İslam Coğrafyası ve Yönetim Şekilleri
Veysi ERKEN
Bayram mesajımda İslam
coğrafyasından bahsedince bazı dostlar böyle bir coğrafya var mıdır? Diye
sordular.
Evet, böyle bir coğrafya vardır. Bu
coğrafya bir tek Müslümanın yaşadığı yeri de ihtiva etmektedir. Bu aynı zamanda
gönül coğrafyamızdır.
İslam coğrafyası veya gönül
coğrafyası dediğimizde mevcut yönetim anlayışları ve bölünmüşlüklere bakarak
değerlendirmede bulunamayız. Böyle bir
değerlendirme bizi yanıltır.
Yönetim tarzına gelince, insanların farklı
şekillerde yönetildiğini bilmek gerekir. İhsan Süreyya Sırma hoca bunu üç
kategoriye ayırır.
Birincisi ilahi kananlara dayalı
olan, ikincisi beşeri kanunlara istinat eden, üçüncüsü ilahi kanunlara
dayandığını savunarak beşeri ilkeleri dayatan yönetim tarzıdır.
İslam coğrafyası özellikle Muaviye
döneminden itibaren saltanatla yönetilmiş, Cenabı Allah’ın vahy ettiği/ vazettiği
ve Hz. Peygamberin uyguladığı ilkeler terk edilmiştir.
Kısaca İslam coğrafyasında bölük
pörçük yönetimler oluşmuş ve bu yönetimlerin istinat ettiği ilkeler
beşerileştirilmiştir.
İslam coğrafyasında bugün de cari
olan -beşeri olanını- sistemi İhsan hocanın dilinden anlayalım.
“Kökü
materyalizme dayanan bütün sistemler, ister kapitalist; ister sosyalist, yani komünist;
isterse de faşist olsunlar, teşri, yani kanun koyma kaynağı insandır.
Kanun koyma yetkisini elinde
bulunduran bu mekanizma, bazen firavun ve nemrut gibi tek insan; bazen roma
senatosu gibi bir grup, komünizmde olduğu gibi tek parti ve polit-büro ve
nihayet kandırmaca demokrasilerdeki ( çünkü gerçek demokrasi hiçbir zaman
pratiğini görmemiştir) partilerin oluşturdukları parlamento üyeleri insan
şeklinde tezahür eder ki; bunlara beşeri sistemler diyoruz.
Krallık rejimleri dediğimiz firavun, nemrut, kayser, şah
rejimlerinde tek kanun koyucu insan, krallık tahtı üzerinde oturan şahıstır.
Devlet ona aittir; devletinin kanunlarını da o yapar; ya da yaptırır.
Maiyetinde birinci sınıf köle durumunda olup çalışanlar,
bütün hareketlerini, kralın direktifleri doğrultusunda ayarlarlar.
Birinci sınıf köle dediğimiz insanlar, devletin, yani kralın
memurlarıdırlar. Bunlar, alt tabakadaki ikinci
sınıf köle durumunda olan ve toplumun çoğunluğunu teşkil eden halkı, kral
adına idare eder, onların en sadık köleler olmasını sağlarlar.
Her iki köle sınıfının da düşünme ve düşündüklerini açıkça söyleme
hakları yoktur. Ne var ki, memur
dediğimiz birinci sınıf, kralın emri üzerine düşünebilir, hatta düşünmeye
mecburdur.
Mesela Firavun, memurlarından birine, “ bana en karmaşık olan bir mezar tipi
yap” diye emrederse, memuru olan mimar öldürülmemek için veya en azından ikinci
sınıf köle durumuna düşmemek için yıllarını harcar ve piramitleri ortaya koyar…
Bu gibi sistemlerde, devlet kralın
menfaati için vardır.
Firavunun devleti de mezarı gibi
piramit şeklindedir:
En tepede bütün yetkileri elinde
bulunduran Firavun ve tabana doğru genişleyen köle sınıfları ya da tabakaları.
