31 Ocak 2010 Pazar

İslam Asimilasyonu Reddeder

İslam Asimilasyonu Reddeder

Veysi ERKEN

Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını

düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna

dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah’ın

emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara)

adaletli davranın. Çünkü Allah, âdaletli davrananları sever.

Hucurat-9

Ülkemizi bölüp parçalamaya çalışan İslam düşmanı olan iç ve dış mihraklar “farklılıklar” üzerinde ideolojik duruşların çoğalmasını teşvik eder ve insanları birbirine kırdırır. Özellikle geleceği planlamaya çalışan kurum ve kuruluşlar bu yönteme sık sık başvurur. 60’lı yıllardan beri başta ülkemizde olmak üzere dünyanın dört bucağında cirit atan ABD’nin “barış gönüllüleri(!)” bunun en tipik örneğidir.

Özellikle toplumların “ortak payda”sı olacak unsurların yerine “farklılıklar”ı ikame etmeğe çalışan şer odaklar kendilerini milliyetçi olarak nitelendiren bütün grupları daha kolay bir şekilde tuzağa düşürebilmektedir.

Buradan şunu ifade etmek zorunluluğu doğuyor ve kendilerini benim gibi milliyetçi olarak nitelendiren bütün gruplara sesleniyorum. Eğer din olarak İslam’ı benimsemişsek –ki bundan şüphem yok. İslam’ı bilmek ve yaşamak mecburiyetindeyiz.

İslam’ı bilip yaşar isek tefrikaya ve oyuna düşmez, farklılıklarımız bir kumaşın desenleri gibi zenginliğimiz olur. Cenab-ı Allah: :«Siz, kendilerine apaçık deliller, âyetler geldikten sonra parçala­nıp ayrılanlar, ihtilâfa düşenler gibi olmayın. İşte onlar (in hâli) : En büyük azap onlarındır» Bu bağlamda Merhum Akif’in beyti ne kadar güzeldir:Girmeden bir millete tefrika, düşman giremez; Toplu vurdukça gönüller, onu top sindiremez.

Evet…

İslam “vela teferreku” derken toplumdaki farklılıkları yok etmez bilakis muhafaza eder. Hiçbir bireyi veya grubu renginden, dilinden, coğrafyasından, cinsiyetinden veya konumundan dolayı toplumdan dışlamaz, baskı altına almaz. Üstünlük veya aşağılama nitelikleri ile nitelemez. Asimilasyona tabi tutmaz. İslam tebliği esas alır. Bireyler için özgür iradeyi esas kabul eder.

Allah kuluna zorla din dayatmayı kabul etmez. Kafirun suresindeki“1-De ki: “Ey Kâfirler!” 2-“Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk etmem.” 3-“Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz.”4-“Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk edecek değilim.”5-Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz.”6-“Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” ayetler bunun apaçık delilidir.

Cenab-ı Allah kul olarak yarattığı İnsanları ve grupları “tevhid” anlayışıyla birliğe ve birleşmeye çağırırken, yaratışındaki renklerini, dillerini, aşiretlerini ve kavimlerini yok etmez. “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır. Rum-22” ayeti farklılıkların varlığını ifade eder. Aynı şekilde “İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır. Fatır-28” ayeti bu gerçeğe vurgu yapar.

İslam “kesrette vahdet”i sağlar. Bu niteliği ile asimilasyonun aracı olan her türlü soy kırımını reddeder. Soykırım dilde, dinde, renkte, cinsiyette olabilir. Allah yönetimlerden ve yöneticilerden yönetilenlere/halka “farklılıkları”nı ortadan kaldırılmasını değil,müşfik ve adil davranılmasını emreder.“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. 3/159

Cenab-ı Allah ihtilafı körüklemek ve “farklılıklar” üzerinde toplumu kargaşaya sürüklemek isteyenleri “Şüphesiz Allah katında din İslam’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkar ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir. 3/19” ayetiyle uyarır. Dolayısıyla biz Müslümanlar için ortak payda İslam’dır ve öyle kalmak mecburiyetindeyiz. Biz kardeşiz. Kardeşliğimizi hiçbir şer güç bozamamalıdır. Zira Cenab-ı Allah “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin. Hucurat- 10”

Birbirimizi yok saymamalıyız, alaya ve hafife almamalıyız ve farklılığımızı zenginliğimiz olarak kabul etmeliyiz ki, “ Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.hucurat-11” ayetiyle emredilen budur.

