15 Aralık 2019 Pazar

Yönetenlerin Denetlenmesi


Yönetenlerin Denetlenmesi
     
 Veysi ERKEN


İnsanoğlunun örgütlü olarak bulunduğu ve yönetimden bahsedildiği her yerde yönetilen yöneten ikilemi mevcuttur ve kaçınılmazdır, ihtiyaçtır. Evden okula, işyerinden devlet denilen organizasyona kadar bu ikilem karşımıza çıkar.  Genel anlamda evde ebeveyn yönetendir.
Yöneten okulda müdür ve ekibi, işyerinde patron ve ekibi, devlette ise yönetim şekline göre Kral, Sultan, Başkan, Hükümet veya başka bir adla karşımıza çıkar.
Devlet kavramında yönetenlere olan ihtiyacı Sühreverdi “Halk toplulukları, çeşitli özelliklere sahip olan nevilerden oluşur. Her sınıfın maksat ve hedefleri diğerinin hedefine karşıdır, özellikler tabiatları birbirine zıttır. Bundan dolayı; zorunlu olarak halkın karışık işlerini düzenleyecek, onlara gelecek zararları önleyecek;  hakları verip kendilerine yapılacak zulmü kaldıracak, siyasetin çeşitli türlerini uygulayıp memleketi idare edecek insaf sahibi, adaletli bir devlet başkanına şiddetle ihtiyaç vardır. Sühreverdi, yönetenlerin yönetimi, s.21” biçiminde açıklar.
            Bilindiği üzere yönetim kavramının, muhtelif tanımları yapılmaktadır. Kaya’ya göre, “yönetim, başında bulunduğu örgütün amaçlarını başarıya gerçekleştirmekle yükümlü olan bir araçtır.” (Kaya 1979, s.36)   Yönetim örgütle ilgili faaliyetlerin amaç doğrultusunda tanzimini ifade eden araçtır. Dolayısıyla yöneten örgütle ilgili faaliyetleri sevk ve idare eden, etmeye çalışan unsurdur.
            İster evde ister devlet denilen organizasyonda veya başka örgütlerde olsun yönetenin faaliyetlerini belirli ilkeler ve kurallar çerçevesinde yürütmesi beklenir. Zira örgütlerde ilke ve kurallar sadece yönetilenler için değil, yönetenler için de olması gerekir. Aksi takdirde yönetimde keyfilik ve “la yüs’el”lik yani sorumsuzluk söz konusu olur.
 Bir örgütün demokratikliğinden bahsedebilmenin temel ve vazgeçilmez koşulları yönetimin unsuru olan -ister seçimle ister atamayla işbaşına gelsin- yönetenlerin yönetilenlerce denetlenebilirliliğidir.
         Denetim, gözetme, gözaltında bulundurma anlamlarına gelen murakabe (Develioğlu 1970, s. 817) kavramıyla eşanlamlıdır. Dolayısıyla örgütlerde denetim, yönetime konu olan faaliyetlerin tespit edilmiş hedefler doğrultusunda, verilen emir ve talimatlara ve belirlenmiş ilkelere uygun olarak yürütülüp yürütülmediğini belirtmeye yarar (Tortop 1979, s.130).
            Örgütün faaliyetleri ile ilgili tespit edilmiş hedeflere uygun davranış sadece yönetilenlerden beklenmeyeceği için “yönetenler”in de denetlenmesi yönetim olgusunun önemli unsuru olarak karşımıza çıkar.
            Devlet denilen örgütlerde hep yasama, yürütme ve yargı alanlarından bahsedilir. Bu yaklaşım ilkeli ve ahlakî olmayan bir düzeni beraberinde getirir. Bu alanlara “denetim”in etkin bir şekilde devreye sokulması gerekir ki, oligarşik yapılanma söz konusu oluşamazsın.
            Zira seçim ve denetim ilkeli ve ahlakî düşüncenin vazgeçilmezleridir ve yönetenlerin -seçim ve atama ile iş başına gelenler- ilahlaşmasının engelleridir.
