda, Anadolu’da ve Ortadoğu’da Türklüğün aleyhindeki pek çok gelişmenin arka planında hep bu Şark Meselesi vardır(Kodaman, 1983).

                Balkanlarda Türklüğün Direnişi Yücel Teşkilatı Kuruluyor

                Balkanlardaki Türk varlığı, Avrupa devletlerinin ve Rusya’nın kışkırtmalarıyla Balkanlarda XIX. Yüzyılın sonlarında başlayan milliyetçilik hareketleri sonrasında XX. Yüzyılda dalgalı, fırtınalı, karmaşık ve çekişmelerle dolu günler yaşadı. Geçen yüzyılın başlarında devletlerinden yoksun kaldılar; Osmanlı adıyla hüküm süren 500 yıllık bir hâkimiyetten sonra özgürlüklerini kaybedip içler acısı bir duruma düştüler.

                1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi (93 Harbi) ve 1912 Balkan Harbi’nin ardından yaşanan toprak kayıplarıyla birlikte, başta Bulgaristan, Bosna, Kosova, Makedonya ve Batı Trakya olmak üzere, Balkanlardaki Müslümanlar; özellikle de Müslüman Türkler için zor günler başlamış oldu. Beş yüz binden fazla insanın Rus ve Bulgarlar tarafından şehit edildiği Osmanlı-Rus Harbi’nin ardından, Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bulgaristan Prensliği yarı bağımsız hale geldi. Bu süreçte çoğunluğu Müslüman Türklerden oluşan bir buçuk milyon Müslüman muhacir konumuna düşerek; Balkan coğrafyası içinde iç göçler yaşandığı gibi Balkanlardan Anadolu’ya göç etmek mecburiyetinde kalındı.

            Osmanlı Devleti’nin hazırlıksız yakalandığı Balkan Savaşı, Türk milletinin Anadolu’dan sonra ikinci anavatanı olan Balkanlar’ı Adriyatik kıyılarından Edirne’ye kadar kaybedişinin ve Balkan Türklerinin büyük ölçüde yok edilişlerinin yüreğimizi sızlatan hikâyesidir. Bu hazin hikâye milletimiz için ibret dersleriyle doludur.

            Bilinçaltlarındaki Türk-Müslüman karşıtlığı ve nefretiyle yani Haçlı düşüncesiyle hareket eden Bulgar, Yunan, Sırp, Karadağ askerleri ve komitecileri (çetecileri) savaş sırasında işgal ettikleri yerlerde yerli Hıristiyan halkla birlikte, Türklere-Müslümanlara karşı etnik ve kültürel temizlik zorla göç ettirme ve soykırım) uyguladılar. 500 binden fazla Türk’ü-Müslüman’ı kadın, yaşlı, çocuk, bebek ayırt etmeden koyun gibi boğazlayarak, camilere, samanlıklara doldurup diri diri yakarak, organlarını keserek vs. korkunç yöntemlerle katlettiler. Zümrüt yeşili Balkanlar alkanlara boyandı. Balkanlarda Haçlı vahşileri ayrıca pek çok Müslüman’ı zorla Hıristiyanlaştırdılar. Kadınların kızların namusuna saldırdılar. Köyleri kasabaları ateşe verdiler. Türklerin izlerini yok etmek için camileri yaktılar yıktılar, mezar taşlarını parçaladılar, mezarlıklarını ortadan kaldırdılar. Bu dönemde yaklaşık 450 bin insanımız zulüm ve katliamlardan kaçarak Anadolu’ya göç etti.

            Bu savaşı Türklere karşı bir ‘Haçlı Seferi’ ‘Hilâl-Haç Mücadelesi’ olarak gören ve ‘Türkler Avrupa’dan atılıyor’, ‘Hıristiyanlar Müslümanlardan kurtuluyor’ diye sevinen Avrupalılar Balkanlarda Haçlı vahşilerinin yanında yer alarak, onların tüm insanlık dışı eylemlerine seyirci kaldılar. (Erkek, 2019:10-11).