Biz” Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olandır. Hucurat-13” ayeti ışığında boylarımızın, soylarımızın, aşiretlerimizin, kabilelerimizin, milletlerimizin İslam toplumunun zenginliklerini oluşturduğuna inanıyoruz.

Hasılı kelam milliyetçiler kendileriyle, benimsedikleriyle ve yaşadıklarıyla hesaplaşmak durumundadır. Kendilerine benimsetilen, zihinlerini bulandıran hususları deşifre etmek mecburiyetindedirler.

Ve;

Milliyetçiler, milliyet anlayışlarını İslam’la bir başka deyişle Kur’an'la bütünlemek durumundadırlar. Ulusalcı kisvesiyle tefrikayı had safhaya tırmandırmaya çalışan çetenin söylemiyle değil, Kerkük’te ve dünyanın diğer yerlerinde Türklere sahip çıkıldığı kadar diğer unsurlara da sahip çıkılma eylem ve söylemini geliştirebilmelidir. Bunu başaramazlarsa “İslam karşıtlığı” ortak paydasında birleşen ajanların ve bölücülerin tuzağına düşüp milletin tevhidinin bozulmasına katkı sağlayacaklardır.

Şimdi buna hayır demenin ve “kesrette birliğin esasını İslam’dan öğrenme, birlik ve beraberliği sağlamanın zamanıdır.

Netice : Kin ve nefretin körüklüyecileri bugün milliyetçilerin bilgisizliğini ve cehaletini fazlasıyla kullanmaktadır.Vurun, kırın, dağıtın, yakın, yıkın nidaları ayyuka çıkmış, iç ve dış şer odakları el birliği ve gönül birliği ile kaynağı İslam olmayan duyguları harekete geçirmekle meşgul.

Bu oyunu bozmanın tam zamanı.

Oyun ancak bilgiyle,iyilikle ve İslamlaşmakla bozulur. Çünkü Cenab-ı Allah: İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Fussilet-34” buyurmaktadır.

Selam ve Sabırla………………..

Hiçbir Sorun “İslâm”sız Çözülemez

Hiçbir Sorun “İslâm”sız Çözülemez

Dr. Veysi ERKEN*

Mehmet Acet beyin Haber7.com’daki “Kürt Sorunu “din”siz çözülemez” başlığı benim için ilham kaynağı oldu. Bu ifade beni derin bir düşünceye gark etti. Acaba “din”siz bir sorun çözülebir miydi?

Zira insanın var olduğu her yerde ve her zaman diliminde “sorun”lar olmuştur ve olmaya devam edecektir. Bu fıtratın gereğidir. Sorunların doğru amaçlara göre çözümlenmesi, çözülmesi veya asgariye indirilmesi benimsenmiş, kabul edilmiş “değer yargıları” ve hayat tarzına dönüştürülmek istenen “temel ilkeler”le mümkün değil miydi?

Bizim temel değer ve yargılarımızın belirleyicisi ne idi ve ne olmalıdır. Temel ilkelerimiz İslam’dan neş’et (kaynaklanıyorsa) ediyorsa İslamsız bir çözüm mümkün mü?

Bu soruların ışığında “sorun”ların çözümünün ancak İslam’la mümkün olacağı sonucuna vardım. Çünkü; bizim temel ilkelerimizi cenabı-ı Allah vaaz etmiş, peygamberimiz tebliğ etmiş ve bizler de hayat tarzına dönüştürme çabasına girmişizdir.

“Sorun”lara bu bağlamda baktığımızda İslamsız hiçbir çözüm ve çözümleme olamaz. Genelde haklar konusunu özelde Kürt/Türk/Çerkez/Abaza/ vs sorununu, eğitim sorununu, hukuk sorununu, sosyal ilişkiler sorununu, ekonomi sorununu İslamsız çözümleyemezsiniz ve çözemezsiniz.

Bu konuyu birkaç örnekle açıklamak mümkündür.

Hatırlanacağı üzere Türkiye ve Arjantin’de 2001 yılının aynı döneminde ekonomik kriz yaşandı. Arjantin’deki kriz Türkiye’dekinden daha az şiddette ve hafif olmasına rağmen ülkenin genelinde “yağma” hadiseleri yaşandı. Türkiye’de ise hemen hemen “yağma” yaşanmadı. Ekonomistlerimiz Müslüman bir toplumda yaşamalarına rağmen bunun sırrını çözemediler.Yağma” hadisesinin görülmemesinin nedenini ekonomi bilimini öğreten dostlarımızla tartıştığımızda işin içinden çıkamadılar.

