Kültürel Kodlar: “İnandığın gibi yaşamazsan, Yaşadığın gibi inanırsın”
Veysi ERKEN
Dünyevî anlamda hayat sürecimiz doğum ile ölüm arasındadır. Eskiden “minel mehdi ilel lahdi” denilirdi.
Dolayısıyla insanoğlu bu süreci muhtelif inanç ilke ve kurallarıyla anlamlandırılarak ve şekillendirerek yaşar.
Ülkemizde yaşayış tarzı da batı/batıldan ithal kavramla “kültür” olarak adlandırılır. Tabii ki, yaşayış tarzının belirleyicileri olan “ilke” ve “kurallar” önemlidir ve bunlar “zihin”e kazınır. “Birlikte edinilen bu değerler her toplumun kendine özgü kültürünü oluşturmaktadır. Zamanla biriken bu veriler toplumların kültürel belleğinin oluşumuna zemin hazırlamaktadır. Dinamik, kolektif ve sistematik yapısı sayesinde kültürel bellekte geçmişten bugüne toplumların tüm kültürel verileri saklanmaktadır. Bu değerli verilerin sonraki kuşaklar arası aktarımı ise dilde gerçekleşmektedir. Bunun için dil toplumların kültür belleğinde bulunan evrensel, ulusal ve kültürel değerlerini dil göstergelerine kaydetmektedir. Neredeyse her toplumun dilinde bu verileri şifreleyen ve deşifre eden çeşitli kodlar bulunmaktadır. Bu kültürel bilgiler farklı toplumlarını ve onların kültürlerinin öğrenilmesi ve tanınması için anahtar görevi üstlenmektedirler. Bu evrensel ve ulusal değerlere kod kültürleri veyahut kültür kodları denilmektedir. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/857809
Bu kodlar yaşayış tarzına temel teşkil eder. “Hayatın döngüsünde başlangıçla bitiş arasındaki olguyu her zaman doğru algılamak mümkün olmamaktadır. Neyin başlangıç, neyin bitiş olduğu, çoğu zaman birbirinin içine girmektedir. Doğumla gelen coşku, ölümle acıya dönüşmekte böyle bir algı beşeri algıda anlamlı görülmekle birlikte, inançsal olarak bunun değişebildiği de görülmektedir. Ölümün ebedi bir hayat olduğuna inanan insan, ölüm için üzülmek yerine, onu bir düğün gecesi olarak da değerlendirebilmektedir. https://www.altayli.net/gelenekten-gelecege-kulturel-kodlar-ve-izler.html”
Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere yaşayış tarzının belirleyicileri inanç ilke ve kuralları olmalıdır (bizim için İslam’ın, vahyin ilke ve kuralları). Aksi takdirde “İnandığın gibi yaşamazsan, Yaşadığın gibi inanırsın” ilkesi devreye girer ve hayat süreci farklılaşır, anlamsızlaşır, kültür (yaşayış tarzı) başkalaşır ve yok olur.
Batı/batıl zihniyeti İslamî olan ve yaşanması gereken tarzı “azar azar” tahrip ederek bizi başkalaştırmayı hedef olarak seçmiştir.
Tabii ki, başkalaştırma süreci yeni değildir. Asırlardır devam eden bir süreç olup bu başkalaştırmada Müslüman görünenler daha fazla kullanılarak gerçekleştirilmektedir.
Bizim hayatımızı tahrip için öncelikle bir “kavram” hedef olarak belirlenir ve o “kavram” yıkılarak, yerine uyduruk bir “kavram” ikame edilir.
Yıllar önce “iffet” kavramının nasıl tartışıldığını ve hayatımızdan nasıl çıkarıldığını bir düşünün. Maalesef bu kültürel soykırım dün olduğu gibi bugün de devam ediyor, ettiriliyor.
Aile, evlilik, kadın hakları, şiddet, cinayet vs gibi kavramlar “Kur’an ve Sünnet” bağlamından çıkarılmıştır. Bu kavramlar İslam’dan kopuk bir hale dönüştürülmüştür. Bunlarla da hayatımız şekillendirilmekte ve “kültür” adı ile yaşayış tarzımız tahrip edilmiş ve edilmektedir. Hayatımız başkalaştırılmış adeta “hayvanlık” derekesine düşürülmüştür. Artık dilimizde ve yaşayışımızda aile, arkadaşlık, kardeşlik, hak, hukuk, cinsiyet, şiddet, evlilik, kıskançlık, sevgi vs. kavramları anlam ve önemi kaybettirilmiştir. Toplumda hayat arkadaşı anlamını kaybederek “serbest ve özgür” hayat adı altında evdeşimizi, hayat arkadaşımızı başkalarıyla paylaşır hale dönüştürülmüş vaziyetteyiz.
CEDAW, İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı kanunu, Hayvan Hakları Kanununu ve “kültürel kodlar” ile ilgili yapılmak istenen çalışmaları bir de bu gözle okursak tahribatın ve başkalaştırılmanın büyüklüğünü daha iyi fark ederiz.
Artık Müslüman kimlikli bildiklerimiz veya zannettiklerimizin marifetiyle İslamî ilke ve kurallar tahrip edilmekte ve İslam hayatımızdan çıkarılmaktadır.
İslam ilkeleri üzerinde inşa edilmiş hayat basamaklarımızın taşları(kodları) birer birer sökülerek ulvi bir yere ulaşmamız engellenmekte adeta cehennem çukuruna yuvarlanmaktayız.
Okuyabildiğim ve anlayabildiğim kadarıyla bir dönem zorla ve baskıyla gerçekleştirilmeye çalışılan başkalaşım ve tereddi yönündeki değişim, bugün Sabetayistlerin “benzeme benzet” ilkesine amade olmuşların marifetiyle yapılmaktadır.
Kendini Müslüman olarak addeden toplumun ekseriyeti, inandığını var saydığı İslami ilke ve kurallar yerine, yaşadığı ilke ve kuralları İslamî zanneden tipe dönüşmüştür.
Ömer Hayyam’ın; "Bir elde kadeh, bir elde Kuran; bir helaldir işimiz, bir haram. Şu yarım yamalak dünyada ne tam kâfiriz, ne tam Müslüman." sözünü yaşar durumdayız.
Hâsılı kelam gündeme getirilmek istenen “kültürel kodlar” konusunu “Kur’an ve Sünnet” zemininde anlamaya ve yaşamaya çalışmasak tahribat çok daha büyüyecek, örf ve adet biçiminde olsa da yaşanılan bazı İslamî ilke ve kurallar da hayatımızdan çıkarılacaktır.
Bu gidişatı rahmet ve duayla andığım Abdurrahim Karakoç “kültürel kodlar” ile oynanmak istenen oyunu ve başkalaştırılmak istenen tefekkür ve yaşayış zeminimizi ''Ya İslam’la yükselir,
Ya inkârla çürürsün.
Bu yol mezarda bitmiyor,
gittiğinde görürsün.'' dizeleriyle özetlemiştir.
Akıbetimiz hayr ola...
Selam ve Sabırla…