1912-1913 Balkan Harbi ve ardından yaşanan sıkıntılar yüz binlerce Türk-Müslüman’ı vatanlarını terk edip muhacir konumuna düşürdü. Bu göçler esnasında yüz binlerce insanımız hayatını kaybetti, sakat kaldı ve perişan oldu. Gittikçe artan baskılar her geçen gün göçlerin de artmasına yeterli sebep teşkil ediyordu. Mesela, 1923-1933 arasında Yugoslavya’dan 110 bin, 1923-1938 yılları arasında Romanya’dan 115 bin, 1923-1949 yılları arasında Bulgaristan’dan 220 bin, 1923-1945 yılları arasında Yunanistan’dan 400 bin Müslüman-Türk Türkiye’ye hicret etmek mecburiyetinde kaldı. Bu göçlerle ilgili daha geniş bilgi için Yıldırım Ağanoğlu’un Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanların Makûs tarihi: Göç (İstanbul, 2013) kitabı ile Abdülmecit Nuredin’in Balkanlar’dan Türkiye’ye Göç ve Etkileri (Ankara, 2011) kitabına bakılabilir.

Balkanlar, 1371 ilâ 1912 yılları arasında Osmanlı Devleti idaresi altında kalmıştır. Balkan Harbi sonrası 1918 yılında kurulan Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı adından da anlaşılacağı üzere üç temel unsuru esas almış ve Türkler de dahil diğer milletleri (Arnavutlar, Boşnaklar ve Makedonlar) yeterli düzeyde temsil etmemiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 29 Kasım 1945’te Yosip Broz Tito önderliğinde kurulan Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti ise Panslavizm, komünizm ve Ortodoksluk unsurları üzerine oturtulmuştur. Halbuki İkinci Dünya Savaşı sırasında bu coğrafyada yaşayan Türkler de vatan bildikleri toprakların müdafaasında işgalcilere karşı savaşmış ve şehit düşmüşlerdir. Bu konu maalesef yererince araştırılmamış ve karanlıkta kalmış/bırakılmıştır. Bugün için Kuzey Makedonya’da İkini Dünya savaşı sırasında vatanlarını müdafaa ederken şehit olanların anısına dikilmiş (ama maalesef neredeyse hepsi yok edilmiş) anıtlar vardır, belki bir yazımızda bu konuyu özel olarak ele almamız gerekecektir.

1948 yılında Türklerin Makedonya’daki nüfusları 95.987 olarak kayırlara geçmiştir. Bu da Makedonya nüfusun %8,3’lük bir kısmına tekabül etmektedir. Her ne pahasına olursa olsun Balkanları terk etmeyen ve vatan bildikleri bu topraklarda yaşamaya devam eden Türk-Müslümanlar ise ağır vergiler, yağmalama, öldürme, dini yasaklardan oluşan her türlü baskı ile mücadele etmek zorunda kaldılar. Balkan Türk-Müslümanları, kendi kaderlerini tayin etmek için çeşitli oluşumlar altında bir araya geldiler. Bunlardan bir tanesi de, işgalci Bulgarlar ile baskıcı komünist Tito rejimine karşı, varlıklarını, kimliklerini ve inançlarını korumayı amaçlayan Müslüman Türk gençlerinin kurdukları Yücel Teşkilatı’dır.              İkinci Dünya Savaşından sonraki süreçte, Türklere karşı Slavlaştırma, Hıristiyanlaştırma ve Komünist rejimin baskıları yanı sıra; özelikle Türklerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde Kalkandelen, Gostivar ve Ohri gibi büyük şehirlerde Türk çocukları Arnavutça eğitim almaları için zorlanmışlardır. Çünkü Arnavutlar, Makedonya’da yaşayan Türklerin asimilasyona uğramış Arnavutlar olduklarını ve Makedonya’nın batı ve kuzey bölgesin Arnavutluk topraklarına dâhil edilmesi gerektiğin iddia etmişlerdir (Türksoylu, 2020:35). İşte bu süreçte “Yücelciler” adıyla teşkilatlanan Türk gençleri, Müslüman-Türk kimliğini korumak, insan hakları ihlallerinin önüne geçmek için, Slavlaştırmaya ve Arnavutlaştırmaya, komünizme karşı direnmeye başlamışlardır.

                “YÜCELCİLER”, Balkanlardaki Türk-İslâm varlığını, kültürünü ve kimliğini insan hakları sınırları çerçevesinde; Makedonya merkezli muhafaza ve müdafaa etmeye yönelik ihtiyaç ve gereklilik olarak İkinci Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıkmış ve sorumluluk üstlenmiş bir eğitim-kültür ve sanat hareketidir.

