29 Şubat 2024 Perşembe

Kalp Krizi Geçirdim

 Kalp Krizi Geçirdim, hayatın saniyesine hükmedemediğimize imanım arttı

Veysi ERKEN

Kalp krizi geçirdim ve hayatın saniyesine hükmedemediğimize dair imanım arttı.

Evet.

26 Şubat 2024 Saat 23.45 civarında Kudüs Fatihi Salahaddin Eyyubi dizisini seyrettikte sonra yatacağım sırada göğsümde birden bir ağrı belirdi ve acilen hastaneye dittim. Meğerse kalp krizi geçirmişim. Dualarınızı unutmayın, dualarda kalalım inşallah.

Bu hadise imanımı arttırdı. Gerçekten hayatın saniyesine hükmedemediğimiz bir hayatın içindeyiz.

İki damarımda tıkanıklık varmış ve hemen stend takıldı.

Şükürler olsun iyiyim. Ama bundan sonra daha az veya hiç paylaşım olmayabilir.

Biliriz ki, inanan için hayatın ve ölümün bir anlamı vardır kapılı handa. Her gün ölebileceğimizin şuurundayız inşallah.

Kalıcı durak değildir bu han. “Ölüm” gerçeği bizi “diri” kılıyor bu handa.

Hayatımızın anlamı ve gayesi kaymamalıdır. Dünyevileşmemeliyiz. Heva ve heveslerimizin kölelerine dönüşmemeliyiz.

Unutmamalıyız “hepimiz ölecek yaştayız”.

“Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız. Âlî İmran 145” ayetinin anlamını kaybetmedik elhamdulillah. ölüm bizim elimizde değildir.

 Evet,

“Her canlı ölümü tadacak ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz. Ankebut-57” hesaba çekileceğimizin gerçeğini biliyoruz.

 “Hiç kimse yarın ne elde edeceğini bilemez; hiç kimse nerede öleceğini bilemez; ama Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır. Lokman-34” hükmü caridir. Zaman bazen yavaş, bazen hızlı ilerler deniliyor.

Tabii ki, içinde bulunduğumuz halet-i ruhiye ve şartlar böyle bir duyguyu oluşturuyor diye düşünüyorum.

Hani merhum Necip Fazıl:

 “Çaycı! Getir ilaç kokulu çaydan!

Dakika düşelim senelik paydan!

Zindanda, dakika farksızdır aydan. Karıştır çayını, zaman erisin;

Köpük köpük, duman duman erisin” diyor ya.

Zaman bizi eritirken “ölecek yaşta” olduğumuz gerçeğini aklımıza tutalım.

Geliniz “ölüm ve yaş” üzerine bir daha tefekkür edelim. Ölüme olumlu bakışımızla dirilelim. “Öldüren de O’dur, yaşatan da. Necm Süresi 44.” şuuruna dönelim.

Ve hepimizin ölecek yaşta olduğumuzun gerçeğini kabullenelim ki, hayatımız anlam kazansın.

“Sizi Allah yarattı, sonra da vefat ettirecektir. İçinizden, (sahip oldukları) bilgiden hiçbir şeyi bilmeyecek yaşa, ömrün en düşkün çağına kadar yaşatılanlar da vardır. Kuşkusuz Allah ilim ve kudret sahibidir. Nahl Süresi 70.  Gerçeğinin farkına varalım

 “Bilesiniz ki göklerin de yerin de hükümranlığı Allah’ındır. Yaşatan O’dur, öldüren O’dur. Allah’tan başka sizin için ne bir dost ne bir yardımcı vardır. Tevbe Süresi 116.”

Şöyle de: "Biliniz ki, kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm, muhakkak gelip size çatacaktır. Sonra akıl ve duyularla idrak edilemeyeni de edileni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz, O da size yapıp etmiş olduklarınızı bildirecektir. Cuma Süresi 8. "

Var mısınız hayatımızı “hepimiz ölecek yaştayız” gerçeği ile ihya etmeye, gönülleri fethetmeye ve başta kendimize bu şuur üzere dünyaya nizam vermeye. Zihnimizi işgalden kurtarmaya, hafızamızı “Kur’an”la yenilemeye, “ölüm”ü anlamaya ve onunla hayatımızı diriltmeye

Bilelim ki, “ölüm”ü ve ölecek yaşta olduğunun farkında olmayan, unutan beşer “ölür”.

Bundan sonra daha az paylaşım. Dualarla buluşalım.

Selam ve Sabırla…29.02.2024

26 Şubat 2024 Pazartesi

Zalime Öfkeni Diri Tut: Alışma ve Unutma

 Zalime Öfkeni Diri Tut: Alışma ve Unutma

Veysi ERKEN Dr.

 Bilindiği üzere toplumu oluşturan fertlerin davranışları, inançları ve yaşayışları birbirinden etkilenerek, görerek ve yaşayışa dönüştürerek gelişir.