Çıkamadılar çünkü öğrendikleri ve öğrettikleri ekonomik düzenlerde sadaka, zekat, infak ve imece gibi kavramlar yoktu. Krizi frenleyen bu ilkelerin ekonomik değerini bilmiyorlardı maalesef. Esasında bu ilkeler İslam’ın ekonomik hayatla ilgili temel ilkeleri durumundaydı ve kültürel olarak yaşanmaktaydı.

Sadece bu örnek bile sorunların İslamsız anlaşılamayacağını ve çözülemeyeceğini göstermeye kafidir.

İnsan hayatının her safhasında görülebilen sorunları bu zaviyeden çözümleyecek olursak etnisiteye dayanan sorunun da İslamsız çözülemeyeceği kolaylıkla anlaşılır. Bilindiği üzere Türkiye’de Selçuklu/Osmanlı bakiyesi olup muhtelif kavim, şuub, aşiret gibi unsurların halitasıdır. Bu unsurları “ebru”laştıran bir tek ortak payda söz konusudur. O da İslam’dır.

İslam’ı görmezlikten geldiğinizde bırakınız kardeşliği ve ebrulaşmayı sağlamayı tefrikayı arttırmış ve körüklemiş olursunuz. Geçmişten günümüze kadar ortak payda olan İslam’ın hakim olduğu zemin ve zamanlarda farklı unsurlar birbirine öcü gözüyle değil arkadaş, kardeş ve eş gözüyle bakmış ve bakmaya devam etmiştir. Bu konuyu örneklendirmeye gerek duymasak bile mevzunun anlaşılması babında sadece şunu söylemek yeterlidir.

Selçuklu/Osmanlı bakiyesi olan Türkiye coğrafyasını gezdiğimizde toplumun çoğunluğu itibarıyla birbiri ile evli farklı unsurlardan oluştuğunu görürüz. Annesi Laz babası Kürt, Amcası Çerkez, halası Türk veya annesi Kayserili babası Mardinli, Amcası Trabzonlu Teyzesi Muğlalı nice insanla karşılaşırız.

Bu misalden de anlaşılıyor ki, mensubiyet şuuru İslam’a dayanınca toplumdaki farklı aidiyetler “sorun” olmaktan çıkar.

Aidiyet sorunu gibi eğitim sorunu da İslamsız çözümlenememektedir. İyi niyetli kabul edeceğimiz günümüzün yönetici ve bürokratlarının da zihinleri İslamsız şablonlarla düzenlendiğinden çözüm üretememektedirler.

Dün olduğu gibi bugün de eğitim sorununa “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” temel ilkesi ile yaklaşılmış olunsaydı çözüm kolaylaşırdı. Zira bu ayet “bilgi edinme, beceri geliştirme ve değiştirme” hakkının sınırsızlığını vurgular.

Böyle bir yaklaşım benimsenmiş olsa eğitim sorunu büyük ölçüde çözümlenmiş olurdu.. Zira bu ilke öğrenim sürecindeki her türlü yasağın ortadan kaldırılması sonucunu ortaya çıkarır.

Bu ilke öğrenim sürecinde benimsenmediği için günümüzün Türkiye’sinde toplum katmanları arasındaki geçişlilik azalmakta ve “kast”laşma artmaktadır. Dolayısıyla eğitimde “sorun”lar kartopu misali yuvarlanarak “çığ”a dönüşmektedir.

İslamsız sorunlar çözülemez dedik.

İşte hukuk alanındaki facialar. Mevcut hukuk sistemimiz adeta suç ve suçlu üretim merkezidir. Hukuk düzenimizde suçlunun haklarından bahsedilirken mağdur bir kenara itilir adeta. Irza tasallut edene avukat tahsis edilirken, mağdure'nin hakkını savunacak avukat tahsis edilmez. Bu çelişki bile çözümün yanlış yerde arandığını göstermeye yeterlidir.

Suçlunun adeta korunduğu bir garabetle karşı karşıyayız. Halbuki hukukun hakim olduğu düzenlerde mağdur korunur ve şahsa karşı işlenen suçların affı ancak mağdurun rızası ile mümkün olur.

Üzülerek belirtmeliyiz ki, ülkemizde şahıslara karşı suç işleyenleri mağdurlar ve mağdur yakınlarına rağmen yönetme ve yasama gücünü elinde bulunduranlar affeder ve yeni mağduriyetlere yol açar. Bunu tipik misali Rahşan affı olarak meşhur olanıdır.