                Ömrünü devletine hizmetle geçirmiş olan devlet adamı, şair-yazar ve gazeteci Fahri Kaya  (15 Haziran 1930 Kumanova- 23 Mart 202 İstanbul), Yücelcilerin Makedonya’daki Türk-İslâm varlığının eğitim ve kültür hayatına yaptıkları katkıyı anlatırken şu tespitlerde bulunuyor:

                “Yücelciler bir terörist örgüt değildi. Rumeli ve özel olarak Makedonya Türkleri, tarihte hiçbir zaman yıldırmacı, tehditçi ve terörist olarak görülmedi. Amaçlarında ve davalarında haklı olduklarını göstermek için terörü hiçbir zaman araç olarak kullanmadı. Tam tersine Balkanların bu bölümünde terörist olanlardan çok zaval gördük. İki üç kişinin yabancı bir devletin-bunu ana ülkenin- temsilcisiyle görüşmesi, ya da buradaki Türk halkının durumu ve geleceği hakkında fikir alışverişinde bulunması yüzünden görüşmeden habersiz olan 63 kişinin casus-İspiyon- olarak yargılanmaları da, akla sığar gibi değil.

                Yargılananların büyük bir kısmını çok iyi tanıdığım için, bunların terörist ve casus olduğuna hiçbir zaman inanmadığımı gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Onlar zemin ve zamanın kurbanı oldu.

                Evet, Yücelciler terörist ve casus değil, millî kimlikleri çok güçlü, Atatürkçü aydınlardı. Baş amaçları, yeni devlette yaratılan yeni imkânlardan tamamen yararlanarak Yugoslavya Türklerinin eğitim, kültür, sosyal ve ekonomi bakımından gelişmelerinde yol açmak, bunları toplumdaki öteki milletlerle birlikte eşit bir duruma getirmekti. Aralarında önemli bir kısmı öğrenim görmüş, bilinçli kişilerdi. Üsküp’te asil ailelerin çocuklarıydı. Ev eğitimleri düzenli, gelenek ve törelere son derece saygılıydılar. Evlerinde diğerleri arasında hem Atatürk’ün Nutuk’u, hem de Mehmed Âkif’in Safahat’ı bulunurdu.”(Kaya, 2015:221)

                Balkanlarda Yugoslavya Türkleri arasında; var olan imkânlar çerçevesinde İslâm inancını yaşatmak ve Türk milliyetçiliği bilincini geliştirmek, Atatürk ilkelerini yaşatarak birlik ve beraberlik içinde Yugoslavya’da varlık mücadelesi veren Yücelciler, özellikle Türkçe eğitime çok önem vermişlerdir. Tefeyyüz ve İrfan adlı Türkçe eğitim veren okulların açılmasında ön ayak olmuşlardır ki, bu isimler Osmanlı Devleti zamanındaki iki okulun adıdır. Bu iki okul daha sonra Makedonya’nın diğer şehirlerinde açılan okullara da örnek olmuştur. Yücelciler, 1945 yılının yaz aylarında Üsküp’te açılan öğretmen yetiştirme kursunun da ders veren çekirdek kadrosunu oluşturmaktaydılar.  Yugoslavya’da Latin harfli Türkçe ilk alfabe kitabı Sevimli Kıraat’ı da hazırlayan Fettah Süleymanpasiç bir Yücelci idi. Yücelciler, pek çok kitabı Türkçeye çevirmiş, Makedonca-Türkçe ve Türkçe-Makedonca sözlük üzerinde de çalışmışlardı (Gürel,2018:19). 23 Aralık 1944’te Üsküp’te Latin harfli Türk Alfabesiyle Birlik adıyla gazeteyi çıkartanlar da Yücelcilerdir (Süleyman, 201:14).