Ayette Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve sadıklarla (doğrularla) beraber olun. Tevbe-119)  denilir.

Bireyi kuşatan çevre önemlidir ve çevrede gerçekleşen iyi veya kötü fiiller sâridir (bulaşıcı). Kötülüğün sirayeti kolay, iyiliğin sirayeti güçtür. Zira “nefis”  emarelik yönüyle kötülüğe ve zulme meyletme özelliğine sahiptir. Nefs kötülüğü emreder, ortam cazipse kötülüğün bulaşıcılığı hızlanır.

Bilhassa “zalim”lerin Zulmü”ne sessiz kalmak, unutmak zulmün ve soykırımın artmasına ve devamına vesile olur.

Merhum Aliya’nın tarihe mal olmuş bir sözü vardır. “Unutulan soykırım tekrarlanır”

Evet.

Zalime öfkemizi diri tutmazsak zalim fırsat ve imkân buldukça zulmüne, soykırımına, işgaline ve katliamına devam eder.

Sözlükte “bir şeyi ona ait olmayan yere koymak” anlamındaki zulüm (zulm) din, ahlâk, hukuk gibi alanlarda terim olarak “belirlenmiş sınırları çiğneme, haktan bâtıla sapma, kendi hak alanının dışına çıkıp başkasını zarara sokma, rızasını almadan birinin mülkü üzerinde tasarrufta bulunma, zorbalık”, özellikle de “güç ve otorite sahiplerinin sergilediği haksız ve adaletsiz uygulama” gibi anlamlarda kullanılır

Adl/adâlet, kıst ve insaf kavramları zulmün karşıtı, cevr, bağy, tuğyân, fısk, udvân/taaddî/i‘tidâ kavramları da zulmün eş anlamlısı veya yakın anlamlısı olarak kullanılır. https://islamansiklopedisi.org.tr/zulumşılacağı

Tariften de anlaşılacağı üzere günümüzde GAZZE’DE ve DOĞU TÜRKİSTAN’DA çok büyük zulümler ve katliamlar işlenmektedir.

Şehirler yerle yeksan edilmiş “enkaz-ı beşer” tepe tepe olmuştur.

Ve insanlar sessiz. Öfkesiz.

İnsan olan bu zulme sessiz kalamaz, bir şeyler yapmalıdır, elinden bir şey gelmiyorsa hiç olmazsa zalimlere karşı öfkesini diri tutmalı ve unutmamalıdır.

Zulme rıza göstermemelidir. Zulme rıza zalimin yanında mazluma karşı olmaktır.

Zalime karşı öfkeli olmak, mallarını ve yaşayışlarını boykot etmek her insanın görevidir, Müslüman için farzdır.

Emr-i bilmaruf ve nehyi anilmunker emri bunu gerektirir. “Peygamber Efendimizin gönderiliş gayesi ise tebliğdir. Tebliğin özü de, “emri bi’l-maruf, nehyi ani’l-münker”dir. İyiliği emredip kötülükten vazgeçirme, her Müslüman’ın yapması gerekli olan bir vazifedir. İyiliği emredip yaymak, kötülüğe karşı koyup onu engellemek, İslâm’ın Müslümanlara yüklediği en önemli görevlerden biridir. Hatta İslâm toplumunun en belirgin vasfı iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymaktır, dense mübalağa edilmiş olmaz. Zira bizzat Allah Kur’an-ı Kerim’de Müslümanların bu özellikte bir toplum oluşturmasını onlardan istemekte ve şöyle buyurmaktadır” https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/yasar-degirmenci/unutulan-farz-emri-bil-maruf-nehyi-anil-munker-iyiligi-emretmek-kotulukten-men-etmek-2-2593.html

“Emri bi’l-maruf, nehyi ani’l-münker” ile ilgili ayetler fazladır ve gereği yapılmalıdır ki, zulüm ve kötülük toplumda zemin bulmasın ve normalleşmesin.

Zalimler korksun.

Zalimlerin korkması mazlum ve insan olanların zalimlere karşı duydukları öfkeleriyle mümkündür.

Zalimlere olan öfkemiz bizi diri tutar ve zalimlere karşı direncimizi arttırır.

Şimdi zalim Siyonist haçlı zihniyetine, zalimlerine öfkemizi diri tutma, zulme alışmama, unutmama ve zafere erme zamanıdır.

“Nasrun minellah ve fethun karib”

Selam ve Sabırla… 26.02.2024

 

 

25 Şubat 2024 Pazar

İçimizdeki Siyonist ve Evangelistler tahribatla meşguller

 

İçimizdeki Siyonist ve Evangelistler tahribatla meşguller      

Veysi ERKEN Dr.

