29 Nisan 2015 Çarşamba

Dünyevîleştirilmiş Dünya



Dünyevîleştirilmiş Dünya

Veysi ERKEN

             “Seküler bir dünyada dindar olma hakkı var mıdır?” sorusu Prof. Dr.Ümit Meriç hanımefendiye aittir.
            Seküler kavramı “dünyevî”liği ifade etmektedir. Tabi ki, bu dünyada yaşıyoruz ve bu dünyada olmamızdan dolayı buranın gerekliliğini yerine getirmemizin zorunluluğu vardır. Asıl sorun “dünyevî” gereklilikleri yerine getirmede değil “dünyevî”liği ilah edinenlerin dayatmalarıdır.
Dünyevîliği ilah edinenlerin zorbalıkları ve dayatmaları hayatın bütün alanlarında karşımıza çıkabilir.
Bir patronun veya yönetici personelini kendi biçtiği tarzda yaşamaya zorlamasından tutun yönetme gücünü herhangi bir yolla ele geçirmiş olanlara kadar uzanır.
             Bilinen en kötü dayatmacılar yönetme gücünü elinde bulunduranlardır. Bunlar, yönetmekte oldukları ülkenin veya grubun insanına hayatın tamamını zehir etmekte mahirdirler.
Yönetme gücü sebebiyle ilahlık taslayanların ortak özelliği halkına veya grubuna yabancı oluşlarıdır veya yabancılaşmış olmalarıdır. Yönetilenlerin değerlerini yok etme çabası onlar için vazgeçilmezdir.
            Üzülerek belirtmeliyiz ki, sekülerleşmede -28 Şubat sonrasında- dinî kabul edilen cemaat ve tarikatların rolü artmıştır.
            Bir başka deyişle hâkimiyet gücünü eline geçirmiş toplumdan kopuk bir zümre dünyevî zevk u safa ile nimetleri ilah edinmekte ve bütün hayatın buna göre kurgulanmasını istemektedir. Toplumun büyük çoğunluğu hayatını ve beşerî ilişkilerini oligarşik zümrenin dayatmalarına göre şekillendirmek istememeleri nefsini ilahlaştıranlar açısından sorun olmaktadır.
            Meseleyi bu bağlamda tahlil ettiğimizde sorunun “sekülerlerin (adı, sıfatı, mensubiyeti, aidiyeti, konumu vs ne olursa olsun) hâkim olduğu bir ülkede dindar olma hakkı var mıdır?”  biçiminde sorulması ve cevaplandırılması gerekir. 
            Soruyu dinî/ İslâmî ilkeler bağlamında düşündüğümüzde fazla bir problemin olmadığı gerçeği ile karşılaşırız. Çünkü dinî/İslâmî ilkelerden birisi “sizin dininiz sizin, benim dinim benimdir” biçimindedir. Dolayısıyla, dindar dinsize din biçme ve dayatmada bulunma hakkını kendinde görmez. Dindar ancak inancının gereği olan “tebliğ” vazifesini yerine getirir. Bir başka deyişle dindar dinsize ancak inandığı ve gereğini yerine getirme çabasına girdiği ilkeleri öğretmeye çalışır.
 Bu mantık bütün fikir ve düşünce sahipleri için geçerlidir. Zira her düşüncenin mensubu kendi düşüncesinin başkaları tarafından paylaşılmasını arzu eder,      etmelidir.
            İnanan insanlara göre dindarın dinsizi “hidayet”e erdirme gibi bir fonksiyonu yoktur. Hidayet Cenabı Allah’tandır. İnanan dinsizin hidayeti için ancak vasıta olabilir. Bu ise ancak “tebliğl”e mümkün olur.
            Asıl sorun yönetme gücünü eline geçirmiş ve ele geçirdikleri yerlerin imkânlarını kullanan sekülerlerin ve “dini görünümlü”lerin dindara din biçmesinden kaynaklanmaktadır. Sekülerler ve makyevelistler (dini görünümlü) hayat tarzlarını zorla ve zorbalıkla başkalarına dayatma, dolayısıyla yaşatma çabasındadır. Bir başka deyişle sekülerler için, kendilerinin dışında kalanlara “don biçer gibi din biçme” bir ilkedir.
             Sekülerler için “don biçer gibi din biçme” ilkesi bireyin hayat alanının tamamı için geçerlidir. İmkân bulurlarsa rüyaları bile biçimlendirmekten geri durmazlar.
            Hayatın tamamını biçimlendirmenin yolu herkese daima açık olması gereken alanları “kamusal alan” yutturmacası ile kendileri gibi yaşamak istemeyenlere kapatmaktan geçer. Adi ve suflî hayatlarını “âli menfaat” kâğıdıyla sarmalayarak kendilerine benzemek istemeyenlere “had”leri bildirilir.
            Dağdakinin bağdakini kovma isteği gibi tecelli eder seküler yamyamların davranışları.
Kendi toplumundan kopuk insan olma vasfını kaybederek sekülerleşmişlerin tarih boyunca yaptıkları ve yapmaya devam ettikleri budur.
            Hülasa-i kelam seküler bir dünyada dindarın yaşamaya hakkı vardır. Ancak bu hakkın kullanılabilmesi sekülerleşmiş ve insanî özelliğini kaybetmiş sözde insan gerçekle insan olmayan yönetme gücü gaspçılarının izole edilmesinden geçer.
            Selam ve Sabırla... 01.02.2008