                               Yücelciler konusu, yıllarca üstü örtülü bir korkunun gölgesinde üstü örtülü kalmış, sonrasında da bu çekingenlik, Yücel Şehitlerinin 28. Yıldönümü dolayısıyla İstanbul Aksaray’daki Gül Salonu’nda yapılan anma programı bir takım kıpırdanmalara vesile olmuş ve ardından gelen yıllarda Türkiye’de ve Makedonya’da anma programlarında konuşmalar ve mevlitler yapılmaya başlanmıştır. 1976 yılında İstanbul’da Şerafeddin Ferid Yücelden’in yaptığı konuşmada söyledikleri Yücelcilerin şanlı davasının özeti niteliğindedir:

                “Yücel için Türk Milliyetçisi yalnız Türkçe yazan Türkçe konuşan değildir. Elbette Türkçe konuşmak, Türkçe yazmak kadar, Türkçe düşünmek de önemlidir. Ama bir Türk milliyetçisi için daha önemli olabilecek, Türk gibi düşünmek ve her olay karşısında bir Türk gibi davranabilmektir. Bu anlamda değil midir ki; Yahya Kemal, ‘Kökü mazide olan atiyim’ diyor. Yine mütemmim anlamda değil midir ki; Atatürk Türk milliyetçisinin şu tarafını veriyor ‘Ne mutlu Türküm diyene’. Şimdi, bütün mesele, Türk’ün mazisiyle mücehhez olarak ‘Türküm!’ diyebilmesi ve Türk’ün atisine doğru seri adımlarla ilerlemesidir.”

                “Yugoslavya Türklüğünün selameti için kurulan Yücel Teşkilatı (1945) hiç şüphesiz Makedonya’daki kuruluşlar arasında önemli bir sivil toplum örgütü olma özelliğine sahipti. Diğer yandan Yücel Teşkilatı, II. Dünya Savaşı döneminde Bulgaristan ve Yugoslavya tarafından Makedonya Türklerine karşı yapılan sistemli baskılara karşı direniş göstermiştir. 19 ilâ 25 Ocak 1948 tarihleri arasında Yücel mensupları bir takım mesnetsiz iddialarla hâkim önüne çıkartılarak yargılanmışlar ve içlerinden dördü (Şuayip Aziz İshak, Ali Abdurrahman Ali, Nazmi Ömer Yakup, Adem Ali Adem) idama, diğerleri ise çeşitli hapis ve sürgün cezalarına çarptırılmışlardır.”(Türksoy,2020)

   Aradan geçen 73 yıl zarfında Yücelciler hakkında tatmin edici bir çalışma yapılmadı/yapılamadı/yapamadık. “Çoğunluğu aydın ve yazı yazan ya da yazabilecek durumda olmalarına rağmen, Yücelci’ler de kendilerini ve başlarından geçenleri anlatmadan, yazıya dökmeden birer birer bu dünyadan göç ettiler. Aralarından sadece mahkemede örgütün sekreteri olarak yargılanan Şerafettin /Ferid/ Yücelden'in, uzun yıllar başında bulunduğu Türk Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonun organı olan "Türk Dünyası" dergisinde yayınladığı birkaç yazısı ve örgütün uzun ömürlü merkez komite üyesi Refik /Şerif Mehmet/ Özer'in, Yücelci’lerin yargılanmasınını 50. yıldönümü dolayısıyla, 1998 yılında yayınladığı bir risalesi ve Rumeli Kültürü (sayı 8 ile "Aksiyon" dergisinde (sayı 479 yıl 2004)) iki mülakatı var. Bir de yıllardır "Yücel" üzerinde duran ve konuyu aydınlatmak amacıyla büyük emek harcayan tarihçi H.Yıldırım Ağanoğlu'nun “Yücel Teşkilatı" adlı bir kitapçığı var.

Bu konuda Mehmet Ardıcı'ın "Yücelciler" ya da "Makedonya'da Müslüman Direnişi /1991/” ve "Yugoslavya'da Müslüman Türk'e Büyük Darbe /1973/” kitaplarında da Yücel ile ilgili kimi bilgiler var ama bütün bunlardan dört kişinin ölümüyle sonuçlanan 63 kişilik büyük bir davanın nedenini anlamak ve tarihimizde çok elim olan bu davayla ilgili kesin bir sonuca varmak zor oluyor. Yücelci’ler davası üzerinde 1948 yılında, Makedonya Halk Cephesi tarafından mahkeme kayıtlarını içeren, Makedonca ve Türkçe olmak üzere bir kitapçık da yayınlandı. Bu kitabın, davayı hazırlayanların isteklerine göre hazırlandığını sezmek hiç de zor değil. Ama kitabın sonunda, daha doğrusu davanın bitiminde yargılananların verdikleri son ifadelerinin Yücelci’lerin hapisten çıktıktan sonra hiç yorumda bulunmaması ve bu beyanatları hangi şartlar altında verdiklerine dair yazılı ya da sözlü olarak hiç bir yorumda bulunmadıkları da düşündürücü bir olay. Fakat her nasılsa, Halk cephesinin, davayla ilgili yayınladığı bu risaleden Yücelci’ler olarak adlandırılan Makedonya Türk aydınlarının, istenildiği gibi işpiyon-terorist bir örgüt olduklarını göstermek için harcanan çabanın inandırıcı olmadığı çok kolay anlaşılmaktadır.”(Kaya, 2015:220).