Mesnevide Hıristiyanlığın nasıl tahrip edildiğine dair bir hikâye anlatılır.  Hikâyeye göre Yahudi kral Hıristiyanlığın yayılmasını hazmedemez ve engellenmesini ister. Veziri bir çare bulur.

Kendini Hıristiyan imiş gibi göstererek ve feda ederek Hıristiyanlığı tahrip edebileceğini ve bu yolla Hıristiyanlığın saf haliyle yangınlaşmasının önüne geçilebileceğini söyler ve fikrini kral’a kabul ettirir.

Plan uygulanır ve “vezir”in elleri ve ayakları kırılarak idam edilmek üzere meydana getirilir. Hıristiyanlar krala bunun affedilmesini talep ederler ve affedilerek şehri terk eder.

Vezir çekildiği mağarada sürekli ibadet halinde olur. Etrafında toplananların gözünde o artık bir azizdir.

Aziz kabul edilen vezir kendisinden sonra azizliği devam ettirecek ve Hıristiyanlığı yayacak on iki öğrenci yetiştirir. Ancak vezir her öğrenciye Hıristiyanlıkla ilgisi olmayan, Hıristiyanlığı tahrip edecek bilgiler öğretir ve yazılı bir şekilde her birine ayrı ayrı teslim ederek sırrın ifşa edilmemesini, kendilerine itaat etmeyeni öldürülmesini tembih eder.

Her öğrenci buna mutlak bağlı kalacağını ifade eder.

Vezir ölür ve her öğrenci kendisinin onun yerini alacak kişi olduğunu, elinde yazılı metin olduğunu söyler. Birbirlerine inanmazlar ve birbirlerini öldürürler. Tabii ki, ortada birbirinden farklı ve birbiriyle çelişen 12 metin kalır.

Bu metinlerle Hıristiyanlık anlayışı ayrışır ve tahrip olur.

Bu şekilde İslam’ı tahribe yelteniyorlar maalesef.

Hikâyede anlatılan esasında mübalağalı değildir.

Bunu günümüzdeki anlayışlarda da görüyoruz.

Mesela dünyayı ateş sarmalının içine atan Siyonizm ve evagelizm anlayışları böyle bir olaydan ilham almış olabilir diye düşünüyorum.

Bilindiği üzere “Evanjelizm, bu nedenle; M.Luther King ve J. Calvin’in başlattığı 'Eski Ahit'e Yönelme' hareketini daha da radikal bir çizgiye götüren ve Eski Ahit'i yani Tevrat'ı neredeyse inançlarının tek kaynağı haline getiren Püriten mezhebinin devamı olarak görülür” ve “Tanrı'nın nezdinde öteki dinlere mensup insanların bir değerinin olmadığına inanırlar.” https://www.davamizkudus.org/kudus-kavramlari/evanjelizm-ne-demektir/

Aynı şekilde Siyonistler de diğer dinlere mensup olanları “goyim/ insansı hayvan” olarak kabul eder ve kendilerine göre “vaat edilmiş topraklar”a dönüşü ve orayı vatan edinerek “goyim”lerden temizlemeyi amaçlar. Kısaca “Siyonizm ise Yahudi halkının “tarihî yurtlarına dönüşü” mânasında Filistin’de Yahudi devleti kurmayı hedefleyen siyasî hareketi belirtir. https://islamansiklopedisi.org.tr/siyonizm

Bu iki anlayış birbirinin tamamlayıcısı ve dünyayı yok etmenin planlayıcılarıdır.

Biri bu dünyayı cennet ve kendilerine ait kabul eder diğeri asıl cennete kavuşmak için “Tanrıyı kıyamete zorlamak” ister.

Hıristiyanlık ve Yahudilikle ilgisi olmayan bu iki anlayış yüzyıldır İslam ve mazlum coğrafyaları kan ve vahşet denizine dönüştürmüşlerdir. İslamı tahrip etmekle meşguller.

Filistin’de, Gazze’de, Doğu Türkistan’da, Afrika’da sürdürülen vahşeti, katliamı, soykırımı, işgalleri, sömürüyü ve sebeplerini iyi anlamak ve ona göre tedbir almakla mükellefiz.

Anlamazsak topraklarımız işgal edilir, fabrikalarımız satın alınız, yer altı ve yer üstü zenginliklerimiz çalınır, teknolojilerimiz yok edilir. İnsanlar doğranır, katledilir ve bizler seyirci oluruz.

Evet.

Gazze’deki ancak bu şekilde anlarız.

Bilindiği üzere Gazze’deki vahşet ve soykırım başladığında Filistinlilere asla yardım etmemeliyiz diyen içimizdeki Siyonist, evangelist mahlûkatı çıkmıştır. Bu mahlukatı tanımak ve ifşa etmekle mükellefiz.