26 Nisan 2015 Pazar

Bonzaiye Çetesi ile Rodos Şövalyeleri İç içe, Kol Kola



Bonzaiye Çetesi ile Rodos Şövalyeleri İç içe, Kol Kola

Veysi ERKEN

            İbret alınsaydı tarih tekerrür etmezdi deniliyor. Doğruluk derecesini bilemem ama “ibret” almadığımız kesindir.
            Esasında “ibret” alabilmek için “tarih” okumak gerek. Maalesef “tarih” okumuyoruz. Tarihi olay ve olguları tahlil etmiyoruz ve ibret alamıyoruz.
            Esasında ibretlik olay çoktur.
            Misal verecek olursak Haşhaşilerin Tapınak Şövalyeleriyle olan işbirlikleri ve iğrenç ilişkileridir.
            Dün ne ise bugün başka adla devam ediyor.
            Bugün Bonzaiye çetesi ile Rodos Şövalyeleri iç içe ve kol koladır.
            Her iki yapının neşriyatına (medya) bakın aynı mel’anetleri görürsünüz.
            Bin bir suratla karşılaşırsınız. İşleri güçleri ülkemizin aleyhine çalışmaktır.
            Ülkemiz gerilese, insanımız fakirleşse sevinçlerinden zil takıp oynayacaklar.
            Rodos Şövalyelerinden korunmak daha kolay diye düşünüyorum. Zira Dinle, imanla ve İslamla ilgileri yoktur. Bunu herkes bilmektedir.
            Bonzaiye çetesi ise “derviş kılığı”na büründürülmüştür. Yıllarca her türlü mel’aneti bu kılıkla işlemekteler.
            Foyaları meydana çıkınca efendilerinden aldıkları talimatla yöntem değiştirmişlerdir.
            Kendilerini ele veren her şeyi görmezlikten gelmek, kullanabilecekleri en küçük şeyi büyüterek kullanmak, kendilerinden ve şeriklerinden olmayanları kötülemek ve tetikçi kullanmaktır.
            Bonzaiye çetesinin büyükleri hiç piyasada görünmez.
            Dikkat ederseniz her sahadan tetikçi kullanmaktalar. Tetikçi olabileceklere mikrofon uzatmakta mahirdirler.
            Ataları haşhaşiler de aynı taktiği uygulamışlar.
            Torunlar dedelerine çekmişler.
            “OD” romanında Bonzaiye çetesinin ataları şöyle tavsif edilir.

“….Bu adamlar kendilerince kutsal bildikleri şeye “dava” diyorlardı ve kendilerini de o davanın “dai”si olarak tanıtıyorlardı. İbadet ettiklerini görmedim, hatta abdestsiz gezdikleri de oldu, ama tespihlerini hiçbir gün ihmal etmediler. Zikir olarak ne okudukları ise, doğrusu hiç merakımı çekmedi. Sureta baldırı çıplak ve cavlak ışık idiler ama torbalarında her türlü silah vardı. Ben katlanabilen bir kılıcı ilk kez onların torbasında bir ney kamışının içinde, hançer ve muştaları da acıktıkları zaman bölüp yedikleri somunun karnında gördüm. ….. Dört hafta boyunca yanlarınca gittim, binbir hallerine şahit oldum. Birgün gördüğüm kişiler diğer gün başkaları oluveriyorlardı. Nereye varacağımızı onlar belirliyor. … Gittiğimiz kasaba ve şehirlerde tanıdıkları birkaç kişi mutlaka oluyor. ….. Bir defasında saçlı sakallı birer sof taciri oldular ve bir kervan ile Halep’e ve Urfa’ya kadar gittik. Dönüşte biri kâtip, diğeri nakkaş oldu. Tomarla kâğıtlar edindiler ve biri yazdı, diğeri nakışladı. ….Muhtemelen yeni bir infaz için hazırlanıyorlardı. Yazı malzemeleri arasında taşıdıkları bir torbanın altınla dolu olduğunu ve Konya’da bir Çekikgöz’e teslim ettiklerini gözlerimle görmüştüm. S.114-115”
            Velhasıl günümüzün “Bonzaiye çetesi” ve “Rodos Şövalyeleri”nin icraatlarını ve neşriyatını (medya) bu gözle okumak lazım.
            Selam ve Sabırla…

