Mehmet Akif’in Kabri İçin- Broşür
Ön söz
Okuyucu; bu küçük broşüre Akif’in genç duygularla yapılmış
bir mezarı diyebilirsin.
Duyduk, düşündük ve kadirşinas Türk gençliğinin hissiyatını
bu küçük broşürde topladık; böylece Akif kendi mezarını yine kendi yapmış
oluyor; çünkü biz bir vasıta olmaktan başka bir şey değiliz.
Broşüre imza koyanların başka bir iddiası yoktur; onlar sade
kalplerdeki Akif sevgisini tazelemek ve ona sevgilerden yapılmış bir mezar
meydana getirmeği düşündüler; okuyanlar, içinde Akif’in sesini duyacak ve
sevgisini bulacaklardır. (On beş gün evvel bir gurup arkadaşlarımızın ilk teşebbüsünü,
bu ikinci broşür, sureti kat'iyede tahakkuk ettirmek gaye ve iradesiyle
çıkıyor. Bu broşürün temin edeceği
hasılat, ilk broşürünki ile en titiz bir ciddiyet ve samimiyet ile gençliğe
layık ve Mehmet Akif'in şahsına uygun bir mezar yaptırmak için harcanacaktır.)
Bu broşürün içinde okuyacağınız yazıların yegâne ve bir
ağızdan ifadesi sadece: Mehmet Akif, taşsız bir avuç toprak altında yatıyor.
Ona vadimiz olan mermer taşı dikelim !, dir.
İş başına arkadaşlar:
Damla damla göl olur. Mermer makberinin önünde toplanacağımız
ve bir minnet ve şükran vazifesini başaracağımız güne hazırlanalım.
Akif, ruhu, mezarı...
“Ey mezaristan, ne âlemsin, ne yüksek fıtratın; Sende pinhan
en guzin evlâdı insaniyyetin!,.
Akif’in mezarı... Dün, tarihe sığdıramayıp ebediyete tevdi
ettiği Mehmetçik için, Kâbeyi taş, ruhunun vahyini kitabe, gök kubbeyi bütün
ecramı ile kanayan lâhdine örtü, mor bulutları tavan, yedi kandilli Süreyyayı
âvize, mehtabı türbedar yapıp;
Gündüzün, fecrile âvizeni lebriz
etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam
yarana...
Gene bir şey yapabildim diyemem
hatırana!
mısraları ile, bu, pâk alnını' ecdadına öptürdüğü, bu toprağın
şanlı askerinden, aciz hissederek özür dileyen İstiklâl Marşı şairinin
mezarı...
Bir yığın toprak ki Akif’i
gösterecek küçük bir işaret bile yok!
Dün,
Oturmuş ağlıyorum, ağlasam da mazurum;
Vatan cüda gibiyim, ceddimin diyarında!
Diyerek;
Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını, Bana çok görme
ilâhi, bir avuç toprağını! şeklinde, yeis ile Allah’ına yalvaran Akif’in, bugün
de ruhu:
Bir yığın toprak da olsak, sade çiğnenmek neden? diye isyan
ve,
Duygusuz olmak kadar dünyada lâkin dert yok;
Öyle salgınmış ki mel'un: kurtulan bir fert yok! diye
intizar ediyor. Zira elbette ki biz onun için hissiz ve lâkayt kaldıkça:
Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak, İlel'ebet o büyük
ruh çırpınıp duracak!
Hukuk F. Abdürrahman Konuk
Akif’in ağzından akan kan
Kalbini Türk toprağına ve Türk toprağının bekçisi Mehmed’e
vermiş vatansever. Kendi zamanı ve mekânı içindeki milli mefkûreye inanan ve
dönmeyen, karakterli insan.
Bir mezarı olmayan fakat milyonlarca kalpte yatan büyük şair.
Toprak Akif, yüksek insanlığın sembolüdür.
Ölümünün yıl dönümü günü, onun taşsız mezarı başında üç
asker milli marşlarını söylediler ve selâma durdular.
Bu geleceğin geçmişe bağlılığı ve milletin san'atkâra
sevgisi, oğlun ataya saygısıdır.