Aksi takdirde bu Siyonist ve evangelist müfsitler ifsadlarına, katliamlarına ve tahribatlarına devam ederek “İnsanlardan bazıları da vardır ki inanmadıkları halde “Allah’a ve âhiret gününe inandık” derler. Akıllarınca Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya kalkışıyorlar; hâlbuki onlar farkında olmadan yalnızca kendilerini aldatmış oluyorlar. Kalplerinde bir bozukluk vardır, Allah da onlardaki bozukluğu arttırmıştır. Yalan söylemeleri yüzünden, kendilerine acı veren bir azap da vardır. Onlara “Yeryüzünde düzeni bozmayın” denildiğinde, “Hayır, biz yalnızca ıslah edenleriz” derler. Biline ki, gerçekten bozanlar onların ta kendileridir, ama farkında olmuyorlar. Bakara-8-12” ayetlerde belirtilen bozgunculuklarını devam ettirirler.

Şimdi uyanma ve İslam’la İslamlaşma ve zafere ulaşma  zamanıdır.

Selam ve Sabırla… 25.02.2024

24 Şubat 2024 Cumartesi

Adalet ve Hakk

 Adalet ve Hakk

Veysi ERKEN Dr.

İslam bir nizamdır. Allah vahyettiği ile kâinatta var ettiği her canlının ve nesnenin konumunu adil bir şekilde belirlemiş ve uygulamalarda “hakk”ın tevzi edilmesini emretmiştir.

İslam nizamından sapanlar tabii ki, İslam’ı bir bütün olarak düşünmezler, parçalamayı düşünürler. Hz. Peygamber’in sav döneminden beri münafık ve müfsitler İslam’ı parçalamaya çalışmışlardır.

Günümüzde de münafık ve müfsitler aynı faaliyetleri sürdürmektedirler. Tabii ki günümüzün münafıkları Siyonist haçlı zihniyetinin köleleri olduklarında ifsad daha yoğunluklu olmaktadır.

Bu durumu bilenler İslam’ı vahiyle anlamaya ve yaşamaya çalışır, hak ve adaleti kaim tutar.

Ayetlerde; “Allah, hak ve adaleti ayakta tutarak, kendinden başka ilah olmadığını bildirdi; melekler ve ilim sahipleri de bunu ikrar ettiler. (Evet) O’ndan başka ilah yoktur; O mutlak güç ve hikmet sahibidir. Kuşkusuz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki hak tanımazlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur. Eğer seninle tartışmaya girerlerse, de ki: “Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah’a teslim ettim.” Ehl-i kitaba ve ümmîlere, “Siz de Allah’a teslim oldunuz mu?” de! Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok, eğer yüz çevirdilerse, sana düşen yalnızca bildirimde bulunmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir. Âl-i İmrân 18- 20”

“Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor. Nahl-90”

Nahl süresindeki ayet şu şekilde tefsir edilmektedir. “Sözlükte adalet, “Doğru hareket etmek, hakka ve hakikate göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak” gibi mânalara gelen bir isim olup ahlâk ve hukuk terimi olarak, “bireysel ve sosyal yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik esaslarına uygun şekilde davranmayı sağlayan bir erdem veya hukuk ilkesi” anlamında kullanılır. Aynı kökten bir masdar-isim olan adl kelimesi, “adaletli” anlamında Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri olarak da kullanılmaktadır. Adalet Kur’an-ı Kerîm ve hadislerde genellikle “düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hüküm verme, doğru yolu izleme, takvâya yönelme, dürüstlük, tarafsızlık” gibi mânalarda kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerîm’de kıst kelimesi de yer yer adaletin eş anlamlısı olarak geçmektedir. Bununla birlikte adalet daha soyut bir kavram olarak kullanılırken kıst genellikle uygulamada hakkaniyeti ifade eder.

İslâm düşünürleri, kâinatın her alanında var olduğunu kabul ettikleri ve zaman zaman adl (adalet) kavramıyla da ifade ettikleri mükemmel nizamı, gerek her bir bireyin ahlâkî kişiliğinde, gerekse tabiatı gereği medenî varlıklar sayılan insanların birbirleri arasındaki münasebetlerinde yani toplumsal ve siyasal hayatta da bulunması zorunlu bir ilke olarak görmüşlerdir.

