Yönetenlerin Denetlenmesi
Veysi ERKEN
İnsanoğlunun
örgütlü olarak bulunduğu ve yönetimden bahsedildiği her yerde yönetilen yöneten
ikilemi mevcuttur ve kaçınılmazdır, ihtiyaçtır. Evden okula, işyerinden devlet
denilen organizasyona kadar bu ikilem karşımıza çıkar. Genel anlamda evde ebeveyn yönetendir.
Yöneten
okulda müdür ve ekibi, işyerinde patron ve ekibi, devlette ise yönetim şekline
göre Kral, Sultan, Başkan, Hükümet veya başka bir adla karşımıza çıkar.
Devlet kavramında
yönetenlere olan ihtiyacı Sühreverdi “Halk
toplulukları, çeşitli özelliklere sahip olan nevilerden oluşur. Her sınıfın
maksat ve hedefleri diğerinin hedefine karşıdır, özellikler tabiatları birbirine
zıttır. Bundan dolayı; zorunlu olarak halkın karışık işlerini düzenleyecek,
onlara gelecek zararları önleyecek;
hakları verip kendilerine yapılacak zulmü kaldıracak, siyasetin çeşitli
türlerini uygulayıp memleketi idare edecek insaf sahibi, adaletli bir devlet
başkanına şiddetle ihtiyaç vardır. Sühreverdi, yönetenlerin yönetimi, s.21”
biçiminde açıklar.
Bilindiği üzere yönetim kavramının,
muhtelif tanımları yapılmaktadır. Kaya’ya göre, “yönetim, başında bulunduğu örgütün amaçlarını başarıya gerçekleştirmekle
yükümlü olan bir araçtır.” (Kaya 1979, s.36) Yönetim örgütle ilgili faaliyetlerin amaç
doğrultusunda tanzimini ifade eden araçtır. Dolayısıyla yöneten örgütle ilgili
faaliyetleri sevk ve idare eden, etmeye çalışan unsurdur.
İster evde ister devlet denilen
organizasyonda veya başka örgütlerde olsun yönetenin faaliyetlerini belirli
ilkeler ve kurallar çerçevesinde yürütmesi beklenir. Zira örgütlerde ilke ve
kurallar sadece yönetilenler için değil, yönetenler için de olması gerekir.
Aksi takdirde yönetimde keyfilik ve “la
yüs’el”lik yani sorumsuzluk söz konusu olur.
Bir örgütün demokratikliğinden bahsedebilmenin
temel ve vazgeçilmez koşulları yönetimin unsuru olan -ister seçimle ister
atamayla işbaşına gelsin- yönetenlerin yönetilenlerce denetlenebilirliliğidir.
Denetim, gözetme, gözaltında bulundurma
anlamlarına gelen murakabe (Develioğlu 1970, s. 817) kavramıyla
eşanlamlıdır. Dolayısıyla örgütlerde denetim, yönetime konu olan faaliyetlerin
tespit edilmiş hedefler doğrultusunda, verilen emir ve talimatlara ve
belirlenmiş ilkelere uygun olarak yürütülüp yürütülmediğini belirtmeye yarar
(Tortop 1979, s.130).
Örgütün faaliyetleri ile ilgili
tespit edilmiş hedeflere uygun davranış sadece yönetilenlerden beklenmeyeceği
için “yönetenler”in de denetlenmesi yönetim olgusunun önemli unsuru olarak
karşımıza çıkar.
Devlet denilen örgütlerde hep
yasama, yürütme ve yargı alanlarından bahsedilir. Bu yaklaşım ilkeli ve ahlakî olmayan
bir düzeni beraberinde getirir. Bu alanlara “denetim”in etkin bir şekilde
devreye sokulması gerekir ki, oligarşik yapılanma söz konusu oluşamazsın.
Zira seçim ve denetim ilkeli ve
ahlakî düşüncenin vazgeçilmezleridir ve yönetenlerin -seçim ve atama ile iş
başına gelenler- ilahlaşmasının engelleridir.
