23 Kasım 2024 Cumartesi

Hz. Muhammed’in (s.a.v) Tebliğine Uymakla Mükellefiz

 Hz. Muhammed’in (s.a.v) Tebliğine Uymakla Mükellefiz

Veysi ERKEN Dr.

Bizler “muvahhid” isek, mümin Müslüman isek, münafık değilsek, Allah’ın Resulü olan Hz. Muhammed’in tebliğine, tebyinine, talimine, inzarına, müjdesine ve şahidliğine uymak ve ifa ile mükellefiz. Bu bir zorunluluk ve mecburiyettir.

Ayette.

“Ey peygamber! Seni tanık/şahid, müjdeci, uyarıcı, izniyle Allah’a çağırıcı ve etrafını aydınlatan bir ışık olarak gönderdik. Ahzâb, 45-46” buyrulur.

Ve.

“Nitekim aranızdan size bir peygamber gönderdik: O size âyetlerimizi okuyor, sizi arıtıp temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor; yine size daha önce bilmediklerinizi öğretiyor.Bakara151” buyrularak içimizden olan peygamberin bizlere neyi okuduğu, öğrettiği, bizleri nelerden arındırdığını, hangi kitabı ve hikmeti öğrettiğini beyan ediyor.

Bunlar Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) sünnetidir, uygulamaları ve yaşayışıdır.

Allah Resulüne dolayısıyla sünnetine uymamızı emrediyor,

Buradan şunu anlıyoruz.

Sünneti inkâr Tevhid’i inkârdır.

Ayette peygamberin bize verdiğini almamızı, neyi yasakladıysa ondan vazgeçmemizi ve kaçınmamızı emretmektedir.

Bu durum; “Allah’ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar; Allah’a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) hâline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir). Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir. Haşr-7”

Hâsılı kelam mümin Müslüman için Kur’an ve sünnete uyma ve yaşama zorunluluğu vardır.

Tevhid inancının gereği budur.

Selam ve Sabırla… 23.11.2024

Tevhid İnancı LA ile başlar

 Tevhid İnancı LA ile başlar

Veysi ERKEN Dr.

*“Eşhedu en LÂ ilahe illallah;

; düşündüm, anladım, kalbimde kabul ettim ve dilimle söylüyorum ki: Allah’tan başka ilah, yâni güç, yani sonsuz iktidar sahibi, yani kâinat ve içindeki insanlar için yasa koyan ve kendisine kulluk edilen bir başkası yoktur ve ‘Allah’a rağmen ben varım’ diyen varsa, onu inkâr ediyor, ona isyan ediyor, onu tanımıyorum” s.40.” demektir.

Her gün bunun için  “Rabbimiz! Sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım isteriz. Fâtiha-5” ayetini okur ve Hepinizin ilâhı, tek ilâh olan Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân ve Rahîm’dir. Bakara-163” hakikatine iman ederiz.

ile Allah’ın ilahlığı dışında olan her şeyi, her ilahlık taslayanları reddediyoruz.

“Allah ki, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, ebedî diridir. Varlığı kendinden olup bütün kâinatı yönetendir. O’nu ne bir uyuklama ne de bir uyku yakalayabilir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmadan O’nun huzurunda kim kalkıp da şefaat edebilir? O, kullarının geleceğini de bilir, geçmişini de. Kullar ise, dilediği dışında O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, gökleri ve yeri kuşatmıştır. Dolayısıyla her ikisini de koruyup gözetmek O’na asla ağır gelmez. En yüce ve en büyük yalnız O’dur. Bakara-255” ayeti gereğince  *“ Allah’tan başka kâinat nizamını elinde bulunduran bir başkası, yani bir ilah yoktur! İçimde putlaştırdığım makam, ideoloji, ilke, parti, hizip, kadın, erkek, evlat, sanatkâr, sporcu, kulüp, loca, önder, şef, sex ilahlarının tamamına “L” deyip, inkâr ederek; kalbimi ve düşüncemi, ruhumu ve bedenimi; elimi ve dilimi; “illallah” deyip, Rabbimin emrine veriyorum! O’ndan başkasını güç tanımaya vesile olacak her şeyi “L” (hayır) deyip, kenara itiyor, O’nu, yani Allah’ı tek ve Biricik güç ve hâkim tanıyarak, “illallah” diyor bağlanıyorum, bağlandığıma dair söz ve biat ediyorum ki, bütün kâinat zerrecikleri şahid olsun!

Lâ ilahe illallah!

Bütün ilahlara hayır, sadece Allah’a evet! Sadece O’nun gücüne, kuvvetine, iktidarına evet, O’nun dışındaki tüm ilahlara ve ilahçıklara hayır! S.40”

diyoruz.

“Allah ki, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, ebedî diridir. Varlığı kendinden olup bütün kâinatı yönetendir. Âl-i İmrân-2”

Bizlere varlık veren ve şekillendiren O’dur.

“Sizi rahimlerde dilediği gibi şekillendiren de Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır. Âl-i İmrân-6”

Adaletin hâkim olmasını ister. Adalete şahidlik eder.

“Allah, adâleti ayakta tutarak, kendisinden başka hiçbir ilâhın olmadığına bizzat şâhittir. Ayrıca bütün melekler ve kendilerine ilim verilmiş olanlar da tam bir doğruluk, adâlet ve hakkâniyet içinde aynı gerçeğe şâhittirler. Evet, O’ndan başka bir ilâh yoktur. O, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır. Âl-i İmrân-18”

Allah kullarının iyiliği, mutluluğu, kurtuluşu ve mülkünde mutlak tasarruf sahibi olduğunu bildirmek için Resul göndermiştir.