Tarihin en üstün kahramanları Çanakkale şehitlerine bir
milletin kuramadığı âbideyi bir başına inşa eden Akif’i bir yıl önce ay yıldızlı bayrağile kefenlerken
ağzından sakalına akan kanı gördüm.
O kan bana şunları söyledi : "Kadirşinas Türk genci!. Ben, ölüsünü başında taşıdığın, bu şairin
kalbini dolduran vatan sevgisiyim. O sağ iken, bir ateş ve alev kılığıle beni
mısralarına katardı. Şair öldükten sonra ben kan şekline girdim ve onun
dudaklarından döküldüm. Kadirşinas Türk genci! Bu gördüğün kanın ‘Akif’in
kalbinde daima taşınmış vatan sevgisi olduğunu geleceğe söyle!,
M. Atsızayoldaş
Ödenmeyen borç
Bir avuç toprak; evet nihayet her faninin akıbeti. Fakat
vücudunun her zerresiyle tarihin ve büyük bir milletin mali olan bir varlığın
toprağa düşer düşmez nisyanın halelerine gömülerek isimsiz ve işaretsiz yatması,
bütün bir maşerī vicdanı sızlatacak kadar acı ve insanlığın kadirşinaslığı
karşısında yüzleri kızartan utandırıcı bir manzara değil midir?.
Büyük “ölünün” bugün kıymetli hatırası etrafında toplanan
bir gençlik kitlesi uzun bir yılın ardından duyduğu tahassür ve iştiyakın sevkiyle
onun kabrini ziyarete gitti.
Kabir mi?
Heyhat...
Üzerinde bir taş bile bulunmayan bir yığın toprak; sinesine
aldığı aziz vücudu, ebedî
sükunetleri içinde uyutarak izini bizden saklamak istiyor.
Hayır, büyük ölü hayır! Sen izsiz yaşamadın ve unutulmak için ölmedin. Geçen yılın yine böyle bir gününde seni
eller üstünde taşıyarak buraya bırakan yüzlerce insan, yükselen hıçkırıklar
arasında seni unutmamağa and içmemiş miydi? Ne yazık ki bugün yine aynı
kimseler sana bir taş -bile-dikememekten duydukları hicabı, senin yüksek vakarının
önünde başlarını eğerek ruhlarının derin sızısına gömmeğe çalışıyorlar.
Büyük insan! Bizi affet sana karşı vazifemizi yapamadık fakat
ruhun müsterih olsun. Lâyık olduğun en muhteşem âbideyi sana tarih yaptı. Biz
de eğer vicdanlarda tecessüm eden büyük varlığının ufak bir timsalini yattığın
mübarek topraklara dikebilirsek, asırların ve nesillerin karşısında belki
nankörlük damgasından kurtulur ümidiyle teselli buluyoruz.
Hukuk F.A.R
Mezarı başında...
Akif! Seni, yaşına giren toprak ömrünle böyle karşımızda çıplak
bir tümsek altında görmek bize acıların en acısı geldi. Meğer, bir adamın, bir
tarihin ve hatta bir devrin unutulması için bir yıl kâfi gelirmiş; bunu da
öğrendik.
Milyonla kahramanın ebedî mezarlarını yapan Akif’i, taşsız
ve işaretsiz bir toprağa bırakıp da aradan bir yıl geçtikten sonra böyle
yüzümüz kızara kızara arayacak, nihayet bir mezarcının delâletine mi muhtaç
kalacaktık?
Arkadaşlar! Akif’i nihayet bulduk; o bir avuç toprak altında
yatıyordu; ona ne söyleyebilirdik, diriler bazan ölülerin karşısında küçülüyor,
ufalıyor da faziletlerin gömüldüğü toprakların kendilerine lânet yağdıracağını
sanıyor; toprak, muhakkak onu bizden daha çok seviyordu.
Ne olurdu, insanın dünyada toprak ana kadar sevgili bir
dostu daha olabilseydi.. Tesellisiz kalplerin birgün kendilerini habersizce
onun kucağına bırakmaları pekte esef edilir hadiselerden görünmüyor.
Biz Akife neler anlatabilirdik?
