30 Mayıs 2011 Pazartesi

Mazlumlar Ayağa Kalkmadıkça Zalimler Diz Çökmez

Mazlumlar Ayağa Kalkmadıkça Zalimler Diz Çökmez

Veysi ERKEN

Ahmet Baylar bir öğretim üyesi. Haksızlığa ve hukuksuzluğa maruz kalmış. Hak ve özgürlükleri gasp edilmiş yüz binlerden biridir Ahmet Baydar.

Uğradığı haksızlığın karşısında sessiz kalınmasından rahatsız.

Haklı.

Bu ülkede mazlumlar ayağa kalkmıyor. Zalimler bu yüzden diz çökmüyor.

Gerçekten herkes ayağa kalkmalı diyoruz. Ahmet Baylar hocamızın uğradığı haksızlığı fazlasını bendeniz ve benim gibi binlercesi yaşadı ve yaşıyor. Hem de iyi kabul edilen zalimlerin marifetiyle.

Evet birbirimizin hakkını sınırsız bir şekide sahiplenmek ve savunmak durumundayız. İslamiliğin ve insaniliğin gereği budur.

Ahmet hocanın sesini duyurma sadedinde kendi ifadelerini gönüldaşlara duyuruyorum. Lütfen sizlerde bunu paylaşın.Haksızlıkların son bulmasına sizin de bir katkınız olsun.

İşte Ahmet Baylar hocanın haykırışı: Ben Beyaz Öküzü Verdiğimde, Yenmeyi Çoktan Hak Etmiştim! Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl’ün Fırat Üniversitesi’nde dekan ve rektör olarak görev yaptığı dönemlerde yani doksanlı yılların sonlarından günümüze kadar sürekli haksız uygulamalara maruz kaldım. Görev süresinin ilk yıllarında sergilediği demokrat görüntüsüne aldanarak konuyu 2001 yılında Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’e yazdım fakat kendilerinden beklediğim ilgiyi göremedim. Kendilerinin daha sonraki uygulamaları nedeniyle yapmış olduğum başvurunun bir hata olduğunu anladım fakat yapacak bir şey de yoktu. Cumhurbaşkanlığından başvurumun sonucu ile ilgili herhangi bir cevabi yazı alamamam, rektörlük tarafından hakkımda olumsuz bir raporun kendilerine yazıldığı şüphesine kapılmama neden oldu. Fakat dönemin konjonktürü uygun olmadığından konu ile ilgili herhangi bir girişimim de olmadı. 2010 yılında profesörlük kadrosuna atanmayı hak etmeme rağmen yine Rektör Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl tarafından kadro ilanımın verilmemesi nedeniyle konuyu araştırmaya karar verdim ve internet üzerinden Cumhurbaşkanlığı Bilgi Edinme Birimine başvurdum. Başvurumda 2001 yılında Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl tarafından Cumhurbaşkanlığına hakkımda herhangi bir yazının yazılıp yazılmadığını, yazılmış ise bu yazının tarafıma gönderilmesini arz ettim. Yapılan incelemeler sonucunda Fırat Üniversitesi Rektörlüğü’nce Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne yazılan 21.12.2001 tarihli bir yazı bulundu ve tarafıma gönderildi. Tahmin ettiğim gibi Fırat Üniversitesi Rektörü Bingöl, Cumhurbaşkanlığına hakkımda bir fişleme yazısı yazmış ve Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer de bu yazı neticesinde yaptığım başvuruya ilgi ve alaka göstermemişti.