Ahlâk kitaplarında bireyin ahlâkî kişiliğinin gelişmesi için gerekli görülen dört temel erdemin sonuncusu adalettir; hatta adalet erdemi, hikmet, şecaat ve iffet şeklinde sıralanan diğer erdemleri de kuşatan bir fazilet olarak kabul edilir. Öte yandan, sosyal hayat, zorunlu olarak fertler arasında ortak münasebetler kurulmasıyla gerçekleşir. Ancak bu ilişkilerin, hem Allah’ın iradesine ve rızâsına hem de insanların iyiliğine uygun olarak sürdürülebilmesi için öngörülen şartların başında adalet gelir. Bu sebeple adalet, yalnız ahlâkî bir erdem değil, aynı zamanda hukukun da en temel ilkesi ve bütün yasalarda gözetilmesi gereken amaçtır. Adalet kavramı, aynı zamanda “eşitlik ve denklik” anlamını da içermektedir. Nitekim İslâm kültüründe eşitlik ilkesi genellikle adalet kavramıyla ifade edilmiştir. Ancak eşitlikte her zaman adalet olmayabilir. Meselâ “Çocuklarınıza verdiklerinizde adaletli davranınız” anlamındaki hadiste (Buhârî, “Hibe”, 12) adalet eşitliği ifade eder. Fakat genellikle sosyal adaleti emreden hükümlerde esas olan eşitlik değil dengedir. Çünkü insanlar gerek fiziksel gerekse zihinsel yetenekleri ve birikimleri bakımından farklı düzeylerde olduklarından böyle durumlarda eşitlikçi davranmak çok zaman haksızlık doğurur; hatta bazan eşitliğin ötesine geçmek (meselâ fedakârlık) adaletten de üstün bir erdem olabilir. https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nahl-suresi/1991/90-ayet-tefsiri

Adalet kavramı ile bağlantılı olan “hakk” kavramı bütün alanları kapsar. Kolaylık olsun diye şu şekilde sıralanabilir. İslam’da Genel Haklar

Allah’ın hakkı -Şirk Koşmamak

Ebeveyn hakkı  -İhsanda bulunmak

Çocuk hakkı- öldürmemek, fakirlik korkusu veya yanlı bilgi ile

Toplumun hakkı -Kötülüğe yaklaşmamak, toplumun ahlakını bozmamak

Hayat hakkı- bir nefsi(canlıyı) haksızca katletmemek

Yetim hakkı- malına yaklaşmamak

Tüketici hakkı- ölçü ve tartıda hile yapmamak

Çevre hakkı- harsı bozmamak

İnsan hakkı- kaldıramayacağı yükü yüklememek Eğitim, siyaset, vergi, aile

Selam ve Sabırla… 24.02.2024

23 Şubat 2024 Cuma

Medeniyet dediğin açmaksa…

 Medeniyet dediğin açmaksa…

Veysi ERKEN Dr.

İslami yaşayışımız, ilkelerimiz ve kurallarımız, kısaca vahye dayalı yaşayışımız o derece tahrip edilmiştir ki, katlanmak zor. Tabii ki tahribat her gün artmakta, etkililer ve yetkililer göz yummakta ve görmezden gelmektedir.

Meramımızı yıllardır anlatıyor, yazıyor ve haykırıyoruz.

Maalesef tedbir almakla mükellef olanlar derin uykulardan vazgeçemiyorlar. Yıllar önceki bir tespit.

“Kısa bir söz sohbet konusu oldu. Bari yazıya çevireyim istedim. Yazmadan olmuyor ne kadar yazmayalım desek de olmuyor.

Rahat durmuyor ülkeyi karıştırmak, kargaşa çıkarmak ve insanımızı birbirine düşürmek isteyen azgın ve yerli olmayan azınlık.

Azgın azınlığın bir tek derdi vardır; o da halkın arasındaki ihtilafları körüklemek ve İslami hayatı ortadan kaldırmak.

Azgın azınlık kullanacağı kesimleri de rahatlıkla bulmakta. Özellikle “kartel medya”sı denilen mülevves sahanın köşebentleri buna teşne.

İslamî değerlere saldırmaları bunların temel vazifesidir. Örtü ve topyekûn İslâm düşmanlığını bunun için körüklüyorlar her fırsatta.

Ahmaklar ve gafiller bunların oyuncağı.

İşleri güçleri kadının bedeni üzerinde siyaset, ticaret ve hayat sürmektir.

Medeniyet ve çağdaşlık yaftaları ile kadını pazarlamak birinci vazifeleri.

Ahlaka, İslam’a ve güzelliğe tahammülleri yoktur. Onun içindir ki, medeniyeti açılmak ve saçılmak olarak yuttururlar. İşte sohbet konusu olan sözde bunlar tasvir ediliyor.

“Medeniyet dediğin açmaksa bedeni, Afrika’daki bedevi senden daha medeni !!!!!” deniliyor sohbet konusu olan söz.

Evet.

Medeniyet denilen şey gerçekten bedeni açmaksa giyecek bir şey bulamayanlar ve giyecek giymekten muaf olan hayvanlar daha medenidir.

Ben şahsen Afrika’daki bedevileri ülkemizdeki kadın pazarlamacılarından daha çok seviyorum. Onlara asla hakaret edemem ve onları küçültemem.

Küçük olan ülkemizdeki azgın ve gayrı insani olan azınlıktır.

Azgın azınlık egemenliğini kaybetmek istememektedir.