Ölüm yıldönümlerinde yapılan anma programları ve bunlarla ilgili haber nitelikli gazete yazıları, Köprü dergisinin Mart 2006 sayısını Yücelcilere ayırmış olması, Salih Murat’ın Birlik gazetesinde ve Yeni Balkan gazetesinde yayınlanan yazıları ile Avni Engüllü’ün 2009’da yayımlanan Dermeyan adlı kitabında yer alan 5 yazısı(Engüllü, 2009:166-172) ile Sezar Salihi’nin senaryosunu yazıp yönettiği “Yücelciler” adlı kısa film konuyu gündeme getirmeleri açısından önemliydi ama beklenen ve istenen sonucu vermemiştir diye düşünüyorum.

Kuzey Makedonya’nın Pirlepe şehrine bağlı Kanatlar köyünden bir genç akademisyen Ercan Türksoylu yaptığı çalışma ile Yücelcilerle ilgili olarak bugüne kadar yapılmayan bir şeyi ilk defa gerçekleştirmiş oldu. Ercan Türksoylu, Türkiye Cumhuriyeti Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Uluslar arası İlişkiler Anabilim Dalı’nda Prof. Dr. Fahri Türk’ün danışmanlığında hazırlayıp 6 Eylül 2019 tarihinde savunduğu; “Makedonya’da Sıra Dışı Bir Sivil Toplum Kuruluşu: Yücel Teşkilatı” başlıklı yüksek lisans tezi ile bilim uzmanı unvanını kullanmayı hak etti. Ercan Türksoylu, bu çalışmasını, Ankara’da 2020 yılında kitap olarak yayımlayarak da ulaştığı bilgi ve belgeleri Yücelciler konusunu merak edenlerle ve kamuoyuyla paylaşmış oldu (Ercan Türksoylu, Yugoslavya Türklüğünün Direniş Mücadelesi (1945-1948) Yücel Teşkilatı, Ankara: Astana Yayınları, 216 s.).

ErcanTürksoylu’nun yayın taraması, arşiv belgeleri, fotoğraf ve tablolarla zenginleştirilmiş bu kitabı/çalışması birkaç bakımdan büyük önem arz etmektedir. Çalışmanın birinci özelliği hiç kuşkusuz Yücel’in kuruluşunu, üyelerini, faaliyetlerini, Almanlarla yapmış olduğu işbirliğini, özellikle yargılama sürecini ve mensuplarının konuldukları Söğütlü, İdrizova ve Sremska Mtrovica gibi hapishanelerin durumlarını detaylı bir şekilde ortaya çıkarmış olmasıdır. Bu bağlamda özellikle söz konusu ceza infaz kurumları hakkında Amerikalıların tutmuş oldukları raporlar çok önemli bir görev ifa etmiştir. Bu eserin ikinci özelliği ise Yugoslavya’nın Alman ve Bulgar işgalinde olduğu dönemde ülke içinde faaliyet gösteren İç Makedonya Devrimci Örgütü, genç Müslümanlar Örgütü, Ulusal demokratik Arnavut Örgütü Çetnik Örgütü ve Ustaş Örgütü gibi yasadışı yapılarla Yücel’i karşılaştırmalı bir yöntemle çözümlemeye tabi tutmuş olmasıdır. Bu eserin üçüncü özelliği ise Yücel üyelerinin yargılama sürecinin Makedonya’daki ulusal matbuata (Birlik, Politika ve nova Makedoniya) nasıl yansıdığı hususunun gazete haber başlıklarının içerik çözümlemesine tabi tutulmasıyla ortaya konmuş olmasıdır. Yapılan çözümlemenin de gösterdiği üzere söz konusu bu matbuatta Yücel hakkında kullanılan sıfatların tamamı yanlı, olumsuz ve saldırgandır. Dolayısıyla bu yayın organlarında dile getirilenler Yücel Teşkilatı hakkında kamu oyununda olumsuz bir yargının oluşmasını sağlamıştır denilebilir. Çalışmanın dördüncü özelliği ise Yücel’i anma etkinlikleri çerçevesinde (konferanslar, söyleşiler vb.) söz konusu Yücel Teşkilatının ve davasının gündemde tutulmasının, Kuzey Makedonya’da Türk-İslâm kimliğinin pekiştirilmesine hizmet edeceği hususudur. Bu kitabın sonuç bölümünde ortaya konan tekliflerden birisi de “Yücelcilerin” veya “Yücel” adının kurumsal alanda görünür kılınması gerektiğidir.