Rasûlüm! Bütün insanlara ilan et: “Ey insanlar! Şüphesiz ben Allah’ın, sizin hepinize gönderilmiş peygamberiyim. O Allah ki, göklerin ve yerin mülkiyeti ve hâkimiyeti O’nundur. O’ndan başka ilâh yoktur; hayat verir ve öldürür. O halde Allah’a iman edin; Allah’a ve O’nun bütün sözlerine, kitaplarına inanan o Ümmî Peygamber'e de iman edip ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” A’raf-158”

Şimdi ve her zaman “L” diyerek gönlümüzdeki bütün ilahları, ilahçıkları, putları devirelim ve “EŞHEDU EN L İLAHE İLLALLAH” diyerek imanımızı tazeleyelim.

Salam ve Sabırla… 23.11.2024

 

*İhsan Süreyya Sırma, İslami Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkence, Beyan Yayınları, 14. Baskı, İstanbul-1990

 

 

 

22 Kasım 2024 Cuma

GAZZE KALBİM diyenlere, Gazzelilere Selam

 “GAZZE KALBİM” diyenlere Selam

Veysi ERKEN Dr.

Hissiyatını kaybetmemişler, insan olan ve insan kalanlar dinlesin.  https://www.youtube.com/watch?v=lLky-IRK1WI&vl=tr

Mehmet Ali Aslan tarafından seslenen ezgiyi dinleyin, yorumlayın yaşayın ve Gazze’lilere, Doğu Türkistanlılara, Arakanlılara, Afrikalılara ve bütün mazlumlara, soykırıma uğrayanlara sahip çıkın, yardım edin, gözyaşlarını silin, gözyaşlarının dinmesi için çaba harcayın.

“GAZZE KALBİM

Ey cellâtlara direnen şehir can şehir canım şehir

Ey sevda meclisinde Mihriban, alçaklığa hasım şehir

Her evin diz çökmeyen bir kale eğilmez hiç başın senin

Cennete varan bir ırmak oldu gözyaşın kanın senin

Ey Gazze Çiçeğim sana ben su vereyim

O yaslı gözlerinden öpeyim

Ey kâinatın güzeli Seni kalbime çizeyim

Ey Gazze Yolunda sana yemin vereyim

O aziz ellerinden öpeyim

Allı yeşilli güvercin

Sana vatandır yüreğim

Yayılıyor yaktığın ateş, şehir şehir meydan meydan

Turna dilli kızlarla büyüyor aslanlarla kopan tufan

Göğün üstünde yatan erleri selamlıyor mümin toprak

Sinemiz yetimlerine çadır, dua kalkan öfke mızrak”

Unutmayalım.

İnananlar kardeştir.

Ayrılığa düşmeyelim.

Ayetlerde Müminler ancak kardeştirler, öyleyse iki kardeşinizin arasını düzeltin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki rahmetine mazhar olasınız. Hucurât-10” ve “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız. Âl-i İmrân-103” buyrulur.

Ayetleri yaşayalım, gereğini yapalım ve kalbimizi Gazze yapalım.

Mazlumları, mağdurları, soykırıma uğrayanları, toprakları, vatanları işgal edilenleri unutmayalım ve Siyonist katillerin üzerine Allah’ın laneti olsun, kahhar ismiyle kahretsin diye dua edelim.

Selam ve Sabırla… 22.11.2024

 

Küresel Terör ve Medyadaki Pentagoncular/ Siyonistler

  Küresel Terör ve Medyadaki Pentagoncular/ Siyonistler

Veysi ERKEN Dr.

Tapınak Şövalyelerinin vurucu gücü olan pentagon yeryüzünü cehenneme çevirmekle meşgul. Vuruyor kırıyor ve suçunu başkalarına yüklüyor. 

Küresel teröre merkezlik ettiği halde suçunu medyadaki maşaları vasıtasıyla gadre ve zulme uğrayanların sırtına yıkıyor.

Asırlardır sürdürülen terör, tehdit, tahrip, yıkım, tecavüz, işgal, hırsızlık, gasp, soygun, hortumculuk gibi eylemler maşaların marifetiyle kılıflarla örtülmekte, taşeronlarla gizlenmektedir.

Asırlar önce İslam dünyasında aynı mantıkla katliam yapılmış ve bu işlerde haşhaşîler olarak bilinen Hasan Sabbahçılar taşeron olarak kullanılmıştır.

Bugün İslam coğrafyasında oynanan oyun aynı. Yine taşeronlar ve kuklalar kullanılmakta ve halka zulmedilmektedir.

Oyun aynı figüranlar değişik.

Özellikle tapınakçıların yok etmek istediği toplumlar uyanmasın diye maşaların sürekli devreye sokulmuş olduğu görülür. Kalemşorlar aktarılan paralar ile tetikçilik görevini üstlenir.

Yeryüzünde dünden bugüne değişen bir şey yok.

Yine katliam ve soygun.

Yine tehdit ve tehcir.

Yine gasp ve hortum.

Bu zulüm yeryüzünün her tarafında.

Filistin’den Bosna’ya. Çeçenistan’dan Endonezya’ya.

Oyunun sahnelenmek istendiği yeni yerlerden biri Türkiye.

Maşalar ve kuklalar hazır. Medyadaki pentagon temsilcileri harekete geçmiş durumda. Ellerine tutuşturulan metinleri habire halka enjekte ile meşguller.  “İslami terör” gibi şerefsizce bir ifadeyi kullanmakta yarıştalar.