Rektör Bingöl tarafından Cumhurbaşkanlığına yazılan yazının son paragrafında “Araştırma Görevlisi Ahmet Baylar’ın eşi Müfide Baylar İnşaat Mühendisliği Bölümü öğrencisi iken üniversitemizde uygulanan kılık-kıyafet ile ilgili mevzuatlara uymamış, türbanlı derslere girmiş ve bu nedenle bir ay süre ile üniversiteden uzaklaştırılmıştır. Bu dönemde Ahmet Baylar’a eşinin kılık-kıyafet ile ilgili mevzuata uyması konusunda yardımcı olması istenmiş, ancak Ahmet Baylar, eşinin demokratik hakkını kullandığını ve türbanla gelmenin sakıncalarını anlamadığını belirtmiştir. Bu tür insanların üniversitede hizmetlerine ihtiyaç olmadığı kanısındayım. Bilgilerinize arz olunur. Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl/Rektör.” denilmekteydi. Bu yazı doksanlı yılların sonlarından günümüze kadar maruz kaldığım haksızlıkların nedenini çok iyi açıklamaktaydı. Üniversiteler düşünce, ifade, din ve inanç özgürlükleri gibi en temel insan hakları karşısında yasakçı değil özgürlükçü bir tavır alması gereken kurumlar olması gerekirken, Rektör Bingöl’ün hakkımda yazdığı yazı utanç vericiydi ve büyük bir skandaldı.

Konu ile ilgili yargı sürecini başlattım ve durumu kamuoyunun bilgisine sundum. Fakat üzülerek ifade etmek istiyorum ki insan hakları konusunda duyarlı olduğunu söyleyen medya ve sivil toplum kuruluşları da dahil olmak üzere beklediğim kamuoyu desteğini bulamadım. Konuya duyarlı olan kişi sayısı belki bir elin parmakları kadar bile değildi. Eğer hakkımda yazılan yazıda “Ahmet Baylar’ın eşinin başörtülü olmaması nedeniyle kadro talebine olumlu cevap veremiyoruz.” diye bir ibare bulunsaydı ülkemizdeki bazı medya ve sivil toplum kuruluşlarının bu olayı nasıl kamuoyunun gündeminde tutacakları ve Rektör Bingöl’ün o makamda kaç saat kalabileceğini tahmin etmek elbette zor değil. Dekolte kıyafet konusunda fikir beyan ettiği için bir öğretim üyesini linç etmek isteyen bu malum medya ve sivil toplum kuruluşları niçin kişilik haklarıma saldırı ve hukuka aykırı bir uygulama olan fişleme skandalına hiç yer vermediler? Onların yaptıklarını anlamakta zorlanmıyorum çünkü onlar tabiatlarının gereğini yapıyorlardı. Benim sitemim onlara değil, onlardan farklı olduklarını söyleyenlere…