Yine sosyal ilişkilerimizi tahlil ettiğimizde de aynı manzara ile karşılaşırız. İslamsız çözüm arayışlarının sonucunda komşuluk, arkadaşlık, ebeveyn, çocuk haklarının iflasa doğru gittiğini toplumda düzensizliğin arttığını görürüz.

Benzer durum kültürel kodlarda karşımıza çıkar. “Sadaka taşları” ve “bulunan eşya taşları” kültürü yerine taşların bile yerinden söküldüğü, hırsızlık, haksızlık, başkasının malına el uzatma ve gasp etmenin meşru görüldüğü bir yapı hakim olmuştur ülkemizde.

Kısaca bütün olumsuzlukların asıl sebebi temel ilkelerin hayattan sökülmesi İslamsız çözüm arayışı olarak karşımıza çıkar .

Sonuç olarak denilebilir ki, Türkiye’deki sorunları çözümleme ve çözme mantığımız behemehal değişmelidir. Yönetme ve devlet aklı denilen akıl mantıklı kullanılmalı ve bu akıl toplumun %99’unun Müslüman kabul edildiği ülkemizde İslam’la barışık kılınmalıdır. Bunun mutlaka hakim kılınması gerekir.

Aksi takdirde çözüm bulunamaz.

Bize göre İslamsız çözümün bulunamayacağının en önemli delili geçmişe kısa bir yolculuktur. Sadece yüz yıllık geçmişimiz mercek altına alınırsa “İslamsız çözüm üretmelerin “sorun”ları çoğaltmaktan başka işe yaramadığı görülecektir.

Hırsızlık, yolsuzluk, makam ve mevkilerin kötüye kullanılması, kamu imkanlarının haksızca kullanımı, cehalet, adam öldürme, mağduriyet ve mazlumiyetlerin tarihi süreç içinde istatistikleri çıkarılmalı ve yüzleşme gerçekleştirilmelidir ki, sonuç alınabilsin.

Netice olarak üç kıtaya yayılmış bir mekandan küçüle küçüle Türkiye coğrafyasına sıkışmış insanımızın sorunlarını çözerek gürbüzleşmesi ve yedi kıtada söz sahibi olmasının bir tek yolu vardır.

Gerçeklerle yüzleşmesi ve sorunları İslamî ilkelere göre tahlil etmesi ve İslam’la çözmesidir.

23 Ocak 2010 Cumartesi

Siyaset ve Oligarşik Devletin Niteliği

Siyaset ve Oligarşik Devletin Niteliği

Veysi ERKEN

Derin aile bürokrasi ve yönetimdeki hâkimiyetini

lojman, makam aracı ve dokunulmazlıkla kolayca devam

ettirebilmektedir. Bu imkânları kaybetmek istemeyenler

kolaylıkla derin aileye ram olmaktadır. Çözüm oligarşik

bürokrasinin imtiyazlarını sonlandırmadır.

Kürşad Dervişoğlu

Her zaman tartışma konusu olan ve olmaya devam edecek iki kavram “siyaset” ve “devletin niteliği”dir. Tanımlamaları zor ve tartışmalı kabul edilse bile bireyin ve toplumun hayatını doğrudan etkileyen kavramlardır.

Zorluklara rağmen “siyaset bir ülkede maddi ve manevi kaynakların nasıl dağıtılacağına ilişkin süreç ve bu süreçle ilgili kararları etkilemedir” biçiminde tanımlanabilir. Bu tanımdan hareketle denilebilir ki, eğer toplum ülkedeki kaynakların dağıtılmasında etkili ve güçlü değilse siyasetten değil despotizmden bahsedilir.

Devlet ve siyaset ilişkisine bu bağlamda yaklaşıldığında devletin niteliğini güçler ilişkisinin belirlediğini görürüz.

Karar almada birey ve toplum etkili ise o devlet demokratik ve milli sayılır. Aksi takdirde devlet güç odaklarının devletine dönüşür. Bugün yaşadığımız süreç devletlerin güç odaklarının ve şirketlerin devletlerine dönüştüğünü göstermektedir.

Oligarşik çetenin “kafes”leri ve “balyoz”ları hâkimiyet ve sömürülerinin devamı içindir.

Üzülerek belirtmeliyim ki, oligarşik çetenin hâkimiyeti “Lojman”, “Makam aracı” . “Dokunulmazlık” ve bunların türevlerinde devam etmektedir. Oligarşik çete bu alanlardaki hâkimiyetini ve tasallutunu kaybetmek istememekte ve siyasetin belirleyici olmasını kabullenememektedir.