Sırf efendilerine hizmet olsun diye çabalarına çaba katmaktalar. Bu ifadeyi tapınakçıların vurucu timi olan pentagonun piyasaya sürdüğünü bilmeyen yok. Alın size bir kaynak.

Merhum Abdulbaki Keskin’in 1994 yılında TD Vakfınca yayınlanmış bulunan Doğu-Batı ve 21. YY Üçgeninde İSLÂM isimli kitabı bu şerefsiz ifadenin Amerika’nın malum merkezlerinde nasıl üretildiğini ve kimler tarafından kullanıldığını gözler önüne sermeye yeter de artar.

Aslında bu konuda söylenecek çok söz vardır. Ülkenin sevdalılarına tavsiye edilecek epey kaynak bulunmaktadır. Ancak arif olan tek kaynakla da her şeyi anlar diyerek başka kaynaklara gerek duymuyoruz. Sadece yıllarını Amerika’da harcamış bir bilim adamının bu konudaki tespitlerini de buraya aktarmakla yetiniyoruz.

 “Türk Einstein’i olarak bilinen Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu son günlerde sıklıkla dile getirilen “İslâmi terör” kavramının suni olarak üretildiğini belirterek, “Herkes diyor ki İslâmi terör şöyle, radikal İslâmcılar böyle... Radikal İslâm Pentagon’da üretilmiş bir kavramdır” diyor.

Sinanoğlu, bir internet sitesine yaptığı açıklamalarda, şunları kaydediyor: “Amerika’da beyin yapıcılar kavramları üretir, medya, üniversite ve strateji kuruluşlarıyla bu kavramları dünya gündemine sokarlar. Ardından da operasyonlar başlar. Bakın 1990’lı yılların başında Pentagon’da görevli bir fizikçi dostum açık ve net olarak şunu demişti; ‘Bugünlerde Pentagon’daki generaller yeni düşman arayışına girdiler. Komünizm çöktü yeni düşman olarak İslâm hedef seçildi. Çok yakında İslâmi terör lafını duyacaksınız’ Sonra ne oldu? Herkes neler yaşandığını biliyor.”

 Medeniyetler Çatışması tezinin de sipariş üzerine hazırlandığını kaydeden Prof. Sinanoğlu, “Amerika’nın yeni düşmanı olarak belirlenen İslâm için tezgâhlanmış bir tezdir bu” diyor. Amerika’nın bunu hep yaptığını belirterek, “Gelecekte olacak olaylar ya da politikalar için tezler yazdırır, kürsüler açtırır, kitaplar yazdırır” diyen Sinanoğlu, şöyle devam ediyor: “Sonra da basın aracılığı ile filmlerle dünyaya yayar. Aslında Amerika’da Huntington’a ve Medeniyetler Çatışması tezine kimse yüz vermez. O, Üçüncü Dünya ülkeleri için bir tezdir.”

Oktay Sinanoğlu, Türk aydınının özellikle de basınının olayları anlamadan, derinlemesine incelemeden gündemine alıp şişirdiğini ifade ederek, küreselleşme sözünü ortaya atanlar için “Küresel Kraliyetçiler” tanımını yapıyor.

Sinanoğlu, şöyle devam ediyor: “Dünyada görünenin aksine 1700’lü yıllardan bu yana gizli örgütlenmeler etkilidir. Bu illa ki bir dine ya da ırka bağlı olmayı gerektirmez. Mesela Bush ailesi Anglo-Sakson’dur ve 120 yıldır bu örgütlenmeye hizmet eder. Tüm dünyada örgütlüdürler. Bunlar diyor ki dünyada insanların çoğu ahmaktır hiçbiri işe yaramaz. Dünyayı biz idare edeceğiz. Toplasak toplasak, biraz da abartsak toplamları 2 milyonu geçmez. İnsanların gerisi hiçbir işe yaramaz, hatta arada kalan 5-10 milyon insan kırılırsa iyi bile olur diyenler var. Tamamıyla insanlık düşmanı, tamamıyla kendi takımının hâkimiyeti esasına dayanan ve bu meseleye de din gibi inanan bir örgütlenme çeşidi.” Sinanoğlu, Kutsal İttifak olarak adlandırılan bu örgütlenmenin dünyayı kendi hâkimiyetlerinde tutmak için birkaç bin kişinin bile öldürülebileceği eylemleri kolaylıkla gerçekleştirebileceğini kaydediyor. Vakit 05.12.2003”

Selam ve Sabırla...” 22.11.2024

Not: Bu Yazı ilk olarak 08.12.2003 tarihinde yayınlanmıştır. Okumasını bilenler için tekrar yayınlanmaktadır. Başlığa sadece siyonistler kelimesi ilave edilmiştir.

 

21 Kasım 2024 Perşembe

Yüzlerinin Akıyla(!) Çıktılar!...*

 Yüzlerinin Akıyla(!) Çıktılar!...*

Veysi ERKEN Dr.

İntihap bitmiş herkes büyük günü bekliyordu heyecanla.  Ne de olsa otuz yıllık hasret bitiyordu mefkûreciler için.

Dile kolay otuz yılda ne değişmemişti ki. Bebekler büyümüş kimi gelin kimi güvey olmuştu.  Cemiyetin beklentileri bile değişmişti. Zaten kendileri de “her şey değişecek” diyorlardı. Her şeyin değişeceğini değil de, her şeyin değiştiğini, ülkü ve ilkelerin bittiğini bilenler zaten aralarında yoktu. Ama olsun aralarında olmayanların bir kısmı da seviniyordu sözde mefkûrecilerin zaferine.

