ÜNİVERSİTE HOCALARININ MAAŞ SORUNU NE ZAMAN ÇÖZÜLECEK?
Veysi ERKEN
Ülkemizin karmaşık bir zaman
diliminde sizlerle akademik personele yaşatılan perişanlığı gözler önüne
seren bir talebi paylaşacağım. Türkiye Kamu Sen ve Türk Eğitim Sen İstanbul İl
Başkanı Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan beyin kaleme aldığı talep umarım ki,
sizleri rahatsız eder ve memurlarla ilgili yapılacak toplu sözleşme
görüşmelerinde dikkate alınması için vekillere, yetkililere ve kamuoyuna
duyurursunuz. İşte O açıklama:
“Üniversitelerin en hayatî sorunlarının başında üniversitelerdeki akademik
ve idari personelin ücret sorunu gelmektedir. Eşit İşe Eşit Ücret
düzenlemesiyle Üniversite Hocaları üç yıldan beri büyük bir mağduriyet
yaşamaktadır. Üniversitelerin yıllardan beri içten içe kanayan bu derin yarasına
el atmak ve tedavi etmek konusunda şimdiye kadar laf dışında hiçbir şey
yapılmadı. Başbakandan Maliye Bakanına ve YÖK Başkanına kadar herkes öğretim
elemanlarına reva görülen maaş zulmünün ortadan kaldırılacağını dillendirmekte
ancak bugüne kadar bir sonuç alınamamıştır. Ülkemiz ve milletimiz adına büyük
bir ayıp ve utançtan başka bir şey olmayan bu vebalin çok fazla suçlusu bulunmakta
olduğunu açıkça söylemek dürüstlük gereğidir.
İlk olarak belirtilmesi gereken husus, bu konudaki en büyük vebalin 12
yıldan beri geçmiş hükümetler gibi, aynı ilgisiz ve vurdumduymaz politikayı
sürdüren bugünkü Hükümet’te olduğudur. Nitekim 666 sayılı KHK ile getirilen
sözüm ona Eşit İşe Eşit Ücret düzenlemesiyle üniversite öğretim elemanlarıyla
öğretmenler es geçildi. Bahane olarak da kamuoyuna bu kesimlerin kamuda benzer
statüde çalışanın olmayışına
bağlandı. Ancak aradan yaklaşık
üç yıl geçti, öğretim üyelerinin ve öğretmenlerin yıllardan beri maruz kaldığı
haksızlığın ortadan kaldırılmasına yönelik bir işaret de yok. Niçin ve hangi
gerekçe ile ve hem de en küçük bir açıklama dahi yapılmadan öğretim üyelerinin
ve öğretmenlerin devre dışı bırakılmış olması, doğrusu bugüne kadar, genel
olarak tüm eğitim, öğretim ve bilim camiasının ve özel olarak da üniversite
personelinin ücretleri konusunda hiç de iyi bir sınav vermiş olmayan Hükümet’in
bu tutumu ve ilgisizliği hangi adalet anlayışı ile bağdaşmaktadır?
Bu konuda sessizliğe gömülerek
Hükümet’in suçuna katılan muhalefetin payı onlardan da az değildir. Nitekim
milletvekillerine ve emekli milletvekillerine yapılan maaş artışı bunun en
önemli göstergesidir.
İkinci olarak
belirtilmesi gereken husus, üniversite personelini en üst düzeyde temsil eden YÖK’ün
ve öğretmenleri temsil eden Milli Eğitim Bakanının bu konudaki tutumunun
hükümetlerden bile daha olumsuz olduğudur. Nitekim hükümetlerin ara-sıra da
olsa bir şeyler yapmasa bile yapıyor gibi görünmelerine karşılık, bugüne
kadarki YÖK Yönetimlerinin YÖK Başkanı Sayın Çetinsaya hariç kendi personelinin
geçim sorununa karşı sanki öyle bir şey hiç yokmuşçasına sürdürmüş olduğu
ilgisiz ve anlayışsız tavrının bugünkü YÖK yönetimi ve Üniversite Rektörleri tarafından
aynen devam ettirildiğini görmek, mesleğimiz adına ayrı bir utanç belgesi
niteliğindedir.
Üçüncü olarak belirtilmesi gereken
husus ise, yazılı ve görsel medyanın konu hakkındaki ilgisizliğidir. Bugüne
dek, eğitim ile ilgili yazılar yazan ve araştırmalarda bulunan mahdut sayıdaki
birkaç gazeteci ve köşe yazarı dışında, medyamızda bu konuda kayda değer ve
ciddiye alınmayı gerektirecek, ağırlığı olan haberler yapıldığına şahit
olmadığımız gibi, kamuoyu oluşturmaya yönelik ciddî, tutarlı ve ısrarlı bir
yayın politikası da görmüş değiliz.