Suiistimal, yolsuzluk, hortumlama ve fişleme zanlısının tutukluluğuna yapılan itiraz, gösterilen dayanışma ve siyasete yapılan taarruzlar oligarşik çetenin varlığına ve hâkimiyetine delildir.

Bunun yanında makam araçları ve lojman saltanatının devamı ayrı bir delildir. Kuşatma el parası ve emirleriyle muhtelif şekillerde devam ettirilmektedir. Elin parasıyla ahtapotun kolları faaliyete devam etmekte ve nice baharlar feda edilmektedir.

Millet artık el parasıyla ve emirleriyle hareket eden ve kendisini satan her türlü yapıyı reddetmelidir. Başka bir çıkış ve kurtuluş yolu yoktur.

Çıkış yolunu gerçekten Allah rızası için hareket edenler gösterebilir. Yol gösterme kavramının içinde şan, şöhret, makam, mevki ve liderlik istekleri varsa biliniz ki, sahtekârlık mevcuttur.

Peygamberler nasıl ki, insanlara yol gösterdiklerinde bir şey talep etmedilerse, günümüzün yol göstericileri de böyle olmak zorundadır.

Kurtuluş “Boğazdaki Aşiret” ve “Sabatayist”lerden oluşan derin aileyi faş etmekle mümkündür. Bu aile faş edilmedikçe muhtelif görünümlü maşaların faaliyetleri durdurulamaz.

Derin aile hem kendi hem de el parasını rahatlıkla maşalarına dağıtabilmekte ve onları millete karşı kullanabilmektedir.

Hemen hemen her kesimde ve teşkilatta habis ailenin maşası yer almaktadır. Ailenin görünen fertlerinden söz ettiğinizde onları savunan maşalarla karşılaşırsınız.

Âlî menfaat ile başlayan nutuklar vatanseverlikle sürdürülmekte ve efendilerin istekleri doğrultusunda yorumlarda bulunulmaktadır.

Medyanın şeytanlarının köşeleri ve teşkilat yöneticilerinin ifadeleri bu habis ailenin isteklerinin sıralanmasından başka bir şey değildir.

Derin aile kurduğu ağlar ve uşaklarına sunduğu lojman, makam aracı ve dokunulmazlıkla varlığını gizleyebilmekte ve fucuratına devam edebilmektedir.

Siyaseti gerçekten millet için yapma iddiasında olanların uyanması ve güç odaklarının oyuncağı olmaktan kurtulmaları gerekir. Bunun yolu dokunulmazlık ve saltanatın bitirilmesinden geçer.

Unutulmamalıdır ki, niteliğini halkın belirlediği devletlerde hiçbir kimse ve kurum “la yüs’el” değildir ve olamaz.

Oligarşik yapıyı ve derin ailenin tasallutunu çözmek isteyen siyasilerimiz halkı karar alma sürecine katacak formülleri sunmak mecburiyetindedir.

Selam ve Sabırla...................................................

17 Ocak 2010 Pazar

Nasıl Bir Devlet?

Nasıl Bir Devlet?

Dr. Veysi ERKEN

Giriş

İnsanlık tarihi boyunca yöneten ve yönetilen kavramı gündeme gelmiştir. Bu ikili kavramla birlikte yönetim sürekli tartışma konusu olmuştur. Özellikle, devlet organizasyonunu işletenlerin devletle fert münasebetleri bahis mevzuu olunca organizasyonla ilgili tanımlara kutsiyet atfettikleri ve kendi konumlarını güçlendirdikleri görülür. Bu anlayışın temelinde “hâkimiyet” güdüsü yatar.

Bize göre devlet organizasyonu ile ilgili kavramların herkes tarafından anlaşılır hale getirilmesi ve şeffaflaştırılması, sorulan sorulara doğru cevapların aranması, sorunların çözümü için birinci adımdır. Bu deneme çerçevesinde devlet organizasyonu ile ilgili kavramlara açıklık getirilmeye çalışılacaktır.

Devlet

Organizasyonla ilgili üzerinde düşünülmesi gereken ilk kavram “devlet”tir. Devlet ile neyin kastedildiği ortaya konulamazsa sorunu çözmek mümkün değildir. Devlet: : “manevi şahsiyeti olan, hâkimiyet sahibi, belirli bir nizamı(anayasası) olan, sınırlı bir ülkeye sahip fertlerden kurulu bir topluluktur” şeklinde tanımlanır. Bu tarifte beliren devlet unsurları:

1-Fertlerden Kurulu topluluk,

2-Belirli bir statü ve buna saygı,

3-Sınırlı bir ülkede ikâmet,

4-Hâkimiyete sahip olma,

5-Manevi şahsiyettir”(Zeydan,s74).