Aynı hayal kırıklığını mensubu bulunduğum üniversite içerisinde de yaşadım. Konu hakkında, çok az kişi istisna, üniversite içerisindeki öğretim üyesi meslektaşlarımdan gördüğüm umursamaz tavırlar da beni derinden üzdü. Benim mücadelem ülkemizde bazı insanlara karşı uygulanan çifte standardı kamuoyunun gözü önüne sermek ve çözümüne katkıda bulunmaktı. Ama nedense bizim entelektüellerin bu konuya ayıracak vakitleri yoktu. Osmanlı’nın yıkılış sebepleri arasında uzun süren savaşlar, Yeniçeri’nin yozlaşması, Sanayi Devrimi’nden geri kalınması… gibi nedenler sayılmakta. Fakat yıkılışın önemli bir sebebi daha vardı ki, o da “nemelazımcılık”tı. Bu durum Kanuni ile Yahya Efendi arasında geçen bir olayda şöyle ifade edilir. Bir gün Kanuni, Osmanlı’nın sonunun nasıl olacağını merak eder ve Yahya Efendi’ye şunları yazar: “Ağabey, sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de biz Osmanoğulları’nın akıbetinin ne olacağını haber ver.” Soruyu okuyan Yahya Efendi, bir kağıda: “Nemelazım be Sultanım!” yazar ve padişaha gönderir. Cevabı okuyan Kanuni hayretler içerisinde kalır. Hemen Yahya Efendi’nin dergahına gider. Soru sorup da cevap alamamış olmanın üzüntüsüyle: “Ağabey, bu ne iştir? Sualimize cevap vermediniz. Yoksa bir kusur mu işledik?” der. “Biz cevap verdik.” der Yahya Efendi. “Nasıl cevap verdiniz?” Yahya Efendi “Kardeşim! Bir devlette haksızlık ve zulüm yayılır, bunu işitip, görenler de “nemelazım” derlerse, mani olmazlarsa; koyunu kurt değil de çoban yerse, bunu bilenler de doğruyu söylemezlerse, işte o zaman yok olmak zamanıdır.” İnsan olduğunun idrakinde olanların mesuliyet duygusu yüksektir. “Nemelazım” diyemezler. Bu hastalık tarih boyunca birçok kişi, topluluk, devlet ve imparatorluğu yutmuştu ve günümüzde de hala etkisini devam ettirmekte olduğuna son birkaç ayda yakinen şahit oldum. Ama umuyorum ki; toplum olarak en kısa zamanda bu hastalığın pençesinden kurtuluruz!
Bir kısım hatırlı kimselerin araya girmesi nedeniyle fişleme olayını gündemlerine almadıklarını düşündüğüm bazı basın kuruluşlarına ve toplumda hak ve adaletin yanında olmasını arzu ettiğim ve seslerini cesurca çıkarmalarını beklediğim sivil toplum kuruluşlarına, “Ben bir kötülük yaptığımda bana olan korku ve saygı sebebiyle içinizden beni yaptığımdan men eden kimse çıkmaz diye korkuyorum.” diyen Hz. Ömer’e arkadaşlarının verdiği cevap ders niteliğindedir. Arkadaşları Hz. Ömer’e “Allah’a yemin ederiz ki; biz senin Hak’tan ayrıldığını gördüğümüzde seni bundan men ederiz. Eğer sen böyle bir durumda o şeyden vazgeçmezsen bu kez seni kılıçlarımızla doğrulturuz.” Günümüzde kılıç yerine kalem ile de bu görev daha etkili bir şekilde yerine getirilebilir kanaatindeyim. Ama o kalemleri harekete geçirebilmek için nasıl bir yöntem izlenmesi gerektiğini anlamış değilim. Çünkü fişleme belgesini e-posta aracılığıyla gönderdiğim entellektüel ve sivil toplum kuruluşlarının çok azı dışında olaya sessiz kalındı.

Anlatılan bir meşhur hikâye, şu son birkaç ayda yaşanılanları çok iyi özetlemekte. Hikaye kısaca şöyle: Beyaz öküz, siyah öküz ve sarı öküz otlakta yayılırken bunları yemeyi planlayan aslan, üçüne birden saldıramayacağını anlayınca sarı öküzle siyah öküzün yanına varmış ve “acıyorum size” demiş. “Beyaz renk uzaktan belli olur. Çiftçi görür sizi yakalar, boyunduruğu altına alır, çift sürer. Hürriyetiniz elinizden gider” diyerek çeşitli diller dökmüş ve ikisini ikna etmiş. Sarı öküzle siyah öküz aslana “ama o bizim kardeşimiz, biz bir şey yapamayız ki” demişler. Aslan “o işi bana bırakın, siz göz yumun yeter” demiş ve beyaz öküzün işini bitirmiş. Birkaç gün sonra aynı plan dahilinde siyah öküzün işini de bitirince sarı öküzün yanına gelirken sarı öküz şu feryadı basmış. “Ey beni duyanlar, açın kulaklarınızı dinleyin beni! Ben beyaz öküzü verdiğimde, yenmeyi çoktan hak etmiştim.” demiş.

Keşke bir yerde birileri haksızlığa uğradığında toplum, onların uğradığı bu haksızlığa karşı bir tepki ortaya koyabilse. Haksızlık yapanlara karşı güçlü bir tepki oluşabilse. Ama öyle anlaşılıyor ki; bizim temel insan hak ve özgürlüklerinde belli bir seviyeye ulaşabilmemiz için, daha kırk fırın ekmek yememiz lazım. http://www.sivildusunce.com/2011/05/ben-beyaz-okuzu-verdigimde-yenmeyi-coktan-hak-etmistim/

22 Mayıs 2011 Pazar

Vakıf Medeniyeti ve Vakıfların Eğitimdeki Yeri

Vakıf Medeniyeti ve Vakıfların Eğitimdeki Yeri

Veysi ERKEN

Yenikapı Mevlevihane’sinde hissi, fikrî ve ilmî bir ziyafet sundular bizlere.