Beklenen büyük gün Mayıs ayının başlangıcıydı.

Erkekçe tavırlarla yemin edilecek, kutsal değerlerin nasıl muhafaza edildiği ve yaşandığı dünya âleme gösterilecekti mefkûreci müntahiplerce. Bilhassa onların tepeleri değişti, tepelerde mukim olanların mukaddes değerlerle pek akrabalıklarının olmadığını söyleyenleri mahcup edeceklerdi.

Herkes o günü bekliyordu.

Ve...

Nihayet o gün geldi, çattı.

 Saatler saatleri, dakikalar dakikaları, saniyeler saniyeleri kovaladı beklenen an geldi ve sahnede bir hayalet. Sükût-u hayale sebep olan bir hayalet. Seyirciler gördüklerine inanamıyor, inanmak istemiyordu. Bu muydu bekledikleri an?

Hayır, ama beklemedikleri gerçekleşmiş ve gönülleri inkisara uğramıştı.

Erkekçe tavır bekleyenlerin sükût-u hayali büyük olmuştu. Sahnede gördüklerine inanamıyorlardı. Hicap açılmış kel görünmüştü. Bunu nasıl izah edeceklerdi etraflarını saran, onlara gönül veren milyonlara, özellikle tepe mukimlerinin farklı kültüre sahip olduklarını ileri süren gerçek ülkü devlerine.

“Her şey değişecek” diyen garibanların imdadına zırvaları tevil etme hastalığı yetişti bir anda. Ne de olsa müntahipler acemiydi ve hatalarını telafi edeceklerdi. Bunun delili bir gün sonra merhum büyüklerinin kabrinin başında okunan Fatihalardı onlara göre.

Evet, Fatihalar okunmuştu ama geçmişte savunulan mukaddesatın ervahı için olduğunu garibanlar anlayamadı.

Şaşkınlık ve tevil hastalığı bütün vahametiyle devam ediyordu mefkûrecilerde. Her şey değişecek ve her şey düzelecekti ne de olsa ser kâtip kendilerinden olacaktı. Ser kâtip her şeyi usulüne uygun zamanı gelince düzeltecekti. Avunmalar hep bu şekilde yapılıyor, gönüllerde meydana gelmeye başlayan çatlaklar bunlarla kapatılıyordu.

Mefkûreciler ve onlara güç vermek isteyen aveneler ser kâtip adayının tavrını merak ediyorlardı. Erkekçe tavrı ne zaman ortaya koyacak ve varlığını hissettirecekti. O konuşmuyor, susmayı tercih ediyordu zelzeleye tutulmuşlar gibi.

Aradan günler geçti ve beklenen izahat şifahi yapıldı ser kâtip adayı tarafından.

İzahat kısa ve sarihti.

Ben ser kâtip olmayacağım.

Ser kâtip şimal rüzgârından nasibini fazlasıyla almış ve yürüyemeyecek derecede olan bir pir-i fani olacaktı. O akil ve tecrübeliydi ser kâtip adayına göre.

Mefkûreciler ona payanda olacaktı. Bunun aksini söyleyen maazallah davaya ihanet etmiş sayılacaktı.

İnkisar ve şaşkınlık ikinci sefer tecelli ediyordu otuz yılın hasretini çekenlerde. Ne oluyordu, neden her şey değişmişti. Neden cemiyete vaat ettiklerinin tersi yapılıyordu. Olanlara mana verilemiyordu.

Bereket imdatlarına pir-i faninin hatunu yetişti ve ben onlarla oynamam dedi. Evet, mefkûrecileri unutmamıştı yetmişlik hatun.

Her şey değişecek diyenlerin ser kâtip adayı önce kükredi sonra biz değiştik, ne derseniz “ser”imiz üzeredir.

Değiştiğimizi ispat edeceğiz.

İsterseniz katilleri, hırsızları ve dahi ırz düşmanlarını affedeceğiz. Hatta suçsuz örtülü kızlarımızı suçlu ilan edip onları affetmeyeceğiz. Bu size bir taahhüdümüzdür. Değiştiğimizin ispatıdır.

Yetmişlik hatun ikna oldu ve ser kâtipliğe beyi intihap edildi.

Böylece mefkûreci olduğunu söyleyenlerin ekâbiri ser kâtip muavini oldu esamisi okunmayacak şekilde.

Otuz yıllık hasretin niranıyla tutuşanların gönlündeki çatlak büyüyor ve derinleşiyordu. Buna rağmen zırvaları tevil onlar için bir ilaçtı. Onunla avunuyor ve huzur bulmaya çalışıyorlardı. Ne de olsa “et”siz “hüküm”ün parçasıydılar.

Pir-i fani ve onun baş muavini mutlu kıs kıs gülüyorlardı. Ne de olsa dolabın dümeni tekrar ellerindeydi ve “birbirine karıştı ablarla dolaplar, ablar galip gelince döndü dolaplar” misali her türlü dolabı çevirebileceklerdi mefkûrecilerin sırtında.

Hayat akıp gidiyordu. Mefkûreciler beklemeye alışıktı. Zira otuz yıl beklemişlerdi. Yine bekleyeceklerdi her şey değişsin diye.

Pir-i fani ve Mutlu, günahlarını unutturmak ve günahlarını mefkûrecilere yıkmak çabasındaydılar.

Son iki yılın günah, yıkım ve zulüm küfesi mefkûrecilere yükletilecekti. Çünkü onlar yük taşımaya alışıktı.