Tanımdan anlaşılacağı üzere, devlet denilince fertlerden oluşan bir birliktelik akla gelir. Birliktelik toplum sözleşmeleriyle güvenle devam eder.

Devletin Niteliği

Manevi şahsiyet olan devletin niteliği organizasyonunun tasarımı ile şekillenir. Otorite ve yetki ilişkilerini belirleyen yapıda benimsenen amaç, ilke ve kurallara, bir başka deyişle “güç”ün kullanımına göre devlet;

Demokratik,

Totaliter,

Oligarşik,

Dayatmacı,

Teokratik olarak nitelendirilir.

Organizasyon

Organizasyon nedir? Sorusuna sürekli cevap aranmış ve muhtelif şekillerde cevaplandırılmıştır. Bu kavramın netlik kazanabilmesi kendisiyle ilintili olan organize etme(örgütleme) ve Organizasyon tasarımı ( örgütü tanzim etme) kavramlarına da açıklık kazandırmak gerekir(Koçel, s. 34)

Organize etme, yapının oluşturulması için gerekli faaliyetler topluluğunu, bir başka değişle bir süreci ifade eder.

Bu süreç;

--faaliyetleri anlamlı ve etkili bir şekilde gruplamak,

--grupları belirli örgüt kademe ve mevkileri haline getirmek ve

--mevkilere personeli atamak safhalarını ihtiva eder.

Dikkat edilirse organize etme bilinçli ve amaçlı bir süreçtir. Bu süreç başta “devlet organizasyonu” olmak üzere oluşturulan bütün teşkilatlanmalar için geçerlidir.

Organizasyon ile yakından ilişkili olan bir kavram tasarımdır. Yapılandırma(tanzim etme) denildiğinde organizasyon unsurlarının şemalandırılması akla gelir. Şemalandırılması gereken unsurlar;

--Kademe sayısı,

--Bölümler ve birimler,

--Karar verme otoritesinin dağılımı,

--bilgi akış sistemi,

--Fizik birimlerin dağılımı,

--Personelin nitelikleridir.

Dizayn organizasyon yapısındaki ilişkilerin şeklini ve niteliğini ortaya koymadır. İlişkilerin şeklini ve niteliğini organizasyonun “temel amaç” ve “hedefleri” belirler.

Organize etme ve organizasyon tasarım kavramı bu şekilde ortaya konulduktan sonra, organizasyon; “kişilerin tek başlarına gerçekleştiremeyecekleri amaçları, başkaları ile bir araya gelerek bir grup halinde gayret, bilgi ve yeteneklerini birleştirerek gerçekleştirmelerini sağlayan bir işbölümü ve koordinasyon sistemidir.( Koçel, s. 37)”biçiminde tanımlanabilir.

Yeniden Yapılandırma

Yukarıda yapılan tanımlardan hareketle devlet organizasyonun yeniden tanzim edilebilmesi için ilk yapılması gereken iş, devlet faaliyetlerinin gruplandırılmasıdır. Organizasyonu oluşturacak mevki ve kademelerin belirlenmesi, mevki ve kademelere uygun birim ve birimler arasındaki iletişim sisteminin belirlenmesi işlemi ancak gruplamadan sonra yapılabilir.

Netice olarak manevi şahsiyet olan devletin faaliyetlerini;

Yasama,

Yürütme,

Yargı,

Denetim olmak üzere dört ana grupta toplamak mümkündür.

Yeniden yapılandırmanın temel ilkeleri tarihi tecrübelerimizin ışığı altında şu şekilde sıralanabilir.(Johnstone: Türkler, s. 28)

Yönetme gücünün sınırlandırılması, keyfi tutum, davranış ve zulmün kontrol altına alınması,

Mahalli teşkilatların bağımsızlığı,

Şahsi hürriyet ve dinî müsamaha,

Sabit ve doğrudan vergilendirme,

İş ve ticarette tam serbestlik,

Diplomatik meselelerin tasdik edilmesi mecburiyeti.

Yasama

Devletin yasama faaliyetler toplumun bütününü ilgilendiren kural ve ilkelerin belirlendiği alandır. Kamusal alanın tanzimi için gerekli bir organdır. Yasama faaliyetleri Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yürütülür.