Arkadaşlar! Varlığına hayranlık duyulanların yokluğu daha
ayrı bir hüviyete bürünüyor, bu yeni hüviyet sükûtîliği kadar ezici,
karanlıkları kadar korkunç görünüyor; bizi Akif’in mezarı başında bu hisler
titretti.
Sonra hep bir ağızdan gürleyerek çıkan bir İstiklal marşı.
Ve sessiz bir Fatiha… O belki bir gün bunu düşünmüştü, fakat biz şimdiye kadar
onu hiç düşünmedik. O bize çok şey vermişti; ya da biz ona?... Tesellisiz
düşüncelerin göz yaşından farkı ne ki… Fakat hayatımızın birgün bir mermer
sütunda teşahhusunu görmekte ayrı bir teselli değil mi?...
Tıb F. M. Onbaşıoğlu
Kabrin bugünkü hali
(Silik Bir Fotoğraf)
Akif’in Mezarı Önünde
Rüzgâr, soğuk yüzleri kamçılarken Akif'in mezarını arıyoruz.
Ölüm onu korkunç ellerile aramızdan kaptığı gibi, bu gün de yattığı yeri
gizliyor. Nihayet mezarcıya sormakla kabrini bulduk.
Her taraf dümdüz, ölgün ve sessiz... Her gün olduğu gibi,
bugün de mezarlıkta mezarlığa yaraşan mezarlık sessizliği ve korkunçluğu var.
Kırık taşlar arasında Akif'in taşsız ve izsiz mezarı bana şu
beyti hatırlattı:
Bir canlı izin varsa yer üstünde silinmez
Ölsen seni sırtında taşır toprağın altı
Onu yalnız toprak sırtında taşımakla kalmadı. Aynı zamanda Çanakkale şehitlerine`bir türbe diken,
ve Milli Marşını yaratanın mezarını yapmak için icab ederse tırnaklarile
toprağını kazacak ve sırtında taşını taşıyacak kadirşinas Türk gençliği de
kalbinde yaşattı.
Hukuk F.M.S.
Hayal ve hakikat
Akif’in kabrinden dönüyordum.
Bu büyük adamın mezarının hali beni çok müteessir etmişti.
Müfekkirem hep onunla meşguldu.
Yolda ve evde hep onu düşündüm.
Gece yatarken bile kafamda Akif’in taşsız kabri vardı.
Koca Akif mezarsız ha... Ne acıklı manzara.
Muhayyelemden aldığım kuvvetle ona bir makber için birçok
plânlar yapıyor, sonra hepsini bozuyor yeniden yapıyordum.
Ne yapsam.. Ne kadar büyütsem küçük görüyor, az buluyor daha
büyüğünü yapmağa çalışıyordum.
Birden kendisini görür gibi oldum.
Mağrur bakışları ışıklı gözleri ile bana bakıyordu.
Nurani çehresi bir arslanın yelesini andıran sakalla
çevrilmişti. Dudaklarını hafifçe bükerek.. Davudi bir sesle:
Zahmet etme oğul dedi. Onu; kendimiz hayatta iken düşündük
ve icabına baktık...
Dikkat ettim hakikaten kendisi Çanakkale’de ölen Mehmetçiğin
muhip, müheykel ruhu ile beraber kendi yaptığı âbide içinde idi.
Kabatas Lisesi Nejad E.
Geciken vazife
27 Birinci kânun!..
Onu geçen sene bugün kaybetmiştik.
Bugün de bir yıl önceki gibi; soğuk ve acı.
İçimizin hızı dışarının fırtınasına hakim, kanımızın yakıcılığı,
hüküm süren soğuğa galip; paçalarımızdan aşan bir çamur deryası içerisinde,
irkilmeden Akif’in mezarına gidiyoruz. Fırtına, kar, çamur; duyduklarımızı
izhar için başucunda toplanmamıza mani olamıyor.
Ruhlarda asil heyecan, dudaklarda bu heyecanı her an
tazeleyen onun ölmez mısraları, ilerliyoruz.
Mezarlığa girdik... Gözler kendilerini uzaktan çekecek bir
abidenin yerini araştırıyor.