Mutlu bunun yolunun mefkûrecilerle ahaliyi düşman etmekten geçtiğini biliyordu. Onun için allem kellem edip halkın gözünde mefkûrecilerin itibarını sarsmak gerekiyordu.

Mutlunun ilk bulduğu mazeret beyt’ul mal ile alakalıydı.

Beyt’ul mal tam takır oluğu yaygarası çıkarılacak ve mağdurlar daha fazla mağdur edilecekti mefkûreciler eliyle.

Mutlu matbuattaki avenesi ve şerikleriyle beraber hemen bir tuzak kurup tatbikatına başladı. Mutluya göre beyt’ül mal tamtakırdı. Mağdurların maaşı arttırılmamalıydı. Maaş artışı hazine soyguncularının iradını azaltacaktı.

Mağdurlar ve ahali buna çok kızdılar, nümayişler başladı.

Pir-i fani ve Mutlu hemen ser kâtip muavinine müracaatla “âlî menfaatler” için mağdurların ve ahalinin susturulmasının sağlanmasını istediler. Ne de olsa şerik idiler ve buna ancak kendisi muvaffak olabilirdi.

Ser kâtip muavini hemen büyük bir celadetle işe sarıldı. Ve âlî menfaatler uğrunda hareket edilmesi gerektiğini ilan ederek mağdurların seslerini kısmalarını hatta kesmelerini emretti.

İşte ikinci kalp inkisarı bu şekilde geliyordu.

Mağdurluk arttırılsın diye mi intihap edilmişlerdi? Bir mana verilemiyordu yapılan icraatlara. Sükût-u hayal artıyordu buna rağmen zırvacılar devreye girerek her şeyin düzeleceğini ileri sürüyorlardı.

Zaman hızla ilerliyor, sükût-u hayale uğrayanlarda sabırsızlık artıyordu. Bu arada pir-i fanide bir değişiklik oldu ve “...hiç kimsenin hakkı yoktur” tiki tuttu. Zaten pir-i fani tikleriyle meşhurdu.

Mağdurlar ücret peşinde koşarken Mutlu’ nun adamı cana okuyan boş durur mu?

Emir eri olduğu şişman kedilerin arzu ve taleplerini kırmamak için tekaüt yaşını yüze çıkarmaya karar verdi. Ne de olsa ukbada tekaütlük geçerliydi. Ve kimseye maaş gerekmezdi.

Bu sath-ı mailde de mefkûrecilere büyük işler düşüyordu.

Ser kâtip muavini hemen duruma el koydu ve başta kendisini intihap edenler olmak üzere bütün ahaliye rağmen ukbada tekaüdün gerçekleştirilmesine katkı sağladı hulus-u kalp ile.

“Halka rağmen”ciler büyük bir zafer kazanmışlardı ser kâtip muavini eliyle. Hem de zelzelenin tahribatının en kesif olduğu günlerde.

Halka rağmen icraatının bir parçası olmuştu kuvva-ı milliyecilerin ser kâtibi ve şürekâsı.    Artık hiç bir şey fark etmiyordu onlar için. Onlar için ahali ancak öz yurdunda bir parya idi. Artık rantiyeciler için her şey yapılabilirdi ne de olsa her şey değişecekti.

Pir-i fani ve şürekâsı Mutlu zulme ara vermek istemiyorlardı efendilerinin emri mucibince. Hürmüz’ün daha çok koca istemesi gibi daha çok zulüm istiyorlardı ve faturayı yine yeni şeriklerine çıkaracaklardı.

Kur’an öğretme yasağı yasağı getirilmeliydi ki, mefkûreciler ahalinin gözünden ebediyen silinsin. Ve ruhlarda fırtınalar, gönüllerde zelzeleler koparan zulüm böyle gerçekleştirildi ümit neslinin tepesinde oturanların marifetiyle.

Bu da yetmezdi mefkûrecilerin hayalini bitirmek için.

Vakıflar yok edilmeliydi, ocaklar söndürülmeliydi.

Ve katiller, hırsızlar, ırz düşmanları, enkazcılar, banka soyguncuları, kısaca her türlü pisliğe bulaşmış olanlar affedilmeliydi beyaz örtülü suçsuz meleklere nispetle.

“Çağrımız İslam’da dirilişedir” ilkesinden ve hırsızlıkla, yolsuzlukla ve haksızlıkla mücadele ülküsünden vazgeçilip Despotik Solun iskelesine yanaşıldığı ispat edilmeliydi ser kâtip muavini marifetiyle.

Evet, tepedeki mukimler bütün ilkelerden ve ülkülerden uzaklaşıldığını göstererek son af icraatlarından da yüzlerinin akıyla (!)çıkmışlardı bu hengâmeden mefkûrecilerin sükût-u hayaliyle. ........... .............  ............... ........  ............

Neticeten Cenab Şehabeddin “zavallı koyun sürüsü hem çobanını, hem çoban köpeğini, hem kurdu, hem de sahibini besler” diyerek mefkûrecileri ve mefkûrecilerin tepesinde icra-i sanat eyleyenleri tasvir ediyordu ya...01.09.1999”

Selam ve Sabırla… 21.11.2024

Not. Bu yazı 1999 yılında yayınlandı. O günün şartları düşünülerek okunmalıdır.

Elinden Tuttuğumuz Belki Bizim Cennete Gitmemize Vesile olacak

 Elinden Tuttuğumuz Belki Bizim Cennete Gitmemize Vesile olacak

Veysi ERKEN Dr.