Direkt olarak “İslâm’a” saldıramadıklarından kadın üzerinden saldırılarını yoğunlaştırmaktadırlar.

Bilinmelidir ki, değerlerini kaybederek değişen toplumların yeri tarihin mezarlığıdır.

Toplumların yok oluşu kötülüğü yüceltmeleriyle gerçekleşmektedir. Bu ilahi bir kuraldır. Kötülükleri vasıf olarak benimseyen toplumlardan “nimet” kesilir.

“Mutrefin” azgınlaşmada öncülük eder genellikle.

Halk azgınlaşan azınlığa dur diyebilmelidir.

Azgın azınlığa dur demenin bir tek yolu vardır diye düşünüyorum.

O da;

Onları teşhir ve boykot etmektir.

Önce teşhir.

Siyasetini, ticaretini, kültürünü, ahlakını, reklamını ve propagandasını kadının açık bedeni üzerinde yürütenleri teşhir etmek bu ülkenin sevdalıları için öncelikli görevdir.

Teşhirden sonra boykot gelir.

Her yönüyle ve topyekûn boykottur.

Azgın azınlığın mallarını almamak, medyasını takip etmemek ve yayınlarını satın almamak boykotun bir yönüdür. Cenazelerine katılmamak da bir boykot çeşididir.

“Esfel”leşen azgın azınlığa dur demenin zamanı geçmiştir.

Biraz daha gecikilirse tarihin mezarlığına gidiş sürecimiz kısalır.

Selam ve Sabırla… 27.11.2006 tarihinde yayınlanmıştır. Girişteki birkaç satır hariç.

22 Şubat 2024 Perşembe

Cumhuriyeti Kutlayanların Ekseriyeti

 Cumhuriyeti Kutlayanların Ekseriyeti

Veysi ERKEN Dr.

Her kutlamada aynı manzaralar.

Balolar, israflar, sefih davranışlar vd.

Merak ediyorum.

Topraklarımızı ve vatanımızı düşmanın çizmesinden kurtarmak, özgür kalabilmek ve din-i mubin olan İslâm’ı yaşamak için canını, malını, hayatını ortaya koyanlar mezarlarından kalkabilseler devleti sahiplenenlerin sefih davranışlarını ve milletin örtülü torunlarına/İslam’ı hakkıyla yaşamaya çalışan nesle yapılan muameleler karşısında ne yaparlardı.

Eminim ki, aklı başında olan her torunun merak ettiği bir husustur. Kanaatime göre Fransız’a, İngiliz’e, Yunanlıya yaptıklarını yapardı.

Akif’in dediği gibi namusunu çiğnetmeyecek ve kovacaktı. Merhum Akif;

Asım’ın nesli… diyordum ya… Nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi nâmusunu , çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…

 O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar …” olduğunu gösterecekti.

Ya bugün

Cumhuriyeti kuran nesille cumhuriyeti kutlayanların nesillerin ekseriyeti arasında uyuşmazlık olduğu kesindir. Yüz seksen derecelik bir zıtlık.

Hars’ta, inançta ve yaşayışta uyuşmazlık acaba kandan mı, terbiye ediş ve terbiyesizliği hâkim kılmaktan mı kaynaklanıyor? Bunun cevabı bellidir, ama dillendirilmiyor. Uyuşmazlık ve zıtlık olduğu kesin.

Uyuşmazlık ve zıtlık konusu beni lise dönemindeki hatıralarıma götürdü.

Gaziantep’i görenler ve orada yaşayanlar bilirler ki, şehitlerin hatırasına dikilmiş bir anıt var. Bir gün şehitler abidesinin yanından geçerken dilenciye benzeyen bir ihtiyarla karşılaştım, Annemin tembihi ve yetiştirmesiyle imkânım varsa benden fakir olanlara yardım etmeye çalışırım. Bu okul öncesi dönemde bana kazandırılan bir davranış. Annem sürekli “merhamet etmeyene merhamet edilmez” sözünü bize tekrarlardı hadis olduğunu bilmeden,

Evet.

Merhamet duygularım kabarmış ve ihtiyar amcaya yardımcı olmaya karar verdim. Tabi ki, bir öğrencinin yapabileceği kadar.

İhtiyar amca duygularımı fark etmiş olacak ki, şuraya yanıma bir otur, beni dinle dedi.

Gayrı ihtiyari ihtiyar amcanın yanına oturdum. Durumumu sorduktan ve Gaziantep Lisesinin ikinci sınıfında yatılı okuduğumu öğrendikten sonra anlatmaya başladı.

İlk sözü ben dilenci değilim oldu.

Ben bir savaş gazisiyim, Savaşa gitmeden önce ailece durumumuz iyi idi pek çok aile gibi, Şahin bey, Şehit Kamil gibi biz de silaha sarıldık,

Kimimiz şehitlik şerbetini içti, kimimiz gazi olarak geri döndük, Özellikle geri dönenlerimiz için dönüş bir yıkım oldu. Şehit olanlar kurtuldu.