“Üniversite” denince çok küçük bir
kesim dışında aşağı-yukarı herkesin ve her çevrenin üzerinde durduğu iki konu
bulunduğunu söyleyebiliriz: Üniversite, siyasetçiler ve medya açısından, bitmek
tükenmek bilmeyen siyasî ve ideolojik çekişme ve çatışmalar için en bereketli
malzemeler veren bir alan ve toplumumuz açısından ise, çocuklarının okuması,
diploma ve meslek sahibi olması için kullanılması gereken bir araç olarak
görünür bir hâle gelmiş bulunmakta olup bunun dışında başka bir ilgiye mazhar
olmamaktadır. Maalesef, hemen hemen hiç kimse üniversitede nelerin olup
bittiğine, akademik ve idari personelin hangi zor şartlar altında çalıştığına,
bir yandan bilim yapmak, diğer yandan ülkenin genç nesillerini yetiştirmek için
çırpınırken evlerinin geçimlerini nasıl temin ettiğine hiç ilgi duymamakta,
sanki hiç öyle bir konu ve hiç öyle bir sorun yokmuş, bütün akademik personel
hâllerinden çok memnunmuş gibi davranmaktadır.
Hâlbuki şu anda üniversitede en kıdemli bir profesörün maaşı dahi, bir
milletvekilinin danışmanından ve sekreterinden daha azdır.
Gerçekte, üniversite personelinin hem
statülerine uygun ve hem de bilim yapabilmelerine elverişli bir normal
yaşantıya sahip olabilmeleri için gereken ücret zammı en az % 50 olması gerektiği
hâlde, sıfır ek ödemeye mahkûm edilmeleri şok etkisi yapmıştır.
Ülkemizin geri kalmışlık çemberinin
kırılmasında ve geleceğin mutlu, güçlü ve müreffeh, daha saygın Türkiye’sinin
inşa edilmesinde bir numaralı belirleyici faktör olan bilim yuvalarının ve
mütevazı bilim insanlarının, nasıl geçineceklerini düşünmeyi ön plana çıkarmak
zorunda bırakılmaları doğru bir politika değildir. Mesleği bilim üretmek ve
bilim öğretmek olan, ülkemizin en iyi yetişmiş beyinleri, sürekli olarak düşük
tutulan ücretleriyle mahkûm edildikleri geçim sıkıntıları dolayısıyla mutlu
değillerdir. Bu da onların hem bilim üretmelerinde ve hem de gençlerimizi
yetiştirmelerinde tam verimli olmalarını çok ciddî surette engellemektedir.
On iki yıldan beri akademik personele âdeta kasıtlı olarak düşük ücret
politikası uygulayan iktidar, kıdemli profesörler ( görev tazminatı ile
birlikteki maaşları ) dışındaki bütün öğretim elemanlarını yoksulluk sınırının
altında, idari personelin % 70'ini de açlık sınırı düzeyindeki ücretlere mahkûm
etmiş bulunmaktadır.
57. Hükümet (Üçlü Koalisyon Hükümeti)
döneminde Profesörlere ve 1. Derece’deki Doçentlere “görev tazminatı” adıyla
bir ek zam yapılmıştı. Bunun kademeli olarak diğer tüm akademik personele
yansıtılacağı belirtilmişti. Ancak aradan geçen yaklaşık 13 yıldan beri gelen
hükümetler, YÖK başkanları ve Üniversite rektörleri tarafından konu hiç dile
getirilmemiştir. Üniversitenin içinde ikilik yaratan bu durumdan ayrı olarak
ise, genel olarak, üniversite personelinin maaşları ezici çoğunluk itibariyle
“sefalet” düzeyinde bulunmaktadır.
Nitekim 1990 yılında 1/4’deki bir
profesör, 1/4’deki Emniyet Genel Müdüründen 550 TL, 1/4’deki Maliye
Müfettişinden 1000 TL fazla maaş alırken, bugün durum nedir? Yine 1990 yılında
4/1’deki bir doçent, 4/1’deki kaymakamdan 857 TL, 4/1’deki il emniyet
müdüründen 832 TL daha fazla maaş almaktaydı. Aynı yılda 5/1’deki bir yardımcı
doçent, 6/1’deki uzman doktordan 205 TL, 6/1’deki kaymakamdan da 794 TL,
5/1’deki bir araştırma görevlisi de 9/1’deki kaymakam adayından 472 TL, lise
mezunu 8/3’deki polis memurundan 681 TL daha çok maaş aldığı yapılan ilmi
araştırmalardan ortaya çıkmaktadır.
2013 yılında bir mühendisin 3500 TL,
bir müftünün 4500 TL, 30 yıllık bir öğretim görevlisinin 2200 TL, bir araştırma
görevlisinin 1950 TL, ¼’deki bir yardımcı doçentin 2400 TL, KİDEMLİ BİR
İLAHİYAT PROFESÖRÜNÜN 3900 TL maaş aldığı göz önüne alındığında üniversite
akademik personeline reva görülen maaş zulmünün hangi boyutlara ulaştığını
açıkça göstermektedir. Yardımcı doçentler, öğretim görevlileri, okutman
ve araştırma görevlileri bir teknisyenden daha az maaş alır hale düşürülmeleri
ayıbı sorumlu ve yetkililer için yeterli değil mi?