“Kim elinden tuttuğu tanımadığı birisin kendisini cennete götürmesini istemez?”* başlıklı güzel bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.

 

“İnancımız, hislerimiz, sorumluluklarımız seni, beni, sizi, bizi görev alanlarına yöneltsin.

O kadar çok ki; bizim elimizi tutacak olanlar neredeler diyenler, bizleri bekleyenler.

Beklenen olmak sorumluluk ister.

Beklenen olmak mutlu eder insanı. 

Beklenen olmanın farkında olanlar, ya yola çıkan birilerinin yanında olun. Ya da yeni bir yol açın, yola çıkmak isteyenlere rehberlik edin.

Ses verin. Ses verin ki sesinize koşsunlar. Ya da ses verenlerin sesine siz koşun. 

Yola çıkanların ne kadar güzel şeyler yaptığına, neleri değiştirdiğine tüm dünya şahit. 

Siz de şahitsiniz. Bizler de değişime ortak olalım. Değişime bizim ellerimizin de katkısı olsun. Görevini yapmanın keyfini yaşayalım.

Değerli dostlarım!

Arkadaşlarım!

İnsanın emekli olmasını teneşire yatınca kazanacağını bilenlerdeniz. RABB’imize kulluk etme zamanımızın hızla azaldığını herkes gibi bizler de biliyoruz.

Sizlere zamanın çok kısa olduğunu ve istemimiz dışında hiç de beklemediğimiz bir anda bitiverdiğini anlatan bir görüşmemi aktarmak istiyorum. Uzun zamandır tanıdığım ciddi sağlık sorunları olan genç bir kardeşimle vefatından on gün kadar önce yaptığım görüşmemde bana söylediklerini aktarmak istiyorum.

Abi otuz beş yaşındayım. Sorumluluk öncesi on beş seneyi çıkartıyorum. Rabb’ime hesap vereceğim sürem yirmi yıl! Yirmi sene gibi az bir zamanın hesabını vereceğim için kendimi şanslı hissediyorum. Ya hesap vereceğim süre uzun olsaydı ne yapardım diye düşünüyorum. Rabb’ime de verdiği süre için hamd ve şükürler ediyorum. O’nun rahmetine ve merhametine sığınıyorum. Hesabımı kolay verebilmem için dualar ediyorum. Bağışlaması ve affetmesi için yalvarıyorum. Bu genç kardeşim sorumluluklarının bilincinde olan yola çıkan ve yolda ses veren veya başkalarının verdiği sese koşan, yapacaklarının farkında olup gereğini yapan bir kardeşimdi. 

Allah rahmeti ile muamele eylesin.

Eğer dünya işleri çok vaktimizi alıyorsa, bazen işlere ara vererek iyilik mecralarında kendimize yer edinelim.

Yola çıkalım. Yolda elini tuttuğumuz biri, bizi elimizden tutarak cennete taşıyabilir. İstediğimiz de zaten cennet değil mi?

Size tavsiyem yola çıkmayı deneyin. Hem kendiniz hem de yolda karşılaştıklarınız çok mutlu olacaksınız.

Hem başkalarının hem de sizin hayatınız anlam kazanacak. Sizin ve dokunduğunuz insanların hayatları farklılaşacak. Yolculuk toplumsal hayatın sigortasıdır. İnsanı eğiten, geliştiren, kişilik kazandıran bir ibadettir. Yolun ve yolculuğun rehberi peygamberlerdir. Onlarda bizim için güzel örneklikler vardır. Peygamberlerin yolculuklarını hep birlikte iyi takip edelim.

Bunlar çok zor şeyler değil. Sizde biliyorsunuz

Sadece hayırlı işlere vesile olmak için yola çıkıp yolcu olmak gerek! 

Yolu çok uzak zannetmeyelim. Yol hemen yanı başımızdan başlıyor. 

Yaşadığımız mahallenin yollarındaki camiler, yoksuların evleri, öğrenci yurtları, yalnız yaşayan yaşlıların evleri, huzur evleri, dini eğitimin verildiği mekanlar, sokaklarda yatan evsizler, evlenme imkânı bulmakta zorlanan genç kız ve erkekler, İslam’ı tanımak isteyenler, birinin anlatımıyla hidayete ermek isteyenler, yer yüzündeki zalimlerin zulmü altında mazlum duruma düşürülmüş kardeşlerimiz için çabalayan vakıf insanlar çıktıkları yolculukta yanlarına yolcu bekliyor.

Yolculuk kendimizi denetlememize, dünya işleri ile yeterli miktarda daha az meşgul olmamıza, RABB'imize teslimiyetin lezzetini daha yoğun yaşamamıza, tefekküre, zikre, ibadete daha coşkuyla sarılmamıza yardımcı olur.

Herkesin elinden tuttuğu, cennete giden yolda tanımadığı insanlardan şahitlerinin olması ne güzel değil mi?

Yolda; zamana, gayrete, ilme, bilgiye, dayanışmaya, sevmeye, kuşatıcı olmaya, paraya, infaka ihtiyaç var. 

Bunları biliyorsunuz. Bunlardan hangisi kimde var ise buyurun yola çıkın.

Yolda sizin İslami birikiminizden, yoldaki elde ettiğiniz tecrübenizden faydalanmak isteyenlerin de olduğun unutmayın. Nasıl ki, anne baba, usta, güngörmüş insanlar kazanımlarıyla kendisi gibi birisinin yetişmesine destek veriyorsa, yola koyulanlar, genç yolculara yoldaki tecrübeleri ile onları desteklemeli ve şekillendirmelidirler.