Bizler evimize dönemedik, çoğumuzun evleri, arazileri hatta söylemek istemediğim değerleri savaş kaçkınları ve Müslüman kılıklı gayrı Müslimler tarafından işgal edildi,

Geriye gördüğün pejmürdelik kaldı. Ben burayı ziyaret ederek benimle çarpışan arkadaşlarımı ve geçmişimi yâd ediyorum,

Sizin gibilerin pek çoğu yani gençlerin ekseriyeti halimizi anlamaz, hatırımızı sormaz.

Senin gibi bize yardım etmek isteyenler çok az.

Ağlamamak için kendimi tutamadım.

Çok ağladım o çocuk halimle. Zira ben bir şehit ve gazi torunuydum. Üstelik yetim ve Antepli değildim.

İhtiyar amcanın anlattıkları beni derinden sarsmıştı. Yeri geldiğinde gönüldaşlarımla paylaştım.

Esasında geçmişimizi hiç unutmamalıydık.

Hele hele nizam-ı âlem ülküsüne sahip olduğunu iddia edenler hiçbir zaman unutmamalıydı. İbret almalıydı geçmişinden.

Mahvedilen nesiller, yıkılan hayatlar, düşmana benzetilen nesiller anlatılmalıydı gençlere.

Cumhuriyet bu duygularla anlatılmalıydı.

Beraber ve aynı safta ikindi namazını edâ ederek ayrıldım ihtiyar delikanlıdan. O değerleri için savaşmış ve gazi olmuştu. Yaşayışı değerlerine uygundu.

Merak ediyorum bugün değerlerimizi tahrip ederek Cumhuriyeti kutlayanların ekseriyeti acaba savaş kaçkınlarının torunları mı? Sabetayistler ve gayrı Müslimler mi?

Hem de batı/batılların yaşayışıyla.

Dini mubin olan İslam’a ve değerlerimize olan kin ve düşmanlıklarının temelinde ne var da cumhuriyeti batıllar gibi kutluyorlar?

Bilenler insaniyet namına bize bildirsin ki, olanı biteni anlayalım. 05.11.2006”

Selam ve Sabırla… 22.02.2024

           

Not: Öğrenmek ve bilmek isteyenler, Bir Nesli Nasıl mahvettiler, Pervaneler, Kolejli Nereye? ve Yılbaşı Çavuşu isimli çalışmaları ve benzerlerini okumalıdır. Yazı az değişikle tekrar yayınlanmaktadır. Maalesef tahribat artmakta nesiller batıllaşmaktadır.        

21 Şubat 2024 Çarşamba

Dünyadan Nasibini Unutma*

 Dünyadan Nasibini Unutma*

Veysi Erken Dr.

Hayat imtihanlarla doludur Kur’an ahkâmına ve Hz. Muhammed Mustafa’nın sav tebliğine iman edenler için.

Böyle bir şuurda olanların hayatında kolaylık ve zorluk günleri olur. Ancak zorluklar ve kolaylıklar içinde de işimizi yapmakla mükellefiz. Ayetlerde; Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar. İnşirah 5-8”

Demek ki, her hâlükârda zorlukları aşmak için çaba sarf etmemiz gerekir. Helalinden ve Allah’ın rızasını kazanmak için gayret ve çaba.

Unutulmamalıdır ki; İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder. Ve çabasının karşılığı ileride mutlaka görülecektir. Sonra kendisine karşılığı tastamam verilecektir. En sonunda yalnız rabbine varılacaktır. Necm 39-42”

Çalıştık, çabaladık ve dünyevî mal, mülk ve meta elde ettik. Edindiklerimiz bizi şımartmamalı, haksızlığa yönetmemeli ve azgınlaşmamalıyız. Ayetlerde; “Kārûn Mûsâ’nın kavmindendi. O, gücüne dayanarak onlara haksızlık etmekteydi. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki sadece anahtarlarını güçlü kuvvetli bir ekip bile zor taşırdı. Halkı ona şöyle demişti: “Sakın şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana verdiğinden âhiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma! Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez. Kasas 76-77”

Bizler Kur’an-ı Kerimi okuyup anlayıp yaşadıkça azgınlıktan, haddi aşmaktan ve dünyadaki konumumuzdan uzaklaşmayız. Allah’ın vahyine ve tebliğcisi olan Hz. Muhammed’in yol gösterdiği şekilde yaşarız, başkasını düşünür hakkını veririz. Ayetlerde “Allah'ın farz kıldığı sosyal yardım düzeninin icabı, yardım isteyenler, medet umanlar ve iffetinden sesini çıkarmayan yoksullar için, onların mallarında, servetlerinde vermekle mükellef oldukları paylar, haklar vardır. Zariyat-19 Ahmet Tekin Meali”

Ve.