Yasama organının iki temel fonksiyonu bulunur. Birincisi toplumun genelini ilgilendiren konuları meclis referanduma sunulur hale getirir. Milletin tamamını ilgilendiren konularda “referandum” esastır. İkincisi referandumla benimsenen konulardaki teknik ayrıntıyı gerektiren hususlarla ilgili kanunları çıkarmaktır.

Yasama organı bireyin hür iradesini yansıtabileceği bir seçim sistemi ile oluşturulur. Dar bölgeli bir seçim sistemi seçenle seçilen arasındaki bilinmezliği ve belirsizliği azaltacak niteliktedir.

Millet Vekilleri dört yıl için tek dereceli bir seçimle seçilir. Yasama faaliyetleri dışında hiç bir konuda dokunulmazlıkları ve ayrıcalıkları yoktur. Meclis toplumun bütün eğilimlerini temsil edebilecek ve yansıtabilecek seçimlerle oluşturulur. Seçimlerde milletin görüşlerinin yansımasını ve bağımsız ile bazı partilerin meclise girmesini engelleyecek baraj sistemleri uygulanmaz.

Yürütme

Yürütme organı meclisin dışında teşekkül eder. Merkezi ve yerel olmak üzere iki temel yürütme birimi bulunur.

A- Merkezi Yürütme

Merkezi yürütme organını oluşturan “hükümet”i en fazla iki defa üst üste dört yıl süre ile seçilebilecek bir “devlet başkanı” kurar. Bakanlar kurulu üye sayısı ülkenin ihtiyaçları göz önünde bulundurularak en fazla 15 kişi ve yardımcılarından oluşur. Teşkilat şemalarındaki kademe sayısı az olup basıktır. İletişimde çapraz iletişim esastır. Personelin nitelikleri hizmet esası ve uluslar arası standartlara göre belirlenir.

Bakanlar kurulu meclis üyeleri dışından devlet başkanı tarafından atanır. Meclisin her bakanı ayrı ayrı onayıyla göreve başlar.

Hükümetin faaliyetleri hem meclis hem kamu hakemi (kamu denetçisi) tarafından denetlenir. Bakanlar kurulunun hiç bir konuda “sorumsuzluğu” yoktur.

Yürütme organının temel görevleri bireylerin güvenlik içinde kendilerini gerçekleştirme ortamını temin etmektir.

Bakanlar kurulu bürokratik olmayan yatay bir idari teşkilatlanmayı sağlar. Bakanlık dağılımı şu şekilde gerçekleştirilebilir.

Milli Eğitim,

Bakanlığın temel görevleri bireylerin eğitim hak ve özgürlüklerini sınırsız bir şekilde kullanılmasına imkân ve fırsat sağlamaktır. Eğitim kalkınma, gelişim ve değişimin temel aracı olması nedeniyle bireylerin bunlara katılmalarını sağlamak ancak eğitim sürecine katılmakla mümkün olur. Bakanlık bunun tedbirini alır. Hiç bir öğretim kademesinde veya sürekli eğitim alanında bireylerin hakları kısıtlanamaz.

Eğitim sürecinin en çok gerçekleştiği yer olan okullar halka aittir. Her kademedeki okulun yönetimi mahalli mütevelli heyetleri tarafından gerçekleştirilir. Bakanlık kendine yetmeyen bölgelere yardımcı olmak üzere okullar kurar, ancak bu okulların yönetimi de mahalli mütevelli heyetlerce gerçekleştirilir.

Milli Savunma,

Yurt dışı güvenliği sağlamakla görevlidir. Kara, hava ve deniz ve sınır ötesi güvenlik tedbirleri için uygun teşkilatlar kurar. Milli savunmaya bağlı güvenlik birimleri profesyonel teşkilatlardan oluşur ve iç güvenlikte kullanılmaz.

Adalet

Hukukun üstünlüğünü sağlamak üzere evrensel ilkelere uygun bir yargı düzenini kurar. Yargı düzeni hukukun üstünlüğü ve birliği ilkesine göre işleyen bağımsız birimlerden oluşur.

İçişleri,

İç güvenlikten sorumlu bakanlıktır. Görevlerini valiler aracılığı ile yerine getirir. İç güvenlik konuları dışında mahalli yönetimlere karışamaz.

Sağlık

Toplumu oluşturan bireylerin sağlığı ile ilgilenir. Toplum katmanlarının sağlığa katılmasını sağlar. Temel görevi sağlık alanındaki gelişmeleri hızlandırmak ve halka ulaşmasını sağlamaktır.