Öğretim
Üyeleri Arasındaki Maaş Dengesi Bozulmuştur
1972 yılında 1/4’deki profesörle 7/1’deki asistan arasındaki maaş farkı %
47.62 düzeyinde, aynı derecedeki profesörle 3/1’deki doçent arasındaki maaş
farkı da % 15.6 oranında bulunmaktaydı.
Yüksek Öğretim Kanununun çıktığı ilk
yıllarda (Resmi Gazetede yayım 6 Kasım 1981) öğretim elemanlarının ücretlerinde
ve çalışma düzenlerinde bir dengesizlik söz konusu değildi. Profesör, doçent,
yardımcı doçent, öğretim görevlisi, okutman, uzman ve araştırma görevlisi
arasındaki ücret farkları, kimseyi rahatsız edecek farklılıkta bulunmamaktaydı.
Maaş oranları kabul edilebilir bir düzeydeydi. Ancak 2013 yılına geldiğimizde,
özellikle 2002 yılından itibaren maaş oranları yardımcı doçent, öğretim
görevlisi, okutman ve araştırma görevlileri aleyhinde bozulmuştur.
Nitekim 1982
yılının Aralık ayında 1/4’deki profesörün maaşı 65,464 TL, 3/1’deki doçentin
56,747 TL (profesör maaşının % 86.68 oranında), 5/1’deki yardımcı
doçentlerin 53,226 TL (profesör maaşının % 81.30’u oranında), 7/1’deki
araştırma görevlisinin 29,611TL (profesör maaşının % 45.23 oranında) iken, 2000
yılının Aralık ayında aynı derecedeki profesör maaşı 560.135.000 TL, doçentin
423.063.000 TL (profesör maaşının % 75.52 oranında), yardımcı doçentlerin de
361.472.000 TL (profesör maaşının % 64.53’ü oranında), araştırma görevlisinin
267.464.000 TL (profesör maaşının % 47.75 oranında) düzeyinde bulunmaktaydı.
2002 yılının Aralık ayında profesör maaşı 1.784.000.000 TL, yardımcı
doçentlerin maaşı ise 794.452.000 TL (profesör maaşının % 44.53’ü oranında),
2005 yılının Aralık ayında profesörün maaşı 2.321.550.000 TL, yardımcı
doçentlerin 1.139.340.000 TL (profesör maaşının %
49.07’i oranında) düzeyindeydi.
2013 yılında durum şöyledir: 1/4’deki en kıdemli bir profesör 4 bin 900 TL,
1/4’deki yardımcı doçent 2 bin 400 TL (profesör maaşının % 48.97 oranında),
araştırma görevlisi bin 950 TL (profesör maaşının % 39.79 oranında) maaş
almaktadır.
Görüldüğü üzere 1982 yılının Aralık
ayından 2013 yılının Temmuz ayına kadar geçen yaklaşık 31 yılda yardımcı
doçentlerin maaşı profesör maaşlarına oranla yaklaşık % 34, araştırma
görevlilerinin de % 5.5 oranında azalmıştır.
1993-2000 yılları arasında yardımcı
doçentlerin maaşı 4 kişilik bir ailenin geçinme sınırı olan Yoksulluk Sınırı
(Asgari Geçim) düzeyinde iken, bugün Yoksulluk Sınırının 1200 TL altındadır.
Günümüz koşullarında profesör ve doçentlerin aldığı maaş özel sektörde
çalışanların karşısında komik düzeyde bulunmaktadır. Ancak profesörler, aynı
işi yapan, aynı sınıf ve statüde bulunan yardımcı doçentlerin iki katından
fazla, birinci derecedeki doçent ise bir buçuk katına yakın maaş almaktadır.
Birinci dereceye gelmiş öğretim görevlisi veya okutmanların ise iki buçuk
katına yakın maaş almaktadırlar. Aynı işi yapmakla görevli ve aynı eğitim
derecesine sahip insanlar arasındaki bu çok farklı ücret dengesizliği,
üniversitede çalışan öğretim elemanlarını rahatsız etmektedir. Yardımcı
doçentler dâhil, diğer bütün öğretim elemanları açıkça haksızlığa
uğratılmaktadır.
Profesörlerin ek göstergeleri
5300-6400, doçentlerin 4800, yardımcı doçentlerin 3600’dür. Yardımcı
doçentlerin ek göstergeleri öğretim görevlisi, okutman, uzman ve üniversite
daire başkanları ile aynı düzeydedir. Yani yardımcı doçentler emekli
olduklarında alacakları emekli maaşı 1804 TL’dir. Yardımcı doçentler öğretim
üyesi sınıfında oldukları için statülerine uygun olarak ek göstergeleri
3600’den 4800’e yükseltilmelidir.
Orantısız maaş farklılıklarının
giderileceği belirtilmekle beraber on iki yıldan beri üniversitedeki maaş
dengesizliği konusunda bir adım bile atılmamıştır. Üniversite personeli için
radikal, ciddî ve üniversitedeki ikiliği ortadan kaldıracak âdil bir ücret
yapılanmasının yanında öğretim üyelerinin düzeylerine uygun bir maaş artışı
hemen ve çok acil olarak mutlaka ele alınması ve aynı aciliyetle uygulamaya
konması gerekmektedir.”
Selam ve Sabırla.