Fakat yanlış mı geldik?
Yoksa haberimiz olmadan Akif’i başka bir yere mi
naklettiler.
Şuraya buraya koşuyor, abide arıyoruz, bulamayınca büyük
mezar taşlarını, 'nihayet küçüklerini okuyoruz. Fakat onun ismine tesadüf
edemiyoruz. Nihayet geçen sene bıraktığımız yeri bulduk. Burada toprakları
dağılmış, üzerinde otlar bitmiş, yakında izi kaybolacak bir mezar var.
Hayır, burası Akife ait değildir.
Ne bir anıt, ne bir küçük taş, ne de Akif’in burada
yattığına işaret edecek en küçük bir delil... Hiç bir şey yok. Sadece bir
toprak yığını. Mezarcıyı çağırıyoruz.
Sema devlerinin ateşlediği yıldırım bataryaları birden
boşanmışlar, kulakları sağır, benlikleri yok eden derin tarrakaları ile
başımızın üstünde şimşekler
Akif’in kabri
Gerçi ecram içindedir tahtım
Gecelerden siyahtır bahtım
Sayhe zendir başımda matemler
Hamit
Akif'i kaybedeli bir sene oldu ...
Soğuk, karlı bir günde onu ebediyet yolunun kapısına bırakarak
gençlik bir yıl sonra o büyük ölünün hatırasını anmak üzere toplandı...
Yine öyle bir gün ... müthiş bir soğuk. Göz alabildiğine bir
çamur deryası. Bir toprak yığını ve onun soğuktan moraran ellerini Sema’ya
kaldırmış gençler...
Gür bir ses İstiklâl Marşını söylüyor. Ağır, fakat
müheyyiç... Zahiren sakin, fakat hakikatte ateşle dolu... Dört bucaktan toplanıp
gelmiş, kalpleri Akif'in sevgisi ile dolu, bu gençlik ile dağılmış harap mezar
arasında ne büyük bir tezad var ...
Burası ne için böyle bırakılmış ?.. Bu hal bizler için ne
kadar yüz kızartıcı...
Gençliğin bir sene evvel ona güzel bir mezar yaptırmak üzere
verdiği söz nerede kaldı, bu bir hayal mi ? Yoksa icra safhasına geçmiyecek bir
vaid mi idi?
Bilmem, belki de... Akif’in kendi için kalplerde yapdığı
makber kâfi görüldü.. Zannetmiyorum.. Şüphe yok ki bu bir fani için en büyük
bir mazhariyettir.
Fakat niçin kalplerimizin sevgisini mermerden bir âbide
şeklinde ebediyete terk etmiyelim... Niçin bir gün yok olacak bir varlığı hiç
ölmiyecek olan varlıklara örtü yapalım...
Buna hakkımız var mi?
Bazı şeyler var ki niçini yokdur. Sorulacak sual cevapsız,
niçin manasız kalır? Çünkü o herkesin arzusu herkesin isteğidir. Belki bu niçin
de onlardan biri... Temenni edelim ki öyle olsun. Ve bir gün...
Dümdüz bir mezar karşısında yüzümüz kızara kızara (Acaba
Akif'in mezarı bu mu idi) demek betbahtlığına uğramayalım. Tıp F.Ş. Edgüer
“Mezarsız şair” faciasının Son
Perdesi.
(Sahne: Edirnekapı’nın harap mezarlığı; yağmurlu, karlı
birgün.)
BEN- Mezarcı, mezarcı! Mehmet Akif’in kabri nerede?
MEZARCI-Geçen yıl, siz gençler onu kendi omuzlarınızda buraya
getirmiş gömmemiş miydiniz? Ne çabuk unuttunuz koyduğunuz yeri..
(Kazmakta olduğu hendekten kurumuş bir kafatasını
ayaklarımızın önüne yuvarladı ve sanki yüzünde: “nisyan kurdu ne çabuk
hafızalarınızı kemirmiş. Şu kuru kellenin içindeki beyni sömürmek için
mezarlığın yılan çıyan sürüsü senelerce savaşır., demek isteyen bir mana
vardı.)