Üniversite ve Hariçten Gazel Okuyanlar



 Üniversite ve Hariçten Gazel Okuyanlar

Veysi ERKEN

            Hatta hoşuma giden bir ifade vardır. “Sorun yoksa sorun sizsiniz.”
            Bu bağlamda düşünüldüğünde Kastamonu Üniversitesinin ve Kastamonu’nun da sorunları vardır ve bitmeyecek.
            Zaman zaman bunları dile getiriyorum.
 Mensubu olduğum Kastamonu Üniversitesinin sorunlarını ve gelişim çizgisini yazıyorum.
            Üzülerek belirtmeliyim ki, sorunların yazılmasından ve çözüme kavuşturulmasından hoşlanmayanlar, hariçten gazel okuyucular var. Bazıları hariçten gazel okumayı pek sever.
            Üniversite yönetiminin çabasını görmek istemeyenler hariçten gazel okumakla meşguller.
            Bilinmelidir ki, ne olursa olsun yeni gelişmelere ve değişmelere göre kurum, kuruluş ve yapılarda sorunlar ortaya çıkacak ve farklılık görülecek.
            Bunlar dile getirilmelidir ki, üniversite gelişsin.
İstiyorum ki, “Kastamonu Üniversitesi Yeryüzü Üniversitesi” olsun. Büyüsün başta Kastamonu olmak üzere her yere hizmet götürsün.
Üniversite ile ilgili hariçten gazel okuyanlara diyorum ki, Kastamonu’nun birikmiş sorunları vardır. Bu sorunlarla ilgilenin. Kastamonu üniversitesinin gelişimine katkı sağlayın.
            Duyduğuma göre Başbakan Ahmet hoca 1 Mayıs’ta Kastamonu’ya gelecek.
            Umarım ki, gazel okuyucular projelendirilmiş/ projelendirilmemiş veya yatırım programına alınmış/alınmamış “sorun”ların çözümü ile ilgilenirler. Sorunları Başbakana iletirler, çözüme katkı sağlarlar.
            Bilebilecekleri üzere, Kastamonu’nun başlıca sorunlarından birisi üniversite ile ilgilidir.
            Üniversite yönetimi Kastamonu’nun gelişmesine büyük katkısı olacak “Yeryüzü Üniversitesi” idealini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Defalarca yazdığım bir konu.
            Maalesef Kastamonulu zenginler ve gazel okuyucular üniversiteye katkı sağlamamaktadır.
            Umarım ki, Sayın Başbakan 10 Fakülteye ilave olarak teklifi yapılan fakültelerin onaylandığı, bunların fiziki yatırımları için ödeneklerin programlandığı, öğrencilerin barınabileceği kapasitede yurtların açılacağı, yurt yerlerinin temin edildiği, üniversite personeline TOKİ marifetiyle konut yapılacağının müjdesi ile gelir.
            Bir diğer sorun İnebolu- İskenderun aksındaki yatırımlardır. Metal yorgunluğu yaşayan Karayolları yüzünden Kastamonu-İnebolu arasında yapılacak tüneller bir türlü yatırım programına alınmamakta, Ilgaz tüneli inşaatı gecikmektedir.
            Bilindiği üzere Ilgaz tüneli Kasım 2014’te bitirilmesi planlanmış olmakla birlikte, bu hızla 2015 yılında da biteceği şüphelidir.
            Temennimiz İnebolu- İskenderun aksı ile ilgili aksaklıkların giderildiği, Ilgaz tünelinin seçimden önce açılacağı, Küre tünellerinin yapım ihalelerinin yapılacağı tarihin belli olduğu müjdesi dillendirilir.
            Kastamonu’nun önemli bir sorunu da Tıp Fakültesidir. Mezun veren bir Fakültenin Kastamonu’da olmaması anlaşılır gibi değildir. Hacettepe Üniversitesi bu işe çözüm bulamıyorsa devreden çıkarılmalı ve fakülte Kastamonu’ya taşınmalıdır. Umarım ki, Tıp fakültesi 2015-2016 öğretim yılında Kastamonu’ya taşınacağına dair bir müjde gündeme gelir.
            Hariçten gazel okuyanlara diyorum ki, Kastamonu ile ilgili yazılacak çok şey var.
            Umarım ki, üniversite ile ilgili hariçten gazel okuyanlar Kastamonu’ya sahip çıkar sorunların çözümüne katkı sağlar. Kastamonu üniversitesinin “Yeryüzü Üniversitesi” olma yönündeki gelişimine destek çıkar.
            Davet bunun içindir. Hariçten gazel okuyanlara duyurulur.
            Selam ve Sabırla...