Bir tebliğ vesilesiyle bu ziyafete vesile olanlara, destekleyenlere ve tertip edenlere cenabı Allah en güzel muamelesi ile muamele etsin.

İlmi ziyafeti tertipleyen kadim vakıflara istinad eden yeni bir üniversite.

Adı gönülleri fetihle memur Sultan Fatih’ten almış. Zaten kurucu vakıflardan biride onun vakfı.

Doğrusu vakıflar güzel hizmetler gerçekleştiriyor engellenmedikçe.

Fatih Sultan Mehmet ve Bezmi Âlem Üniversiteleri gerçek vakıf üniversiteleri.

İkisinin de yöneticileri heyecanlı ve cevval.

Vâkıfların emanetçileri.

Vakfiyelerde ifade edilen dualara layık olmanın gayretindeler.

“Bin Yıllık Vakıf Medeniyeti ve Vakıfların Eğitimdeki Yeri” konulu bilgi şöleni Fatih Sultan Mehmet Üniversitesinin ilk ilmi toplantısı.

Mütevelli Heyet Başkanı Prof. Dr. Hikmet Özdemir ve Rektör Prof. Dr. Musa Duman hocalarımızın heyecanını, aşkını ve gayretini öğrenince bu üniversitenin çağa damgasını vuracağına dair inancım arttı.

Bu üniversite adını taşıdığı Fatih gibi gönülleri fethedecek inşallah.

Tabii ki, sunduğu tebliğle Bezmi Âlem üniversitesi ve kurucu vakıflarını bize tanıtan Prof. Dr. Adnan Yüksel hocamızı da unutmamak gerekir.

Vakıf medeniyetinin ihyası ve yeniden inşası gayretinde olan herkesi tebrik ve tebcil ediyorum.

Sempozyumda sunulan tebliğleri özetlemek istemiyorum. Sadece tebliğlerin başlıklarını ve sunanların isimlerini belirtmekle iktifa edeceğim.

Prof. Dr. Ziya Kazıcı “Osmanlı’da Vakıfların Eğitime Katkısı”, Prof. Dr.Cahit Baltacı “Vakıflar Bünyesinde Osmanlı Medreselerinin Eğitimdeki Yeri”, Prof. Dr. Mehmet İpşirli “Vakıflara Devlet Müdahalesi ve Bunun Sonuçları Hakkında Gözlemler”, Prof. Dr. Tahsin Özcan “Osmanlı Para Vakıfları ve Eğitimdeki Rolleri”, Yrd. Doç. Dr. Vahdettin Aydın “Türk Yönetim Tarihi Açısından Vakıf Sistemi ve Eğitim Yönetimine Katkısı”, Yrd. Doç. Dr. Nurdan Şafak “Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’ni Oluşturan Vakıflar ve Vâkıfları”, Prof. Dr. Hikmet Özdemir “Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi”, Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan “Yurtdışındaki Kültür ve Eğitim Vakıfları ile Bunları İhyası Çalışmaları”, Yrd. Doç. Dr. Veysi Erken “Vakıfların Eğitim Sistemine Katkısı”, Dr. Nevzat Kaya “Geçmişten Günümüze Vakıf Kütüphaneleri ve Eğitimdeki Yeri”, Cuma Atabay “Vakıflar Genel Müdürlüğü Eğitim Hizmetleri”, Doç. Dr. Hüseyin Çınar “Dünden Bugüne Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları”, Prof. Dr. Adnan Yüksel “Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi”, Genel Değerlendirme: Prof. Dr. Abdulkadir Özcan.

Umarım ki, en kısa zamanda tebliğler kitaplaşır ve ilgililerin istifadesine sunulur.

21 Mayıs 2011 tarihi benim için istisnai bir gün olmuştur.

Tarihi bir mekânda vakıf medeniyetinin yeniden ihyasına tanıklık ettik.