Bu son teklifle ilgili Kuzey Makedonya’daki üç gelişme Ercan Türksoylu’yu olduğu gibi; Türk kültürü ve insan hakları açısından hepimizi sevindirdi ve ümitlendirdi diyebiliriz. Bunlardan birincisi MATÜSİTEB Makedonya Türk Sivil Teşkilatlar Birliği’nin 2020 yılı itibariyle “Yücel Ödülleri” vermeye başlamış olması ikincisi de Üsküp Büyük Şehir Belediyesi’nin Yücelcilerden dördünün adını (Yücel şehitlerinden Şuayip Aziz, Abdurrahman Ali, Adem Ali, Ömer Nazmi) Üsküp’te sokak ve caddelere vereceğini açıklamış olmasıdır. Bu ödüller verilirken Yücelcilerin hizmet alanları dikkate alınmalı bu alanlardaki çalışmalarıyla hizmet edenler özellikle seçilmeli yine Yücelcilerin adının verileceği cadde ve sokakların secimi konusunda da seçici olunmalıdır diye düşünüyoruz. Yine bu yıl 27 Şubat 2021 günü Üsküp’te Tefeyyüz Mektebi’nin bahçesine Yücelcilerin anısına “Yücel şehitleri Anıt”ı dikilmiştir. Bu anıtın vakit geçirilmeden şehrin işlek ve görünür bir yerine taşınmasında fayda vardır diye düşünüyoruz. Yücelcilerle ilgili olarak ilk defa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir kurumu da bir anma paneli düzenlemiştir (TC Kültür Bakanlığı ile YTB Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı Yücelciler 73. Yıl Anısına Yücel Şehitlerini Anma Programı, 27 Şubat 2021 Saat:14.00).

 Ercan Türksoy, bu çalışmasını yaparken matbu ve elektronik yayın taramalarının dışında Türkiye’deki arşiv belgelerine de ulaşmış ve bunları kitabında yeri geldikçe başarı ile kullanmıştır. Ancak, müracaat etmesine rağmen Kuzey Makedonya ve Belgrad arşivlerindeki belgelere yeterince ulaşamadığını da özellikle belirtmiştir (Türksoy, 2020:215-216). Bu gibi durumlarda; Türkiye Cumhuriyetinde olduğu gibi diğer ülke arşivlerinin de akademik çalışma yapanlara belge temininde kolaylık göstermesi beklenir ve umulur. Hangi gerekçelerle akademisyenlerle belge paylaşımına açık kapı bırakılmadığını bilemiyoruz, ancak, Yücelcilerin akrabalarından/birinci derece yakınlarından şunu beklemek hakkımızdır: Vatandaşı oldukları Kuzey Makedonya Arşivlerine ve Yugoslavya arşivlerine yazılı olarak müracaatta bulunarak Yücelci yakınlarıyla ilgili bilgi ve belgeleri resmî yollardan alıp araştırmacılar vasıtasıyla kamuoyuyla paylaşmak suretiyle konuya açılık kazandırmalarıdır.