Tepedeki ne derse o olacağından; onun altındakilerin tek çabası kölelikte bir
üst rütbeye ulaşmak. Bunun için çırpınır dururlar ve tabiidir ki, piramit; en
tepede oturan tağut’a doğru
daraldığından, yani üst kölelik makamlarının kadroları azaldığından, yukarı
doğru çıkıldıkça köle sınıfları arasındaki ve özellikle bir sınıfın birey
köleleri arasında amansız bir “kadro
kapma” mücadelesi başlar. Ve bu mücadelede birey köleler birbirlerini
yerlerken, tepedeki tağut keyif
içerisinde sömürü rejimini devam ettirir.
Aslında, tüm beşeri sistemlerde,
idare mekanizması aynı piramitle çalışır: Krallıklarda piramit’in üst tabakası
Kral, komünizmde polit-büro, kapitalist rejimlerde parti ve parti başkanı,
nasyonal-sosyalizmlerde, yani faşist idarelerde diktatördür.
Piramit’in Alt tabakalarının tamamı
tepedeki tağut için çalışır, onun
için vardırlar.
İlim ve teknoloji ilerledikçe de,
piramit’in elementleri daha sağlamlaşıyor, tepenin
resmi ideoloji haline getirmiş olduğu bazı kavramlar tabulaştırıldığından
eleştirilmesi bile imkânsız hale geliyor.
Tepede kendisini tanrı sayan parti
veya diktatör, kendini ve rejimini koruyucu kanunlar çıkartarak dokunulmazlık, eleştirilmezlik, ulul-emr’e
itaat –bunu bilhassa yozlaştırılmış din adamları yürütüyor- prensiplerini la yüs’el ve “değiştirilmesi bile teklif edilemez” bir hale sokarak piramit’in alt tabakalarını
kendisine bağımlı kılar, onları hafife alır ve şahsiyetlerini kaybettirerek,
onları birer “uydu insan” haline
sokar. Tıpkı Firavun’un kavmine yaptığı gibi. Kur’an, Firavun’un bu siyaseti
hakkında şöyle diyor:
“Bu
suretle kavmini küçümsedi. Onlar da kendisine itaat ettiler. Zuhruf-254”.
Bu piramidî devlet yapılanması tepeye o denli bağımlıdır ki, köleleştirilmiş
olan piramit birimleri teprenmeye bile korkarlar. Çünkü en ufak bir
kıpırdanmada, tepedeki iktidar şöyle konuşmaya başlar:
“Fazla teprenmeyin, piramit başınıza
yıkılır. Biz tepedekiler, piramit taşları altında kalıp ezilmemeniz için
tepenizde duruyor, hayatınızı düzenliyoruz. Siz itaat ederseniz, huzur içinde
yaşarsınız! Karışıklık çıkarırsanız memlekete komünizm gelir, perişan
olursunuz! İnsan haklarının bir numaralı savunucusu olan Amerika’yı, asla eleştirmeyin!
Çünkü Amerika, dünya insanlarının tümünü katliam etse, kimse onu kınayamaz.
Çünkü ona gökten bir veto hakkı
verilmiştir. O veto’ya hiç kimse karşı gelemez, Kardeşi Rusya ve İngiltere bile
seslerini kesmek mecburiyetindedirler!... Onun için ayağınızı denk alın da,
onların uyduları olan bizlere karşı gelmeyin!”
Böylesi rejimleri –komünist,
kapitalist ya da faşist fark etmez- en çok düşman oldukları şey, İslam ve
Müslümanlardır. Çünkü sadece İslam onların gayrı meşru yani gayrı insanî sistemler
olduğunu söylüyor.” (1)
Hâsılı kelam yönetim sistemi İslamî
olmazsa da İslam coğrafyası ve gönül coğrafyamız vardır ve var olmaya devam
edecektir biiznillah.
Selam ve Sabırla…
1-Hilafetten
Saltanata Emeviler Dönemi, İhsan Süreyya Sırma, Beyan Yayınları, İstanbul-1991,
s. 14-16