Üniversitenin beynelmilel hüvviyete yakın zamanda kavuşacağının müjdesini aldık sayın başkan ve rektörden.

Yolunuz açık olsun. Cenabı Allah yâr ve yardımcımız olsun.

Emeğiniz ve gayretiniz sadaka-i cariye olsun. Fiilleriniz amel-i Salih ve infak olsun.

Aynı duamız tebliğiyle katılanlar, imkân hazırlayanlar, bilgi şöleninin her safhası için gayret edenler ve sabırla dinleyenler için de kabul edilsin. Âmin.

Selam ve Sabırla…

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Her Evden Bir Oy ve Anayasa Metinleri

Her Evden Bir Oy ve Anayasa Metinleri

Veysi ERKEN

Büyük Birlik Partisi 2011 Haziran seçimlerine “Her Evden Bir Oy” talebiyle hazırlanıyor. Türkiye’nin 81 vilayetinin 85 seçim çevresinde adaylarıyla kampanyasını yürüten partinin başarısı ülkemizin ufkunu açacaktır.

Özellikle politikanın ahlaktan mahrum hale getirilmesi ve politikacıların görüntülerinin yaygınlaşması ahlaki duruşa duyulan ihtiyacı arttırmıştır.

Bu anlamda özellikle MHP ve CHP tabanının BBP’ye yönelmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira Anadolu insanının kahir ekseriyeti örfi de olsa İslamı yaşamaya çalışır. CHP’li veya MHP’li olması onun namus anlayışına halele getirmez.

Konuya bu bağlamda ya “her evden bir oy” isteyen BBP’nin talebinin namusuna ve ahlakına düşkün kesimlerde makes bulacağını umuyorum.

Özellikle kasetleri piyasaya sürülenleri sahiplenen ve özel hayat kapsamında değerlendiren CHP’nin tabanından BBP’ye daha çok oy gelmesini bekliyorum.

Umarım ki, BBP’nin adayları buna yönelik stratejilerini geliştirir ve geniş halk kesimlerine bu anlamda ulaşır.

Bundan insanımız ve ülkemiz kazançlı çıkar.

Bir diğer konu Anayasa taslakları konusudur.

Bugüne kadar hiçbir parti 12 Haziran seçimlerinden önce Anayasa tasarısını açıklamadı. Bütün partiler istisnasız mevcut Anayasa’nın toplumumuz için yetersiz, hatta bir deli gömleği niteliğinde olduğu konusunda hemfikir. Buna rağmen hiçbir parti bir taslak metin hazırlığına gitmemiş ve toplumun önüne metin koymamıştır.

Bu çok büyük bir eksikliktir.

BBP bunu bozabilir.

Bizim Türkiye’miz, GÖR ve KAP projelerini insanımızın görüşüne sunan BBP Anayasa taslağını da kısa zamanda sunmalı ve diğer partileri de buna zorlamalıdır.

Bilinmelidir ki, seçim meydanlarındaki vaatler ülkenin şekillenmesinde fazla öneme sahip değildir. Ülkelerin şekillenmesinde esas rol oynayan Anayasa metinleridir.

BBP’nin Anayasa konusundaki öncülüğü rahatlıkla oya dönüşür.

Bilindiği üzere başta Erdoğan olmak üzere Bahçeli ve Kılıçdaroğlu metin açıklamaktan özellikle imtina etmektedir. Hatta Bahçeli ve Kılıçdaroğlu Erdoğan’a seslenerek Anayasa metninin açıklanmasını talep etmektedir.

Esasında kendi metinlerini ortaya koyamayanların başkalarından metin beklemeleri abestir. BBP metniyle bu oyunu bozmalı ve “her evden bir oy”u alabilmelidir.

Selam ve Sabırla.

10 Mayıs 2011 Salı

Aynur Bayram Meclis Yolunda

Veysi ERKEN

“Kim/Kimlere oy vermeyeceğim” başlıklı yazım için yüzlerce mail aldım. Kimlere oy vermeyeceğimi/verilmeyeceğini izah ettiğim yazının bu kadar ses getireceğini beklemiyordum.