Mevcut yönetim yapımıza bu açıdan
baktığımızda yönetme tarzımızın demokratik olmadığını görürüz. Evimizden tutun
devlet organizasyonuna kadar bütün yönetim alanlarında seçimsizliğin ve
denetimsizliğin cazibesiyle karşılaşırız. Herhangi bir kuruluşta yönetime
gelenleri en çok cezbeden husus ‘seçimsizlik’
ve “denetimsizlik”tir.
Kendini
“la yüs’el” olarak görmeye başlayan
yönetici yönetilenlerden gelebilecek her türlü seçim isteklerini geçiştirmeye
ve denetim yollarını kapalı tutmaya çalışır. Bu zihniyetin Türkiye’deki bütün
yöneticilerde -özellikle atanmışlarda daha fazla- varit olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Bir misal verecek olursak bir parti başkanı ömür boyu seçim
kaybetmiş olsa veya vekilleri bir başka partiye aktarsa o partinin yönetilenleri bunun hesabını
soramıyorlar.
Hiçbir
yönetici yönettiği veya yönetimiyle ilgili olan kişiler tarafından seçilmeyi ve
denetlenmeyi istememektedir. İlkeli ve ahlakî olmayan bu zihniyet asırlardır
benliğimizi kemirmekte ve yönetilenlerin huzurunu ortadan kaldırmaktadır.
Denetimsizlik
bir cazibedir ilke ve ahlaktan nasibini almayan yöneticiler için. Bu cazibe
nedeniyledir ki, muhtelif –demokratik- kılığa girmiş despot yöneticiler her
türlü “kötülüğü ve hırsızlığı ”i “âlî
menfaat” adına işleyebilmektedir. Koltukların
ve makamların işgaliyle bağış kılıfına büründürülmüş soygunlar bu cazibenin
tezahürüdür.
Esasında
bizim kültürümüzde ilkeli ve ahlakiliğin vazgeçilmezleri olan seçim ve denetim -iyiliği emretme kötülükleri nehyetme
ilkesi ile- mevcuttu bir zamanlar. Yönetilenlerin yönetenleri denetimi
muhtelif şekillerde gerçekleşirmiş.
Yönetime
seçilen halifenin topluluğa hitabında yanlış yaparsam ne yaparsınız sorusunun
cevabı olan “kılıçlarımızla doğrulturuz” ifadesi yönetilenlerin yönetenlerini
doğrudan denetleyebildiğinin göstergesidir.
Geçmiş yönetim anlayışımızın bir
döneminde yönetenlerimiz biat ile seçilir ve biatsizlikle (denetimle)
uzaklaştırılırdı bir zamanlar. Bu dönemde yönetenler “emr-i bil maruf” ilkesi gereğince doğrudan denetlenirdi. Bu ilke
çerçevesinde oluşturulan “hisbe” teşkilatı
tamamen bir denetim organıdır. Bu ilke aynı zamanda yönetilenlerin denetim gücünü
göstermektedir.
Yönetim anlayışımızda denetim bir
dönem “divan” kavramı ile
gerçekleştirilmiş. Sühreverdi denetim için divan’ın lüzumunu ve işleyişini “bilinmelidir ki, adaleti
gerçekleştirebilmenin en önemli, en büyük sebebi; çeşitli halk kitleleri ve
zümreleri arasındaki ihtilafların çözümlenmesinin, zulüm ve haksızlıkların
önlenmesinin ilk şartı hükümdarın insaf ve adalet üzere işleyecek bir divan
tertiplemesi gelir. Zira mülk ve memleketin ıslahı ona riayet etmekle
gerçekleşir. Adalet ve insaf prensiplerinin uygulama alanına konması bununla
mümkün olur. Sühreverdi, yönetenlerin yönetimi, s.171” biçiminde açıklar.
Bilinmelidir ki, geçmişte olduğu gibi bütün kurum
ve kuruluşlarda pisliklerin üstünü örtmenin en kestirme yolu yönetilenlerin “denetim” hakkını ortadan kaldırmaktan
geçer. Hatta yönetilenlerden denetim yapmak isteyenleri hainlikle suçlamak ve
ortalığı güllük gülistanlık göstermek de işin çabası.