Yücelcilerle ilgili bu ilk akademik çalışmadan sonra şimdi atılması gereken ikinci adım Yücelcilerin idam edildikleri tarihi içine alan haftayı “Yücel İnsan Hakları, Eğitim, Kültür ve Sanat Haftası” olarak ilan edip her sene bu haftayı Yücel Hareketinin şuuruna ermiş insanlar olarak seviyeli ve faydalı, Balkan Türklüğünün meselelerine çözümler üretecek şekilde idrak etmek ve kutlamak olmalıdır. En önemlisi de; toplum barışı ve insan hakları adına Kuzey Makedonya Meclisinden çıkacak bir kararla YÜCELCİLERE İADEYİ İTİBARDA BULUNMAKTIR. Avrupa Birliği ve Nato Üyeliği süreçlerindeki Kuzey Makedonya’nın uluslar arası arenada elini güçlendirecek bir tavır da bu olacaktır diye düşünüyoruz.

Balkan coğrafyasını vatan yapan ecdadı, Yücel şehitlerini rahmet ve minnetle anıyorum,  bu şehitlerin hatıralarına ve mirasına sahip çıkanları ve bu uğurda gayreti olanlar ile Yücel konusunda yaptığı akademik çalışmasını kitap halinde yayınlayarak yeni çalışmalar için kaynak taşıyan genç akademisyen Ercan Türksoylu’ya, ona bu tezi yaptıran Prof. Dr. Fahri Türk’e alenen teşekkürü bir borç biliyorum. Yücelcilerle ilgili elinde bilgi ve belgesi bulunan her kişi ve kuruluşu da bu bilgi ve belgeleri toplumla paylaşmaya davet ediyorum ancak bu şekilde açık toplum olma bilinci gelişir ve meseleler dedikodu olmaktan, baskı aracı olmaktan çıkabilir. Biz de elimizdeki bilgi ve belgeleri bir başka yazımızda paylaşmak istiyoruz. Unutmayalım ki, bilgi paylaşıldıkça büyür ve karanlıklar aydınlanır.

Yücel Hareketinin ortaya çıkışı, faaliyetleri ve sonrasında yargılanmaları ve cezalandırılmaları ile ilgili olarak konuşanların, yazanların, yorum ve dedikodu yapanların, korktukları/çekindikleri için ellerindeki bilgi ve belgeleri kamuoyuyla paylaşmayanların unutmaması gereken bir gerçek var; zaman ve zemin… Konuyu ve olayları zamanı ve zemini dikkate alarak değerlendirmek ve yargılamak zarureti olduğu gibi bugünün de o zaman ve zemin olmadığı bilincinde olarak sorumluluk içinde hareket etmek gerekliliği vardır. Yücelcilerin şehit edilişlerinin 73. Yılında onları rahmet ve minnetle anıyoruz. Balkanlardaki Türk varlığının muhafazasının başta Türkiye ve Türk Dünyası için olduğu kadar vatandaşı oldukları devletler için de önemine inanıyoruz. Jeopolitiği itibariyle Dünyanın yumuşak karnı Balkanlardaki Müslüman-Türk varlığı, dünya barışı için de gerekli ve stratejiktir diye düşünüyoruz…

               

                                                               KAYNAKÇA

                Ağanoğlu, H. Yıldırım (2012). II. Dünya Savaşı’nda Yugoslavya’da Bir Direniş Mücadelesi, Yücel Teşkilatı, İstanbul: Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayını.

                Ağanoğlu, H. Yıldırım (2013). Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanların Makûs Talihi: Göç, 8. Baskı, İstanbul: İz Yayıncılık.

                Ardıcı, Mehmet şerif Dalip (2017). Yücelciler Hareketi Bir Direnişin Destanı Makedonya 1940-1947, İstanbul: Batarya Yayınları.

                Demir,Ayhan (2014). Makedoya’da Bir Müslüman Türk Direnişi Yücel Teşkilatı”, http://www.muslumanarnavutluk.com/haber/2767/makedonyada-bir-musluman-turk-direnisi:-yucel-teskilati (28 Ağustos 2014).

                Durmuş, İlhami (2017). İskitler, 6. Baskı, Ankara: Akçağ Yayınları.

                Durmuş, İlhami (2017). Sarmatlar, 4. Baskı, Ankara: Akçağ Yayınları.