            Mevcut yönetim yapımıza bu açıdan baktığımızda yönetme tarzımızın demokratik olmadığını görürüz. Evimizden tutun devlet organizasyonuna kadar bütün yönetim alanlarında seçimsizliğin ve denetimsizliğin cazibesiyle karşılaşırız. Herhangi bir kuruluşta yönetime gelenleri en çok cezbeden husus ‘seçimsizlik’ ve “denetimsizlik”tir.
            Kendini “la yüs’el” olarak görmeye başlayan yönetici yönetilenlerden gelebilecek her türlü seçim isteklerini geçiştirmeye ve denetim yollarını kapalı tutmaya çalışır. Bu zihniyetin Türkiye’deki bütün yöneticilerde -özellikle atanmışlarda daha fazla- varit olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir misal verecek olursak bir parti başkanı ömür boyu seçim kaybetmiş olsa veya vekilleri bir başka partiye aktarsa  o partinin yönetilenleri bunun hesabını soramıyorlar.
            Hiçbir yönetici yönettiği veya yönetimiyle ilgili olan kişiler tarafından seçilmeyi ve denetlenmeyi istememektedir. İlkeli ve ahlakî olmayan bu zihniyet asırlardır benliğimizi kemirmekte ve yönetilenlerin huzurunu ortadan kaldırmaktadır.
            Denetimsizlik bir cazibedir ilke ve ahlaktan nasibini almayan yöneticiler için. Bu cazibe nedeniyledir ki, muhtelif –demokratik- kılığa girmiş despot yöneticiler her türlü “kötülüğü ve hırsızlığı ”i  “âlî menfaat” adına işleyebilmektedir.  Koltukların ve makamların işgaliyle bağış kılıfına büründürülmüş soygunlar bu cazibenin tezahürüdür.
             Esasında bizim kültürümüzde ilkeli ve ahlakiliğin vazgeçilmezleri olan seçim ve denetim -iyiliği emretme kötülükleri nehyetme ilkesi ile- mevcuttu bir zamanlar. Yönetilenlerin yönetenleri denetimi muhtelif şekillerde gerçekleşirmiş.
      Yönetime seçilen halifenin topluluğa hitabında yanlış yaparsam ne yaparsınız sorusunun cevabı olan “kılıçlarımızla doğrulturuz” ifadesi yönetilenlerin yönetenlerini doğrudan denetleyebildiğinin göstergesidir.
            Geçmiş yönetim anlayışımızın bir döneminde yönetenlerimiz biat ile seçilir ve biatsizlikle (denetimle) uzaklaştırılırdı bir zamanlar. Bu dönemde yönetenler “emr-i bil maruf” ilkesi gereğince doğrudan denetlenirdi. Bu ilke çerçevesinde oluşturulan “hisbe” teşkilatı tamamen bir denetim organıdır. Bu ilke aynı zamanda yönetilenlerin denetim gücünü göstermektedir.
            Yönetim anlayışımızda denetim bir dönem “divan” kavramı ile gerçekleştirilmiş. Sühreverdi denetim için divan’ın lüzumunu ve işleyişini “bilinmelidir ki, adaleti gerçekleştirebilmenin en önemli, en büyük sebebi; çeşitli halk kitleleri ve zümreleri arasındaki ihtilafların çözümlenmesinin, zulüm ve haksızlıkların önlenmesinin ilk şartı hükümdarın insaf ve adalet üzere işleyecek bir divan tertiplemesi gelir. Zira mülk ve memleketin ıslahı ona riayet etmekle gerçekleşir. Adalet ve insaf prensiplerinin uygulama alanına konması bununla mümkün olur. Sühreverdi, yönetenlerin yönetimi, s.171” biçiminde açıklar.
             Bilinmelidir ki, geçmişte olduğu gibi bütün kurum ve kuruluşlarda pisliklerin üstünü örtmenin en kestirme yolu yönetilenlerin “denetim” hakkını ortadan kaldırmaktan geçer. Hatta yönetilenlerden denetim yapmak isteyenleri hainlikle suçlamak ve ortalığı güllük gülistanlık göstermek de işin çabası.