“İsteyene (sail) ve yoksun (mahrum) kalmışa mallarında belli bir hak vardır. Meâric 24-25” denilir. İnanlar buna göre yaşar ve gereğini yapar.

İnananlar hem nasibini unutmaz hem de nasibinden başkalarını da nasiplendirir.

Rabbulalemin bizleri vahyini ve Hz. Muhammed’in sav tebliğini idrak ederek yaşayanlardan eylesin.

Gayret bizden Tevfik Allah’tandır.

Unutmayalım ki, hayat iman ve cihadtan ibarettir.

Selam ve Sabırla… 21.02.2024

“Ben sadece sizin gibi bir beşerim…”*

 “Ben sadece sizin gibi bir beşerim…”*

Veysi ERKEN Dr.

Müfsit ve münafık karakterli iki ayaklı ademler, başka bir ifadeyle şeytanlar Hz. Muhammed Mustafa’nın sav bizim gibi bir beşer olduğunu söyleyip ifsad faaliyetlerini sürdürmeye çalışıyorlar.

Evet.

Siyonist haçlı zihniyetinin piyonluğuna dönüştürülmüşlere ayetin ve ayetlerin devamını okuyun denildiğinde hemen kıvırırlar.

Hani birine sormuşlar neden namaz kılmıyorsun?

Cevabı Kur’anda namaza yaklaşmayın deniliyor, onun için kılmıyorum demiş. Ona, ayetin devamını oku dediklerinde ben Mısır hafızı değilim diye cevap vermiş?

İblis seciyeli olan bu münafık ve müfsitlere ayetleri ve Kur’an-ı Kerimi bir bütün olarak okuyun denildiğinde biz Kur’anı bilmeyiz, okumayız, öğrenmeyiz, anlamayız ve yaşamayız tavrını takınırlar. Zira Kur’an-ı Kerimle irtibatları yoktur.

Hz. Muhammed elbette bir beşerdir. Ayetlerde; “Bu Kur’an, rahman ve rahîm olan Allah’ın katından indirilmiştir; Bilmek isteyenler için âyetleri apaçık hale getirilmiş Arapça okunan bir kitaptır. Müjdeleyici ve uyarıcı olarak indirilmiştir ama çokları yüz çevirdi, artık onu ­işitmezler. Dediler ki: “Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimiz kapalıdır, kulaklarımızda da sağırlık var; bir de seninle bizim aramızda perde bulunmaktadır. Sen yapacağını yap, biz de yapmaktayız!” De ki: * sadece sizin gibi bir beşerim; bana ilahınızın tek ilah olduğu vahyedilmiştir, doğruca O’na yönelin, O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay haline! Ki onlar mallarından muhtaçları yararlandırmazlar; onlar âhireti de inkâr ederler. İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara gelince, onlar için eksilmeyen bir mükâfat vardır.”  Fussilet 2-8”

Bizim gibi beşer olan Hz. Muhammed Mustafa’ya sav vahyedilmiş ve bu nitelikleri ile normal beşerden farklılaştırılmıştır. Ayetlerde “Kişisel arzularına (heva) göre de konuşmamaktadır. O (size okuduğu), kendisine indirilmiş vahiyden başka bir şey değildir. Necm 3-4

Vahiy açık olduğu halde doğrudan biz Kur’an ahkâmını red ediyoruz demiyorlar. Hz. Peygamberin konumunu tartışmalı hale getirerek İslam’ı ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.

Maalesef bu oyuna düşen saf Müslümanlarla karşılaşıyoruz. Tabii ki bunun en önemli nedenlerinden birisi “cehalet”in toplumda hâkim olmasıdır.

Türkiye’de cehalet o kadar hâkim ki, bu kadar “cehalet ancak okullarda kazandırılır” hükmünün sübut bulmasına delil teşkil edecek durumdayız.

“Okumuş cahiller” ifadesi isabetlidir.

Hâsılı kelam münafık ve müfsitlerin ifsadını ortadan kaldırma veya azaltmanın yolu İslam’la İslamlaşmamızla mümkündür.

Acilen hem de hiç vakit geçirmeden hayatın bütün alanlarını kapsayacak bir müfredatı hâkim kılmamız icab eder ki, insanımız İslam’la İslamlaşsın ve İ’lâyı Kelimetullah için nizam-ı âlemi kursun ve dünya huzur ve sükûn bulsun.

Kur’an merkezli bir tefekkür zeminini oluşturmazsak münafık ve müfsitler toplumumuzu daha fazla ifsad edecek ve milletimizin yıkılıp dağılmasına vesile olacaklardır.

Unutulmamalıdır ki, Tarih aynı zamanda devletler ve milletler mezarlığıdır.

Selam ve Sabırla… 21.02.2024