                Emin, Leyla Şerif (2021). “Varlığımız Türk Varlığına Armağan Olsun” Yücelciler…”, http://www.mucerret.com/yazarlar/varligimiz-turk-varligina-armagan-olsun-yucelciler/ (7 Mart 2021)

                Engüllü, Avni (2009). Dermeyan, Üsküp: MATÜSİTEB yayını.

Erkek, İbrahim (2019). 1912-1913 Balkan Savaşı’nda Türklere Yapılan Zulüm ve Katliamlar, Ankara: Öncü Kitap yayını.

                Göçkün, Önder (1995).Edebiyat Dünyası ve Atatürk, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi yayını.

                Gürel, Nazlı Rânâ (2005). “Balkanlar’da Türk Çocuk Edebiyatı”, Hece dergisi Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı, 2. Baskı, Yıl: 9, Sayı:104-105, s.492-502, Ankara.

                Gürel, Nazlı Rânâ-Gürel, Zeki (2016). “Genelde Balkanlarda Özelde Makedonya’da Türk Varlığı”, Gülkaya İlhami Emin Hayatı Sanatı Eserleri, Üsküp-Kuzey Makedonya: Yeni Balkan Yayınları.

                Gürel, Zeki (2018).”Dil Öğretiminde Sözlüklerin Önemi ve Makedonca-Türkçe, Türkçe-Makedonca Sözlük Çalışmaları”, Uluslararası Türk Kültürü ve Dil Sempozyumu 27-29 Eylül Üsküp/Makedonya, Editör: prof. Dr. Fahri Temizyürek, Ankara: UKDA Uluslar arası Kültür ve Dil Araştırmaları Derneği Yayını, ss: 19-34.

                Gürel, Zeki (2021).” Yücel teşkilatı İle İlgili Bir İlk”, Yeni balkan Gazetesi, Üsküp: 22 Şubat.

                Gürel, Zeki (2021).” Yücel teşkilatı İle İlgili Bir İlk”, Haberiniz.com.tr>kose-yazilari 1 Mart 2021.

                Gürel, Zeki (2021). “DTCF Birlik Buluşmaları 38/Balkanlardaki Türklerin Direniş Teşkilatı Yücelciler” 1. Bölüm: https://youtu.be/TLMtql2WANk  2. Bölüm: https:/youtu. be/vjdTCEGdl5E

Hamzaoğlu, Yusuf (2010). Balkan Türklüğü, 3 Cilt, Üsküp-Kuzey Makedonya: Logos-A Yayını.

Kaya, Fahri (2015).”Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yücelciler”, Yrd. Doç. Dr. Nazlı Rânâ Gürel-Yrd. Doç. Dr. Zeki Gürel, Fahri Kaya Hayatı Sanatı Eserleri, Üsküp: Yeni Balkan Yayınevi, s.220-225.

Koça, Selçuk Kürşad (2017). “Balkan Türklerinin Yakın Dönem Kahramanları: Yücelciler”, Akademik Bakış Dergisi, Kırgızistan: Sayı: 60, ss: 76-90

Kodaman, Bayram (1983). Şark Meselesi Işığı Altında II. Abdülhamid’in Doğu Anadolu Politikası, İstanbul: Orkun Yayınevi.

Nuredin, Abdümecit (2011). Balkanlar’dan Türkiye’ye Göç ve Etkileri, Ankara: Çağla Yayıncılık.

Süleyman, Cemal (2017). Hatıralarda Kalan Birlik’te 30 Yıl, Üsküp: yeni Balkan Yayınları.

Türksoy, Ercan (2020). Yugoslavya Türklüğünün Direniş Mücadelesi (1945-1948) Yücel Teşkilatı, Ankara: Astana Yayınları, 216 s.

Yücel İşpiyon-Terorist Teşkilatının Mahkemesi (1948).Hazırlayan: Makedonya Memleket Halk Cephesi Heyeti, Üsküp: Miladina Basımevi.

“Kuzey Makedonya Türkleri Yücel Ödülleri Sahiplerini Buldu”, https://www.dailymotion.com/video/x5seiwa (Erişim: 21.02.2021, saat:17:29)

“Büyük Şehir Belediyesi Yeni Cadde İsimlerini Açıkladı”, http://www.yenibalkan.com/tr/makedonya/uskup-buyuksehir-belediyesi-yeni-cadde-isimlerini-acikladi (Erişim: 21.02.2021, saat:17:38)