Dışişleri,

Dış politikanın belirlenmesini ve uluslararası ilişkilerin koordinasyonundan sorumludur.

Maliye,

Devletin maliyesinden sorumludur. Genel gelir ve giderler dışında kalan işlerle uğraşmaz.

Köy İşleri

Kırsal alanla ilgili her türlü konudan sorumludur. Yol, su, orman, mera gibi alanlar başlıca faaliyet sahalarıdır.

Ticaret

Dış ticaret konularında ilgilenir. İç piyasada serbest ticaretin gelişme zeminini hazırlar.

Sanayi ve Teknoloji,

Sanayi ve teknolojinin gelişmesinden sorumludur. İleri teknolojilerin icadı ve geliştirilmesi başlıca faaliyet alanıdır.

Bayındırlık,

Şehir ve şehirlerarası iletişimim gelişmesi başlıca faaliyet alanıdır. Düzensiz şehirleşmeyi önlemek için milli düzeyde mastır planları hazırlar.

Tanıtma

Ülkenin ve ülke kaynaklarının iç ve dış tanıtımını yapmakla görevlidir.

B- Yerel Yürütme

Seçilmiş ve atanmışlardan oluşur. Organizasyonda yerinden yönetim esastır. Vilayetler seçimle iş başına gelen valiler tarafından idare edilir. Valilik belde ile ilgili bütün faaliyetleri yürütür. Vali, il genel meclisince denetlenir. Ayrıca belediye başkanlığı söz konusu değildir. Valilik halkın yönetime katılımı için tedbirleri alır. Teşkilat şemalarındaki kademe sayısı az olup basıktır. İletişimde çapraz iletişim esastır. Personelin nitelikleri hizmet esası ve uluslar arası standartlara göre belirlenir.

Yapılandırmada yatay organizasyonlar esas kabul edilir. Bölümler ve birimler birbirinden bağımsız çalışır. Sivil organizasyonların kuruluşu teşvik edilir. Başta eğitim ve sağlık hizmetleri olmak üzere hizmet kuruluşlarının tamamına yakını gönüllü ve özel kuruluşlarca kurulması ve işletilmesi esas alınır.

Yargı

Bağımsız bir hizmet alanıdır. Hukukun üstünlüğünü esas alan evrensel normlara göre işler. Yargıda birlik esastır. Aynı suçlar için farklı ilke, kural ve mahkemeler ihdas edilemez. Adalette ihkak-ı hak kavramının olmaması için adil yargılama sistemi kurulur.

Adaletin kısa sürede tecellisi için her türlü tedbir alınır. Umumu ilgilendirmeyen bireyler arasındaki ihtilafların çözümünde kullanılabilecek “tahkim müessesesi” oluşturur.

Denetim

Denetim “meclis” ve “kamu” hakemliği tarafından yürütülür. Meclis merkezi yürütme organı olan hükümetin icraatlarını denetlemekten ve sonuçlandırmaktan sorumludur. Denetim şeffaf yapılır.

Bireyle ilgili idari eylemlerin ve konuların denetimi kamu hakemi tarafından gerçekleştirilir. İdarenin hiç bir eylemi ve kararı denetimin dışında tutulamaz. Kamu hakemliği, idari eylemlerde ortaya çıkabilecek olumsuzlukları gidermede en etkin yoldur.

Birey-devlet ilişkilerinde bireyi esas alam modern devlet tanımlamasında bireyin haklarının korunması bu yolla sağlanmış olur. Öğrenci-Yönetim, hasta-doktor, esnaf-mahalli idare sorunları bu yolla hızlı bir şekilde çözümlenmiş olur.

Hiyerarşik ve yargısal denetimin geç işleyişi ve denetim sonucunun işe yaramaz bir duruma gelişi kamu hakemliğinin önemini arttırmıştır. Tarihi tecrübelerimizde yer alan bir denetim tarzıdır.

Sonuç

Birey yönetim ilişkilerinin sağlıklı ve şeffaf bir şekilde işleyebilmesi için devlet teşkilatının yeniden yapılandırılması gerekir. Yapılandırma şeffaf olduğu kadar “denetlenebilir” olmak durumundadır. Kısaca “hizmet makamları” olan “memuriyetteki bürokratik kademeler ve temsiliyetteki “seçilmişler” sorumsuz olamazlar. Yetki sahibi olan herkesin eylemleri sorgulanabilir olmalıdır. Bunun için yasama, yargı ve yürütme erklerinden bağımsız denetim erki devlet yapılanmasının parçası olmalıdır.