BEN- Mezarcı, mezarcı, bu zehirli sözleri bırak bir yana. Bize
Mehmet Akif’in mezarını göster. Aradık onu bütün kabristanda, ama bulamadık
(soğuk ve açlık ile yüzü yeşile çalan mezarcı, ayıkladığı mezardan çıkardığı
bir ince kol kemiği ile):
MEZARCI- Nah, şu yanda! Şu seyrek, kel tutmuş selvilerin altında!
BEN- Şu demir parmaklıklı, çimento örülü makbere olmasın?
(Kâbuslarda görünen bir tayfın gülüşiyle)
MEZARCI- O, o değil be... Onun beri yanında, bir toprak yığını. Bir
seneden beri toprak basılmış, hendekte çökmüş olmalıdır. Bakan olmadı ki...
(Yarı bele kadar açtığı “taze mezar, -Bu onların tabiri- dan dışarı sıçrayarak,)
Şu patikayı tutun!
Şu su birikintilerini
atlayın.
Nah, iste şu deve dikenlerinin sağındaki toprak yığını.
(Mezarcı yine bulacağımıza kanaat getiremiyerek önümüze
düştü. Yerle bir olan bir mezar başına geldik.)
BEN - Mezarcı, mezarcı! Burada kim yatıyor.
MEZARCI- Bir ölü.
BEN- Mezarcı, hayır, mezarcı! Burada bir ölü değil, burada
Mehmet Akif medfundur!
MEZARCI - (Lâkayt) adı öyleymiş.
Gözlerimi, bu yerle bir olan toprak yığınına çevirdim.
Birden çevreme bu ıssız mezarlığın aysız ve yıldızsız korkunç gecesi çöküverdi.
Ve bu insanlık faciasının hazin harabezarının dikenleri yerine, yüzüme,
sahillerini yetmiş iki düvelin ölümlerini getiren denizlerin dövdüğü Çanakkale’nin
ateş fırtınaları ve kan kasırgaları kopan cehennemlerinin alevi vurdu. Ve kızıl
bir kefen gibi alaca gökleri saran sabahların altında, uzanmış, şehit kardeşlerimin
zafer ve kahramanlık rüyalarına şiirinden:
“Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!,
Diye türbe yaratan, gür, temiz sesin
sahibi; esaret zincirlerini hürriyet meşaleleri ile düşmanlarının beynin'de
parçalıyarak, gözlerinde İstiklâl baharlarının çiçekleriyle örülmüş
çelenklerle:
Ordular,
hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!
Emrile, fecirlerin yıkadığı aydınlık ufuklara yürüyen hür
bir millete:
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen
al sancak! ın tükenmez iman kaynağını, hız
alevini veren temiz insan, büyük şair, yüce bir Türk, bu bir kucak toprağın
altından, bu yerle bir olmuş mezardan, mağfiret nuruna bürünerek kalktı, gülen
bir yüzle:
- Oğul, oğul.. Ben makbersiz' değil, kefinsiz bile
yatabilirim, gönlüme gömdüğüm yüz binlerce şehit gibi.. dedi. Ve beyaz bir
gölge gibi yine bir kucak toprağına döndü.
Hayır, mezarsız şair! Mezarsız şair!
Sen mezarsız kalmıyacaksın. Senin mefahir taşını, ay
yıldızlı bayrağına, senin şiirlerinin alevini bürüyerek hür ufukları fethe
koşan gençlik koyacaktır.
Gençlik! Büyük
ölülere hürmet ve minneti, büyük dirilere duyduğu şükran hissile gençlik
yapacaktır senin makbereni!. Edebiyat F.
Ergenekon”
Not: Bu broşür Zekeriya İyilik
tarafından temin edilmiş ve Veysi Erken olduğu gibi yayınlanmıştır. Çanakkale ruhunun dirilmesi, Edebiyat
alemine ve merhum Mehmet Akif Ersoy’un
sevenlerine hayırlı ve faydalı olması temennisiyle.
Bugün muhteşem bir açılış günü. 18
Mart Çananakkale Köprüsü. En’lerin köprüsü.18.03.2022