Gelen maillerin ekseriyeti Ankara ikinci bölgeden bağımsız aday Aynur Bayram’ın desteklenmesi ile ilgili olduğunu söylemeliyim.

Aynur Bayram gerçekten yerinde bir davranışta bulundu. Bağımsız aday kimliği ile her kesimden oy alabilir.

Özellikle Ka-der (Kadın Adayları Destekleme Derneği) ve Buluşan Kadınlar platformu Aynur Bayramı ciddi bir şekilde desteklemelidirler. Bu onların samimiyet testi olacaktır.

Ka-der ve Buluşan Kadınlar platformunun yanında Saadet Partisi, Has Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, CHP de Aynur Bayram’ı desteklemelidirler.

Zira, Ka-der 275 bayan milletvekilinin mecliste yer almasını istiyordu ve ilk defa Nihal Karaca’yı reklamlarında kullandı.

Aynur Bayram onlar için samimiyet testi olacaktır.

Buluşan kadınlar da bir kampanya başlatmışlardı. Hatırlayacak olursak başörtülü aday yoksa oy da yok kampanyasına Fatma Ünsal gibi AK Partililer de destek vermişlerdi. Buluşan kadınlar bu anlamda kendilerini bağımsız olarak ifade edebilirler. Aynur Bayram onlar için de önemlidir.

Saadet Partisi ve Has Partinin barajı geçme imkanları kıt. Bu bağlamda hiç olmazsa bir bölgede başörtülü bir aday için açık destek verebilirler.

CHP’ye gelince.

Malum Kılıçdaroğlu yeni CHP diyor. Her ne kadar samimiyetsizliklerinden asla şüphem olmasa da yine de onlar için bir fırsat. Üzerlerine haklı bir biçimde yapışmış olan “dinle ilgileri yok” ifadesini silmeleri için bir fırsat.

Başörtülü bağımsız bir adayı desteklediklerini deklere etmeliler.

Gelelim MHP’ye. MHP tabını itibarıyla bu ülkenin insanı. Değerlerini yaşamaya çalışan şahsiyetler. Dünya görüşleriyle asla bağdaşmayan birkaç ifrazat için MHP’liler lekelenmemeli diye düşünüyorum.

Aynur Bayramı desteklemeleri bu açıdan anlamlı olur. Zaten Uşak ve Malatya’da örtülü aday gösterdiler. Ama onların seçilme ihtimalleri yok. Samimiyetlerini Ankara ikinci bölgede gösterebilirler.

İşte onlar için tarihi bir fırsat.

Kanaatime göre partiler üstü kimliği ile Aynur Bayram mecliste yer almalı ve Başörtüsü konusunun sorun olmaktan çıkarılmasına katkı sağlamalıdır. Artık insanımız hayatın her alanında ve ülkenin bütün kurumlarında başörtülüleri görmek istemektedir.

Bilinmelidir ki, başörtülüler de bu ülkenin asli unsurlarıdır ve özgürce örtüleriyle hayatın bütün görünür alanlarında olmalıdır.

Kısaca Ankara ikinci bölgede oturan Saadet Partililere, Has Partililere, MHP’lilere, CHP’lilere’AK Partililere düşen görev Aynur Bayram’ı meclise taşımalarıdır. Böylece Saadet Partililer Merve Kavakçı, MHP’liler Nesrin Ünal, AK Partililer Fatma Ünsal ve CHP’liler Başörtülüleri rahibeye benzetme ayıplarını bir nebze de olsa silmiş olurlar.

İlave olarak bütün kadın derneklerinin ve platformlarının öncelikli görevi başörtüsü ile TBMM’nin çatısı altında hizmet etmek isteyen Aynur Bayram’ı desteklemeleridir.

Selam ve Sabırla……………

NOT: AYNUR BAYRAM’ı desteklemek isteyenler

Telefon 0554 886 86 54,

e-posta: aynurzeynep. bayram@gmail.com

Web site: http://www.aynurbayram.com/