Hayırlı işlerde yarışmak için çıktığımız yolda, hayırlı işler yapabilmeyi RABB’im hepimize nasip etsin.

Umutlarını diri tutanların, gereğini yaparak sahaya inenlerin, birlikte yolculuk etme ruhuna sahip olanların tarihte hep kazandıklarını görmekteyiz. Tarih onların eliyle yazılmıştır.”

Selam ve Sabırla…21.11.2024

*Bu güzel yazıyı Vahap Yaman Bey yazıp gönderdi. Kendisine teşekkür ediyorum.

 

Başarımız Allah’ın Yardımına Bağlıdır

 Başarımız Allah’ın Yardımına Bağlıdır

Veysi ERKEN Dr.

İnsan çaba, gayret ve cehd etmekle mükelleftir. “İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder. Necm-39” buyrularak elde edeceklerimizin çabamızın sonucu olduğu ifade edilir.

Evet.

Çaba göstermek farzdır, şarttır.

Başarımız ise Allah’ın yardımına bağlıdır.

Allah yardım etmezse ne kadar çaba ve gayret sarf edersek edelim muvaffak olmak ve başarılı olmamız mümkün değildir.

Ayetlerde “Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur. Ölçüyü, tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi maddî bakımdan iyi bir durumda görüyorum; ama doğrusu hakkınızda kuşatıcı bir azap gününden de korkuyorum.

Ey kavmim! Ölçüyü, tartıyı adaletle tam yapın; insanların mallarının değerini düşürmeyin, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Eğer müminseniz Allah’ın bıraktığı (meşrû) kazanç sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinize bir bekçi değilim.”

Kavmi ise, “Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı şeylerden yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana ibadetin (dinin) mi emrediyor? Oysa sen uyumlu ve akıllı birisin!” dediler. Şuayb de şöyle dedi: “Ey kavmim! Bir de şöyle düşünün: Ya benim, rabbimden açık bir delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir nasip vermişse! Size yasakladığımı kendim yapmak niyetinde değilim. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam Allah’ın yardımına bağlıdır. Yalnız O’na dayanıyor ve O’na yöneliyorum. Hûd, 84-88

Ayetler açık bir şekilde çaba, gayret ve cehde işaret ediyor. Şuayb peygamber de diğer peygamberler de toplumun ıslahı için çaba, gayret ve cehd etmişlerdir.

Buna rağmen başarılı olamayan, tebliğ hususunda kavimlerini ikna edemeyenler , ifsad, inkâr ve nifakı durduramayanlar vardır.

Bizler, Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) izinden gidenler, sünnetini uygulamaya çalışanlar da toplumun ıslahı için çaba, gayret ve cehd etmekle mükellefiz ve başarımızın ancak Allah’ın yardımı ile mümkün olacağına inanıyoruz.

Atalarımız bunu şu şekilde dillendirmişlerdir.

“Gayet bizden, Tevfik Allah’tan”

Bu hakikati asla unutmayalım.

Bilmeliyiz ki, “hayat iman ve cihad”tan ibarettir.

“İman varsa imkân vardır.”

Bilmeliyiz ki bizim vazifemiz Gazze’de, Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Afrika’da mazlumların yanında olmaktır. Bununla mükellefiz.

Cehd, gayret ve çaba içinde olmalıyız ki, Allah bizi başarılı kılsın. Muvaffakiyetin Allah’tan olduğunu asla unutmamalıyız.

Bizler her gün en az kırk defa “iyyake na’budu ve iyyake nestain” diyoruz.

Hâsılı kelam biz sadece ve sadece Allah’a ibadet/kulluk ederiz ve ancak O’ndan yardım dileriz ki başarılı olalım.

Selam ve Sabırla… 21.11.2024

5816 Sayılı Kanun Kaldırılmalıdır, Çünkü…

 5816 Sayılı Kanun Kaldırılmalıdır, Çünkü…

Veysi ERKEN Dr.

Çünkü hırsızlar, bölücü örgütlerle iş tutanlar, paradan kuleler inşa edenler, konser adı altında milletin paralarını iç ederler kanuna sığınarak, Atatürkçü, Kemalist maskesini takınarak mel’anetlerini icra etmektedirler.

Evet.                        

Mustafa Kemal Atatürk’ün arkasına sığınarak her türlü ahlaksızlığı, hırsızlığı, yolsuzluğu yapanların istismarından Mustafa Kemal’i korumak için bu kanun kaldırılmalıdır.

Sadece son yıllara bakmak ve incelemek yeterlidir.

Paradan kule inşa edenler, milletin parasını konserler adı altında çarçur edenler, tecavüzde bulunanlar, her türlü mel’aneti işleyenler, yabancı elçiliklerle iş tutanlar, şehirleri çöp, çukur ve çamura dönüştürenler, bölücü örgütlerle işbirliği yapanlar, hakaret edenler savunmalarında kullandıkları maske  “Atatürkçüyüz”, "Kemalist"iz.

İşe Mustafa Kemal Atatürk’ü bunlardan, istismarcılardan korumak için kanun kaldırılmalıdır ki, maskeleri düşsün, kötü yüzleri ve art niyetleri ortaya çıksın.

Bilindiği üzere iblisler her türlü kılığa girer, maskeler takar ve kötülüklerini işler. Günümüzün iblisleri de aynı şeyi yapıp maske kullanır, bazılarının adlarını maske olarak kullanır ve mel’anetlerini icra eder.