            Denetimsizliğin ve seçimsizliğin cazibesi yöneticilerimizi -özellikle atanmışlar- o kadar sarmış ki, bunu bir ilke olarak görmeye başladılar. Hatta utanmasalar “demokrasi”nin bir ilkesi olduğunu ileri sürecekler.
Kamu yönetiminde Bilgi Edinme Hakkı Kanunu denetimsizliği bir nebze kaldırmış olsa da hala denetimsizlik ve seçimsizlik hastalığı tavandan tabana kadar bütün yönetim kademeleri ve yönetenler için geçerlidir.
            Mesela; öğrencilerinden para isteyen bir okul müdürüne paranın nereye harcanacağı suali yöneltilemez. Velinin böyle bir hakkı(!) yoktur. Aidat ödeyen bir dernek, sendika veya vakıf üyesi yönetimin icraatlarını denetleyemez. Genel Müdür, Bakan, Ordu Komutanının örtülü ödenekleri sorgulanamaz ve denetlenemez.
            Günümüzde demokrasinin vazgeçilmezleri sayılan partiler için de geçerlidir denetimsizlik ilkesi. Yöneticiyi seçimle belirlemeye ve onu denetlemeye çalışan üyenin kellesi istenir. En kestirme yol ihraçtır “seçilmiş diktatörler” için.
            Denetimsizliğin en cazip olduğu alan hiç şüphesiz kamu hizmetinin gerçekleştirildiği alanlardır. Bakmayın "kamu hizmet alanları" dendiğine. Güzel ülkemde kamu hizmet alanları kamuya kapalıdır. En azında kapalı tutulmaya çalışılır atanmış diktatörlerce.
            Kamu hizmet alanlarında yöneticilik yapanların tamamı kendilerini “la yüs’el” olarak görür. Denetimsizlik giriş kapısında başlar. Buradan geçemezsin sesi yükseldiğinde her şey durur.
           Neden geçemezmişim sorusunun bir tek cevabı vardır o kapıda. “Geçemezsin dedik ya” hemşerim. Evet, yönetilen geçemez ve neden geçemediğini bilemez. Bilmeye ve kapıdakini denetlemeye çalıştığında en hafifiyle memura hakaretten kendini mahkemede bulur.
           Yönetim kademeleri yükseldikçe seçimsizlik ve denetimsizlik oranı paralel bir şekilde artar. Üst katmanlarda her şey kapalı kapılar ardında gerçekleştirilir. Yönetimde halk yoktur. Soygunlar, hırsızlıklar, ihale yolsuzlukları, hortumlamalar ve mafyavarî ilişkiler hep kapalı kapılar ardında gerçekleştirilir. Halk soramaz yöneticilere nelerin yapıldığını. Sormaya kalkışanlara hemen “hadd” bildirilir.
           “Âli menfaat” teranesi hep ileri sürülür denetimsizliği sağlamak için. Hep “büyüklerimiz bilir” yutturmacası yutturulur yönetilenlere milletin mallarını höpürdetmek için.
           Evet.....
           Denetimsizlik ve seçimsizlik cazibeli bir hastalıktır halkın ve demokrasinin olmadığı yerlerde. Her türlü hortumlama ve soygun “âli menfaat” örtüsüyle kaçırılır halkın denetiminden “yönetme gücünü elinde bulunduranlar” tarafından.
           Denetimsizlik için çare var mıdır?
           Elbette.
            Çare, devlet denilen örgütte yöneten yönetilen ilişkisini bütün kurum ve kuruluşlar için yeniden belirlemek ve şeffaf hale getirerek yönetilenlerin yönetenlerin icraatlarını sorgulayabilir ve ilkeler doğrultusunda denetimini yapabilir hale getirmedir.
Her kademede ve her yerde yönetilenlerin bir başka deyişle “birey-devlet” ilişkisinde “birey”in esas alınmasıdır.
Selam ve Sabırla…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Yazı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?