Bürokrasi Takoz Olmaya Başladı



           
Bürokrasi Takoz Olmaya Başladı

Veysi ERKEN

        Genel anlamda “Hükümet” politikaları belirler, bürokrasi belirlenen politikaları uygular.
            2023 hedeflerinden bahseden hükümetin politikalarının bürokrasi tarafından sabote edildiğini düşünüyorum.
            Bunun en belirgin alanları Karayolları, sağlık, eğitim ve güvenlik gibi görünmektedir.
            36 bin kilometre bölünmüş yol, şehir hastaneleri, profesyonel askerlik, 20 kişilik sınıflar gibi hedefler bürokrasinin kurbanı olacak gibi görünmektedir.
            Sabote etmeyi bir kenara bırakacak olursak en hafif tabiriyle bürokrasi yorgun düşmüştür.
Fen bilimleri ile uğraşanların bize öğrettiği bir kavram vardır. “Metal yorgunluğu”
            Metaller bir süre sonra yorgun düşer ve dağılır. Fonksiyonelliğini ve İcra gücünü kaybeder.
            Kasıtlı hareket edenler hariç yönetimde de bürokratlar yorgun düşmüştür.
            Son yıllara baktığımızda bunu görmek mümkündür.
On yıllık hizmet süresini tamamlamış bürokratların yönettiği kurumlara bakınız. Hepsinde metal yorgunluğunu görürsünüz. Karayollarında, Sağlıkta, Eğitimde kısaca neredeyse her yerde yorgunluk had safhadadır.
            Yatırımlar aksamaya, projeler durmaya, yatırımlar ölmeye başlamış.
            Bürokrasideki metal yorgunluğu aynı zamanda rüşvet ve yolsuzluk fiillerini arttırmaktadır.
            Peki, bunlar doğrudur.
            Ne yapılmalı derseniz.
            Bunun için yapılması gereken ilk iş bürokratların görev süresinin sınırlandırılmasıdır.
 Kamuda bütün bürokratların en fazla 4+4 gibi bir süre ile görevlendirilmesi gerektiğini, özellikle bürokrasinin takozluk yapmaması için seçilmişlerle beraber gelip gitmesi gerektiğini defalarca dile getirdim.
            Yazdım.
            Bu konuyu geçmişte içinde bulunduğum siyasi parti de kabul etmiş ve buna göre vaatlerde bulunmuş idi.
            Merhum Muhsin başkan döneminde serdettiğim ve kabul gören görüşlerim o gün doğruydu, bugün de doğrudur.
            Son hadiseler haklılığımı bir kere daha teyit etti.
            Bürokratlar takoz görevi ifa eder hale gelmiş.
            Yönetim hukuku açısından baktığımızda da atanmış bürokratların dava açmamaları, seçilenle gelip seçilenle gitmesi gerektiği ile ilgili kuralların bir an önce meclisten geçirilmesi gerekir.
            Türkiye “merkez valilerden, merkez milli eğitim müdürlerinden, bankamatik bürokrat, danışılmayan müşavirlerden ve memurlardan”dan kurtarılmalıdır.
            Kısaca bürokrasi yan gelip yatma yeri olmaktan çıkarılmalıdır. Yorgun metale dönüşmüşlerin ve kasıtlı takozluk yapanların yerine genç, dinamik, bilgili ve becerikli bürokratlar atanmalıdır ki, halk rahat etsin.
            Halk artık cereme ödemek istemiyor.
            Bürokrat hiç iş yapmadan sefasını halk ise cefasını çekiyor.
            Hantallaşmış bürokrasiden ülke ancak bu yollar kurtulur ve önü açılır.
            Selam ve Sabırla