Aşağıda metnini gördüğünüz kanunu bahane ederek kötülüklerini yapmaya devam eder ve haklarında dava açıldı mı hemen “Atatürkçüyüz” maskesini takar.

Bunun için şeytanların maskelerini düşürmek ve gerçekleri ortaya çıkarmak için kanun acilen yürürlükten kaldırılmalıdır diyoruz.

Selam ve Sabırla… 21.11.2024

 

ATATÜRK ALEYHİNE İŞLENEN SUÇLAR HAKKINDA KANUN

Kanun Numarası: 5816 Kabul Tarihi: 25/7/1951Yayımlandığı Resmî Gazete: Tarih: 31.7.1951 Sayı: 7872 Yayımlandığı Düstur: Tertip: 3 Cilt: 32 Sayfa: 1842

Madde 1 – Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç

yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden,

kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.

Yukarki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi

cezalandırılır.

Madde 2 – Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından

toplu olarak veya umumi veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasiyle işlenirse

hükmolunacak ceza yarı nispetinde artırılır.

Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle

işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır.

Madde 3 – Bu kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re'sen

takibat yapılır.

Madde 4 – Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Madde 5 – Bu kanunu Adalet Bakanı yürütür.

20 Kasım 2024 Çarşamba

Tebliğ ve İşkence*

 Tebliğ ve İşkence*  

Veysi ERKEN Dr.

         "Öldürmek istediğiniz kuduz bir köpek dahi olsa ona işkence yapmayınız. Hz. Muhammed (s.a.v.)"

*Kanaatimizce, bu iki terim, tarihin seyri içinde, biri nerede varsa, öteki de orada vardır. Fakat bunların yan yana bulunuşu, birbirlerini sevdiklerinden, birbirlerinden hoşlandıklarından değil, bilakis her biri kendi açısından, diğerine düşman olduğu için, yekdiğerini terk edememektedir. Adeta birbirini kovalamaktadır bu iki akım…

Meseleyi biraz daha daraltırsak, bu iki cereyana, aksiyon (tebliğ) ve reaksiyon (işkence) diyebiliriz herhalde. Zira birincisinde bir hareket, bir eylem, öbüründe ise bu hareket ve eylemi durdurma çabası mevcuttur.

Tebliğin gayesi, inanılan davayı neşir ve bu neşir hareketinde sebat; işkencenin gayesi ise, bu davadan taviz kopara kopara onu yok etmektir.

Tebliğin çok çeşidi olduğu gibi, işkencenin de çok türü var. …..

Tebliğin kelime manası, bir haberi başkalarına bildirmek, ıstılah manası ise, Allah’ın emirlerinin kullarına ulaştırılması demektir.

O halde, tebliğden maksat, Allah’ın istediği şekilde yaşamayı insanlara öğretmektir ki, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar olan Peygamberlerin hepsi bununla görevlendirilmişlerdir.”s.11-12

İşkence ise şu şekilde tarif edilebilir.  “bir kimseye, şahsa, insana, canlıya maddi ya da manevi olarak yapılan aşırı eziyet. Bir kimseye, şahsa delil, tecrübe ve bilgi elde etmek ya da cezalandırmak kasdıyla şuurlu bir şekilde uygulanan her türlü acı, keder ve elem verici, şeref ve haysiyet kırıcı eylem, fiil ve işlem.”

Tebliğ ve işkence tariflerinden de anlaşılacağı üzere ikisi de bir fiili ve eylemi ifade eder. Tebliğ beşere daha iyi bir hayat için yapılırken, işkence iyi, güzel ve doğru olan eylemi ortadan kaldırmak için yapılır ve bu iki eylem Hz. Âdemden beri var olan olgulardır.

*“İslam tebliğ tarihi, Hz. Âdem’in oğulları Habil ve Kabil zamanında iki kutba ayrılmış ve bu iki kutup günümüze kadar gelmiş, kıyamete kadar da sürecektir. Bu iki kutup, Hakk ile Batıl kutuplarıdır.

Habil kutbunda olanlar, daima Hakk’ı yani Allah davasını, Kabil kutbunda olanlar da daima tağut’ ve Allah düşmanlığını savunmuşlardır. Allah davasını savunanlar daima tebliğ, tağut davasını güdenler de daima bu tebliğ edenlere işkence yapmışlardır. S.13”

Hz. Âdem döneminden beri devam eden tebliğ ve işkence giriftliği günümüzde daha fazla şiddete, yıkıma, soykırıma yönelmiş bulunmaktadır denilebilir.

Tevhid inancı doğrultusunda insanları huzura davet edenler maalesef çok büyük işkence ve ızdıraba maruz bırakılmakta, Gazze, Doğu Türkistan, Arakan, Afrika ve dünyanın pek çok mazlum coğrafyalarında soykırıma dönüşmektedir.

Hâsılı kelam şeytanın yolundan gidenler daim olarak Hakk’a ve hakikate düşmandır ve bunlarla daim olarak mücadele etmek insan olma gereğidir.

Hakikat olduğu gibi bilinir ve kabul edilirse şer, tağut ve şeytanın adamlarıyla mücadelede ve cihatta zafer elde edilir.

Bizim vazifemiz Allah için tebliğ etmek ve tebliğ ettiklerimizi yaşamaktır.

Bütün insanları hidayete erdirmekle mükellef değil, işkencecilerle mücadele ve mucahade ile mükellefiz.

Selam ve Sabırla… 20.11.2024

 

*İhsan Süreyya Sırma, İslami Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkence, Beyan Yayınları, 14. Baskı, İstanbul-1990