Denetimsizliğin
ve seçimsizliğin cazibesi yöneticilerimizi -özellikle atanmışlar- o kadar
sarmış ki, bunu bir ilke olarak görmeye başladılar. Hatta utanmasalar “demokrasi”nin bir ilkesi olduğunu
ileri sürecekler.
Kamu yönetiminde
Bilgi Edinme Hakkı Kanunu denetimsizliği bir nebze kaldırmış olsa da hala denetimsizlik
ve seçimsizlik hastalığı tavandan tabana kadar bütün yönetim kademeleri ve
yönetenler için geçerlidir.
Mesela;
öğrencilerinden para isteyen bir okul müdürüne paranın nereye harcanacağı suali
yöneltilemez. Velinin böyle bir hakkı(!) yoktur. Aidat ödeyen bir dernek,
sendika veya vakıf üyesi yönetimin icraatlarını denetleyemez. Genel Müdür, Bakan,
Ordu Komutanının örtülü ödenekleri sorgulanamaz ve denetlenemez.
Günümüzde demokrasinin vazgeçilmezleri sayılan
partiler için de geçerlidir denetimsizlik ilkesi. Yöneticiyi seçimle
belirlemeye ve onu denetlemeye çalışan üyenin kellesi istenir. En kestirme yol
ihraçtır “seçilmiş diktatörler”
için.
Denetimsizliğin en cazip olduğu alan hiç
şüphesiz kamu hizmetinin gerçekleştirildiği alanlardır. Bakmayın "kamu
hizmet alanları" dendiğine. Güzel ülkemde kamu hizmet alanları kamuya
kapalıdır. En azında kapalı tutulmaya çalışılır atanmış diktatörlerce.
Kamu hizmet alanlarında yöneticilik yapanların
tamamı kendilerini “la yüs’el” olarak
görür. Denetimsizlik giriş kapısında başlar. Buradan geçemezsin sesi
yükseldiğinde her şey durur.
Neden geçemezmişim sorusunun bir tek
cevabı vardır o kapıda. “Geçemezsin
dedik ya” hemşerim. Evet, yönetilen geçemez ve neden geçemediğini bilemez.
Bilmeye ve kapıdakini denetlemeye çalıştığında en hafifiyle memura hakaretten
kendini mahkemede bulur.
Yönetim kademeleri yükseldikçe
seçimsizlik ve denetimsizlik oranı paralel bir şekilde artar. Üst katmanlarda her
şey kapalı kapılar ardında gerçekleştirilir. Yönetimde halk yoktur. Soygunlar,
hırsızlıklar, ihale yolsuzlukları, hortumlamalar ve mafyavarî ilişkiler hep
kapalı kapılar ardında gerçekleştirilir. Halk soramaz yöneticilere nelerin
yapıldığını. Sormaya kalkışanlara hemen “hadd”
bildirilir.
“Âli menfaat” teranesi hep ileri sürülür
denetimsizliği sağlamak için. Hep “büyüklerimiz
bilir” yutturmacası yutturulur yönetilenlere milletin mallarını höpürdetmek
için.
Evet.....
Denetimsizlik ve seçimsizlik cazibeli
bir hastalıktır halkın ve demokrasinin olmadığı yerlerde. Her türlü hortumlama
ve soygun “âli menfaat” örtüsüyle
kaçırılır halkın denetiminden “yönetme gücünü elinde bulunduranlar” tarafından.
Denetimsizlik için çare var mıdır?
Elbette.
Çare,
devlet denilen örgütte yöneten yönetilen ilişkisini bütün kurum ve kuruluşlar
için yeniden belirlemek ve şeffaf hale
getirerek yönetilenlerin yönetenlerin icraatlarını sorgulayabilir ve ilkeler
doğrultusunda denetimini yapabilir hale getirmedir.
Her kademede ve her
yerde yönetilenlerin bir başka deyişle “birey-devlet”
ilişkisinde “birey”in esas
alınmasıdır.
Selam
ve Sabırla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?